KATEGORİLER

3 Ekim 2016 Pazartesi

KELEBEK FISILDADI

02/10/2016 Pazar, Tire

Sabah uyandığımda böyle bir günü hayal dahi edemezdim. Evet, hafta sonu, e hava da güzel ama yine de beklemezdim bu kadarını. Sekize doğru uyansam da yatak keyif yaptım sekiz buçuğa kadar.

Aklıma Hüseyin geldi. Hafta sonları onun geldiği saatler. Gidip demir kapının kilidini, açtım. Zeytin sağa sola gizlediği ne kadar kemik varsa çıkarıp avluya yığmış. Onları temizlemekle başladı günüm.

Önce Hüseyin girdi bahçeye. Sonra bir araba süzüldü içeri. Kahvaltı etmeye gelmişler. Henüz açılışa bir saat var. Eşimin onayını aldıktan sonra günün ilk kahvaltısını veriyoruz. Onun arkasından bir araba daha Rezervasyon yaptıranlar içim tepsiler donatılmış. Ancak rezervasyon yaptıramayanlar  ezici çoğunlukta. Bir anda karışıyor ortalık. "Rezervasyonunuz var mıydı?" şeklindeki sorumuza verilen cevapların çoğunda "O da ne oluyor şimdi?" havasında bakışlarla karşılaşıyoruz. Rezervasyon yaptıran nadir isimlerden biri olan Mehmet Bey'ler kendilerini tanıttılar, onları verandanın en güzel masasına alıyorum. Sırada bekleyen onca misafir varken öncelik verdim onlara. Hatta bir ara yanına eğilip rezervasyon yaptırmanın faydaları diyerek gülümsedim. Bununla birlikte altı kişilik rezervasyon yaptıran Gürkan Beyler arada kaynadı. Gelen misafirler arasındaydı. Ama rezervasyon yaptırdığını söylemediklerinden epey beklemiş olmalılar. Oysa onlara vereceğimiz kahvaltıyı her zaman hazırda beklettik. Çok sıkıştığımızda başkasına versek bile hemen yine onlarınkini tamamladık.

Bahçemiz bahçe olalı bu kadar aracı birden görmedi. O kadar arabaya yer bulunacağını hiç beklemezdim doğrusu. Hani valemiz bir tarafa ilave garson çağıracak kadar zamanımız dahi olmadı. Her gelen ağaçların arasında kendine yer buldu bir şekilde.

Kahvaltı saatinden sonra trafik hız kesmedi hiç. Genel olarak misafirlerimiz aileleriyle ya da arkadaş gruplarıyla geldiler. Yoğunluktan dolayı diskjokeylik görevim aksadı. Güneşli bir günde bahar havası hakimdi. Ailelerin yanında getirdikleri çocuklar, terasta avluda ve bahçede gönüllerince eğlendiler.  

Değişik insan manzaraları vardı. Her masaya uğradım. Her masadan eleştiri ve önerileri not aldım. Bazı masalarla kısa bazılarınla uzun sohbetlerimiz oldu. Gençler vardı, orta yaşlılar, yaşlılar, baba dostları... İşte onlardan birileri yukarıdaki salonu gördü, çok beğendi. Evdeki Yazar'ın masasına oturdu. Üç kişiydiler. Baba dostlarıydı. "Biz" dediler, "Sadece üç çay alalım, başka bir şey istemiyoruz. Bir de..., yanımızda çekirdek getirmiştik, sakıncası yok değil mi?" Doğal olarak sakıncalı dedim.

Anlatacak çok şey var bugün. Misafirlerden bazıları "Sakız dondurmalı kestane tatlısının üzerindeki çikolata kestane tadını gölgeliyor." dedi, kimi "Konaklama şart burada alkol alanlar için." dedi. Şükrü Bey düzenli takipçilerimdenmiş. Faruk Bey ile birlikte geldi. Faruk Bey uzun uzadıya Toptepe'deki eşekarılarıyla mücadeleyi anlattı. Bu vesileyle eşekarılarının nasıl et yediğini öğrendim.

Gecenin bir yarısı yorgunluğun etkisiyle gözlerim kapanmaya başladı. Yazdığımı okuyamaz oldum. Noktayı koymam sağlığım açısından zorunluydu. Geceleri yaylanın uçanı eksik olmaz. Türlü kelebekler dolaşır tepemde. Veranda kapısını kapatırken eşikte bir kelebek fısıldadı kulağıma. "Kalk git yat, yarın tamamlarsın günlüğü." Fotoğrafını çektim, dikkatlice saldım havaya. Karanlıkta kaybolup gitti özgürce.

Bu yüzden ertesi güne kaldı yazım. Anlatacak çok şey var daha ama kısa kesmek zorundayım. Malum akşama protokol ağırlayacağız.          

2 Ekim 2016 Pazar

MENEMEN

Hülya Yorulmaz Hanımefendiye teşekkürlerimle...


MENEMENLİ YAĞIZ DELİKANLI İLE GİRİTLİ TÜRK FİDAN KIZIN AŞKINDAN DOĞAR MENEMEN ...


Tilda’nın rivayetine göre, Menemenli yağız delikanlı ile Giritli Türk fidan kızın aşkıdan doğar Menemen...
Mübadele sonrası doğduğu topraklardan kopartılırken, sadece çocukluk hatıralarını ve ipek mendiller içerisinde verimli topraklarında yetişen binbir türlü lezziz otun tohumlarını sandığına katıp limandan yola çıkan fidan kız, yaşamın güçlüklerle dolu acı yüzüyle genç yaşta tanışır.
Yaşamının son gününe kadar hafızasından silmeyi başaramayacağı uzun yolculuğundan sonra ailesiyle Menemen'e yerleşir ve işte orada, kasabanın yerlisi yağız delikanlıya aşık olur.
Yağız delikanlı da ona. Farklıdır fidan kız bildiği tüm kızlardan.Günün doğumundan batımına kadar çalışır, hiç durmaksızın.
Doğaya aşıktır,bağ da bayır da bulduğu tüm otları toplar, haşlar, salatalar yapar, rakı sofralarına eşlik mezeler yapar otlardan. Güleryüzlü, sevecen, neşelidir.
Sessizdir, şikayet etmez, dedikodu sevmez, sadece çalışırken Rum türküleri mırıldanır bazı bazı, işte bir tek o zamanlarda dalar uzaklara, ipek yanaklarından bir iki damla yaş süzülür usulca.
Sözlerini anlamasa da, en çok bu türküleri duyduğunda çarpar yağız delikanlının kalbi, sanki yerinde duramaz, koşup sarılmak ister, sevgisiyle acısını, özlemini dindirmek ister fidan kızın.
Zamanında öyle algılanmasa da, şimdilere göre, o yıllarda insanlar daha mı yakın birbirine, ayrımcılıklar daha mı uzak çoğu gönülden, fikirler daha mı aydınlık, bilinmez. En azından bizim düşlerimizde, Menemen çevresinde öyle. Ailelerinin desteğiyle kavuşuverir aşıklar.
Kurdukları yuvayı severler, hele hele mutfaklarını en çok… Günbatısı yelleri Ege'nin kendine has kokusununu kucaklayıp evlerine getirirken, pencerenin altındaki tahta masalarında kurulmuş çokça Girit lezzeti dolu sofralarında saatler geçirirler.
Bir çok yemek denerler birlikte, birbirlerinin mutfak kültürlerini tanırlar. Yağız delikanlı otları sevmeyi öğrenir fidan kızdan, fidan kız dana etini haşlar zaman zaman…Zeytinyağı zaten ortak kökleri…Az biraz vakit alır damak tadlarının kavuşması ya, kavuştuğunda destan olur hikayeleri...
Yağız delikanlı domatesli et bilir patatesle güveçte pişirilen, fidan kız et sevmez. Günlerden bir gün, fidan kız çıkartır eti, patatesi domatesin içinden, zeytinyağına ekler soğanı ve yumurtayı, koyar yanına bir taze somunu, yaratır aşk ile sofrasında "domatesli yumurtayı" Menemen'nin Giritli Türkler mahallesinde...
Öyle bir sevilir ki bu “domatesli yumurta”, hem lezziz hem hesaplı, kalpten kalbe, sofradan sofraya, mahalleden mahalleye yayılır. Misafirlere ikram oldur.
Günler günleri, aylar yılları kovalar ve bu aşk-ı lezzet, "menemenlilerin yemeği" diye bilinerek once Ege'yi, Akdeniz'i fetheder sonra tüm Türkiye'nin vazgeçilmezi olur. Derler ki, Giritli Türkler, ilk yerleştiklerinde yeni topraklarına, önce mutfaklarıyla bilinip bir kimlik edinmişler, yemekleriyle sevilmişler. Hakikatten doğrudur.
O günlerin üzerinden neredeyse bir asır geçmiş. Bugün halen, iki kişilik sahanlarda, taze ekmeği kaşık edip, menemeni paylaşır aşıklar. Menemende aşkın lezzetini tadarlar.
Dünyanın tadına en doyulamaz meyvesi domates, gözlerimizin bir damla yaşı soğan, yüreğimizin tatlı acısı biber ve ruhumunuzun üretkenliği yumurtanın sevgi ve barış dolu zeytinyağında kavuşmasıdır menemen, en sade, en doğal haliyle.
Her tadına bakanın vazgeçilmezi olur, zengini de bayılır fakiri de; ırk, soy, yaş, dil, din gözetmez. Sanırım müzik gibi, yemeklerin de lisanı olmayan, birleştirici büyüsü buradan gelir.
“There are clothes that last longer than love” demiş bir şair…
Bazı lezzetler, aşklardan, savaşlardan, hasretlerden, mübadelelerden de uzun sürerler. Gün gelir, her şey geçer gider, değişir, geriye bu lezzetlerin, nesilden nesile, sofradan sofraya, yürekten yüreğe, özenle, sevgile taşınan, insanları birleştiren ebedi reçeteleri kalır.
Yarın, kahvaltınızda aşkın tadını menemen ile hatırladığınız bir sabaha uyanmanız ve lezzetleri her daim paylaşmanız dileğiyle…

Tilda'nın Menemeni
2 orta boy soğan, ince doğranmış
3 sivri biber, ince doğranmış, ben birini acı seçiyorum
4 orta boy tarla domatesi, kabuğu soyulmuş,küp küp doğranmiş
bir avuç fesleğen (opsiyonel)
4 yumurta
2 kaşık sızma zeytinyağı
Deniz tuzu, karabiber
Soğan ve biberi zeytinyağında, üzerine az tuz ekerek 5-6 dakika sote edin. Sonra domatesleri ekleyip, domatesler pişene kadar orta ateşte pişirin. Çatalla çırpılmış yumurtaları ilave edip, karıştırın. Yumurtaların pişmesine bir kaç dakika kala, incecik doğranmış fesleğeni ekleyin. Yumurtalar pişince, menemen halen biraz suluyken ateşten alın. Menemeni çok fazla pişirip, kurutmayın. İsteğe göre öğütülmüş karabiber ve taze ekmek ile servis yapabilirsiniz, lütfen tabağa almayın, olduğu gibi sahandan yiyin... Afiyet, şeker olsun.

Kaynaklar – Menemen Tarihi, Oktay Özengin…Şiir- Mary di Michele, Poem beginning with a line by Roberto Juarroz, Debriefing the Rose: Poems

RESTORAN KARDEŞLİĞİ

01/10/2016 Cumartesi, Tire

İyi bir uyku çekmişim dün gece. Gözümü açtığımda saat dokuz buçuğu gösteriyordu. Eşim her zamandaki gibi ayakta. Saat beşte kalkmış yine. Bugün ve yarın kahvaltı günümüz. Reçeller küçük porselen tabaklara konuyor. Ballar, tereyağları, börekler, okmalar, domates soslu biber kızartmaları, karadutlu lorlar daha neler neler. Hepsi hazırlanıp tepsilere dizilmiş bile. Her zaman gürültüden uyanırdım ama bu sefer en ufak tıkırtı dahi duymadım. Giyinip hemen koşturuyorum kapıya. Hüseyin geldi gelecek. Yine onu kapının önünde bekletmek istemiyorum. Neyse ki o gelmeden demir kapıyı açıyorum.

Çok geçmeden geliyor Hüseyin. Gelir gelmez temizliğe girişiyor. Artık yapacaklarını biliyor. "Yukarıdaki masaları sildin mi Hüseyin?"  türünden sorulara "Silmez olur muyum, ayıp ettin amca." havalarında cevaplar alıyorum artık.

Açılış saati ile birlikte hareket başlıyor. Hava çok güzel. Veranda yine revaçta. Avludaki masaları kalabalık gruplar tercih ediyor. Birkaç parça malzeme eksiliyor. Ekmek de yetmeyecek. Gidip almam gerek. Hesabı eşime devredip iniyorum şehre.

Oğlumu arıyorum. Daha iyiymiş. Yaylaya çıkalım teklifimi geri çeviriyor. Dinlenmek istiyormuş.  
Kaplan'ın iki yıldızı vardı bizden önce. Dağ ve Çam restoranlar. Biz üçüncü olabilirsek ne ala.  Her ikisini de rakibimiz olarak asla görmedik. Sahipleri bizden büyük, onlardan öğreneceğimiz çok şey var daha. Biz onlara nasıl seviyor sayıyorsak, onlar da eminim bizi aynı gözle görüyorlar. Mesela Aşkın Şefi bize yönlendiren Çam Restoran'ın sahibi. Bugün İzmir'den gelen misafirlerimiz Dağ Restorana gitmişler, yer bulamayınca sormuşlar şefe "Bize tavsiye edebileceğiniz başka yer var mı yakınlarda?" diye. "Yukarıda yeni bir yer açıldı Taş Ev adında, size orayı tavsiye ederiz." demişler. Gelenler bu ilişkiye bir yandan şaşırmışlar, bir yandan takdir etmişler. "İzmir'de bir esnaf rakibi olan başkasını tavsiye etmez" diyorlar. Yaşasın restoran kardeşliği...

Misafirlerimizden bazıları Taş Ev'in gediklisi oldu artık. İlk kez gelenler de hayran olup gidiyorlar. Tesadüfen buldukları böyle bir yeri herkesin görmesini arzuluyorlar. Bol bol reklam yapın diyor gelenler.

Öğlene doğru Haber Tire'nin iki sportmen gazetecisi geliyor. Bize hazırladıkları web-sitesi için fotoğraf çekimlerini yapacaklar. Hava fotoğraf çekimi için ideal. Günlüğümde bahsettiğim konuları açıyor Ergün Bey, takip ettiğini anlatmak istercesine. Oradan konu başka bir yere sıçrıyor. "Size abi diyebilir miyim?" diye soruyor. Babasından büyük olduğuma göre amca bile diyebilir aslında. Anlıyorum ki ona Ergün Bey diye hitap etmem kimyasını bozmuş. "İster bey de, ister abi, ister amca nasıl rahat ediyorsan öyle hitap et ama ben sana Ergün Bey diyeceğim." diyorum.  

Şule Ablamız İzmir'den misafir getirmiş. Dört zarif hanımefendi. Ne içerler? Elbette şarap. Geçen Almanya'da yaşayan doktor ailenin hanımları gibi onların tercihi de antik beyaz. Aynı şekilde bu şarap ikinci kez büyük övgüler alıyor. Dondurmalı dondurmalı irmik tatlısı ve trileçe satışları patlıyor. Bir ara Aşkın Usta bana da dondurmalı irmik helvası hazırlıyor. Allah kahretsin işte, geri çeviremiyorum böylesine teklifleri.

Akşamın ilerleyen saatlerinde meze çeşitlerinden bir şeyler atıştırabilirdim ama yine İtalyan pastası yani makarna krizim tutuyor. Aşkın Şef iki dakikada hazırlayayım istersen diyor. Hemen atlıyorum bu teklifin üzerine. Yassı spagetti makarnadan mantarlı biberli krema soslu bir tabak sunuyor önüme. Son lokmamda rezervasyonlu bir misafir geliyor. Gelenler üç arkadaş. Kaplan günlüğünde "Taş Ev'imizi iki güzel hanımefendi ve bir de yakışıklı beyefendi ziyaret etti diye bahsedeceğim sizden" diyorum. Esmer güzeli olanın yaş günü kutlaması var. Pasta soruyorlar. Hazırda pasta yok ama Kaystros Taş Ev'de çare çok. Hemen atladığım gibi arabaya güzel bir pasta alıyorum şehrin en ünlü pastanesinden, mumuyla, ateş çıkaran çubuklarıyla birlikte. Mumlar, ateşler yakılıyor. Elektrikleri ana şalterden kapatınca birden ortalık kararıyor. Aşkın Şef elinde mumları yanan pastayı getiriyor masaya. Güzel bir sürpriz oluyor bu. Bir misafir grubumuz daha mutlu ayrılıyor Taş Ev'den. Yarını, yeni misafirleri bekliyoruz.  

 

1 Ekim 2016 Cumartesi

RAKILAR SİNİRDEN KUDURUYOR

30/09/2016 Cuma, Tire

Bugün de Taş Ev'den ayrı açtık, şehirdeki evimizde gözlerimizi sabaha. Aşkın Şef'le pazarda buluşacak, gereken malzemeleri alacaktık. Eşim "Ben pazarı özledim, ben de geleceğim." deyince tuttuk pazar yolunu. Cuma pazarına küçük pazar dediğimi biliyorsunuz artık. Hafta sonu taze sebze ve ot almak için bir fırsat oluyor haliyle.

Dünden listeyi hazırlamadığımızdan ne alacağımızı tam olarak kestiremiyorum. Aşkın Şefi arıyorum, telefonu kapalı. Eşim kendinden emin. Taze ne gördüyse alalım diyor. Tarla domatesi en fazla tüketilen sebze. Bir kasa alıp arabaya taşıyorum. Aşkın Şef arıyor. İstediklerini bildiriyor teker. teker. Kadınla erkek arasındaki temel fark. Aşkın Şefle en fazla yarım saatte hallederken pazar işini, eşimle saatler sürüyor. Hüseyin bahçe kapısına gelmiş ama kapı kilitli olduğundan içeri giremiyor. Temizlik gecikecek.

Açılış saatine yarım saat kala gelebiliyoruz yaylaya. Aldıklarımızı arabadan boşaltıp şehre geri dönüyorum hemen. Pazartesi vereceğimiz yemeğe davet edeceğimiz kişilere en geç bugün ulaşmam gerek. Emniyet Müdürlüğüne uğruyorum ilk önce. Müdür cuma namazında günahları için Allah'tan mağfiret diliyor. Diğer protokol, eş dostun bazılarına şahsen bazılarına ise telefonla ulaşıyorum. Yerel gazetelere davetle ilgili bilgi veriyorum.

Mutfakta yeni bir eleman işe başladı. Böylelikle eşim biraz daha rahatlayacaktır diye düşünürken yanıldığımı çabuk anlıyorum. Temizlik ve bulaşık işinden kurtulunca kendine meze ve tatlı imalatına daha çok veriyor. Saniyesi boş geçmiyor yani. Biraz yapı meselesi bu. "Bağlasan durmaz" onun için söylenmiş bir söz olmalı.

Çarşı dönüşü oğlumu da yanıma almıştım. Gelir gelmez tavla oynamak istiyor benimle. Son günlerde bütün oyunları alıyorum artık. Şans bana döndü. Ancak yemeğe davet etmek için arayacağım bir kaç kişi var daha. Davet işi nihayet tamamlanıyor. Sadece altı kişinin gelip gelemeyeceği pazartesi günü belli olacak. Gelenler arasında Belediye Başkanı yok. Özel kaleminden ve şoföründen defalarca ulaşmaya çalıştım kendisine. Dün akşama kadar dönmelerini bekledim. Pazartesi günü yemek saatinde meclis toplantısı varmış. Eğer dönselerdi, davet tarihini bile değiştirebilirdim. Ama dönmeyince yapacak bir şey kalmadı.

Aldığım haberlere göre Tire Taş Ev'i konuşuyor. Sağdan soldan duyan önce keşfe geliyor. Taş Ev'i şöyle bir gezdirip bilgi veriyorum. Bazen oturup çay ya da kahve içtikleri de oluyor. Bu insanlar bir müddet sonra ya kahvaltıya ya da yemeğe geliyorlar.

Peki neyini seviyorlar Taş Ev'in? İlk sıraya manzarasını ve temiz havasını koyuyor misafirler. İkinci sırada taş işçiliği. Buna en çok ben şaşırdım. Neden derseniz, kaliteli bir taş işçiliğinden söz edilemez Taş Ev'de. İşin ilginç yanı belki de buraya sihirli bir hava katan olay, taş işçiliğinin yüz yıldan fazla bir zaman öncesindeki ilk haline benzemesiydi... Taşlar aynı taşlar. Binayı yeniden ayağa kaldıran ustalar doğma büyüme Kaplan köyünün ustalarıydı.

Taş Ev'in hayranlık uyandıran diğer bir özelliği olan ahşap işçiliği kendisine ancak üçüncü sırada yer bulabiliyor. Tireli ağaç ustalarından bu kadar güzel bir eser çıkacağını ben de beklemezdim doğrusu. Taş Ev'in bütün kapı ve pencere doğramaları ile salon döşemesi ve çatısı ahşaptan mamul. Saçaktan saçağa tam olarak 108 metre karelik alan dikmesiz geçilmiş. Orijinal bir mimariye sahip salon çatısı misafirlerin ilgisini çekiyor.

Dördüncü sırada ilgi çeken alt kattaki zeminin desenli karosu. Esasen buraya eski Rum evlerini süsleyen karo taşı döşemeyi düşünüyordum ancak artık o işi döşeyecek usta bile kalmamış piyasada. O canım karo taşının yerini seramik almış. Ben de İtalyan lisansı ile Türkiye'de üretim yapan bir firmanın desenli seramiklerini aldım. Desenin iyi çıkması için boyutlar karo taşta olduğu gibi 20cmx20cm. Kenar suyu ile giriş katının salonunda bir halı görünümü yakalanıyor. Öyle ki, geçenlerde iş için adamın biri geldi. Hava serin olduğu için içeri buyur edip çay ikram ettik. Sonra fark ettik ki seramiğin desenli kısmına basmamak için kenarda ayakkabısını çıkarmış zavallı.

Akşama doğru lise arkadaşlarımdan Naci bir sürpriz yaptı. Ödemiş'e tayini çıkan oğlu ile birlikte gelip beni Taş Ev'de buldular. Verandada oturup sohbet ettik. Naci, İzmir'de deniz ürünleri ile meşhur Kalimera Restaurant'ın sahibi. Geçen sene onun mekanında lise arkadaşları olarak mezuniyetimizin kırkıncı yılını kutlamış, güzel bir gece geçirmiştik.

Naci'yi uğurladıktan sonra oğlumun migreni tutuyor, kendisini eve bırakmamı istiyor. Tatil günümüzde yeriz diye aldığımız çipuraları dışarıdaki mangalda pişirmesini istiyoruz Aşkın Şeften. Tam keyifle masaya oturacak iken yine misafir akınına uğruyoruz. Yukarıda salonda oturuyor misafirler. Biz de havuz başında çaktırmadan indiriyoruz balıkları mideye. Rakılar sinirden kuduruyor...   

30 Eylül 2016 Cuma

SOBA

29/09/2016 Perşembe, Tire
Geceyi şehirdeki evimizde geçirdik. Oğlumu evde bırakıp eşimle birlikte sabah erkenden yaylaya çıktık. Soba arabanın arkasında hala. Aşkın Şef dün birilerini bulmaya çalışacaktı. Telefon ediyorum. Bulamamış kimseyi. Ünal Usta'yı arıyorum. İzmir'de olduğunu söylüyor. Ekibi Birgi'deymiş. Akşam üzeri dönünce yardımcı olabilecekmiş.

Hüseyin'in telefonu cevap vermiyor. Ondan bir arkadaşını bulmasını isteyecektim. Aşkın Şef arıyor yine. İri yarı birini bulmuş, yola çıkmış, geliyorlarmış. Biraz sonra Hüseyin görünüyor. Tek düşündüğüm 145 kg lık sobanın üst kata nasıl çıkarılacağı...

Çok geçmeden Aşkın Şef geliyor. Yanında bahsettiği kişi var. İlk olarak sobanın sağa sola vurmadan aşağı indirilmesi... Hep birlikte arabanın arkasından yere indiriyoruz önce. Arkasından her birimiz bir köşesinden tutarak Taş Ev'e giriyoruz. Merdivenden çıkarken zorlansak da sobayı kuracağımız yere getiriyoruz.

Borulardan en kısa olanını yedi cm kısaltmak gerekli. Redüksiyon yeniden yapılacak. Baca deliğine girecek olan ucu daraltılacak, diğer ucu ise genişletilecek. Telefon edip sobayı aldığımız yerin sahibi Hasan Beyi arıyorum. Söylediklerimi hemen yaptıracak.

Bize yardıma gelen iri yarı genç adamı yanıma alıp aşağı iniyorum. Onu söylediği kahvenin önünde bıraktıktan sonra pazartesi günü listeye dahil protokolün davetlerini tamamlamak istiyorum. Belediye Başkanının telefonu açılmıyor yine. Belediyeye gidip özel kalem ile görüşüyorum. Pazartesi günü burada olsa da meclis toplantısına katılacağı için gelemezmiş...

Web sitesini hazırlayacak olan Ercan Beye telefon ediyorum. Çalışmalara başlamış. Cumartesi günü fotoğraf çekimlerine gelecekler.

Kaza yapan arabayı onaran Rüştü Ustayı arıyorum. Önümüzdeki hafta arabanın işi bitiyormuş ama lastik seçimi için yanına gitmemi istiyor. Eve uğrayıp oğlumu alıyor, Rüştü Ustaya uğruyoruz. Lastikleri yakındaki lastikçiden seçiyoruz. Üç lastiği sigorta karşılarken dördüncüsü bize aitmiş...

Şu davet işini neticelendiremediğim için moralim bozuluyor. Almanya'da doktorluk yapan bir aile geliyor. Bol bol sohbet ediyoruz. Önce yukarıdaki salonda oturuyorlar sonra kahvelerini verandada yudumluyorlar.

Akşama doğru hareketleniyor. İki üç aile gece yarısına kadar oturuyorlar. Bir ara mutfakta Aşkın Şefe takılıyorum. "Senin yüzün hiç gülmüyor, biraz gül de resmini çekip günlüğüme koyayım." diyorum. İstediğime ulaşınca deklanşöre basıyorum.

Bizim kapı pencereyi kapatıp şehirdeki eve dönüşümüz saat bir buçuğu buluyor.
                                                                                

28 Eylül 2016 Çarşamba

TEKİR KEDİ

28/09/2016 Çarşamba, İzmir

Dün gece Taş Ev'i Zeytin'e emanet edip evimize dönmüştük. Sabah erken saatte yola çıkmamız gerekiyordu. Sobayı alacağımız yerden aramışlar, yüklemeyi ancak sabah yapabileceklerini söylemişlerdi. Oğlum ile birlikte kahvaltı etmeye vakit bulamadan çıktık yola. Biraz da geç kalmıştık aslında. Yoğun bir trafik akışı vardı karşıdan. Her zamankinden daha hızlı gitmem gerekiyordu randevu saatinde orada olabilmemiz için.

Aradıklarında neredeyse gelmiştik. Tam söz verdiğimiz saatte... 145 kg döküm sobayı önce palet üzerinde kaydırarak dükkan dışına çıkardılar. Arabayı yanaştırıp bagajını açtım. Dört kişi kolaylıkla yerleştirdiler sobayı, boruları, maşa takımı ve odunluğu. İlk işimiz tamamlanmış oldu böylece. Sabah saat dokuzda aramamı istemişti camcı dün akşam onu aradığımda. Dokuzu biraz geçe telefon ettiğimde tamperleme işi nedeniyle saat on bir gibi hazır olur demişti karşıma çıkan bayan sesi.

Sobayı ve diğer parçaları yükleyince daha dikkatli kullanmak gerekiyor arabayı. Oğlum yanımda sürekli uyarıyor. "Aniden durursak arkadaki soba öne kayıp bizi ezer, aniden hızlanırsak bagaj kapağında dışarı fırlar." Cam hazırlanana kadar annemlere uğradık. Oğlum Umman'dan hurma getirmiş onlara. Torunlarını görünce pek sevindiler. Habersiz gelişimize biraz sitem ettiler. Çok kalmadan çıktık tekrar yola. Camcıya geldiğimizde saat on biri biraz geçiyordu. "Camınız henüz tamperleme işleminden geçmemiş yarın hazır olur ancak." dedi bankın arkasında oturan adam. Geçen haftadan konuşmuştuk bugün alacağımı halbuki. Tire'den gelip bu camı almak cam parasından daha fazla yakıt harcamak demek. Camı sobanın altına koyacağız. On milimetre kalınlığındaki cam, tamperleme işleminden sonra ısıya dayanıklı hale getiriliyormuş. Söylenmeye başlıyorum. Telefon eden kız geliyor yanıma ve kendisini takip etmemi istiyor. Sıra sıra camların dizildiği bir yere götürüyor. "Camınız burada." diyor. Bazen işlem sırasında ya da istiflenirken patlayabiliyormuş camlar. Beş kuruş büyüklüğünde bir leke var bir kenarında. Öyle verseler nasıl olsa görünmez deyip almayı düşünüyorum. "İsterseniz cuma gününe yenisi çıkana kadar bu camı götürebilirsiniz ancak bu ileride patlayacaktır mutlaka." diyor dürüstlükle.  Şansımıza razı olup çıkıyoruz imalathaneden.

Gaziemir Optimuma uğrayıp alışveriş yapacağız. "Mevcut mikrodalga fırın ağır çalışıyor." diyor Aşkın Şef. Önce modern bir mikrodalga fırın alıyoruz. İstediğimiz tabakları bulamıyoruz burada. Gezinirken telefon çalıyor. Arayan camcıdaki kız yine. "Camınız hazır, fazla uzaklaşmadıysanız dönüp teslim alabilirsiniz." diyor. Şaşkınlığım sevincime karışıyor. Şaşırıyorum, çünkü on dakika önce iki günde ancak çıkar camınız demişlerdi. Seviniyorum, iki gün sonra sadece camı almak için o kadar yol yapmama gerek kalmayacak.

Hiçbirinin birbirinden haberi yok burada. Benim cam hazırmış oysa. Dönüp camı yüklüyoruz. Arabanın arka koltukları yatırılmış olduğu halde bir metreye bir metrelik cam zor sıkışıyor araya. Yeniden yola çıkıyoruz. Metrodan birkaç parça eşyanın yanı sıra eksik kalan tabakları tedarik ediyoruz. Haftaya cuma oldukça kalabalık bir dernek toplantısına ev sahipliği edecek Taş Ev.

Dün gece geç yatıp çok erken saatte kalktığım için dönüş yolunda uyumamak için mücadele veriyorum. Eve gelince yukarı çıkıp ağır sobayı indirmek gücünü kendimde göremiyorum. Aşkın Şefi arayıp yarın için fazladan iki adam bulmasını istiyorum. Arabadan o koca sobayı indirmek ve bir üst kata çıkarmak hayli zor olacak gibi...

Pazartesi günkü davet için listemizdeki bazı kişileri arıyorum. Seha Amca çok istediği halde gelemeyeceğini söylüyor. "Kaşığı ağzıma götürmekte zorlanıyorum artık yaşlılıktan." diyor. Ayakta duramadığını söylüyor. Protokolün kendisini bu halde görmesini istemiyor. Yaşlılık böyle bir şey. Başka bir gün onu misafir edeceğiz Taş Ev'de ve uzun uzun yazacağım o tarihi anı burada.

Belediye Başkanına ulaşamadım. İki gün izne çıkmış. Telefonlarına ulaşılmıyor. Ancak davetimize icabet edeceğini sanıyorum. Yarın listenin tamamına ulaşmam lazım, yoksa geç haber verdiğimi söyleyebilirler. Orhan Aksay Hoca eşimin akrabası, Seha Hoca gibi Tire'nin ayaklı kütüphanelerinden. O da çok yaşlı. Gelmek isterim ama ben çıkamam oralara diyor. "Ne demek ben gelir sizi alır, sonra da geri getiririm." diyorum. Çok seviniyor.

Evde temizlik var sabahtan beri. Eşim kadının başında, evden ayrılamadı o yüzden. İzmir dönüşü biraz dinlendim ama aklım arkası eşya dolu arabada. Yol boyunca sobanın, tabakların gıcırtıları eşliğinde ağır ağır gelebildik kapıya kadar. Şimdi yaylaya çıkıp yükümüzü bir an önce boşaltmak istiyorum. Akşama arkadaşım Ali'lere gitmek istiyoruz. Telefon ediyorum. Kuşadası'ndalarmış. Artık sezon sona erdiği için yazlıkları kapatıyorlar. Onu da davet ediyorum yemeğe, sağ olsun kırmıyor.

Kardeşim Ahmet arıyor akşam üzeri. Yazdığı kitabın tanıtımı için Taş Ev'de bir kokteyl vermeyi düşünüyormuş. Hem kitabın hem de Taş Ev'in tanıtımı olur diyor.

Zeytine bakmamız, yemeğini vermemiz lazım. Sırf bu yüzden oğlumla çıkıyoruz yaylaya. Hava kararmaya başladı bile. Soba dışında boruları, tamperli cam altlığı ve diğer aksesuarlarla, mikro dalga fırını ve tabakları indiriyoruz arabadan. Geriye sadece soba kalıyor. Onu yerinden kımıldatmak imkansız bizim için.

Dönüşte kokoreç yemek istiyor oğlum. Ben durur muyum hiç?  Dönüşte kokoreçlerimizi yiyoruz. Ayağımızın dibinde tekir bir kedi dolanıyor. Biraz da o nasipleniyor orada. Zira karnı şişmiş iyice. Ben gebedir belki diyorum oğluma. Oğlum yok bu şişko bir kedi diyor. Kim bilir hangisi doğru?

27 Eylül 2016 Salı

KIRMIZILARIN KRALI

27/09/2016 Salı, Tire

Uzun zamandır bu saatlerde günlüğüme başlamamıştım. Gündüz saatlerinde gelen olmadı bir misafirimizin dışında. O da eşimin en sevdiği arkadaşı bildiğim kadarıyla. Yakını belediyede çalışıyor. Sağ olsun yardımcı oldu ve bir saat içinde kapımızın önüne iki çöp konteynırı geldi temizlik işlerinden. Ruhsat alacağız, araya bayram girdi, başkanla konuşalım derken bir türlü müracaat edememiştim ve bu kadar kolay halledileceğini hiç düşünmemiştim. Böylelikle her akşam köye çöp taşıma külfetinden kurtulduk.

Bugün yine Salı Pazarı. Ne kadar çabuk geçiyor haftalar. Oğlum evde kalmak istedi. Onunla beraber indik çarşıya. Aşkın Şef ile buluşup pazar alışverişini yaptık. Dün planladığımız açılış daveti için bir dostun yanına uğradım. Kaymakam Beyle arası çok iyi. Telefon edip iletti davetimizi. Eğer olağanüstü bir durum olmaz ise önümüzdeki ayın üçünde pazartesi günü eşiyle birlikte teşrif edecekler verdiğimiz açılış davetine.

Listeyi dünden hazırlamıştık zaten. Ufak tefek değişiklikler olabilir yine de. Yerimiz sınırlı olduğundan seçim yapmak zorundayız.

Arada merak edip gelenler oluyor. Gezmeye çıkmışlar, yol onları bize getirmiş. Genelde karınlarını doyurmuş oluyorlar. Taş Ev'i gezip gidiyorlar. Gelen herkes tanıtım yapın diyor. Ben de ısrarla tanıtımımızı gelip memnun ayrılanlar yapsın diyorum.

Kestane hasadı yaklaştı. Öğlen vakti Aşkın Şefin tanıdıkları geldi. Aşağı, orta ve yukarı yaylayı gezdiler. Kestanelerin durumu hiç iyi değil. Bölgede kanser denilen bir illet var. Asırlık kestaneleri perişan ediyor. Üzerindeki tane sayıları azaldı, önemli bir kısmı kuruyor. Gelenlerle yarıcı olarak anlaştık. Bahar geldiğinde budama ve kuru ağaçları kesme işine de gelecekler. İnşallah bundan sonra daha az yorulacağız bu işlerde.

Bugün cevizli krokan günümüz. Cevizler bizim bahçeden. Aşkın Şef'in bir marifeti daha... Ceviz krokanlar için kavanozlara etiket yaparım fırsatım olursa.  

Kaystros Taş Ev Restaurant için facebook sayfasına bir kaç eklenti yaptım.
"KIRMIZILARIN KRALI"
DLC Cabarnet Sauvignon - Merlot
Meyvemsi ve dengeli yapısıyla vanilya, karabiber, ahududu, dağ çileği ve badem aromalarını çağrıştırıyor.
6 ay boyunca Fransız meşe fıçılarda eskitilmiş ızgara kırmızı etlerle müthiş uyum. Özel günlere özel...

Four Square'e 20 dolar para gönderdim, Kaystros Taş Ev Restaurant'ın tescili için. Şimdi sayfanın yöneticisiyim ama sanırım benden başka gören yok. Kaystros Taş Ev Restaurant diye arayınca çıkıyor. Tire'deki yemek yenecek yerler arasında sıralamaya bile sokmadı henüz. Garip oldu ama kendi sayfamı kendim beğendim. Facebook'a link vermek istedim ama sürekli hata veriyor. Bir şeyler eksik olmalı.

Yarın döküm sobamızı almaya gideceğim. Az önce aradılar.