Sabah gelince Zeytin'le oynaştık biraz. Sonra kahvaltıya hazırlık yaptık.
Sabah sabah Dire Straits dinliyorum, Romeo ve Jüliyet. Eski günleri hatırlattı bana. Önce grubun lideri Mark Knopfler ne alemde, merak edip araştırdım. Malum, internet sayesinde kolaylaştı bu işler. Gençliğimizde zevkle dinlediğimiz müzikleri yapan sanatçı bugün 67 yaşında. Şarkının sözlerini inceledim. Bir kaç kötü çeviri çıktı karşıma. Orijinal sözlerine baktım daha iyi çevrilebilir mi diye. Bana da bölük pörçük konusu anlaşılmaz geldi. Böyle olunca Türkçesi de anlaşılmaz oluyor doğal olarak. İki gencin arasında geçen romantik ilişki konu edilen ama beklenen duyguyu vermekten uzak. Hikaye tam olarak anlaşılmıyor. Gel gelelim orijinalini dinlemek güzel geliyor. Mark Knopfler'e ait bu şarkının sözlerinde bilinen Romeo Jüliyet aşkı yok.
Dire Straits'den yola çıkarken gerçek Romeo ve Jülyet'i merak ettim. Yüzyıllarca dilden dile dolaşan bu aşkın kahramanları kimlermiş? Onları asıl meşhur eden İngilizlerin ünlü oyun yazarı William Shakespeare elbette. Biraz araştırınca Shakespeare'in bu öyküyü kendi kafasından uydurmadığını öğreniyorum. Bu bahtsız aşk hikayesinin ortaya çıktığı ülkenin İtalya olduğu çıkıyor ortaya. İtiraf etmek gerekirse bu duruma fazlasıyla şaşırıyorum.
Küçük yaşlarımdan itibaren Avrupa ülkelerini sınıflardım kafamda. Güç, kültür ve büyüklük (toprak büyüklüğü değil) olarak İngiltere, Fransa ve Almanya başı çekerdi. İkinci grupta İtalya, İspanya, Portekiz ve Avusturya yer alırken, üçüncü gruba Balkan ve Benelüks ülkeleri girerdi. İskandinav ülkeleri ve İsviçre'yi özel kategoriye sokardım. İtalyanların bize benzediğini söylerlerdi. Her ikisi de Akdeniz ülkesiydi sonuçta. Böyle olunca bizim ülkemizde ikinci kategorideydi çocuk aklımda. Zaman içinde daha çok bilgi ve tecrübe sahibi oldum. Düşüncelerimin bazıları değişti ve bu arada. Bana en büyük değişikliği yaşatan ülke İtalya oldu. İngiltere, Almanya ve Fransa'dan neyi eksik. Tarihse tarih, kültürse kültür. İlk olarak birinci lige çıkarttım onu. Hemen arkasından kendimizi küme düşürdüm. İtalya'nın bir savcısı vardı hatırlarsınız. 1992 yılında Temiz Eller Operasyonu adı altında 300'ün üzerinde siyasetçi, iş adamı, polis ve hakimi mahkum ettirmişti hani. 2014 yılı başlarında verdiği beyanatta "Bizde de para dolu kutular bulunmuştu ama polis hırsızdan hızlıydı." demişti.
Biz ne yaptık? Ülkenin askerini, polisini, yargısını çetelere teslim ettik. Sadece siyasetçilerimizi koruyabildik çetelerden. Siyasetçilerimiz akıllı, içlerine hiç çete, örgüt mensubunu almadılar. Ama o anlı şanlı Türk Ordusu, yüce yargı, namusumuzu emanet etmekten gurur duyduğumuz emniyet teşkilatı, ilim irfan yuvası üniversitelerimiz pek bi kofti çıktılar.
Yok siyaset yapmayacağım. Siyaset yapılmaz bu ülkede zaten. Ancak bakın söyleyeyim size, bende her geçen gün yabancı hayranlığı artıyor. Özellikle de İtalyan hayranlığı. Roma'ya gittim defalarca. Tarihlerini nasıl da özenle koruyorlar. O tarihe ve kültürel zenginliğe yeter demeden sonu gelmeyen restorasyon çalışmaları... Bütün dünya akıyor Roma'ya, dünya kadar para bırakıyor orada. Petrol fiyatı artmış, paranın değeri düşmüş ne gam. Turizm geliri yeter onlara, hayatları garanti. Bizde bir anayasa kitabını fırlatmak ekonomiyi, bir uçak düşürmek turizmi batırmaya yetiyor. Tamam, tamam sustum, konuşmayacağım.
Shakespeare'de kalmıştık. Shakespeare dedim de aklıma geldi. İngilizler bizi ağırlamak için bir tane restoran bile bulamamışlardı düşünebiliyor musunuz? Bize Londra'da bir İtalyan restoranında (!) akşam yemeği vermişlerdi. Siz hiç İngiliz Mutfağı diye bir şey duydunuz mu? Shakespeare, Romeo ve Jüliyet' in tarihi ünsüz İtalyan şair ve kısa öykü yazarı Masuccio Salernitano (1410-1475) kadar gidiyor. Masuccio Bey, 50 öykülük serisinin 33.üncüsü, Mariotto ve Ganozza adlı öyküde işlemiş konuyu. Daha sonra Sinyor Luigi da Porto (1485-1529) "Giulietta e Romeo" adlı öyküsünde aynı konuyu ele alıyor. Luigi bey herkesin dilinden düşürmediği Romeo ve Jüliyet isminden sıkılmış olacak ki, bir süre sonra bazı eklemeler yaparak öyküyü "İki Soylu Aşığın Hikayesi" adında yeniden piyasaya sürüyor. Tam dört öyküsü Shakespeare eserlerine konu olan İtalyan yazar Matteo Bandello (1480-1562), konuya bir de ben el atayım diyor ve öykünün son sürümünü hazırlıyor. Fransız Hümanist yazar Pierre Boaistuau tarafından Fransızcaya çevrilen dört Bandello öyküsünden biri olan "Romeo ve Jüliyet", son olarak 1562 yılında İngiliz şair Arthur Brooke (?-1563) tarafından kaleme alınan "Romeo ve Jüliyet' in Trajik Öyküsü" adlı şiire konu oluyor. William Shakespeare yukarıda saydığım yazarlardan faydalanıyor meşhur Romeo ve Jüliyet eserini sahneye koyarken.
Esasen öykü biraz da bizim Türk filmlerini andırıyor. Birbirine düşman iki soylu ailenin çocukları olan Romeo ve Jülyet'i ilk görüşte aşk ateşi sarar. Bu ilişki ailelerinden habersiz alevlenirken aralarını rahip Laurance yapar ve onları evlendirir. Romeo karıştığı bir olay nedeniyle yaşadığı Verona vilayetinin prensi tarafından Mantua'ya sürülür. Jüliyet istemediği Kont Paris ile evlendirilmeye zorlanır. Rahip durumu kurtarmak için 40 saat onu cansız gösterecek bir iksir hazırlayıp Jüliyet'e içirir. Ailesi tarafından öldü sanılıp mezara defnedilir. Olaydan habersiz Romeo durumu öğrenir öğrenmez Verona'ya gelir. Kont Paris'i öldürür ve ardından Jüliyet'in mezarına gider. Onu öldü zannedip yanına aldığı zehri içer ve canına kıyar. Rahip Jüliyet'i uyandırmaya gelince cansız yatan Romeo'yu görür. Jüliyet'i uyandırır. Bu manzara karşısında dehşete düşen Jüliyet, Romeo'nun hançerini kapıp kendini öldürür. Baştan sona olayın tek şahidi rahip Laurance olanları anlatınca aileler arasındaki düşmanlık sona erer.
Biraz havadan sudan bahsedeyim. Taş Ev'e doğru son virajdan sonra yerdeki kar erimedi hala. Bugün İzmir'den gelen misafirler patinaj çekmiş. Akşama doğru yoldaki karlar biraz daha eridi. Akşam saatlerinde İstanbul'dan gelen misafirlerimizle Sivas'ı konuştuk. Türkü istediler. Muammer Ketencoğlu dışında çalacağım türkü yok. O bitti Zeki Müren dinliyoruz. Güzel insanlar...