KATEGORİLER

11 Şubat 2017 Cumartesi

FELLAH KÖFTESİ

10/02/2017 Cuma, Tire

Küçük pazardan alacağım bazı şeyler olduğu için Fırat'ı yukarı bırakıp hemen şehre geri döndüm bu sabah. Eşim koca bir tencere fellah köftesi hamuru hazırlamış. Taş Ev'in en fazla rağbet gören mezesi bu. Fırat'ı Aşkın Şef geldiğinde ilk olarak köftelere başlasın diye tembihliyorum eşimin talimatı üzere. Yapacağı şey basit ama zaman alıcı. Hamurdan küçük parçalar koparıp avucunda yuvarlatacak sadece. 

Aşağı inince şef arıyor. "Eğer fellah köftesine başlarsam akşama kadar başka iş yapamam." diyor. Biraz hasta olduğundan bahsediyor, dün iğne vurdurtmuş acilde. "Mezeler hazırlanacak daha, hala yapayım diyorsan yaparım." diyor bezgin bir ifadeyle. "Tamam, sen başla ben döndüğümde devam ederim."diyorum. 

Pazarda işimi kısa sürede halledip geri dönüyorum. Daha henüz işin başında. "Sen bırak şimdi işine bak." diyorum Aşkın Şef'e. Canına minnet, çekiliyor tezgahtan. Bu iş tam bana göre, sabır işi. İnce bulgurdan yapılmış harçtan küçük parçalar köparıp avucumda yuvarlıyorum. Tencere büyük, yap yap bitmiyor. Telefon çalıyor, ellerimi yıkıyor, telefona bakıyorum. 444 lü hatlardan bankanın biri yeni teklifler sunuyor. "İlgilenmiyorum." diyorum. Yine anlatmaya çalışıyor telefondaki. "Ne teklifiniz varsa bana e-mail ile ulaşın." diyorum. "Böyle bir uygulamamız yok efendim." diyor. İyi günümdeyim. Son derece nazik konuşmamı sürdürüyorum. "Üç dakika ayıramaz mısınız, vaktiniz yoksa sizi müsait olduğunuz başka bir zaman arayalım." diyor görevli hanımefendi. "Yok, beni hiç aramayın, sizden özellikle rica ediyorum." diyor, iyi günler dileyerek kapatıyorum telefonu.

Dönüyorum yine köfte yuvarlamaya. Bir telefon daha. Rezervasyon olabilir, açmak zorundayım. Yine elini yıka, telefona bak. Öğleden sonra iki gün önce gelen bir aile geliyor. Küçük tatlı bir kızları var. Adı Hayal. Benim ortaokuldaki Türkçe öğretmenimin adı olduğu için unutmadım. Trileçe yemişti geçen sefer. Babasını aramış çok güzel bir yer bulduklarını ve harika bir tatlı yediklerini söylemiş. Çektikleri bir sürü fotoğrafı da göndertmiş babasına. Adamcağız kızını kıramamış, ta İstanbul'dan bizi görmeye gelmiş. Hayal ile arkadaş oluyoruz. Yine trileçe yemek istiyor. Aile kalabalık. "Bütün tatlılarınızı denemek istiyoruz." diyorlar. Karadutlu lor tatlısı, ceviz krokan, kestaneli dondurma, sakız dondurmalı irmik helvası, trileçe ne varsa gönderiyoruz masaya. "Eyvah, birini unuttuk söylemeyi." diyorum şefe. Üstelik menüde olmayan tek tatlımız bu. Eşim yeni dahil etmişti menüye ama onu ekleyememiştim. Kaymaklı, cevizli ayva tatlısıydı unuttuğum. Yukarı çıkıp "Bir de ayva tatlısı vardı, unutmuşum." diyorum. "Önümüzdekileri bir bitirelim ondan sonra." diyorlar. Güle oynaya ayrılıyorlar. 

Tanınmış bir firmanın çalışanlarını misafir ediyoruz bu akşam grup olarak. Onların kalkmalarına yakın kapanış saatimizden yaklaşık kırk dakika sonra biri bayan üç misafir geliyor. Gece kuşlarına servisimizin bu saatte sona erdiğini, ocakların kapatılıp temizlendiğini söylüyoruz. Biraz bozulur gibi oluyorlar ama bu saatte gelirlerse kalkış saatlerini hayal etmek bile korkutuyor bizi. Kalkıp gidiyorlar. Onları yolcu ederken kötü bir yorum yapmayacaklarını umuyorum. Zor bu işler diyen dünkü misafirlerimizden birini hatırlıyorum. Tam da bunu kastetmiş olmalı diyorum içimden.

Taş Ev'i kapatıyoruz. Elemanlar kokoreç yemeyi teklif ediyor. Hiç hayır der miyim? Referandumda değiliz ya. Her zaman gittiğimiz yere gidiyoruz. Gecenin bir vaktinde afiyetle sonlandırıyoruz günü.

10 Şubat 2017 Cuma

İADE-İ ZİYARET

09/02/2017 Perşembe, Tire


Yukarı çıkarken artık Fırat'ı alıyorum yanıma. Yaylaya gelir gelmez temizlik başlıyor. Dünkü gibi, adeta bahar havası hüküm sürüyor. Telefonum çalıyor. Arayan bizim bankacı dostlar. Yanlarında önemli konukları varmış. Zamanlarının çok kısıtlı olduğunu söylüyorlar. Aşkın Şef yine ortada yok. Telefon ediyorum, cevap vermiyor. "Açıksınız değil mi?" sorusuna "Açığız efendim, buyrun," niye dedim ki ben? Ortada şef yok. "Hemen çıkıyoruz, mezelerle donatın masayı biz gelene kadar." demişler bir de. Arkası arkasına telefon ediyorum. Bir keresinde "Aradığınız numara kapsama alanı dışında" mesajı geliyor. Daha da kötü. Telefonu mu kapattı acaba? Ya da şarjı mı bitti? Bir kez daha arıyorum cevap yok. Bu bile sevindiriyor beni, hiç olmazsa aradığımı görecektir sonunda. Belki de müsait değildir telefonu açmaya. Bu ilk de değil. Eğer misafir gelir de kapıdan dönerse ve geçerli bir mazereti yoksa, bu sefer faturayı ağır kesmeye kararlıyım.

Bankacılar bir kez daha arıyorlar. "Biz yola çıktık on beş dakika sonra oradayız. Masa hazır değil mi?" Geldiklerinde hazır olsun diye sıcak siparişlerini bile söylüyorlar. Hiç beceremediğim halde yalan söylüyorum. "Buyrun efendim, her şey hazır sizi bekliyor." Tek ümidim az sonra şefin kapıdan içeri girmesi. Ümidi kestiğim bir anda son kez çaldırıyorum telefonunu. Nasılsa açıyor bu kez. "Beş dakika sonra oradayım." diyor. "Neden geç kaldın, beni zor durumda bırakıyorsun, bak bu ilk de olmuyor." demenin sırası değil. Misafirler gelmeden sadece beş dakika önce geliyor bizim şef. Anlatmaya çalışıyor geç kalmasının nedenini. "Sus" diyorum, "Sus, bir an önce mezeleri hazırla." 

Gelir gelmez çifter çifter bir sürü meze tabağı hazırlanıyor. Misafirler olayın farkında değil. Ah, bir de bana sorsanız. Mezelerin arkasından sıcaklara başlarken açıklıyor geç kalmasının sebebini. Onu getiren aracın lastiği patlamış. "Ne oldu, yetiştirmedim mi her şeyi." diyor bir de. Direkten dönüyor aslında benim direkten döndüğüm gibi...

Bankacılar çaya davet ediyor. Aşağıda işim var zaten. İade-i ziyaretim gecikmiyor, öğleden sonra uğruyorum, sıcak ilgi gösteriyorlar. İlk kez açacağımız ticari hesabın belgelerini imzalarken bu anı ölümsüzleştirmek için fotoğraflar çekiliyor.

Akşam yemeğine önemli bir kurumun yöneticileri rezervasyon yaptırıyorlar. Dünün aksine gelenlerin çoğu rezervasyonlu bugün. Haberleri yeterince takip edemiyorum ama sosyal medya, özellikle facebook' tan alıyorum haberleri. El-Bab'tan gelen şehit haberleri, referandum tartışmaları, Fetö göz altıları... İçim kararıyor. Başka bir gözle görüyorum bu gelişmeleri. Çanakkale Ayvacık'ta deprem sonrasında orada yaşayanlar kışın soğuk günlerini çadırlarda geçiriyor. Hayat devam ediyor. Kimi ağlıyor, kimi gülüyor. Ülke elden gidiyor. Kimse umursamıyor. Atatürk bile kandırmış bizi, "Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır." derken. Ne çalışkan ne de zeki bu millet. İktidar, para uğruna vatanımızı satar hale geldik. Önce en etkili makamlara getirip, ordumuzu çökerten  daha sonra da kol kola gezdikleri Fetö'cülere sözde darbe yaptıranlardan niye hesap sorulmaz. Her şey ellerinde, yaptıramayacakları bir şey yok ama yetmiyor, başkanlık yani diktatörlük, tek adamlık istiyor birileri. Dahası ne? Başkan olunca yapamadığı neyi yapacak? Sadece iktidar hırsı mı bu? Yoksa daha başka vahim planlar mı yapılmış ülkenin geleceği üzerinde. Onlar "Hayır" diyor deyip PKK ile aynı kefeye koyduğu muhalefeti köşeye sıkıştıran başbakan, utanmadan, o teröristleri şarkılarla türkülerle karşılamadı mı? Yok, yok bu milletin gözleri kör, akılları tutulmuş, yüreğinde gram vatan sevgisi kalmamış, dolduruşa gelen bir sürüden farksız. Muhalefeti desteklemiyorum. Çünkü muhalefet yok ki ortada. Neredeyse bütün gazeteler, televizyonlar iktidarın borazanı. YSK da artık karışmayacakmış eşit yayın ilkesine. Sabahtan akşama kadar ezberletecekler halka ne yapması gerektiğini... Benim yine psikolojim bozulmaya başladı. Amélie hayallerim arasında Yann Tiersen dinleyim biraz. Belki açılırım...        

8 Şubat 2017 Çarşamba

YAYLAYA BAHAR GELDİ

08/02/2017 Çarşamba, Tire

Yaylaya geldiğimizde bahar havası karşılıyor bizi. Böyle giderse ağaçlar çiçek açacak birkaç güne. Aman açmasın diyorum içimden. Birkaç güne don yapar meyve vermez sonra ağaçlar. Yolda bilgisayarımı yanıma almadığımı fark ediyorum. Eşim hazırladığı ayva tatlısını alırsın şehre inersen demişti. Başka yapacak bir şeyim olmadığı halde Fırat'ı bırakıp iniyorum şehre hemen.

Hava öğleden sonra kapanıyor, yağmur yağabilir düşüncesiyle motorlu testereyi çıkarıyorum. Eksik bıçkı yağını tamamlıyorum. Bu sefer hiç uğraştırmadan çalışıyor. Taş Ev'in hemen arkasında yığın halinde eski evden çıkan büyük kütükler var. Hem o bölge açılsın hem de yakacak odun çıksın diye oradan başlıyorum. Uzun ağaç kütükleri içinde kocaman çiviler var. Testereyi köreltmemek için çivilere dikkat ediyorum. Kısa sürede bize bir hafta yetecek odun hazırlıyorum.

Dün ilk kez dinlendim diyebilirim. Her ne kadar pazar alışverişi saatler sürse de uykumu aldım. Bugün kızımın flaş belleğe yüklediği müzikleri çalıyorum. Hem yerli hem de yabancı romantik parçalar. Mekana uygun hepsi. Sevgililer günü için canlı müzik olup olmadığını soruyorlar telefonla. Misafirlerimizden biri de yarın kahvaltı için rezervasyon yaptırmak istiyor. Kahvaltı servisimizin sadece hafta sonları olduğunu söylüyorum.

14 Şubat Sevgililer Günü etkinliğine canlı müzik yapalım mı yapmayalım mı konusunu son bir haftadır düşünüyorduk zaten. En sonunda eşimle yapmamaya karar verdik. Butik bir işletme burası. Güzel bir hafif müziğin eşliğinde özenle düzenlenmiş masalarda romantik bir akşam yemeği sade ve daha uygun olur diye düşündük. Sadece gitar bile olsa fazla gördüm. Kına gecesi gibi bir ortamın Taş Ev'i bozacaktı. Elemanlar aksini düşünüyor. "Sevgililer müzik eşliğinde eğlensin ister burada." diyorlar. O güne özel masalara vazo içinde bir gül ve loş ortamda birer mum yakarsak yeterli olur bence. Canlı müzik denedik ama dediğim gibi insanlar birbirinin lafını duyamıyor o zaman. Canlı müzik özel bir eğlence, ne bileyim arkadaşlar arasında nişan veya buna benzer bir ortam için düşünülebilir belki. 

Akşam misafirleri gelmeye başlıyor. Bugün gelenlerin çoğu yeni. Şehrin en büyük fabrikasında çalışan iki mühendisin ilgisini çekiyor Taş Ev. Onlarla sohbet ediyoruz. Son derece memnun ayrılıyorlar. Özellikle kartımızı istiyorlar. Pazar günü İzmir'den gelen üç aileden biri Trip Advisor'a harika bir yorum yapmış ve beş yıldız vermiş. Manzara, yemekler ve işletmenin çok güzel, fiyatların ise oldukça uygun olduğunu söylemiş. Doğal olarak gururlanıyoruz bu tablodan...


ÇÖPLÜK

07/02/2017 Salı, Tire

Şubat ayında buraların çok fazla soğuk olmayacağı söyleniyordu. Doğruymuş dedikleri. Ancak meteoroloji yine yanılttı bizi. Sağanak beklerken güneşli bir hava şaşırtıyor beni. Biraz fazla uyudum bugün. Eşimi daha iyi gibi. Dinlenmek yaramış ama durmak bilmiyor hala. Marketten onun istediklerini alıyorum önce. Park sorunu sebebiyle canım pazara hiç gitmek istemiyor. Pazar yerine çıkan bütün sokaklar sağlı sollu park etmiş araçlarla dolu. Stadyumun önünden geçip sağa dönüyorum. Trafik kilitlenmiş. Artık iyice uzağa park etmekten başka çare yok. Olmazsa tanıdık bir esnafa bırakırım yükümü. Daha sonra arabayla gelip alırım oradan.

Saatlerce sürüyor pazar işi. Kasaptan ve pazardan elimdeki listeye göre bütün alınacakları alıyorum. Sadece kuzukulağı eksik. Nedense köylü bu sene kuzu kulağı çıkmadığını söylüyor. Dün Aşkın Şef bizim bahçede dolaşırken bir kaç demet görüp koparmış. Yola çıkıyorum. Yol kenarlarına atılan çöpler, plastik kaplar, naylon poşetler ve boş şişeler canımı sıkıyor. En temiz yerinden bir fotoğraf çekiyorum arabanın içinden. Ne kadar pis bir millet olduğumuzu düşünüyorum. Sabah pazara giderken önümdeki aracın sürücüsü de pencereden kullandığı kağıt mendili fırlatmıştı dışarı. Kaplan Köyü  Tire'ye en fazla turisti getiren bir destinasyon. Bu çöplüğü insanlara göstermek ne acı. Herkes o kadar kanıksamış ki, bu rezaleti görmüyorlar bile. Her akşam yol boyunca manzaraya karşı arabalar çekilir bu yolda, içkiler içilir, şişeler fırlatılır ve çöpler öylece bırakılır. Ne belediyeyi rahatsız eder bu durum ne kaymakamlığı. Cezası olmalı bu yapılanın. Yerli halk bundan rahatsız değil. Öyle bir köy düşünün hem turistik hem de yolları çukur, yol kenarları çöplük. Egenin en güzel köyleri sıralamasına giren Kaplan Köyünün bu halini görenler ne düşünürler acaba? Manzara güzel, kestane, ceviz, zeytin ve çam ağaçları arasında harika bir yol, gel gelelim sağı solu çöplük...    

7 Şubat 2017 Salı

KÖMÜR

06/02/2017 Pazartesi, Tire

Sabah kalktığımda kendimi beklediğim kadar yorgun hissetmedim. Fırat'la birlikte yukarı çıkmadan önce biraz alışveriş yaptık ama alınacak daha çok şey var. Aşkın Şef gelir gelmez tekrar şehre indim.

Uzun zamandır yüzünü göstermeyen güneş sıkılmış olacak ki ortaya çıktı nihayet. Hale uğradım önce, sonra da kömürcüye. Kullandığımız ithal kömür kalmamış. Daha önce alışveriş yaptığım kömürcü dövizdeki artışı fırsat bilip zam yapınca ondan alışverişi kesmiştim. Sağa sola sordum başka bir yerden temin edebilir miyim diye. Herkes benim eski kömürcüyü işaret edince canım sıkıldı. Çaresiz oraya gittim. Şans eseri daha önce görmediğim biri vardı işyerinde. Ben adamı tanımasam da o beni tanıdı. "Siz toptan alıyorsunuz değil mi?" diye sorunca "Evet." deyip durdum. O zaman bir kutu kömürde iki lira indirim yaptı. Kömürü arabaya koyduktan sonra dilimi tutmayıp anlattım durumu. Her hafta zam yapınca buradan almayı bırakıp başka yerden almaya başladığımı söyledim. O yetmezmiş gibi, "Aldığım yerde kömür kalmadığından geldim size." diye ilave ettim. Esas işyeri sahibiyle konuşalım belki aynı fiyata verir yine dese de "Ben konuştum, kılını kıpırdatmadı." deyip ayrıldım. Perşembe gününe kadar idare edecek bu şimdi. O zamana kadar aradığım özellikteki kömürün yeni alışveriş yaptığım yere geleceğini umuyorum. Yoksa kömürsüz kaldığımızın resmidir.

Bu aralar öğlen vakti kimse gelmez diye alışverişimi tamamlamak istiyorum. Aşkın Şef arayıp haber veriyor misafirimiz var diye. Apar topar ekmeğimizi alıp çıkıyorum yaylaya. Arkasından bir çift daha geliyor. Havanın buz kestiği o gün, buz tutan yollar nedeniyle kapattığımız o meşhur pazar günü onlar da gelmiş, kapıyı kapalı görünce geri dönmüşler.  

Taş Ev'e vardığımda rüzgarlı bir hava karşılıyor beni. Güneş yine bulutların arkasına saklıyor kendini. Verandadan aşağı şehre bakıyorum. Berrak bir hava var.  Bayındır rahatlıkla görünüyor.  Rüzgar şiddetini arttırıyor her geçen saat. Hava soğumaya başlıyor. Salonda ortam güzel. Bugünün misafirleri genel olarak alkol almıyorlar. Çalışma saatini biraz geçe misafirlerimizi uğurluyoruz. Kapıları kapatıp çıkmak üzereyken bir araba yanaşıyor. Kapattığımızı söylemek zorunda kalıyoruz. Bu saatten sonra gelen misafir de pek hayır beklememek lazım zaten.

Yarın meşhur pazarın kurulacağı gün. Park yeri işkencesi şimdiden canımı sıkıyor. Akşama doğru sırt ağrılarım başlıyor. Bir an önce alışveriş faslını tamamlayıp dinlenmek istiyorum.

6 Şubat 2017 Pazartesi

YORGUNLUK

05/02/2017 Pazar, Tire

Dünün yorgunluğunu atamadan çıkıyoruz evden. Önce Fırat'ı daha sonra Alp'i yanımıza alıp tırmanıyoruz Kaplan yokuşlarını. İki gün önceden kahvaltı rezervasyonları olduğu için hazırlıkları yetiştirmek zorundayız. Hava sıcaklığı yağmurla birlikte yükseliyor. Bugün sağanak yağış bekliyorduk. Oysa yağmur yağmıyor sabah saatlerinde. Bulutlar İzmir yönünde yığılmış, Aydın tarafında gök yüksek görünüyor.

Yağışın etkisiyle dün beklediğimiz yoğunluk yok ama gelen misafirler geç vakitlere kadar oturuyorlar. Hava rüzgarlı, ara sıra hafiften yağmur atıştırıyor. Sobayı hemen yakıyor bizim çocuklar. Salon temizlenip masalar silindikten sonra servisler açılıyor. Eşim mutfakta kahvaltılıkları hazırlamakla meşgul. Ben de ona yardım ediyorum.

Rezervasyonlu gelen misafirler tanıdık. İlk gelen onlar oluyor. Arkasından birbiri ardına kahvaltı masaları açılıyor. Bu durum dünün aksine günün yoğun geçeceğinin göstergesi. Öğlene doğru yemek misafirleri ile kahvaltı için gelenler birbirine karışıyor. Akşama Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin derbi maçı olduğu için pek gelen olmayacağını düşünüyor bizim elemanlar. Birkaç gündür ara vermeden yağan yağmur toprağı yumuşattığı için gelen araçları avluya alıyorum. Avlu dolunca ağaçların arasında kolay çıkabilecekleri şekilde yerleştiriyorum. Bu arada bir valelik yapmadığım kalmıştı, onu da bu sayede öğrenmiş oluyorum.

Öğleden sonra birbiri ardına arabalar akın ediyor. Dünün aksine bütün masalar dolup dolup boşalıyor. Tire'nin yanı sıra İzmir, Ödemiş ve Kuşadası'ndan birbiri arkasına akın ediyorlar. Böyle bir yoğunluk kış girdiğinden beri ilk kez oluyor. Keşke bir eleman desteği daha alsaydık diye hayıflanıyoruz. İlk kez gelenler övgü dolu sözler söylüyorlar. Çocuklu aileler arabalarından merasimle iniyorlar. Bebek arabaları, çantaları hepsi teker teker çıkarılıyor arabalardan. Üzerine titredikleri çocuklarını bir güzel sarıp sarmalıyorlar. Çıtır çıtır yanan şömine sobanın ısıttığı Taş Ev'in üst kat salonuna girince soyunup dökünüyorlar. Çoluk çocuk leziz meze ve yemeklerin tadına varıyorlar.

Eleman eksikliğini eşimle ben gidermeye çalışıyoruz. Zaman zaman yukarı çıkıp gelen misafirlerle ilgileniyoruz. Eşim kendi elleriyle yaptığı tatlılar sipariş edilince mutlu oluyor. Mutfağa gelen tabaklara bakıyoruz. Hepsi yalanmış gibi tertemiz geliyor. Hatasız bir şekilde servis devam ederken bir aksilik oluyor. Garsonların yetişemediği bir anda Aşkın Şef yeni gelen misafirlerden meze siparişlerini alıp bir kağıda yazıyor. Kağıdın vitrinin önünde yere düştüğü fark edilmiyor. Aksi bir tesadüf aynı numaralı masanın eski siparişleri mutfak tezgahının üzerinde(!) Bu sebeple misafirlere sipariş etmedikleri mezeler servis ediliyor. Garson tepsiye koyduğu mezeleri gerisin geriye getiriyor mutfağa. Gönderilenlerin değil başka mezeleri istediklerini söylemişler garsona. Vızır vızır kağıdı arıyoruz, yok. Ne yapacağımız bilemiyoruz bir anda. İşin en yoğun olduğu, dört beş masanın aynı anda sipariş geçtiği bir an. Çıldırmamak elde değil. Sekiz kişilik masa bir sürü meze söylemiş. Git, bir daha sor diyor garsona Aşkın Şef. Nasıl bir daha sorarız, rezalet bir şey bu. Aşkın Şef kağıdı aramaya başlıyor, vitrinin önüne düşen kağıdı bulunca derin bir oh çekiyoruz. Bu durum siparişlerin gecikmesine sebep oluyor tabii. Eşime çıkıp durumu anlatalım, özür dileyelim diyorum. Birlikte çıkıyoruz. O kadar büyük bir olgunlukla karşılıyorlar ki, buna biz de şaşırıyoruz. Herkes aynı olmuyor tabii. Acilen mezeler hazırlanıp servis yapılıyor. Giderlerken son derece memnun kaldıklarını, yine geleceklerini söylemeyi ihmal etmiyorlar.

Mutfağa verdiğim destekten fırsat buldukça garsonlara yardımcı oluyorum. Misafirlerin arasında dolaşırken her masadan bir talep geliyor. Çocuklu bir aile çok acıktıklarını söylüyor. Siparişlerini bizzat kendim alıp onlara servis ediyorum. Masalar boşaldıkça yerini yeni gelen misafirler alıyor. Zaman zaman nefes almak için dışarı çıkıyorum. Bir araba daha geliyor, park etmelerine yardımcı olup buyur ediyorum. Arada tuvaletlerin temizliğini kontrol ediyorum. Gelen misafirlerin hepsi kaliteli insanlar, tuvaletleri buldukları gibi bırakıyorlar. Maç saati geliyor ama gelenlerin ardı arkası kesilmiyor. Aşağıdaki büyük ekran ama eski model televizyonu açıyorum. Maç başlamak üzere. Fırat'ta takat kalmamış, merdivenlere çöküyor bir ara. Gözü televizyondaki maçta. Düne göre daha erken kalkıyor misafirler. Hepsi memnun ayrılıyor. İlk kez sırtımın ağrıdığından şikayet ediyorum. Son misafirleri uğurladıktan sonra bugünün şerefine birer bira içelim diyor elemanlar. Kırmıyorum onları...
  

5 Şubat 2017 Pazar

BULUTLARIN DANSI

04/02/2017 Cumartesi, Tire

Sabah erkenden düşüyoruz yayla yollarına. Alp'i dün çok yormuşlar. Telefonunu çaldırmamla uyandığı belli. Gecikmemek için onu bırakıyoruz. Hemen hazırlıklar tamamlanıyor. Bugünkü şehir manzarası bir başka güzel. Yağmuru Taş Ev'den seyretmek, şehrin üzerine çöken bulutları izlemek keyif verici.

Yağmur çisil çisil yağıyor. Bugün yine müze gibi Taş Ev. Kulaktan duyan ya da tabelamızı gören soluğu taş evde alıyor. Nisan ayında yapılacak bir nişan töreni organizasyonu için görüşmeye geliyor bir aile. Menümüze bakıyorlar mekanı çok beğeniyorlar ancak bir sorun var. Bizim küçük Taş Ev'imiz en fazla elli kişi alıyor. Onlar altmış, yetmiş kişi oluruz diyorlar ama akılları burada kalıyor. Kartvizitimizi alıp sayıyı düşürme imkanlarını araştıracaklarını söyleyip ayrılıyorlar.

Yağmurun yanı sıra bir de sis çıktı. Köyden yukarı çıkan yollarda göz gözü görmüyor. Şehre çökmüş bulutlar olağanüstü bir görüntü veriyor. Değişik bir yağmur bu. Muson yağmurlarını andırıyor. Kocaman bir süzgeç sürekli ve şiddetini değiştirmeksizin bahçeyi suluyor adeta. Toprak yağışın önemli bir kısmını emiyor. Onca şiddetli yağışlarda zemin sertliğini koruduğu halde bugünkü yağmur toprağı yumuşatıyor. Kahvaltıya gelen misafirlerimizden biri arabasını çamurlaşmış topraktan zor kurtarıyor. 

Şehre inip eksilen malzemeleri aldıktan sonra Alp ile birlikte yaylaya dönüyoruz. Yukarıda yağmuru seyretmeye dalıyorum. Şehrin ortasında asılı bulutlar devamlı yer değiştiriyor. Doğa olayları adeta bir şov yapıyor karşımda. Bulutların silindir şeklinde peş peşe bir aşağı bir yukarı hareket etmesi tam bir görsel ziyafet sunuyor.

Taş Ev'in tanıtım eksikliği dile getiriliyor bugünlerde. İlk kez gelenler önce müze gezer gibi dolaşırken hayranlıklarını gizlemiyorlar. Onlara kısa bilgi veriyorum. Tesadüf eseri dolaşırken ya da tabelayı görüp geldiklerini söylüyorlar.

Akşama doğru gelen misafirlerimizden biri ODTÜ'lü olduğunu söylüyor. Genç göstermesine rağmen benim oraya başladığım yıl mezun olmuş. Masalarına davet ediyor. Birbirimize ailelerimizden bahsediyoruz. Eski bir dostu görmüşçesine seviniyorum.

Gece yağmur kesiliyor. Gökyüzüne bakıyorum. Kara bulutların arasındaki boşluklardan yıldızlar görünüyor. Hava tahminleri yarının yağmurlu olduğuna işaret ediyor. Yağmur yollarımızı daha çok bozuyor. Dünün aksine erken kalkıyor misafirlerimiz. Yarın kahvaltı servisi için Taş Ev'e erken gideceğimizden buna en çok ben seviniyorum.