Mayıs ayının hızlı temposu devam ediyor. Dün akşam bundan sonra sıcak olur düşüncesiyle terastaki bütün masa ve sandalyeleri avluya indirmiş aynı zamanda kalabalık grup misafirlerine hazırlık yapmıştık. Sabah tam saatinde yola çıktığımızda pırlanta kalpli kızımız Elmas'ı her zamanki yerinde bizi bekler buluyoruz. Diğer elemanlar bir gün önceki ikazıma rağmen yine ortalarda görünmüyor. Caddede duraklama yapma imkanım bulunmadığı için evlerinin bulunduğu sokağa dönüyorum. Sokağı geçtiğim için geri gelip dönüşüm trafiği aksatıyor. Biraz ilerleyince Ayşe Hanımla karşılaşıyor ve arabaya alıyoruz. Oğlunu beklerken o da gecikmiş. Tarkan'ı bırakıp yolumuza devam ediyoruz.
Yaylaya girer girmez Venüs'ü kulübesinden çıkararak onu doğa ile baş başa bırakmak ilk yaptığım iş oluyor. Elmas'ın varlığı daha ilk andan itibaren hissediliyor. İşe hız kazandırmak için zaman zaman iş bölümü yapıyoruz. İçinden gelerek işlerini tamamlar tamamlamaz "Yapılacak başka bir şey var mı?" diye soruyor. Çalışkan ve tok gözlü.
Çayımız ve kahvaltı ön hazırlıklarımız tamam. Dün yapılan rezervasyonlara yenileri ekleniyor. Kahvaltı için gelen misafirler bahçemizde saatlerce hoşça vakit geçiriyorlar. Misafirlerimizden birkaçı Fifi ve Venüs'ün didişmelerini seyrederken bazıları yeşilin bin bir tonuna bürünmüş bahçe içinde yürüyüşe çıkıyor. Kahvaltı misafirlerinin Taş Ev'den ayrılmaya niyetlerinin olmaması beni hafiften telaşlandırmaya başlıyor. Zira öğleden sonra rezervasyon yaptırmış kalabalık bir grubu ağırlayacağımız için avludaki bütün masaların boşalması lazım. Rezervasyon taleplerinin ardı arkası kesilmiyor. Eşime artık misafir kabul edemeyeceğimizi söylüyorum. Misafir nasıl geri çevrilir diye bana çıkışıyor. Burası butik bir işletme masa sayısı da belli servis sayısı da. Kapasitemizi zorlayan sayıda servis açtığımızdan dolayı ilave tabak, bardak ihtiyacımız olacağını söylüyorum kulağına.
Bayındır Çiçek Festivali'nin son günü bugün. Uzak yerlerden gelen ziyaretçiler hazır gelmişken bir de Tire'nin meşhur Kaplan Köyünü görmek istiyorlar. Yaklaşık 25 yıldır bizim tarzımızda faaliyet gösteren diğer iki restoranın devamlı misafirleri alıştıkları yere gitmeye devam etseler de köye ilk kez gelenlerden fazlasıyla nasibimizi alıyoruz. Köyün girişindeki bilgi ve yön levhasını gören misafirlerin "Taş Ev" 'in isminden dolayı diğer restoranlara göre daha fazla ilgisine mazhar olduğu hissine kapılıyorum.
Mutfakta soğuk rüzgarlar esmeye devam ediyor. Yüzler asık. Sorulara cevap verilmiyor. Günün sıkıntı veren iki hususundan biri bu. Diğeri babamın durumu. Kızım üzülmeyim diye son gelişmeleri benimle paylaşmak istemiyor. Bir şeyler öğrenmek için zorluyorum. Öğrendiğim şeyler ümit kırıcı. Bir şey olursa Taş Evi bırakıp buradan nasıl ayrılabileceğimi düşünüyorum. Yarın ve çarşamba akşamı için önemli grup yemekleri var yine. Misafirlere mahcup olmadan bu üç günü atlatabilirsek iyice rahatlayacağımızı düşünüyorum.
Kahvaltı misafirleri bahçeye dağılıyor, henüz yeterince olgunlaşmamış erik ve kiraz ağaçlarına hücum ediyorlar. Bir kısmı yaptıklarının hakkı olduğuna inanırken bazıları avuç avuç kopardıkları meyveleri yedikten sonra izin almadan yaptıkları bu iş için helallik istiyorlar. Akşama doğru çıkan şiddetli rüzgar, misafirlerin yetişemediği dallardaki meyveleri düşürünce daha fazla sıkılıyor canım.
Grup misafirlerini organize eden Hülya Hanım yola çıktıklarını söylediğinde yeniden düzenlenen masalara servisler açılıyor. Misafir sayısı önceden bildirilenin üzerine çıkınca ilave masa ve servis açılması gerekiyor. Bu esnada telefonum çalıyor, yerimiz olup olmadığını, varsa rezervasyon yaptırmak istediklerini söylüyorlar. Ne zaman gelebileceklerini soruyorum. "Beş dakika sonra oradayız." telefonun diğer ucundaki ses. En curcunalı saatler... Yerimiz yok desem eşim, var desem gecikmeye tahammülü olmayan misafirlerimiz tepeleyecek. Eşimin tepelemesini göze alamıyorum. Vaz geçerler ümidiyle "Açık alanda yerimiz yok, sizi salona alabilirim, isterseniz." diyorum. Kısa süre içinde salondaki manzara tarafındaki masalar da doluyor. Akşam saat sekizde gelecek misafirlerimiz için ayırdığım masayı dahi koruyamıyorum. Neyse ki sirkülasyon fazla olduğu için masalar yeniden boşalıyor.
Mutfaktaki inatlaşma sürüyor. Şef diğer personeli yanına çekip aralarında duymamızı istemediğimiz şeyler konuşuyor. İnatla personel yemeği hazırlanmıyor. Zamansızlık, gösterilen neden. İstese bu yoğunlukta orduyu doyurur. Nasıl olsa yakılmış gemiler. Dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıldığının farkında. Belki böylesi en hayırlısı. Şimdiye kadar kimseyi gönderen biz olmadık ama gidenlerin hepsinin boşluğunu doldurduk elimizden geldiğince. Her giden sevindirdi bizi bu nedenle. Bir şeyler yediniz mi diye sorunca "Yok rejim yapıyoruz." cevabını alıyoruz. Bu bir inatlaşma. Kızım bu duruma dayanamıyor. Bana ve kendisine birer kaşarlı köfte hazırlamasını söylüyor şefe. Kızımla birlikte verandaya oturup en keyifli yemeklerimden birini yiyoruz.
Akşam saatleri hız kesmiyor. Bu saatte gelen misafirler geri çevrilmeyecek cinsten. "Bizim zamanımız var, yer açılmasını bekleriz." diyorlar. Geçen sene bu zamanlar Viyana'da şnitzel yediğimiz Figlmüller restoranı geliyor aklıma. Rezervasyonsuz müşterilerinin kapıda kuyruk olup boşalacak masayı bekledikleri bir lokantaydı. Viyana usulü şnitzelin ve patates salatasının en iyi yapıldığı yer. Kuruluş tarihi 1905. Yani tam 112 yıldır hizmet veriyor. İnsanın hedefi olması iyi. Yeni bir hedef koymayı düşünüyorum önüme. Geçen yılın ekim ayından beri faaliyet gösteren Taş Ev tam 2128 yılında Figlmüller gibi olmalı. İşte o zaman ben 169 yaşında, oğlum 143 yaşında olacak. Gülmeyin, ben bunu başaracağım.
Akşam kapanış saatimizde kimse kalmıyor mekanda. Bu durum günün yorgunluğunun üzerine iyi geliyor. Erken kapatıp yarını karşılamaya hazırlıyoruz kendimizi.