KATEGORİLER

28 Ağustos 2017 Pazartesi

YAPMADIĞIM BİR ŞEY KALMASIN

27/08/2017 Pazar, Tire

Eşim bu sabah işe dalınca beni geç uyandırıyor. Aslında telefonun saatini kuracaktım ama şarjı tamamen sıfırlandığından kapanmıştı. Alelacele hazırlanıp şehre alışveriş ve personel servisine çıkıyorum. Bugün malum kahvaltı günümüz. Yaylaya dönünce misafirler gelmeden kahvaltımızı yapmak istiyoruz. Mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlıyoruz kendimize. Ne var ki henüz ikinci lokmayı ağzımıza koymadan ilk arabanın sesi geliyor.

Misafirleri ağırlama telaşı içinde bir tanıdık ziyarete gelmiş. İlk şefimiz Aşkın Şef bu sürprizi yapan. Arada fırsat bulup bir şeyler atıştırdığımız masamıza buyur ediyoruz. Bodrum'da çalışıyormuş. Bir saate yakın sohbet ettikten sonra uğurluyoruz onu. Kahvaltının ardından yemek saati başlıyor. Hiç ara vermeden misafirlerimizi iyi bir şekilde ağırlıyoruz. 

Kızım bizimle birlikte. Anneannesinin sık sık tansiyonunu ölçüp duruma göre ilaç kullanımlarını düzenliyor. Bana da öğretmesini istiyorum şu tansiyon ölçme işini. Kulağıma dinleme aletini takıp bana gösterdiği şekilde şişen kolluğu ilk olarak üzerinde denediğim eşimin koluna geçiriyorum. Hava basmadan önce bant ile kolu arasına iki parmak girecek kadar boşluk bırakılacakmış. Kalp atışlarının ilk duyulduğu noktada göstergede okunan büyük tansiyon, atışların kesildiği noktada okunan rakam küçük tansiyonu veriyormuş. Böylelikle yapmadığım işler listesinde bir işe daha çentik atıyorum.

Öğleden sonra işler yoğunlaşıyor. Bir ara daha fazla gelen olursa almayalım diyorum. Şu rezervasyon sistemine geçmek lazım. Ancak adam kalkmış İzmir'den buralara gelmiş, kapıdan çevirmek de olmaz. Bir ara formül buluyorum. "Buyurun oturabilirsiniz ama sizi biraz bekletmek durumundayız, eğer acele işiniz yoksa..."

Beyaz bir Mercedes giriyor park yerine. Arabadan inen başı kapalı genç bir kadın yaklaşıyor bize doğru. "Bu restoranda alkol içiliyor mu?" "Evet alkol var ama kimseye silah zoruyla içki vermiyoruz." diyorum. Arkalarına bakmadan bahçeden çıkıyorlar. 

Geç saatlere kadar ama düzenli bir şekilde konuklarımızı ağırlıyoruz. Kapanış saatine dakikalar kala genç bir çift arabalarından iniyor. Daha önce geldiklerini hatırlıyorum. Geri çevirmek olmaz şimdi. Son misafirimiz onlar oluyor.

27 Ağustos 2017 Pazar

İNSAN MANZARALARI

27/08/2017 Pazar, Tire

Günceme bir şeyler yazabilmek için gece yarısının geçmesi gerekiyor çoğu zaman. Bu yüzden attığım tarihler bir gün sonraya denk geliyor. Güzel bir gün geçirdik bugün. Sabah oğlumun sağ salim Ankara'ya ulaştığı haberini almamız günün güzel olacağının müjdesi gibiydi. 

Ali Ustadan aldığım emanet arabayla şehre inip ekibi topluyorum. Artık işler rayına oturdu tamamen. Cumartesi günleri pazar günü gibi çok fazla kalabalık beklemiyoruz. Her an karşılaşabildiğimiz sürprizler oluyor elbette. Aynen bugün olduğu gibi. Izgara hazırlanır hazırlanmaz dört amca geliyor. Ödemişli çiftçi ya da tüccar olduğunu tahmin ettiğim misafirlerimiz İzmir'den dönüyorlarmış.  İçlerinden biri daha önce misafirimiz olmuş. Sizi güzel bir yere götüreyim diyerek hep birlikte başlamışlar çıkmaya Kaplan yokuşlarını. Geldiklerini duymadım bile. Kapının yanında sandalyeye oturmuş tatlı tatlı esen rüzgar eşliğinde şekerleme yapıyordum. Gözlerimi aralayınca misafirleri araçlarından inerken fark ettim. Hemen toparlanıp buyur ettim. Ailenin olmadığı bir yere oturalım dediklerinde olayı hala anlayamamıştım. Zaten aile yeri, bekar yeri ayrımına karşı biri olduğum için yarı şaka yarı ciddi "Eğer aileleri rahatsız etmeyecekseniz boş olan herhangi bir masaya oturabilirsiniz." dedim.

Önce yukarı salonu daha sonra verandayı gezdikten sonra verandada karar kıldılar. Mezelerini, içkilerini söyledikten sonra koyu bir iş sohbetine daldılar. Misafirlerin ne konuştuğu beni ilgilendirmez, bu yüzden muhabbetlerine pek kulak kabartmam. Yine de şeytan dürttü, kim bu zatlar diye. İçlerinden birini yeni iş kurması için cesaretlendirmeye çalışıyor gibiydi diğerleri. "Benim torunlar gelir senden alışveriş eder, onlar bile yeter sana." diyor yaşça en büyük olanı İşin ilginç tarafı her cümlenin sonunda "... ....yım." diye bir küfür yapıştırıyorlar ağız alışkanlığı ile. Aileye yakın olmasın derken meramlarını ancak anlamış oluyorum. Rahat rahat küfürlü konuşmak bazıları için zorunlu bir ihtiyaç gibi sanki. Aslında küfür ettiklerinin farkında bile değiller. Onlar için sohbetin bir parçası. Yine de zararsız insanlar. Efendice yiyor içiyor, teşekkür edip erkenden ayrılıyorlar.

Ödemişlilerin ayağı uğurlu mu geliyor ne. Gecenin geç vakitlerine kadar boş kalmıyoruz. Düzenli bir şekilde gelen gidenle ilgileniyoruz. Saat yediye doğru dün rezervasyon yaptıran genç arıyor. "Masamız hazır mı?" Henüz erken, hiç bir hazırlığa başlamadık. Ama birden misafir akınına uğrarsak sıkıntı olacak. Hemen bir fırsatını bulup masalarını düzenlemeye başlıyoruz. Balonlar, çiçekler, mumlar, hatta delikanlının bir gün önceden teslim ettiği kız arkadaşı ile birlikte çekildiği fotoğraflar güzelce tanzim ediliyor. 

Eşim sürpriz yapıp personele krema soslu tavuk hazırlıyor. Tam masaya oturacak iken arılar bu lezzetin peşine düşünce apar topar yemeklerimizi mutfağa taşıyoruz. Hayatımda yediğim en güzel tavuk yemeği bu. 

Evlilik teklifinde bulunacak genç geldiğinde masalara yetişmeye çalışıyoruz. Neyse ki erkenden masalarını hazırlamış olmamız rahatlatıyor biraz. Siparişlerini on dakika sonra vereceklerini söylüyorlar. Belli ki delikanlı işi sağlama alıyor. Genç kız hayır derse yemek de yok. On dakika sonra yanlarına çıktığımda yüzlerin gülüyor olması işlerin yolunda gittiğini gösteriyor. Mutlu anların adresi Taş Ev bir çifte daha unutamayacakları bir gece yaşatıyor. 

Biraz yoğunlaşınca detaylar kaçırılıyor. Hayır, hizmetle ilgili değil bu. İlk kez konuğumuz olan kişilere Taş Ev'in tarihi hakkında bilgi vermem hoşlarına gidiyor. Nereden geldikleri, ne iş yaptıkları hususunda bazı detaylar çıkıyor sohbet esnasında. Orta yaşlı iki beyefendi yemeklerini yedikten sonra ağaçların altındaki park yerine ilerliyor. Araçlarının üzerindeki şirket ismine benzer bir yazı ilgimi çekiyor. Hemen ayak üstü sohbete başlıyoruz. İlk kez geldiklerini, mekanı ve yemekleri çok beğendiklerini söylüyorlar. Rüzgar türbinlerini inşa eden firmanın mühendisleri olduklarından bahsederken ortak bir yönümüz çıkıyor ortaya. "Enerji sektörü benim de uzak olmadığım bir sektör." diyorum. Sakin bir günde gelirlerse onlarla sohbet edecek daha fazla zamanım olacağını hatırlatıyorum. Çok memnun bir şekilde ayrılıyorlar.

Yaşadığımız sıkıntılı dönemden sonra misafirlerimizi yeniden kazanmaya çalışıyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde Ali Usta arıyor. Yarım saate kadar arabamın işi bitiyormuş. Kapanış saatine doğru arabamı kendisi getirip bana emanet verdiği arabasıyla dönüyor.

Çok geç oldu artık yatma zamanı, yarın kim bilir nelere gebe.  

26 Ağustos 2017 Cumartesi

YAYLADAN MI GELİYON

26/08/2017 Cumartesi, Tire

YazılarıLmı epey okuyan varmış demek ki. Kayınvalidemin geçirdiği rahatsızlıktan bahsetmiştim evvelsi gün. Ortalık toz duman. Facebook'tan geçmiş olsun mesajları, telefonla ulaşanlar... Bizim sülale reklamı sevmez. Reklam ettim diye bir de çıkıştılar bana bizimkiler. Reklamın kötü bir şey olmadığını anlatamadım vesselam. Şimdi desem ki bir gün önce yoğun bakımdaydı, ertesi gün yaylada ceviz kırıyordu daha da kızar ve şöyle der: "Cevizleri sen kırdın, biz ayıkladık." 

Yayla havası iyi geldi kayınvalideciğime. Yirmilere çıkan yüksek tansiyon onun altına düştü. Yüksek tansiyon için içtiği ilaçları bir kenara attı. Sabah saat dokuzda Ali Ustanın yanındaydım. Taş Ev arabasız olur mu? Sağ olsun kendi arabasını verdi benim araba çıkana kadar. Oradan küçük pazara uğruyorum. Alacağım fazla bir şey yok aslında. Pazar sokağının dar yollarında sıra sıra dizilmiş köylü tezgahlarının arasından yukarı doğru ilerliyorum. Atom için kurutmalık acı biberin kilosu yedi liradan aşağı düşmüyor. Izgaralık iri mantar gelmemiş yine. Bir yerde kilosu beş liradan atom biberi bulunca kaçırmıyor, tezgahta ne kadar varsa hepsini topluyorum. Sol tarafımda her hafta kabak çiçeği aldığım kadına onlu, on ikili olarak doldurduğu naylon poşetlerin fiyatını soruyorum. İki lira deyince yoluma devam ediyorum. Dönüşte laf atıyor, beni tanıyamadığını söylüyor. İçinde on iki adet kabak çiçeği bulunan poşetlerden tanesi bir buçuk liraya on iki tane alıyorum. 

O kavurucu sıcaklar yok artık. Belki de bize öyle geliyor yaylada. Domates, biber kurutacak daha bir ayımız ya var ya yok. Yağmurlar başladı mı köşe kapmaca oynamaya başlarız artık. Günümüz sakin geçiyor. Yemekler benden. Bölgenin meşhur köy kızartmasının yanında kızarmış patateslerin üzerine kara kızların yumurtalarından bolca kırıp tereyağında pişiriyorum. Sofraya oturur oturmaz misafirler basar genellikle. Bu sefer öyle olmuyor. Keyifle yemeğimizi yiyoruz.

Akşama doğru Ali Usta arıyor. Arabanın turbosunu söküp İzmir'e göndermeleri gerekiyormuş. Bugün arabamı teslim alamayacağım anlaşılıyor. Epey yüklü bir masraf çıkaracağa benzer. Emaneten verdiği Duster benim Captivanın yanında at arabası gibi kalıyor. Otomatik vitesin konforundan sonra manuel çekilmiyor yaylanın yokuşlarında.

Rezervasyonlu misafirlerimiz tam saatinde geliyor. Onların verandada oturmasını beklerken salondaki kaptan köşkü dediğim köşedeki masada oturmayı tercih ediyorlar.

Akşam misafirleri mezeleri ve et çeşitlerini çok beğendiklerini söylüyorlar. Bu tür övgüler özellikle eşimi çok sevindiriyor. Eleman konusunda çok seçici olmayı öğrendik artık. Çok seçince de adam bulamıyoruz. Sanırım rezervasyon sistemine doğru gidiyoruz. Aynı anda dört beş masa gelince panikliyoruz. Sonbahara girerken eğer eleman sorunu çözülmez ise yapılacak tek şey rezervasyonlu misafirleri kabul etmek olacak.

Gece el ayak çekilince yaylanın dingin sessizliğinde Venüs'le oynaşıyoruz. Fifi kıskanıyor, Fifi'ye dönüyorum, Venüs kıskanıyor. Kapının yanındaki tezgahta kara kızların yumurtaları, ceviz, ev yapımı reçel çeşitleri, yayla elmaları alıcılarını bekliyor. Tertemiz yayla havasını derin derin içime çekiyorum.

Son yaşadığımız olaylar, dış görünüşü, o tatlı sözleri ne kadar güven verse de insanlara güvenmemeyi öğretti. Üzüldüğüm şey aldatılmak değil, namuslu, şerefli dürüst insanlara bile artık zerre kadar güven duygumu yitirmiş olmam aslında. Sayıları az da olsa o düzgün insanlar beni affetsin ama daha fazlasını yapamam. 


25 Ağustos 2017 Cuma

VENÜS SAHNEDE

25/08/2016 Cuma, Tire

Aksilikler peşimi bırakmıyor. Yaylada internete bağlanamam canımı sıkıyor. Ne zamandır servise götürmeyi geciktirdiğim arabamın bakım zamanının geldiğini gösteren ikaz ışığı yanınca daha fazla bekleyemeyeceğim aşikar. Ali Ustayı arıyorum. Telefon birkaç kez uzun uzun çaldıktan sonra açılıyor. Gaza yüklenince ıslık sesine benzer bir ses duyulduğunu söylüyorum. Sabah arabayı dokuzda servise bırakmamı, kendi aracıyla bizi yukarı çıkarabileceğini söylüyor.

Sabah yola çıkmak üzereyken telefonum çalıyor. Arayan bizim yeni işe başlayan yardımcı hanım. Artık üç beş yıl geçmeden kimseye şöyle iyi, böyle kötü demeyeceğim. Kayınvalidesi merdivenlerden yuvarlanmış. "Bugün gelmezsem olur mu?" diye soruyor. "Hayır, bırak kaynananı gel." diyecek halim yok elbette. Bugün hava serince. Koca yazı devirdik sayılır.

Venüs'ün oyun merakı can yakıyor. Bizim kara kızlardan en az beş tanesini götürdü. Onları önünde yuvarlanan kara toplar zannediyor. Fifi'yle alt alta üst üste boğuştuğu gibi aynı şeyi tavuklarla yapmak istiyor. E tavuk bu (!) Ne kadar canları var ki. Bizim Venüs çıtaya benzer atletik bacaklarıyla gözüne kestirdiği birini yakalıyor kısa sürede. Ağzına aldığı gibi şöyle sağa sola bir silkeledi mi zavallı hayvan bir kenara yığılıyor. O gün olmasa bile ertesi gün can veriyor. Fifi akıllı mı akıllı. Bakıyor ki Venüs niyeti bozdu, yanına yaklaşan tavukların peşinden koşturarak yanından uzaklaştırıyor. İşte bu yüzden bağlı tutuyoruz Venüs'ü uzunca bir zamandır.

Akşam misafirlerini ağırlarken daha önce telefon eden bir genç geliyor. Yeni bir evlilik teklifi, masa düzenlemesi. Çocuk heyecanlı mı heyecanlı. Titriyor adeta yanımda. Ona daha önce hazırladığımız masa düzenlemelerinden örnek resimler gösteriyorum. Bayramdan önce ailesiyle istemeye gideceklermiş kızı. "Önce teklif etmek gerekir değil mi?" diyor. "Mecburuz, yapacağız." Birlikte çektirdikleri fotoğraflardan birkaç tane bırakıyor, masa düzeninde kullanalım diye. İlk defa süslemede fotoğraf kullanacağız. Güller, gül yaprakları, balonlar ve mum ışıkları altında ömürleri boyunca hafızalarında yer edecek bir gece olacak onlar için. Pazar günü daha kalabalık olur diye cumartesi gününe alıyoruz bu özel geceyi. 

Yukarı salonda nefis şehir manzarasına karşı oturmayı tercih eden genç bir çift keyifle yemeklerini yerken ağır ağır içkilerini yudumluyorlar. Kalkmalarına yakın beyefendi yanıma geliyor, elindeki küçük hediye paketini uzatarak iki orta kahve sipariş ediyor. Kahvelerin yanında uzattığı küçük kutuyu da yukarı getirmemizi rica ediyor. Bana ilginç geliyor bu durum. Cebinden çıkarıp verilecek büyüklükteki kutunun içinde ya bir yüzük ya bir kolye ya da küpe olmalı. Evliliklerinin beşinci yıl dönümleriymiş. Taş Ev yine mutlu bir anın şahitliğine soyunuyor. Bir tabağın içine koyduğumuz hediye paketi, kahvelerin eşliğinde masalarına getiriliyor. Delikanlı paketi alıp hanımefendiye uzatıyor. Bundan sonraki romantik anları yalnız yaşamaları gerektiğinden onları baş başa bırakıyoruz.

24 Ağustos 2017 Perşembe

ARADAN SONRA

24/08/2017 Perşembe, Tire


Güncem, günlüğüm... Seninle yolculuğa çıktım çıkalı ilk kez ayrı düştük. Zaman zaman işlerim yoğundu, uykusuzluğuma aldırmadan sabaha karşı da olsa birkaç satır yazmaya çalıştım. Yazdıkça kendimi buldum. Hep korkardım bir gün yazamazsam sihir bozulacak diye. Ne kadar haklıymışım. Söz, toparlayacağım kendimi. Her gün yazacağım yine bir kaç cümle de olsa.

Geçen gün gelen bir misafirimiz ne kadar doğru tahlilde bulunmuştu. "Aslında benim de hayalim bu. Size dört beş masa yetermiş aslında. O zaman zevkine varırdınız bu işin."

İnsanın yapacak işlerinin olması ne güzel. Kafamda sıralanıyor ardı sıra. Öncelikler belirleniyor sonra. Oldum olası sinir işleri severim. Mesela bakla çizmek. Nefret eder eşim böyle deliye pösteki saydıran işlerden. Doğal olarak ben severim inadına. Doğal olarak dedim, çünkü eşimle zıt kutupların insanlarıyız. Onun sevdikleri benim sevmediklerim. Mesela pırasa en sevdiği yemek. Pırasa sevilir mi? Bırakınız pırasayı bamyaya bile deli olur. Benim ağzıma koymadığım yemek çeşitleri. Senelerce sarımsaklı yemeklere uzak durdum. Eşim "Sarımsaksız meze mi olur? Ağzının tadını bilmiyorsun" der. Benim bayılarak yediğim midye, kokoreç, pastırmadan nefret eder. Hepsi bana kaldığı için bu durumdan hiç de şikayetçi değilim laf aramızda. Dervişin fikri neyse zikri odur hesabı konu yemeye geldi. Sinir işlerden bahsediyordum. Mesela ipe kurutmalık biber dizmek. Önümde koca bir çuval. İpi iğneye geçirmek gençlikteki kadar kolay değil. Bin bir güçlükle geçirdik diyelim incecik deliğinden, ip biberin saplarına dolanır, düğüm olur, düğüm iğne deliğinden geçmez, çöz çözebilirsen. Önündeki biber çuvalı gözünde büyüdükçe büyür. Gecenin saat ikisinde sabırla çuvalın dibini görme hedefine kilitlenirsin. Saatler ilerler, zaman çabuk geçer, sonunda son biberi ipe geçirdin mi tamam. İşte o hazzı anlatamam.

Evet, sihir bozuldu, çok ara verdim. Yağmur yağdı, böyle oldu. Bilmem kaçıncı kez pazardan aldığımız kurutmalık domatesler bir kaç dakikalık yağmura dayanamadı. Oysa iki saat dilimlemek bir o kadar da serme emeği vardı üzerinde. Pazar günü akşamından itibaren bir uğursuzluk başladı. Bir kaç telefon görüşmesinden sonra durum ciddileşince kapıları kapatıp İzmir yollarına düşmemiz farz oldu. Kayınvalidem rahatsızlanmış, alt komşusu sağ olsun bir ambulans çağırıp acile yetiştirmişler. Kapıları pencereleri kapanmaya başladı Taş Ev'in. Yeni gelen misafirlere durum izah edilip geri çevrildi. Son misafirler de hesabı ödedikten sonra süratle Dokuz Eylül Üniversitesi Acil Servisine doğru yola çıktık.

Daha çabuk varabilmek için otoyolu kullandık. Acil servisin salonuna hep birlikte girmemiz mümkün değil. Önce kızım, arkasından eşim girdi. Komşusu başından ayrılmamış. Ambulansa nasıl bindirildiğini, hastaneye nasıl geldiğini hatırlamıyormuş. Bir ara ben de yanına uğradım. Her tarafına kablolar bağlanmış, ekranda tansiyon, nabız, kalp ritim grafikleri gibi bilgiler sürekli değişiyor. Tansiyon yüksek, nabız düşük. Grafik son derece düzensiz. Bir ara tuvalet ihtiyacı için yatağından ayrılınca kablonun ucundaki mandala parmağımı geçiriyorum. Yeşil ekrandaki çizgiler son derece düzenli. Nabız ve tansiyon normal. Kayınvalidemin kalbinin ritmik atışlarına göre grafiğe yansıyan görüntü beni endişelendiriyor.

Geceyi hastanede geçireceği anlaşılınca kızımı refakatçi bırakıp eşimle eve dönüyoruz. Hava inanılmaz derecede sıcak. Gecenin ilerleyen saatlerinde kızım arıyor. Anjiyo kararı verilmiş, sabah, öğlen ya da akşam operasyon olabilirmiş. Öğlene doğru anjiyo yapılıyor, damarlarda bir tıkanıklığın söz konusu olmadığı ancak hafif bir kalp krizi geçirdiği haberini alıyoruz. Geceyi yoğun bakımda geçirdikten sonra ertesi sabah taburcu işlemleri başlıyor.

Dün sabah yoğun bakımdan çıkardığımız kayınvalidemin durumu iyi. Bir süre yanımızda kalacak. Yayla havasının ona iyi geleceğinden eminim.  

5 Ağustos 2017 Cumartesi

HER SON BİR BAŞLANGIÇ

03.08.2017 Perşembe, Tire

Her son bir başlangıç. Sabah sürprizini beklemiyorduk ama her şeye hazır olmayı öğrendik. Güzel şeylerin ömrü kısa oluyor. Evet, belki böylesi herkes için daha iyi olacak. 

Oğlum arıyor, yeni bir iş teklifi almış. Havalara uçuyor. Telefon görüşmelerimiz karşıladığımız misafirlerle bölünüyor. Yağmur yağacak, terasta kurumak üzere serdiğimiz domatesleri içeri almamız lazım. "Tam zamanında" diyoruz gök gürültüsü seslerini duyunca. Gök gürlüyor, uzaklarda şimşekler çakıyor ama beklediğimiz yağmur bir türlü gelmiyor. Güneş çıkıyor, hava tahminleri yanıltıyor yine. 

Üç arkadaşı karşılıyoruz kapıda. Merak edip görelim demişler. Bir kahve içip gideceklerini söylüyorlar. Üst katı gezdiriyorum. Manzarayı görünce fikirleri değişiyor. Telefon edip arkadaşlarına anlatıyorlar Taş Ev'i. Yarım saatte bir masalarına yeni arkadaşları geliyor. İçlerinden mimar olan biri Malatyalı. Üniversiteyi Ankara'da aynı dönemlerde bitirmişiz. 

Sohbet uzayınca müsaade isteyip iki arkadaşlarını daha çağırıyorlar. Gelenler müzisyen. Biri saz diğeri ritm ustası. Geri kalanlar söylüyor. Birden Urfa'nın sıra geceleri havası esiyor. Rahatsızlık veriyorsak kesebiliriz, diyorlar. Rahatsızlık ne kelime. Veranda ve bahçede oturan misafirlerimiz hallerinde ziyadesiyle memnun. Ailelerden biri kızının doğum günü münasebetiyle gelmiş. "Canlı müzik olduğunu bilmiyorduk, kızımız için sürpriz oldu bu." diyorlar. Yemeklerini,tatlılarını bitirmelerine rağmen üst kattan gelen güzel türküleri kaçırmak istemiyorlar.

Sadece onlar mı? Diğer misafirler de hoşnut bu durumdan. Çalan da söyleyen de çok başarılı. Manzara güzel, mezeler, yemekler güzel, sohbet aralarında çalıp söyledikleri güzel. "Merak edip görmeye gelmiştik buraya ama çok güzel bir gece geçirdik sayenizde, her şey çok harikaydı, eğer gürültü çıkarıp rahatsızlık verdiysek özür dileriz." diyerek ayrılıyorlar. Diğer misafirlerden de teker teker özür diliyorlar. Aman efendim ne özrü, çok güzel bir gece yaşattınız, kulağımızın pası silindi.

Geç saatlerde telefonum çalıyor. İlk anda "Açık mısınız?" diye soracaklarını düşünüyorum. Yarın için bir arkadaş grubu ile gelmek üzere rezervasyon yaptırmak istiyor sesi kulağa genç gelen bir beyefendi. Evlilik teklifinde bulunacakmış. Masanın süslenmesini isterken bu hizmetin bedelini soruyor. Söylüyorum. "Aman diyor, ben iki katını vereyim siz de ona göre daha güzel süsleyin." Belli ki işi sağlam tutuyor. "Siz merak etmeyin." diyorum.

Bu gece Taş Ev misafir edecek bizi. Geç saatlere kadar yaylanın temiz ve serin havasının tadını çıkarıyoruz.

2 Ağustos 2017 Çarşamba

NİHİLİZM

01/08/2017 Salı, Tire

Büyük pazar alışverişini yaptıktan sonra güne başlıyoruz. Domatesler dilim dilim kesilip ızgaraların üzerine yerleştirildikten sonra üstüne kaya tuzu serpiliyor. Günlük yazmaya başladığımdan bu yana ilk kez gün atlıyorum. Haftada bir gün yazmaya ara vereceğim bundan sonra. Nedeni yok bunun. Kayda değer bir şey olduğunda bir gün sonra değinirim nasıl olsa. 

Son günlerde meraklı misafirlerimizin sayısında bir artış var. İleriye dönük ne planlarım olacak? Amacım ne? İstediğini gerçekleştirdin mi? Soruların değişmesi misafir profilinin değişmesinden mi kaynaklanıyor yoksa farklı bir aşamadan mı geçiyoruz? Önceleri fikir veren çoktu. "Terası manzara tarafına yapsaydınız daha güzel olurdu." diyenlerden tutun da "Ağaçların altına masa sandalye atın." diyenlere kadar akıl verenlere sabırla cevap vermeye çalışıyordum. 

Bu projede özne benim. Yani müziğinden, yemeğine, mekanından servisine kadar önce benim hoşnut kalacağım bir yer düşlüyorum. Böyle bir yerde yemek yemek ister miyim? Bu soruya "Evet" cevabı verebileceğim ölçüde hedefime yaklaştım demektir. Benim hoşnut olamayacağım bir yer arayanlar için uygun yer değil burası. Pek çok kişiye söylediğim üzere karın doyurma yeri değil burası, keyif yapmak isteyenler gelsin. Öyle de oluyor zaten. On ayda iyi yol aldığımızı düşünüyorum.

Akşam kapanış saatlerine yakın üç genç geliyor. Verandaya oturuyoruz. Fonda harika müzikler çalıyor. Tiyatroyu, sinemayı, kitapları, müziği konuşuyoruz. Sohbetimiz felsefi bir boyuta evriliyor. Çocuklar eğitimli, idealist, yaratıcı. Saatlerce konuşuyoruz. Taş Ev'in tarihinden "Yanni'nin Bahçesi" nden bahsediyoruz. Adı unutulmaya yüz tutmuş bir Rum yaşarmış bu topraklarda. Yukarı yaylada kayrak taştan duvarları bile kalmamış ufak bir kilisenin sorumlusuymuş. Mübadele esnasında kaderi onu kim bilir nerelere savurmuştur acaba? Selanik, Karaferiya bölgesinden zorunlu göç nedeniyle gelen dedelerimiz evlerini, bahçelerini, hatıralarını nasıl orada bıraktılarsa Yanni de her şeyini terk etmeye, aynı dili konuştuğu başka bir ülkeye gitmeye zorlanmış. Biz nasıl dedelerimizin  güzel günler geçirdiği yeşil Karaferiya'yı (günümüzdeki adı Veria) merak ediyorsak, Yanni'nin torunlarının aklına düşmüyor mu dedelerinin yaşadığı bu güzel topraklar?

Taşlar... Yanni'nin sırtını dayadığı Taş Ev'in taşları, şekilsiz, düzensiz, yaşlı, yorgun. Mutlu, neşeli, kederli günlerin geride kalan şahitleri. Dilleri yok anlatsınlar o günleri. Hayal ediyorum taşlara bakıp. Karısı var mıydı Yanni'nin? Adı Marika olmasın? Çocukları?

Dalıp gidiyoruz. Dedim ya çocuklar eğitimli. Orhan Kemal'i çok severim diyor biri. Yaşar Kemal'in anlatım tarzı ile mukayeseler yapılıyor. "Taş Ev ressamların, şairlerin, yazarların yeri" diye çıkıyor ağzımdan bir anda, restoran olduğumuzu unutarak. "Yok onu demek istemedim, sanat atölyesi değil elbette burası, haklısınız. Ama ne güzel olurdu değil mi misafirlerimiz burada sanat konulu sohbetler yapsa. Bu açıdan çok zevk aldım sizlerle sohbet etmekten."

Nihilizm'den bahsediyor İstanbul'daki üniversitelerden birinin oyunculuk bölümü mezunu genç. Duyduğum ama ayrıntıları aklımdan uçup gitmiş bir düşünce tarzı. Bu konuda bir şey sormaya utanıyorum. Eve gittiğimde ilk yapacağım şey "Nihilizm" felsefesini araştırmak.

Bilgisayarımı açıp İnternet'ten araştırıyorum. İlk çağ filozoflarından Yunan Gorgias bu görüşün temsilcilerinden biriymiş. Türkçeye "Hiççilik" ya da "Yokçuluk" olarak çevrilen düşünce tarzı bana çok absürd gelmiyor. Her şeye şüpheyle bakan ben, şüpheciliği temel alan bu felsefeye yakın hissediyorum kendimi. "Herkesin üzerinde uzlaşı sağlayarak var diyebileceği bir varlık yoktur, bir şey bir biçimde var olsa bile o bilinemez, bir şey bir biçimde var olsa ve bilinse bile bu bilgi başkasına aktarılamaz." Düşüncelerimizi aktardığımız dil, güvenilir değildir. Bu yüzden tam olarak iletişim sağlanamaz. Üstün insan olabilmek için eski değerleri bırakıp yeni değerler yaratmak gerekir. Nihilizm felsefesinin en önemli temsilcilerinden Nietzsche "İnsan değer yaratabileceği ölçüde özgürdür." Ona göre mevcut ahlak sistemini zayıf insanlar oluşturmuştur, bu ahlak sistemi köle ahlakıdır.

19. Yüzyılda Rusya'nın genç ve entelektüel kesiminde taraftar bularak tanınan bu görüş, büyük felsefi akımlar arasında kendine yer bulmuş. Nihilizm, metafizik ve ahlaki değerleri yok sayan, mevcut olan değerlere ve düzene karşı çıkan, hiçbir iradeye boyun eğmeyen görüşlerin genel adıymış. Bilimsel akılcılığı savunan bu düşünce tarzından etkilenenlerden biri de Neyzen Tevfik. İnsanın ruh ve bedenden oluşan yapısını reddettiği için dinlerin şiddetli tepkisine yol açan bir görüşmüş. İşte böyle, güzel bir sohbetin ardından bilgilerimizi tazeliyoruz.

Sonuç olarak aşırıya kaçıp kafamızı karıştıran derin konuların yanında "Nihilizm" düşüncesinin insan ilişkileri üzerinde yaptığı değerlendirmeleri çok doğru buluyorum. Bir toplumda ortak dil kullanılmasına rağmen iletişimin sağlanması gerçekten mümkün değilmiş gibi görünüyor. Önce anlatan kişinin meramını kelimelere döküp bütün düşüncesini ve hissiyatını tam olarak karşıya yansıtması oldukça zor. Kelimeler kifayetsiz kalıyor bunun için. Var sayalım, anlattı. İkincisi dinleyicinin anlatılanın ne kadar anladığı, doğru anlayıp anlamadığı hususu sağlıklı ilişki kurulmasında can alıcı bir nokta. Hem hakkını vererek anlatmak hem denileni tam olarak kavramak mümkün değil iken bir de işin içine yalan, dolan, riyakarlık, şakşakçılık, yalakalık girince köle ahlak düzenine mahkum kalıyoruz.