Dünden kalan işlerimi tamamlamak için biraz erken çıkmaya hazırlandığım sırada eşim birbiri ardına siparişleri saymaya başlayınca bir kez daha şehre inmek zaruri hale geliyor. Öyle ya da böyle sabah gidiş, akşam dönüşleri hariç en az bir kez şehre merhaba diyorum zaten.
Yayladaki işlerimi halleder halletmez şehre iniyorum. Ahşap köpek kulübeleri yapan bir imalathaneye uğrayacağım. Sırayla muhasebe, banka, toptancı, kasap oldukça fazla zamanımı alıyor. Nihayet bütün işlerimi tamamladıktan sonra sıra kulübelere bakmaya geliyor. İşyeri sahibi kendisinin İstanbullu olduğunu, pazar günü misafirlerini Taş Ev'de ağırlamak istediğini söylüyor. Sergilediği kulübeler pek alımlı görünüyor. Venüs'ün erişkin yaşını karşılayabilecek büyüklüğe sahip olanlar da var, Fifi gibi daha minyon tipteki köpekler için olanlar da... En büyüklerden bir tanesini gözüme kestiriyorum. Arka koltuklarını yatırınca arabama sığar mı acaba? Bugün bagaj ağzına kadar dolu, yarın tekrar uğrayacağımı söylüyorum.
Yaylaya döndüğümde elemanlar başlarının çaresine bakmış, karınlarını doyurmuşlar. Karnımı doyurup geleceğimi düşünmüşler her nedense. Ayşe Hanım benim için yiyecek bir şeyler hazırlıyor.
Yaylada her taraf yemyeşil. Taş Ev'in önündeki sarı gül ikinci çiçeğini vermiş. Gün batımı ile gülün güzelliğini aynı kareye sığdırmak istiyorum. Işık istediğim gibi değil. Güle dönüyorum, "Ben her zaman güzelim tan doğarken de gün batımında da." dercesine poz veriyor bana. Ayşe Hanım bahçede bir demet kır çiçeği toplayıp kavanoza koymuş. Hemen elim telefonuma gidiyor.
Çok geçmeden siyah renkli kocaman bir araba yanaşıyor Taş Ev'in önüne. Plakadan gelenlerin Ödemişli olduklarını tahmin etmek zor değil. Fakat arabalarından inen orta yaşlı çiftin tavırları daha ziyade İstanbulluları hatırlatıyor. Anlattıklarına göre levhamızı görüp gelmişler. Karı koca son derece sıcak tavırlarıyla Taş Ev'i tanımaya çalışıyorlar. Oturmak için tercih ettikleri mekan teras oluyor. Hanımefendi kendisinin yükseklik korkusu olduğunu söylüyor. Önceleri yolu gözlerinde büyütmüş olsalar da karşılaştıkları mekan ve yemeklerin lezzeti baskın çıkıyor. Güzel bir sohbet başlıyor aramızda. Hayat görüşlerimiz birbirine çok yakın. Israrla "Ne olur müşteri olarak görmeyin bizi." deyip masalarına davet ediyorlar. Her ikisi de doktor olan misafirlerimiz tabiatın içinde keyifli saatler geçiriyor, gün batımını izlerken aradıkları yeri bulduklarını söylüyorlar. Bayılarak yedikleri çiğ köftenin tarifini soruyorlar, bu konuda eşimin ihtisas sahibi olduğunu aktarıyorum. Sohbetin koyulaştığı bir anda araçlarıyla bahçeye giren misafirleri karşılamak amacıyla yanlarından ayrılmak istiyorum. Hanımefendi niyetimin farkında değil. Uzun cümlelerini kesmek istemiyorum. Aslında anlattıkları oturup dinlenecek şeyler. Misafirleri karşılamak da önemli diğer taraftan. Sabırla nefes almasını bekliyorum. İlk fırsatta yüzümde çaresiz bir gülümseme ile yanlarından ayrılıp aşağıya iniyorum.
Yaylada her taraf yemyeşil. Taş Ev'in önündeki sarı gül ikinci çiçeğini vermiş. Gün batımı ile gülün güzelliğini aynı kareye sığdırmak istiyorum. Işık istediğim gibi değil. Güle dönüyorum, "Ben her zaman güzelim tan doğarken de gün batımında da." dercesine poz veriyor bana. Ayşe Hanım bahçede bir demet kır çiçeği toplayıp kavanoza koymuş. Hemen elim telefonuma gidiyor.
Çok geçmeden siyah renkli kocaman bir araba yanaşıyor Taş Ev'in önüne. Plakadan gelenlerin Ödemişli olduklarını tahmin etmek zor değil. Fakat arabalarından inen orta yaşlı çiftin tavırları daha ziyade İstanbulluları hatırlatıyor. Anlattıklarına göre levhamızı görüp gelmişler. Karı koca son derece sıcak tavırlarıyla Taş Ev'i tanımaya çalışıyorlar. Oturmak için tercih ettikleri mekan teras oluyor. Hanımefendi kendisinin yükseklik korkusu olduğunu söylüyor. Önceleri yolu gözlerinde büyütmüş olsalar da karşılaştıkları mekan ve yemeklerin lezzeti baskın çıkıyor. Güzel bir sohbet başlıyor aramızda. Hayat görüşlerimiz birbirine çok yakın. Israrla "Ne olur müşteri olarak görmeyin bizi." deyip masalarına davet ediyorlar. Her ikisi de doktor olan misafirlerimiz tabiatın içinde keyifli saatler geçiriyor, gün batımını izlerken aradıkları yeri bulduklarını söylüyorlar. Bayılarak yedikleri çiğ köftenin tarifini soruyorlar, bu konuda eşimin ihtisas sahibi olduğunu aktarıyorum. Sohbetin koyulaştığı bir anda araçlarıyla bahçeye giren misafirleri karşılamak amacıyla yanlarından ayrılmak istiyorum. Hanımefendi niyetimin farkında değil. Uzun cümlelerini kesmek istemiyorum. Aslında anlattıkları oturup dinlenecek şeyler. Misafirleri karşılamak da önemli diğer taraftan. Sabırla nefes almasını bekliyorum. İlk fırsatta yüzümde çaresiz bir gülümseme ile yanlarından ayrılıp aşağıya iniyorum.
Yeni gelenler iki gün önce rezervasyon yaptıran misafirlerimizin ilk bölümü. Israrla verandada oturmak istediklerini söylemişlerdi yer ayırtırken. Veranda sezonu için henüz erken. Teras veya salonu öneriyorum. Sonunda salonda karar kılınıyor.
Kızım arıyor, babam hakkında son gelişmeleri aktarıyor. Bu konuda yazmamı istemiyor üzülmeyeyim diye. Benim için üzülebilecek olanları da üzmek istemiyorum. Dedesiyle can-ı gönülden ilgileniyor. Geçen gün gelen misafirlerimizden birinin küçük kızı geliyor aklıma. Büyüyünce ne olacaksın diye sorduğumda verdiği cevap beni derinden etkilemişti. "İnsan olacağım." demişti ne dediğini bilen bir pozda. Ne doktor olacağım demişti, ne mühendis ne de başka bir şey. Bu cevap üzerinde çok düşündüm. Kızım gerçekten "İnsan" olmuş. İnsanın iyisi kötüsü olmaz. Ya insandır, ya da değil. Kötü olan kişi insanlık sıfatından sıyrılmıştır.
Bir de insanların güzeli vardır. Hayranlık duyduğum iki aile. Sık sık ziyaret ederler bizleri. Her ikisi de esnaflık yaparak geçimini sağlar. Çok çalışırlar, çalıştıklarının karşılığını alırlar. Onlardan biri yine almış eşini çocuğunu, gelmişler Taş Ev'e. Şehrin diğer insanlarından farklı bu güzel insanlar. Aile kurumuna verdikleri önem çocukları büyüdükçe büyümüş. Birbirlerine karşı saygı ve sevgi dolu. Gözlerinin içinde birbirlerine bakarken sevgi pırıltıları uçuşuyor gözlerinde. Bana yardım olsun diye servis tabaklarını elimden alıyorlar. Tabakları boşalınca kolaylık olsun diye bir araya topluyorlar. Ben de onlara karşı duyduğum hayranlığı saklamıyor onları ağırlamaktan ne kadar büyük zevk aldığımı paylaşıyorum.
Servisimiz neredeyse sona erecek. Telefonum çalıyor, açık olup olmadığımızı soruyor telefonun ucundaki ses. "Acele ederseniz yetişebilirsiniz, on dakika zamanınız var." diyorum. On dakika sonra bahçeye giren arabadan iki kişi çıkacak diye beklerken tam altı genç çıkıyor. Dördü bayan ikisi erkek bir arkadaş grubu. Geç geldikleri için soğuk sıcak siparişlerini birlikte alıyoruz. Oldukça geç vakte kadar oturup güzel bir gece geçiriyorlar.