Kasap alışverişi ile halden alınacak domates dünkü yoğun pazardan bugüne sarkan işler. Bir kez daha aşağı inmemek için biraz gecikmeyi göze alıyor ve kasabımızla başlıyorum güne. Oradan çıkıp hale uğruyor ve yılın en pahalı domatesini alıyorum.
Yayla havası muhteşem, ılgıt ılgıt esen rüzgara karşı hamakta uyumak ne güzel olur şimdi. Venüs'ü özgür bırakmak ilk işim. Kulübesinden çıkar çıkmaz Fifi ile alt alta, üst üste boğuşuyorlar. Verandadan başlıyoruz temizliğe. Mutfakta hummalı bir çalışma sürüyor. Vitrin dolabı çeşit çeşit mezelerle doluyor.
Meteoroloji hava durumunun yağmurlu olacağını tahmin etmiş. Ara sıra gök gürültüleri duyulsa da güneş ayrılmıyor tepemizden. Bugünkü misafirlerimizden bazıları terası ve salonu tercih ederlerken bir kısmı da verandada oturmayı tercih ediyor. Venüs geliyor aklıma. Almış başını, düşmüş yollara. Bahçe kapısının dışına çıkmış. Henüz yeri yurdu tanımadığından dolayı kaybolabilir, ya da birileri götürebilir. Alıp kulübesine kapatıyorum. Fifi bizlere iyice alıştığı için ondan yana endişem yok. Kaplan köyüne bile gitse geri dönmesini biliyor. Venüs öyle mi ya? Kulübesinin penceresinden dışarı masum masum bakıyor. O bakışlarına dayanamıyor kulübesinin kapısını açıp yine özgür bırakıyorum. Bir müddet sonra Fifi ve Venüs ortalarda görünmeyince telaşa kapılıyorum. "Fifi, Venüs neredesiniz kızlar?" Taş Ev'in hemen arkasındaki yeşillikler arasında Fifi'yi fark ediyorum. Bahçe kapısına kadar yürüyor ve ismini çağırıyorum. Venüs ortalarda yok hala. Yoldan aşağı doğru yürüyor arayışımı sürdürüyorum. Paniklemeye başlıyorum. "Kızıma ne cevap veririm şimdi?" Geri dönüyorum çaresiz. Verandada oturan misafirlerimizin bir istekleri olup olmadığını sormak üzere yanlarına gittiğimde bir de ne göreyim? Bizim Venüs misafirlerin hemen yanında uzanmış uyuyor. O kadar koşup zıplamasından sonra yorgun düşmüş tabii. Kızıma telefon ediyorum. Venüs'ün Fifi ile didişmekten yemek yemeye fırsat bulamadığını anlatıyorum. Telefonumun mikrofonunu açmamı istiyor. Kızımın sesi onun mahmurluğunu dağıtıyor birden. Kulaklarını dikip bu tanıdık sesi aramaya başlıyor. "Venüüüs, kızııım, üzme dedeyi, yemeğini ye, yaramazlık yapma."
Akşam saatlerinde hareketleniyor Taş Ev. Müdavimlerimizden biri arabasıyla avluya giriyor seri hareketlerle. İner inmez, arabalarının ağır ağır hareket ettiğini fark ediyorum. Panik halinde "Araba yürüyor, araba yürüyor." diyerek ikaz ediyorum. Hemen arabaya atlayıp el frenini çekiyorlar. Hem salonda, hem terasta hem de verandada hizmet veriyoruz. Açık alanlar daha fazla rağbet görüyor. Küçük çocuklu aileler salonu tercih etseler de bütün camları açıyoruz. Akşam saatlerinin tek olumsuzluk kaynağı ışığın mıknatıs gibi çektiği uçucu böcekler. Verandada oturan misafirlerin masalarına mum koyup ışıkları kapatıyorum. Hem böcekler uzaklaşıyor, hem de daha romantik bir ortam oluşuyor. Fazla rüzgarın olmaması sayesinde mum sönmüyor. Rüzgarlı havalarda cam fanuslar bizim işimize yarayacak gibi. Alaçatı aydınlatmalarını da ağaçların dallarına bağlatırsam harika olacak. Bir de avludaki havuzumuzu çalıştırmaya başlarsak keyifler zirve yapacak.
Salondaki misafirlerin iki küçük kızları var. Kızların isimlerini daha önce hiç duymadım . Anlamlarını soruyorum. Ufak olanın adı cennette bir ağacın adıymış, diğerinin ise cennette bulunduğuna inanılan bir ırmak adı. Bir zamanlar eski Türk isimleri modaydı. Bu ara insanlar öbür dünyaya daha fazla yatırım yapıyorlar.
Servis saatimizin sona ermesine bir çeyrek saat kala geç misafirlere yakalanıyoruz. İlk kez geldikleri Taş Ev'den geri çevirmek istemediğimiz misafirlerimiz oldukça neşeli bir tablo çiziyor. Müteahhitlik yaptıklarını öğrenince ilişkimiz daha sıcak bir havaya bürünüyor. Şehirde devam eden en büyük inşaatların yapımını üstlenen konuklarımız aile boyu gelmişler. Taş duvarın etrafını çepeçevre dolaşan Meandros motifini eleştiriyorlar. Oysa eleştirdikleri, benim en çok sevdiğim detay. "Zevkler ve renkler tartışılmaz." deyişi bir kez daha doğrulanmış oluyor.