Bu aralar zamanın resmi geçidi hızlandı yine. Ya da bana öyle geliyor. Ne çabuk tüketiyoruz sayılı günlerimizi, farkına varmadan...
Penci Mehmet yanında çalışan fırıncı ustasıyla birlikte geldi bu sabah. İtfaiyeci adayı ufaklık yine onlarla birlikte.
Yakup Usta yukarı yaylada çalışıyor. Ot biçme makinesinin seslerinden takip ediyorum onu. Vanasını açık unuttukları büyük havuz dolmamış.
Penci Mehmet adamıyla beraber çalışıyor. Yanlarına gidip izliyorum onları. Bir müddet sonra şehre inmem gerekiyor. Ustalara bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını soruyorum. Hemen döneceksem sigara getirmemi istiyor Penci Mehmet. Ne sigarası diye sorduğumda "Uzun Vasaro" diyor, kelimeyi okuyuşundaki "acaba" ları gizlemeden. Ama ben biliyorum onun ne istediğini. "Viceroy mu?" Sesi çıkmıyor. "Yani, Mavi Tire" istiyorsun öyle mi? Gözleri parlıyor. "Evet, diyor Mavi Tire, ama uzun olacak." Bir zamanlar Viceroy buraya fabrika kuracakmış. Halkımız nasıl telaffuz etsin bu zor kelimeyi. Fabrikası da kurulacak ya burada. Artık bundan böyle Tire sigarası olsun bunun adı diyorlar. Mavi Tire, kırmızı Tire. İşin garibi firma Tekel'i satın alınca Tire fabrikasındaki üretimi durdurmuş. Buna rağmen Tireli sevmiş bu sigarayı. Burada en çok tüketilen sigara markası olan "Viceroy"a ilçelerinin adını vermeye devam ediyorlar hala.
Şehre iniyor, birkaç parça eşya daha yüklüyorum arabaya. Bundan sonra her yukarı çıkışımda bir şeyler götürsem iyi olacak. O kadar eşya var ki evde depoladığımız... Torbalı'dan ayarladığımız Tire'li tenekeci Yücel Usta'dan ses seda yok. İzmir'den tenekeci mi bulacağız şimdi üç kuruşluk iş için?
Şehre iniyor, birkaç parça eşya daha yüklüyorum arabaya. Bundan sonra her yukarı çıkışımda bir şeyler götürsem iyi olacak. O kadar eşya var ki evde depoladığımız... Torbalı'dan ayarladığımız Tire'li tenekeci Yücel Usta'dan ses seda yok. İzmir'den tenekeci mi bulacağız şimdi üç kuruşluk iş için?
Penci Mehmet'in işi erken biterse Ödemiş'e gidelim diye bir öneri getiriyorum eşime. Muhtemelen orada başka tenekeci buluruz. Saat bir gibi Penci Mehmet işlerini bitiriyor. Hemen çıksak mı yola? Bir iki yere telefon etmem lazım.
Elektrikçi Ali'yi arıyorum önce. Telefonu hemen açmasının sebebi tahsilatın yakın olması. "Asma tavan işi bitti, sensörlü ışıklar takılabilir, lavabolar silikonlanacak, odanın klozeti altından su sızıyor, eksik aplikler yerine takılacak..." sıralıyorum. "Ben de sizi arayacaktım, pazartesi veya salı günü bitirelim işlerinizi" diyor. "İyi olur." derken, "İnşallah" sözcüğü dökülüyor dudaklarımdan.
Faruk Bey, on gündür banyonun duşa kabin montajını yapacak (!) Sayın kardeşim, eğer olmuyorsa "Yapamayacağım" dersin. Telefon ediyorum. "İzmir'den haber bekliyorum daha" deyip devam ediyor, "Henüz geri dönmedikleri için size haber veremedim. Pazartesi tekrar arayım bakayım, sizi durumdan haberdar ederim."
Adam on günde İzmir'e telefon edip duşa kabin parçalarının siparişini verecek (!) Boşuna dememişler "Millet aya biz yaya". Hani deseler "Yok kardeşim biz yapmıyoruz." ya da "Yapamıyoruz." başımın çaresine bakıp başka yerden bulacağız. Haber verme özürlü bunlar.
Sıradaki telefonum Ahmet Bey'e. Tabela konusunda fikir verebilmem için yerini görmem lazım demişti. "Bir saat sonra oradayım." diyor.
Şükrü'yü arıyorum. Bu çocuğu tutmuştum aslında ama kimselere de güvenim kalmadı. Malzemeler gelmiş. Bugün işi varmış, yarın geleceğini söylüyor. Şükrü mü? Ha evet, o gazla çalışacak ocakların ve plate ızgaranın bakır borularla tüplere bağlantısını yapacak. Sadece boru uzatmak değil, emniyet sistemi, detantörler, basınç düzenleyiciler vs. montajı da var. Tüplerin hazır olmasını istedi yarın geldiğinde.
Hikmet beyi arıyorum tüpleri göndermesi için. Üç saat sonra gelir demesine rağmen bir saat geçmeden geliyor tüplerimiz.
Ödemiş'e geç kalıyoruz derken sürpriz bir gelişme oluyor. Torbalıda yaşayan Tireli tenekeci Yücel Usta arıyor. Sürpriz çünkü ondan artık ümidi kesmiştik. Yine beklediğimizin üzerinde bir fiyat söylüyor, çaresiz kabul ediyoruz. Çarşamba günü gelip davlumbazın baca bağlantısını yapacak.
Terasa koymayı düşündüğümüz masa ve sandalyeleri silip temizliyoruz eşimle birlikte. Allah'a şükür elimiz ayağımız tutuyor daha. Başkasının nazını çekmektense kendi işimizi kendimiz görürüz. İçimiz rahat. Bir yandan temizlenen masa ve sandalyeleri Taş Ev'in giriş salonuna yerleştirmeye çalışıyoruz. Yer dar geliyor doğal olarak. Üst kattaki salonda balkonu içeri aldığımızdan dolayı en az yirmi beş metrekare daha fazla bir yer kazanmıştık. Zaten oturma grubu koymayı düşünmemiştik girişe. Yedi masaya ancak yer var burada sıkış tepiş. İçecek grubu gelince o kadarını da almayacak. Masaları yerleştirince bir bar havasına bürünüyor burası. Aslında bu masa ve sandalyeler verandaya yakışır ancak orası da en çok altı masa alacaktır. Dört masayı da süs havuzunun çevresine koyarız. Yoksa ilk düşündüğümüz gibi teras mı olmalı bunların yeri. Tente yapılmazsa güneşten oturulmaz ki orada... Biraz daha düşünmemiz lazım.
Tabelacı Ahmet Bey'i arıyorum. Cevap yok. Üçüncü kez çeviriyorum numarayı. Nihayet açıyor. Araba bekliyormuş. Geç oldu artık diyorum. Gelişini yarına erteliyoruz.
Havada bulutlar artmaya başladı. Uzaklardan gök gürültüsü seslerini duyuyorum. Yağmur yağarsa balkonda güneşe bıraktığımız reçeller bozulacak. Yağmazsa zeytinler kuruyacak. Hangisi daha kolay gözden çıkarılır bunun? Balkona değil zeytinliğe yağ, fidanları sula diyemiyorsun ki yağmura...
Adam on günde İzmir'e telefon edip duşa kabin parçalarının siparişini verecek (!) Boşuna dememişler "Millet aya biz yaya". Hani deseler "Yok kardeşim biz yapmıyoruz." ya da "Yapamıyoruz." başımın çaresine bakıp başka yerden bulacağız. Haber verme özürlü bunlar.
Sıradaki telefonum Ahmet Bey'e. Tabela konusunda fikir verebilmem için yerini görmem lazım demişti. "Bir saat sonra oradayım." diyor.
Şükrü'yü arıyorum. Bu çocuğu tutmuştum aslında ama kimselere de güvenim kalmadı. Malzemeler gelmiş. Bugün işi varmış, yarın geleceğini söylüyor. Şükrü mü? Ha evet, o gazla çalışacak ocakların ve plate ızgaranın bakır borularla tüplere bağlantısını yapacak. Sadece boru uzatmak değil, emniyet sistemi, detantörler, basınç düzenleyiciler vs. montajı da var. Tüplerin hazır olmasını istedi yarın geldiğinde.
Hikmet beyi arıyorum tüpleri göndermesi için. Üç saat sonra gelir demesine rağmen bir saat geçmeden geliyor tüplerimiz.
Ödemiş'e geç kalıyoruz derken sürpriz bir gelişme oluyor. Torbalıda yaşayan Tireli tenekeci Yücel Usta arıyor. Sürpriz çünkü ondan artık ümidi kesmiştik. Yine beklediğimizin üzerinde bir fiyat söylüyor, çaresiz kabul ediyoruz. Çarşamba günü gelip davlumbazın baca bağlantısını yapacak.
Terasa koymayı düşündüğümüz masa ve sandalyeleri silip temizliyoruz eşimle birlikte. Allah'a şükür elimiz ayağımız tutuyor daha. Başkasının nazını çekmektense kendi işimizi kendimiz görürüz. İçimiz rahat. Bir yandan temizlenen masa ve sandalyeleri Taş Ev'in giriş salonuna yerleştirmeye çalışıyoruz. Yer dar geliyor doğal olarak. Üst kattaki salonda balkonu içeri aldığımızdan dolayı en az yirmi beş metrekare daha fazla bir yer kazanmıştık. Zaten oturma grubu koymayı düşünmemiştik girişe. Yedi masaya ancak yer var burada sıkış tepiş. İçecek grubu gelince o kadarını da almayacak. Masaları yerleştirince bir bar havasına bürünüyor burası. Aslında bu masa ve sandalyeler verandaya yakışır ancak orası da en çok altı masa alacaktır. Dört masayı da süs havuzunun çevresine koyarız. Yoksa ilk düşündüğümüz gibi teras mı olmalı bunların yeri. Tente yapılmazsa güneşten oturulmaz ki orada... Biraz daha düşünmemiz lazım.
Tabelacı Ahmet Bey'i arıyorum. Cevap yok. Üçüncü kez çeviriyorum numarayı. Nihayet açıyor. Araba bekliyormuş. Geç oldu artık diyorum. Gelişini yarına erteliyoruz.
Havada bulutlar artmaya başladı. Uzaklardan gök gürültüsü seslerini duyuyorum. Yağmur yağarsa balkonda güneşe bıraktığımız reçeller bozulacak. Yağmazsa zeytinler kuruyacak. Hangisi daha kolay gözden çıkarılır bunun? Balkona değil zeytinliğe yağ, fidanları sula diyemiyorsun ki yağmura...