KATEGORİLER

23 Eylül 2016 Cuma

İNCİ HANIM (*)

22/09/2016 Perşembe, Tire
Önemli Açıklama: Dostlar, bilirsiniz yaşadığımız yer küçük. Bu yüzden konu başlığı zatın gerçek ismini kullanmadım. Aklıma gerçekte olmayan bir isim geldi. "İnci Hanım" olsun dedim. Şanssızlığa bakın ki oğlu doktor olan bir başka İnci Hanım varmış burada. Eşim ısrarla değiştir dedi. Yok yapmam dedim. Bir yazara bu kadar müdahale örfi idarede olmaz. Sadece bir açıklama getiririm yazımın başına dedim. Evet bahse konu kişi, oğlu kızımın çok sevdiği mesai arkadaşı olan ve gerçek adı İnci olan hanımefendi değildir.

Sabahları geç kalkmam iyi geliyor. Özellikle gece yarısına kadar misafirimiz olduğunda... Kahvaltıyı birer tostla geçiştirdik bugün. Bir gün önceki fırtına sebebiyle dışarıdaki sandalyeleri verandada toplamıştık. Sabahtan hava güzel gibi göründü gözüme. Sanki dışarıda oturulabilirmiş gibi...

Hazır toplanmışken sandalyeler, verandayı bir güzel yıkayıp sildim önce. Onun arkasından masa ve sandalyelere geldi sıra. Tuvalet girişleri fırtınanın izlerini taşıyor. Lavabolar toz içinde. Hüseyin gelir gelmez temizliğe tuvaletlerden başlamasını istedim. Eşim neyi nasıl yapacağını, hangi bezi, fırçayı kullanacağını gösterdi. Zeytin nerelerden buluyorsa, kemik parçaları, eski eldivenler, plastik şişeler taşımış avluya. Tuvalet girişindeki lavabonun altındaki toz deterjanı aşırıp uzakta bir yere saklamış. Taş Ev'in kapısındaki naylon terliği kaptı gözlerimin içine baka baka. Koştum peşinden, yakalayıp aldım ağzındaki terliği. Aynı haşarı bir çocuk gibi bu aralar.

İnşaattan kalan bir sürü seramik var. Toprağın içinde kirlenmiş. Usulen biraz su tutuyor, kirini akıtıyoruz Hüseyin'le. Çarşıda inşaat malzemelerini aldığımız yerin sahibini arıyor, fazla seramikleri getireceğimi söylüyorum. Ne kadar sağlam seramik varsa arabanın arkasına yüklüyoruz. Bozulmaya başlayan hava yağmura dönüyor. Aniden kuvvetli bir sağanak boşalıyor.

Verandadan yağmurun yağışını seyrederken telefonum çalıyor.
"Beni hatırladınız mı? Ben İnci, doktor Mehmet'in annesi. Hani geçen bir grup gelmiştik size." Hatırlıyorum çok geçmeden.
"Evet, hatırladım." diyorum.
"Sizin Taş Ev'i arkadaşlara bir anlattım, bir anlattım sormayın, şimdi hepsi görmek istiyor."
"Çok teşekkür ederim, efendim."
"Şimdi bakın, biz on yedi kişi minibüs tutup geleceğiz İzmir'den. Yemeği sizin orada yiyelim diyoruz. Haftaya salı gününe yeriniz vardır herhalde..."
"Saat kaç gibi gelirsiniz?"
"Salı pazarını gezmek istiyorlar, bir de Şirince'yi dolaşacaklar sanırım. Saat dört gibi sizin orada oluruz."
"Tamam o zaman, yeriniz hazır bilin."
"Peki, neler verebiliyorsunuz menü olarak?"
"Ne isterseniz, yöresel meze çeşitlerimiz, otlu salatalar, ızgara çeşitleri, tatlılar... İsterseniz şefimize isteklerinizi doğrudan iletebilirsiniz."  Aşkın Şefe veriyorum telefonu. Uzun uzun konuşuyorlar. Bir menü ki kral sofrası mübarek. Konuşma bittikten sonra telefonu bana veriyor Aşkın.
"Şimdi bakın, ben Tire şiş köfteyi sevmiyorum. Menü karışık et ızgara ve ızgara köfte olabilir mi?
"Gayet tabi efendim, nasıl isterseniz."
"Yanında ordövr tabağı içinde enginar çanağında zeytinyağlı garnitür, kabak çiçeği dolması, patlıcan ezme, ot kavurma, dört kişiye bir tabak patlıcan balığı, turp otu salatası, mevsim salatası ve köy kızartması. Tatlı olarak da karadutlu lor tatlısı veya karadutlu sakızlı dondurma ya da dondurmalı irmik helvası olsun."
"Nasıl isterseniz."
"Bakın biz on yedi kişi geleceğiz ama onu siz on beş sayın" İlk şoku yiyorum. Yani hanımefendi diyorlar ki, ben o kadar kişi getireceğim benim ve oğlumun yediklerini sen karşıla. Devam ediyor incileri döktürmeye İnci hanım.
"Bu menü kesin olacak, kimse değiştirme yapmayacak. Keşkek veya başka bir şey isteyen ayrıca parasını öder. Mesela ben keşkeği çok severim. Ben mutlaka keşkek alırım. Menüde verilenlerden birisiyle değiştiririm." İkinci şok. Arkadaşlarına men ettiğini kendinde hak görüyor. Devam ediyor İnci Hanım.
"Kişi başı fiyat ne olur böyle bir menüde?"
"Hesap çıkarmamız lazım, ben size dönsem olur mu?" diyorum.
"Tabii, telefonunuzu bekliyorum." diyor.
Herhangi biri gelse böyle bir menünün fiyatı kişi başı 52,5 TL olmasına rağmen şefle birlikte 40 TL olarak fiyat belirliyoruz. Telefon edip rakamı söylüyorum. A, çok pahalı söylediniz ama, biz aşağıda Fatih'in orada böyle bir menüyü 25 TL ye yiyoruz. Hem sizin reklamınızı yapmış olacağız."

"Yok hanımefendi, bizim karışık ızgaramız 25 TL zaten, yanında mezesinden tatlısına kadar bir sürü şey eklediniz."
"Karışık ızgara yerine Tire şiş köfte olsa. İsteyen şiş köfte, isteyen ızgara köfte yesin. Ne olur o zaman fiyat?"
Aşkın şefe danışıyorum sessizce.
"Tamam o zaman yapacağımız son fiyat 35 TL."
"Ama bakın biz o kadar yoldan geleceğiz, minibüs tutacağız, onun parası vs. Gelenler memur aileleri o kadar parayı veremezler. Otuz olsun bari. Bak reklamınız da olacak."
"Hanımefendi reklamımız olacak diye zarar edecek değiliz, bu fiyatın altına inemeyiz."
"Tamam o zaman ben arkadaşlarla bir görüşeyim, size dönerim."

Bu diyalogdan canım sıkılıyor. Esas canımı sıkan da kendini ve oğlunu beleşe getirmesi. Oğlun doktor da olsa kendin profesör de olsa bazı şeyler değişmiyor demek ki. İnsanın kalitesi doğuştan mı geliyor acep? Eşime sordum, böyle bir organizasyon yapacaksın arkadaşlarınla; aklına gelir mi kendini beleşe getirmek? Asla. Kızım da sever organizasyon işlerini. Ama kendinden verir başkası üzerinden fayda sağlamaz kendine. Bu iş ne kadar etik? Ha bu işi profesyonel anlamda yapıyorsundur, örneğin tur rehberisindir. Getirirsin bir otobüs turist, mekan sahibi senden yemek parası almaz. Ama gidip çingene pazarlığı da yapmaz seninle. Hatta tersi olur. Tur operatörünün yediğini fazlasıyla ödetir turistlere.

Eğer İnci hanım dönerse, içimden geçen yanlış hesap yapmışım, menü fiyatı 40 TL nin altına olmaz demek ama eşim, "Ayıp olur ağzından bir kere 35 TL çıktı." diyor. Akşama doğru iki kişi geldi mesela. İnci Hanım'ın iki kişisi beleş toplam on yedi kişisinin ödeyeceği hesabın yarısını ödeyip gittiler.

Yağmur kesildi. Çarşıdan alınacaklar var. Ağır ağır iniyorum Kaplan'ın virajlı yollarından arkamdaki seramikler şangırdarken. Kazasız belasız teslim ediyorum depoya. Alışverişimi yapıyorum. Oğlumu evden alıp dönüyoruz yaylaya. Hava yine bulutlandı. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyor.

Aniden ortalık beyaza dönüyor. Parlak bir ışık. Hemen arkasından büyük bir gök gürlemesi. Yakınlarda bir yere yıldırım düşmüş olmalı. Genç bir çift gelmişti az önce. Facebook'tan öğrenmişler yerimizi. Veranda hoşlarına gitse de yukarıdaki salonu görmelerini öneriyorum. Evdeki Yazar'ın da beğendiği köşedeki masanın yanında çakılıp kalıyorlar ağzı açık. "Tamam, biz burada oturmaya karar verdik." diyorlar. Ne onlar ne de diğer masalar rembetiko ezgilerinden rahatsız olmuyor. Yağmur şiddetleniyor. Taş Ev'in balkon camları açık. İçeri yağmur girmiyor. Yağmuru seyretmek için en güzel yer olmalı burası.

22 Eylül 2016 Perşembe

KIŞA HAZIRLIK

21/09/2016 Çarşamba, İzmir

Bugün kapalıyız. Tatil günümüz yani. Tatil günümüz derken tatil yanımızda çalışanlara. Biz yine çalıştık sayılır. Ne mi yaptık? Malum havalar soğudu. Taş Ev'i ısıtmamız lazım. Üst kat döşemesi ahşap olunca şömine yapma imkanımız kalmamıştı. Geçen sene şöminecileri gezerken Polonya yapımı döküm  sobalar dikkatimizi çekmişti. İzmir'e gitme nedenimiz bu.

Telefonumun şarjı çok çabuk boşalıyor. O neyse de yüzde yirmi doluluk oranından aşağı düştüğünde her an kapanma tehlikesi var. Geceden şarja koymayı unuttuğumdan kapanmış yine. Şarja koydum dolması için. Dolduktan sonra kapalı iken arayan numaralar gelmiş telefonuma. İlk arayana geri dönüyorum. Karşımdaki kadın sesi telefon cevap vermeyince kapıya kadar gelip girişteki levhadan bugün kapalı olduğumuzu öğrendiklerini söylüyor.

Bahçeden çıkarken Zeytin peşimizi bırakmıyor. Demir kapıyı kapatıyorum, çit boyu ilerleyip çitin bir aralığını bulup dışarı atıyor kendini. Tam üç kez çıkıyor dışarı, ben gerisin geriye kapıyı açıp içeri koyuyorum. Çünkü çıkmasını biliyor ama aynı yerden geri girmesini beceremiyor.

Polonya döküm sobaları odun yakıyor. Bizde de odundan bol ne var? Önündeki geniş yanmaz cam sayesinde içeride yanan ateşin görünmesi şömine havası veriyor. Pik döküm sobaların görünümü oldukça modern ve bizim salonu ısıtabilecek büyüklükte olanlarının ağırlığı 150 kilodan başlıyor. Isıtma güçleri kW olarak ölçülüyor. Bize gösterilen Polonya sobalarından 10 kW gücündeki birini beğendik ancak yakıt haznesi ufak geldi gözümüze. Daha büyüğü yokmuş. Onu bırakıp geniş hazneli ve aynı ısıtma gücüne sahip şömine kazanı üretiminde dünya birincisi Fransız Invicta yapımı döküm sobayı beğendik. Soba oldukça ağır. Yerinden oynatmayı denedim, kıpırdamadı bile. Ünal Ustayı arayıp haftaya Taş Ev'in salonuna çıkarabilmek için adam göndermesini istedim.

Ahşap döşemenin ateşe karşı korunabilmesi için sobanın altına ya granit ya da kalın cam konulması lazım. Ağacın güzelliğinin kaybolmaması için 10 mm kalınlığında ısıya dayanıklı bir cam altlık aldık. Odunluk ve maşa takımı elbette olmazsa olmazlarıydı sobamızın.

Hava kapandı, akşama doğru yağmura döndü. Gaziemir Optimuma uğradık. Kızımı aradım nöbetteyim deyince hemen kapattım telefonu. Akşam karanlığında döndük yaylaya. Zeytin tahmin ettiğim gibi içeri girememiş kapıda dönüşümüzü bekliyor. Bir sevindi, bir sevindi ki anlatamam.

Eşimin migren ağrıları tutuyor akşama doğru. Arkadaşları ziyaret edecektik, geçenlerde oğullarını evlendirmişlerdi de Taş Ev'i yalnız bırakmamak için ilk kez eşimden ayrı bir düğüne katılmıştım. Telefon edip ziyareti erteliyoruz.  


20 Eylül 2016 Salı

YAĞMURLU BİR GÜN

20/09/2016 Salı, Tire

Sabah geç uyandım yine. Nasıl geç uyanmayayım. Dün tam yatmaya hazırlanıyordum ki gecenin üçünde oğlum geldi yanıma. O vakitten sonra oturduk tavla oynadık. Sonucu söylemeyeyim artık. Sadece tek el oynayalım dedim oyunun sonunda. Onu da kaybettim. Yastığa kafamı koyar koymaz uyumuşum. Eşim ben yattıktan az sonra kalkmış olmalı. Düşünüyorum da bizim eve hırsız girme olasılığı oldukça düşük. Askerdeymiş gibi nöbet tutuyoruz. 22.00-03.00 nöbeti bende 05.00-09.00 nöbeti eşimde. Arada sadece iki saat var. Boşluğu da bizim Zeytin dolduruyor diyeceğim ama değil, onun boşluk falan doldurduğu yok. Tek yaptığı yoldan geçen ya da kapıdan içeri giren yabancı birini fark ettiğinde havlayarak haber vermek. Havlamasının ne manaya geldiğini anladık sonunda. Diyor ki, "Kapıda yabancı biri var beni koruyun."  

Meşhur Salı Pazarı bugün. Aşkın Şef ile pazarda buluşmak üzere dünden anlaşmıştık. Ben gecikince telefon ediyor. Kahvaltı masasını oğluma özel tostunu hazırlamışım. Kendime ise çökeleğin içine zeytinyağında yumurta kırmayı planlıyorum. Bugün mesai 12.00 de başlayacağı için çay ocağını çalıştırmadık henüz. Bu yüzden eşime çay hazırlayamadım. Ekmekler kızardı, masa donandı ama çay yok ortada. "Çaysız kahvaltı mı olurmuş?"

Oğlum yatağından kalkacak, kahvaltı edecek de ben pazarda Aşkın Şef'le buluşacağım. Ölme eşeğim ölme. Sonunda tostu eline alıyor, çıkıyoruz yola. Onu eve bırakıp pazara gidiyorum. Aşkın Şef'le buluşup alışverişimizi yapıyoruz. Dönüşte evine uğrayıp kayınvalidesinin çeyiz sandığını yüklüyoruz arabaya. Neye nasip neye kısmet. Kim derdi ki, kayınvalidenin çeyiz sandığı günün birinde Zeytin'in kulübesi olacak...

Yaylaya dönüyoruz. Hava iyice bozdu. Gökyüzünü gümüş rengi bulutlar kapladı. Sert esen rüzgar yaprakları içeri topluyor. Dışarıdaki tuvalet girişleri kuru yapraklar ve ağaç dallarıyla dolmuş.

Ergün Bey ağabeyi ile geleceklerini söylemişti. Az önce duyduğum motor sesi onların gelişini haber verdi. Rüzgardan dışarıda oturmak mümkün değil. Gece bütün sandalyeleri verandanın altında toplamıştık zaten. Taş Ev'in girişine bir masa atmış gece yazılarımı orada yazmıştım. Ercan Bey'in ilk gelişi Taş Ev'e. Yukarı çıkıp salonu gezdiriyorum. Web sitesini o hazırlayacak. Girişteki masaya oturup çaylarımızı içerken nasıl bir tasarım üzerinde çalışacağız onu tartışıyoruz. Daha önce yaptıkları işleri örnek gösteriyorlar. Web sitemiz sade ama dikkat çekici bir dizayna sahip olmalı. Rezervasyon işlevini barındırmalı mutlaka. Sayfaların İngilizce karşılığı da olmalı. Metin yazarlığı ve İngilizce çeviriyi ben yaparım dedim. Fotoğraf çekimi ve web tasarımını onlar ayarlayacaklar.  Önümüzdeki günlerde fotoğraf çekimleri olacak.

Birden beklenen yağmur bastırıyor. Verandadan ve üst kat balkonundan yağmuru seyretmek, yağmur damlalarının yapraklara vuruşundaki sesi dinlemek ruhumu dinlendiriyor. Tire'yi duman bürümüş. Artık manzaramız beyaz bulutlar. Zeytinlere çok iyi gelecek bu yağmur. Yağmur dinince Ergün ve Ercan kardeşleri yolcu ediyoruz.

Aşkın Şef çalışanlar için bir şeyler hazırlamış. Aslında çoktandır öğlen yemeğini kaldırmıştım ama dayanamayıp yine oturuyorum sofraya. Nefis bir salata eşliğinde verandada atıştırıyoruz.



Hava muhalefeti nedeniyle çok gelen giden olmuyor bugün. Ara sıra yoğun temponun yerini sükunete bırakması rahatlatıyor bizi. Erken gönderelim çalışanları dediğim sırada içeri bir araba giriyor. Bu da çalışanların şanssızlığı. Az önce gönderiyorum onları evlerine. Eşim çoktan odasına çekildi. Bu satırlar yazılırken, aşçı da benim garson da. Sorarım size bundan ala bir hayat var mı?

TİRE'DE SONBAHAR

19/09/2016 Pazartesi, Tire

Bugün kahvaltı servisimiz yok. Saat 12.00'de açacağız kapıları. Dün hazırladığımız listeye göre alacağımız malzemeler var. Muhasebeciye uğrayıp z raporlarını ve biriken faturaları vermem gerek. En önemlisi kaza raporunu alıp Rüştü Ustaya vereceğiz. Oğlum Hüseyin'e kapıyı açmak üzere yaylada kaldı. Eşimle birlikte indik çarşıya bu sefer.

İşlerimiz rayında gitti. Son olarak toplu konut pazarından aldık domatesimizi, biberimizi. Yaylaya döndüğümüzde demir kapıyı açık bulduk. Belli ki Hüseyin gelmiş. Hava kapalı ve sürekli rüzgar var. Kuru yapraklar nedense Taş Ev'in kapılarından girip içeri doluşuyorlar. Artık sonbahar "Ben geldim." diyor yavaş yavaş. Hüseyin'in keyfi kaçık sabahtan beri. İşleri zoraki yapıyor. Hava iyice kararmaya başladı. Gelen bütün misafirleri üst salona aldık bugün. Zeytin'e bakmaya giderken damlalar atıştırmaya başlıyor. Tepemde fazla saç olmadığından yağmurun başladığını herkesten önce anlıyorum.

Hüseyin'den terastaki cevizleri çuvallara doldurmasını istiyorum. İki çuval doldurduktan sonra kesiliyor yağmur tamamen. Hüseyin de çuvalları doldurmayı kesiyor. Öğleden sonra izin istiyor. Kendini iyi hissetmiyormuş, doktora görüneceğini söylüyor.

Daha önce gelen misafirler müdavimi oluyor Taş Ev'in. Facebook sayfamız pek çok kişi tarafından takip ediliyor. Bugün İstanbullular ağırlıktaydı. Genel olarak yazlıklardan dönüyorlar. Oturuşları, kalkışları, sohbetleri hemen dikkat çekiyor bu insanların.

Akşam geç vakit çoluk çocuk kalabalık bir grup geldi. Burada çocukların ellerine çubuk kraker vermek moda olmalı. O krakerler salona dökülüp üzerine basılınca ortalık batıyor. Ya dünkü çocuklu gruba ne demeli. Dışarıda ne kadar kum varsa süs havuzunun içine taşımışlar. Biz çocuklarımızın başkalarına zarar vermemesi için onlara göz kulak olurduk. Burada bu işler hiç önemsenmiyor olmalı.

Aşkın Usta bir ara ailesini almaya gitti. Akşam geç vakte kadar mutfakta eşi ve kızı bize yardımcı oldular. Aybaşından itibaren kadroya katılacaklar bir sürpriz olmazsa. Gelen misafirler Taş Ev'i büyütmem konusunda devamlı telkinde bulunuyorlar. Bense küçük olsun, benim olsun diye düşünenlerdenim. Yine de bakalım günler ne gösterecek...

(Fotoğraf: Hakkı Çılgın)

19 Eylül 2016 Pazartesi

AYNANIN İÇİNDEN

18/09/2016 Pazar, Tire

Dün gece epey geç yattığım için sabah kimse uyandırmadı beni. Saat dokuza doğru oğlum şarjdaki telefonumu kapıp geldiğinde açtım gözlerimi. Arayan Ergün Bey'miş. Günün ilk kelimeleri dökülecek ağzımdan. Boğazımı temizliyorum, sesim uykulu çıkmasın diye. Saat onda kahvaltıya gelmek istiyorlarmış. Dört kişilik yer ayırtıyor. Jet hızıyla ayılıyorum. Hüseyin daha yok ortalarda. Dünden belliydi gecikeceği. Onun geleceğini hiç düşünmeden sıvadım kolları. Önce verandanın masa, sandalyeleri silinecek, arkasından yerler süpürülüp paspas çekilecek.

Yukarıdaki salonun temizliği, hatta eğer gelmezse Hüseyin, tuvaletler sırada bekliyor... Gece boyunca serbest kalan Zeytin'i yerine bağlamak da benim işim. Bir koşturmacadır başlıyor Taş Ev'de pazar sabahı. Gün boyunca öyle de gidiyor zaten. Bugün açılışından bu yana en kalabalık günüydü Taş Ev'in. Ne kahvaltı etmek geldi aklıma ne de yemek. Neydi önemli olan; Misafir memnuniyeti...

Facebook sayfamız misafirlerimizin artmasında en büyük etken. Ayrıca gelip memnun kalanlar, mutlaka çevresine, arkadaşlarına anlatıyor buradaki ortamı. Misafirlere gösterilen ilgi pek hoşnut ediyor insanları. Tatlısından tuzlusuna, kahvaltısından ızgarasına kadar sunulan lezzetlerin geri dönüşlerdeki payı da büyük. En önemlisi, yeni bir mekan konuşuluyor artık  Tire'de, adı Taş Ev...

Facebook önemli bir buluşma yeri. Bizi levhalarımızla birlikte en fazla tanıtan organ şimdilik. Ne var ki, Taş Ev'in konumu yanlış tanımlanmış. Düzeltmeye çalıştım ama beceremedim. Akşama doğru bir beyefendi arıyor beni Tire'den. Taş Ev'in yerini soruyor. "Facebook'ta konum olarak çarşı içini gösterdiği için tam iki saat Taş Ev aradık burada." diyor. Tarif ediyorum. Teşekkür edip kapatırken ekliyor."Geç oldu artık ama yerinizi öğrendim, ilk fırsatta geleceğiz Taş Ev'e."

Çok değişik kesimlerden insanlar Taş Ev'in ziyaretçileri. Ziyaretçi diyorum, çünkü gerçekten müze gezer gibi ilk gelişleri. "Biz yemeğimizi yedik ama merak ettik Taş Ev'i geçerken bir uğrayalım dediydik." Havuz başından başlayan ziyaret, veranda ve üst salonda noktalanıyor. Taş Ev hayran bırakıyor ziyaretine gelenleri. Salonun bütün Tire'yi gözler önüne seren manzarası ziyaretçileri büyülüyor adeta. Henüz sunulan lezzetlerden habersiz "Sadece bu manzara için gelinir buraya" diyor biri. Bir diğeri ağzı açık seyrediyor hayranlıkla. "En kısa zamanda yemeğe geleceğiz.." diyorlar ayrılırken. Oturacakları masaları bile gözlerine kestirmişler çoktan.

Ergün Bey, zarif eşi ve yakışıklı çocuklarıyla birlikte kahvaltıdalar. Yanlarında misafirlerini de getirmişler. İşte bu benim gelmek istediğim nokta. Eğer bir gelen, daha sonra misafirini da yanına alıp geliyorsa doğru yolda ilerliyoruz demektir. Ancak şimdi daha önemli bir aşamadayız. Bu aşamanın adı istikrar. Gelen misafirler Taş Ev'de aynı ilgiyi, aynı lezzeti, aynı ortamı, aynı temizliği bulabilecekler mi? Yılmadan yorulmadan bunu sağlamak zorundayız. Ergün Bey profesyonelce fotoğraflar çekmiş, sağ olsun paylaştı benimle, ben de sizlerle paylaşacağım. Yukarıdaki oldukça ilginç bulduklarımdan biri. Taş Ev'in üst salonunda bir ayna. Küçücük aynaya koca salonu sığdırmış... 

Bugün müziğe yine müdahale yapıldı. Hem de durumları ve konumları iyi olduğu hallerinden belli bir masadan. Masadaki gençlerden biri müziği değiştirmenin mümkün olup olmadığın sorduktan sonra Türkçe taverna müziği çalmamızı istedi. Türkçe Rumca karışık bir müzik listesi başlattık.  Yüzler de gülümsemeye başladı.

Benim için de önemli bir sınav oldu bugün. Masalara menülerin götürülmesi, siparişlerin alınması, her masadan ayrı ayrı ilave isteklerin yapılması, masadan kalkıp hesap isteyenler... Aklıma gelmişken. Diğer bir adetten bahsedeyim bu arada. Hemen hemen hiç kimse masadan kalkmadan hesap istemiyor burada. İnsanlara masada hesap ödemeye alıştırabilmek için sırf bu yüzden kasa bile yaptırmadım. Ne gam, yemeğini bitiren kalkıp Taş Evin kabul salonunda bitiyor ve kasa arıyor. Gezer kasa benim diyor, ayaküstü alıyorum hesabı orada. Bazen siz masanızda otursaydınız desem de faydası olmuyor alışkanlığı yıkmaya. Bu davranışın inceliği üzerinde biraz kafa yormaya çalışıyorum. Bahşiş bırakmamak olabilir mi acaba? 

Eşim için bugün daha rahat bir gündü. Çünkü bugün mutfakta yeni bir eleman çalıştı. Hiç durmaksızın akşama kadar bulaşık makinesine tabak bardak yetiştirdi. İşin hakkını verdi doğrusu. Önümüzdeki ay sürekli bir eleman başlayacak aynı görev için. Eğer bu yoğunluk devam ederse bir de yeni garson.

Sadece kendi yaptığı tatlı servislerini hazırladı eşim büyük bir zevkle. "Trileçe" bir anda bitti, arkasından "tiramisu" yu soktu devreye. Bu arada ustamızın de kendine hassas lezzetleri süratle açığa çıkıyor. "Dondurmalı irmik tatlısı" her mevsim misafirlere sunulacak. Biz tatlıyı severiz. Misafir yemezse biz yeriz hesabıyla yapılıyor bütün tatlılar. Sadece tatlı mı? Yöresel bir tat, düğünlerin vazgeçilmezi "keşkek" artık Taş Ev'in menüsüne giren yeni bir lezzet..
                                                                                                                                                                                         

18 Eylül 2016 Pazar

SEHA HOCA

17/09/2016 Cumartesi, Tire

Bazen yumaktaki ipin ucunu arar gibi nereden başlayacağımı düşünürüm. Gün boyunca bir sürü olay yaşıyor, her günün sonunda olayları zihnimde tasnif ediyorum. Öyle zaman geliyor ki yaşanan önemli bir an diğer detayların önüne geçiveriyor. Bugün de öyle oldu...

Yoğun bir gün yaşadık. Eleman eksikliğimiz sürüyor. Bayramın getirdiği bu yoğunluk daha sonra devam eder mi acaba? Her geçen gün daha fazla tanındığımız ortada. Televizyon haberlerinde önümüzdeki birkaç gün yakıcı sıcaklar olacak demesine karşılık sabahleyin hava oldukça serin. Veranda kapısındaki rüzgar çanı durmaksızın tıngırdadı durdu bugün.

Oğlum erkenden arayıp onu ne zaman alabileceğimi soruyor. Nasıl alayım ki. Arabaların ikisi de serviste. Benimki saat on birde çıkacak bakalım. Sanayiye gidip arabayı alıp gelmesini söylüyorum.

Hiç boş kalmadı bugün veranda. Kulaktan kulağa yayılan Taş Ev'in ününü duyan yeni misafirler, "Hayırlı olsun" a gelen köylülerle doldu taştı. Bunlardan biri Kadir'in dedesi Cambaz Ali. Gelinini ve uzak köyden düğün için gelen misafirlerini alıp gelmiş. Bahçede ceviz toplayanların başında kalan eşi gelememiş. Mardin'de askerlik yapan Kadir'i soruyoruz. İyi diyor annesi, gülerken gözleri doluyor. "Zayıflamış biraz" diyor. "Dönsün gelsin çalışacak burada yine" deyince "İnşallah" diyor dalgın gözlerle.

Öğleden sonra servisten aldığı arabayı getiriyor oğlum. Bir fırsatını bulup tavla oynuyoruz yine. Bu sefer şans benden yana. En sonunda yeniyorum onu. İkinci oyuna geçiyoruz. Gelenler oluyor, oyunumuz yarım kalıyor. 

Akşam'a doğru kapının önünde bir ses duyuyorum. Bir anda Seha Gidel Hoca ile burun buruna geliyoruz.  Seha Hoca eşimin baba tarafından akrabası. İyice yaşlanmış artık ama kafası son derece yerinde. Yıllardır vazgeçemediği alışkanlığı hala devam ediyor. Kaplan'ın tepelerindeki kayalıklardan güneşin batışını izlemek...

Eskiden yürüyerek gelirmiş buralara. Şimdi şoförü getiriyor. Zorlukla yürüyebiliyor artık. Üstü zayıf görünüyor. Bir şal örtüyoruz hastalanmasın diye. Otuz yıl öncesine gidiyorum bir anda. Elinde fırçası tarihi hamamdan bozma atölyesinde resim yapıyor. Tire'den önemli bir sima. Senelerce resim öğretmenliği yapmış. Karakalem, yağlıboya bir çok resim yapmış. Eserlerinin bir kısmı Tire Müzesinde sergileniyor. Kültür merkezlerine adını vermiş, sohbetinden büyük zevk aldığım bir büyüğüm, Seha Gidel. 

Bir Taş Ev'e bakıyor bir de bana ve eşime. "Kim verdi bu fikri size?" diye soruyor. "Biz düşündük." diyoruz. Yukarı salona çıkacak kadar iyi hissetmiyor kendini. Ancak gördükleri bile şaşırtıyor onu. Bu Taş Ev'de kimlerle ne içkiler içilmiş, ne sohbetler yapılmış kim bilir? Dalıp gidiyor gözleri eskilere, çok eskilere...
   

17 Eylül 2016 Cumartesi

İŞ BAŞINDA

16/09/2016 Cuma, Tire


Kendime sordum bugün. Bayramın en çok nesini seversin? diye. Cevabım beklemeden geldi hemen. Çocuklarımla birlikte olmasını... Bayramın bitmesine üzüldüm bu yüzden. Önce kızım döndü İzmir'e. "Yarın sabah çıkarsın hava aydınlığında" uyarılarımızı hiçe sayarak. Birkaç gün sonra oğlumuzu da Ankara'ya yolcu edeceğiz gibi görünüyor. Böylelikle yine Edi ile Büdü kalacağız yaylada.

Mutfağa bulaşıkçı bulamadık hala. Eşim çok yoruluyor. Ama aramızda kalsın laf dinlemiyor. Tek noktada uzun süre ayakta kaldığı zaman ağrıları başlıyor. "Yorma kendini, ben yaparım" dediğimi duymuyor bile. Cevabı hazır: "Kim yapacak, komşular mı?"

Güzel bir haber daha. Aşkın Usta'nın eşi gelmek istiyormuş Taş Ev'de çalışmaya.

Kızım her türlü maskaralığı denedi üzerimde. Israr edip eşimi dışarı çıkarınca mutfaktan gelip önlüğü geçiriverdi boynuma. Hemen çekti fotoğrafımı, "Hadi bakalım bugünkü kapak fotoğrafın benden." derken...

Bir ara tavla oynadık. Yine yendi beni, tavlayı sıkıştırdı kolumun altına. Hamak keyfi yaparken aldı bir poz daha. Fazla sürmedi bu keyfim. Olgun Usta geldi, arabayı götürmek için. Taş Evi gezdirdim. Cumartesi günü akşamına şimdiden eşiyle 1 numaralı masaya rezervasyon yaptırdı. Her perşembe günü aynı 1 numaralı masa Ödemiş'ten gelen misafirlerimiz için ayrılmış durumda. Herkesin gözü köşedeki bu masada....





Akşam yemeği için yassı spagettiden mantarlı, kremalı bir makarna hazırlamasını rica ettim. Tam onu hazırlamaya başlamıştı ki, iki aile misafir geldi. Yattı bizim spagetti derken, borcam tepsiyi uzattı. Gerçekten sihirbaz bu adam...

Geç vakit kızımı uğurladık.

Akşama doğru Onur Usta aramıştı.. Radyatörde delik falan yokmuş. Bilmem nerenin borusu patlamış. Yarın saat on bir gibi arabamı teslim edebileceğini söyledi. Güzel bir haber bu.