Ne çabuk geçiyor, günler haftalar... Ağaç Ev Sohbetleri başlayalı beri neredeyse yarım yıl oldu bile. Bu haftanın konusunu sevgili Sade ve Derin / Deep Tone belirlemiş. Geçen haftanın konusu gibi iç dünyamızı açığa vuran, düşünmemizi sağlayan güzel konular. Bu düzeyli platform umuyorum ki çok daha geniş kitlelere ulaşacak ve farklı duygu ve düşüncelere ulaşmamız için vesile olacak. Ağaç Ev Sohbetlerinin 25. Hafta konusunu başlatan İrem Can'ın doğum günlerini yeniden bir doğuş olarak nitelendirdiği yazısını buradan okuyabilirsiniz. İşte bu haftanın konu başlığı ve müteakiben naçizane benim düşüncelerim:
Temizlik yapmayı sever misiniz? Ev temizliği değil, kendimizi temizlemeyi. Eşya, çevre, insan, duygu, akıl, kalp, ruh, beden, ilişki temizlikleri yapıp kendimizi temizlemek, hayatımızda boşluklar açmak, yeniden doğmak anlamında. Beynimizi boşaltalım ki yeniden dolabilsin.
Temizlenmek, kötülüklerden, kötü düşüncelerden ve bize ayak bağı olan fazlalıklardan arınmak elbette hepimizin yapmak isteyeceği bir şey. Bunun aksini düşünen var mı acaba? Gel gelelim bu işin üstesinden ne kadar gelebiliyoruz. İnsan yeter ki istesin, her işin üstesinden gelir dediğinizi duyar gibiyim. İstemek her işin başı eyvallah. Fakat çevremiz, alışkanlıklarımız, adet, gelenek ve göreneklerimiz, toplumun değer yargıları, sosyal ilişkiler istediğimiz her şeyi yapabilmemize imkân veriyor mu?
Eşyalarımızı ele alalım örneğin. Moda denilen bir olgu var yadsıyamayacağımız. Giyimden ev dekorasyonuna, aksesuardan kişisel bakım ürünlerine kadar, renk renk, model model. Evler hınca hınç dolmuş eşya ile, dolaplar tıka basa. Muazzam bir tüketim toplumunun neferleriyiz. Bir gün lâzım olur diye dünya kadar para verip aldıklarımızı gözden çıkarmayı da göze alamıyoruz çoğu zaman. Birbirimizden güç alıyoruz bu yarışta sanki. Her gördüğümüzde aklımız kalıyor. Gereğinden fazla eşya bana göre bir kirlilik. Hiç kusura bakmasınlar ama kadınlar bu konuda uzak ara öndeler.
Çevreme baktığımda yine kesif bir kirlilik görüyorum. Bu konuda çuvaldızı biz erkeklere batırayım daha ziyade. Çevre temizliği bireysel olmanın yanı sıra (hatta bana göre daha fazla) yönetimin işi. Ataerkil toplumda ülke idaresine yön veren siyaset kurumunun ve yöneticilerin çoğunluğu erkeklerden oluşmakta. Doğal kaynaklarımızın korunması, sağlık hizmetleri, hava ve su kirliliği, ses ve görüntü kirliliği gibi konularda baş sorumlu gördüğümüz siyasi kadroları istediğimiz gibi atabiliyor muyuz başımızdan? Hoş, yeni gelenler de farklı mı olacak. Yani istesek de olmuyor bazen temizlenmek.
Bakın insan temizliği konusunda geçmişte birkaç sefer yanılmış olsam da fena sayılmam. Bana faydadan çok zarar getiren insanları temizlerim hayatımdan. Uzak tutarım kendimi onlardan.
Duygular... Kötülük deyince ilk aklıma gelen duygu nedense kıskançlık oldu, çok daha yoğun kötü duygular olmasına rağmen. Nefret, kin gibi. Belki gıpta ettiğim olaylar, ilişkiler olsa da kıskançlık bana uzak bir duyguymuş gibi geliyor. Yani bende yokmuş gibi geliyor, belki vardır da ben farkında değilim. Ama kin ve nefret duygularımın olmadığını söyleyemem bak. Meselâ geçen gün zıpırın biri ekşi sözlükte artık Atatürk hegemonyasının sona erdiğini iddia eden onu aşağilayan bir başlık atmış. Sevgili peygamberinden kıskanır olmuş bizim Atatürk sevgimizi. Şimdi ben böyle birine kin duymayım, nefret etmeyeyim de ne yapayım. Hele büyük kurtarıcımızın fikirlerinden uzaklaştıkça batağa saplandığımız bugünleri yaşarken. Bu konuda nefret duygum hiç olmadığı kadar hoş görünüyor bencileyin.
İşte geldik akıl temizliğine. Akıl insanın taşıdığı en büyük hazine. Aklı olabildiğince temiz tutmak, aklımıza uygun gelmeyen söylenti ve belli amaçlara hizmet kapısı olmuş dogmalarla kirletmemek gerek aklımızı. Akıl doğrunun, gerçeğin ve sevginin yolu. Akıl olmazsa kalp ne işe yarar. Kim ister bitkisel hayat sürmeyi. Akılla doldurmak gerek yüreği, söküp atmak içinden tüm kötülükleri. Fakat o şeytan yok mu o şeytan. Tüm kötülüklerin sembolü, insanın hamuruna işlenmiş. Ne kadar istesek de güzelleştiremiyoruz dünyayı.