Gecenin bir yarısında başlayan baş ağrısı sabah hız kesmeden devam ediyor. Bugün soğuk algınlığımda zirveye ulaşacağım anlaşılan. Hava mı soğuk bana mı öyle geliyor? Arkadaşlara soruyorum. Eğer onlar da benim kadar üşüyorlarsa mayısın son günlerinde sobayı mı yakacağız yoksa? Hava kapalı, aralıklarla yağmur yağıyor. Facebook'ta bir post ve ona yapılan yorum hoşuma gidiyor. "Ne biçim mayıs ayı bu?" El cevap: "İçine şubat kaçmış."
Şefimiz ve yardımcısı yağmur altında güçlükle ulaşıyorlar evimize. Venüs'ü kulübesinden çıkardıktan hemen sonra yağmur şiddetleniyor. Bizimkinin aklı ermez ıslanır hasta olur diye verandaya çekiyorum. Fifi'yle birlikte güreş tutmaya başlıyorlar her zaman olduğu gibi. Üşüyorum, benden hayır gelmez bugün. Bu yağmurda kim gelir dağ başına zaten derken bir araba yanaşıyor. Gelen bizim misafir dostlarımızdan biri. Üşenmeden, yağmur çamur demeden baş sağlığı dilemeye gelmiş sadece. İnceliği karşısında ne yapacağımı bilemiyorum. Henüz çay da olmamış bir bardak çay ikram edeyim. "Uzak durun benden, fena halde gribim, size de bulaştırmayım." demekle yetiniyorum. Hemen bir tylol hot hazırlayıp içiyorum. Bana mısın demiyor.
Odama çekilip battaniyeye sarılıyorum, gelen olursa haber verirsiniz diyerek. Ense kökümden şakaklarıma inen şiddetli bir ağrı devam ediyor. Ekip arkadaşlarımız yapılması gereken her şeyi ziyadesiyle yapıyorlar. Ne tavuklara bakabiliyorum ne de köpeklere. Öğleden sonra bir şeyler atıştırıp bir voltaren alıyorum. Esasen mümkün olduğunca uzak dururum ağrı kesiciden, ilaçtan. Vücudum alışkın olmadığı için bana daha etkili olacağını düşünüyorum. Olmuyor, ne yapsam fayda yok. Dışarıda yağmur hızını kesmiş. Hava kış havası. Titreyerek içeri atıyorum kendimi. Şefimiz özel bir karışım hazırlıyor, elma kabuğu, tarçın, karabiber, baldan oluşan. Bu sıcak karışımın biraz faydası mı oldu içeride battaniyeye sarılmaktan sıkıldım mı bilmiyorum, yukarı salona çıkıyoruz. Yağmur altında şehri seyrediyoruz. Kiraz ağacının üzerinde bir sincap ilgimizi çekiyor. Uzun uzun poz veriyor. Dalların tepelerindeki kirazları yiyor. Sincapların kiraz yediğini bilmiyordum. Kestane ceviz ağaçlarının arasında birkaç tane sincap daha oradan oraya zıplıyor.
Bugün benden hayır yok. Ancak her ne olursa olsun mekan kapanmaz. Nitekim bir telefon canlandırıyor ekibi. Herkes işinin başına. Selma hanım benim yapmam gereken servisi hazırlamış bile. Müziği değiştirmek için köşeme gidiyorum. Sıtma nöbeti geçirircesine bir titreme sarıyor bedenimi. Tepsiyle yukarı çıkarken ellerim titriyor. Misafirlerimiz hiç fark etmiyor benim bu halimi. Onlarla tatlı tatlı sohbet ediyoruz içimin soğuktan titremesini bastırarak. Şefimiz ısrarla kendisinin servisi yapabileceğini söylüyor. Kabul etmiyorum. Belki merdivenden çıkarken elimde tepsiyle birlikte düşüp bayılacağım. O ana kadar vakit var daha. Her geçen dakika sona yaklaşıyor. İnşallah bugünü kazasız belasız atlatırım. Nefis meze ve yemekler şefin usta ellerinden sanat eserlerine dönüşüyor. Hanımefendi tereddütle sipariş ettiği bonfileye bayılıyor, ustaya özel teşekkür ediyor. Gençler ızgara köfteleri çok lezzetli buluyorlar.
Ekip arkadaşları ile birlikte ayrılıyoruz Taş Ev'den. Onlar motosikletleriyle önde, ben arkada. Ben onları merak ediyorum başlarına bir şey gelmesin diye, onlar beni merak ediyor bu halimle aşağı uçmayayım diye. Güzel bir dostluğa yelken açıyoruz birlikte.