Düşündüm, taşındım, sonunda buldum galiba böyle uzun uzun yazmamızın, okumamızın ve konuşmamızın sebebini. Anlatmaya, anlamaya çalışırken birbirimizi, hatta kendimizi, çoğunlukla neden aciz kaldığımızı... Ne yazık ki empati falan da çözmüyor meselelerimizi hakkıyla... Evet, mesele şu: Sözcüklere farklı anlamlar yüklüyoruz, nedeni bu! Sözlükler yetmiyor sözcükleri anlamaya. Bu yüzden doğruyu ve yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt edemiyoruz, Her şey karışıyor birbirine. Sonunda kime göre doğru, kime göre yanlış, neye göre iyi neye göre kötü diye soruyoruz işin içinden çıkamayınca. Oysa sözcükler aynı anlama sahip olsalardı herkes için, daha çok severdik birbirimizi, daha az can yakardık. Kandıramazdı kimse kimseyi, doğrular hep doğru, yanlışlar hep yanlış olurdu. İyilerle kötüler gün ışığına kolayca çıkar, vicdanımızın sesini dinlerdik sadece. Hadi o zaman kulak vermeye çalışalım bakalım vicdanımızın sesine.
Vicdan: Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlâk değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.
Ahlâk: Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre
Arapça "hulk" yani huy, Yunanca "ethos", Latince "mos" kelimelerinden türeyen "ahlâk" kavramı İngilizce "ethics" veya "morality" sözcükleriyle ifade edilmekte. Bu "etik" ve "moral" sözcükleri İngiliz lisanında birbirinden farklı anlam taşıyorlar. "Etik" çevrenin dayattığı uygulamalar, gelenek, görenek, toplumun değer yargıları ve kültürün yanı sıra dini inançlardan kaynaklanan kurallar bütünüyken "moral" kendi bireysel doğru ve yanlışlarımıza göre tanımladığımız bir kavram.
- İyi ve kötünün ayırt edilmesinde,
- Doğru ve yanlışın belirlenmesinde dikkate aldığı temel kriterlerdir.
Ahlâk kuralları diğer bir deyişle belirli bir kişi, grup ya da toplum için geçerli değer yargıları subjektiftir, yani kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir.
Yeri gelmişken Nietzsche'nin ahlâk kavramı üzerine söylediklerine bakalım:
"İyi ahlâk sahibi olmak törelere itaat etmekten başka bir şey değildir, töreler ne olursa olsun bu ilke değişmez, bununla birlikte töreler geleneksel tarzda davranmak ve değerlendirmelerde bulunmaktır. Geleneğin emretmediği şeylerde ahlâk yoktur.
Sadece gelenek olduğu için bir inanca bağlanmak... Bu elbette namussuz olmak, korkak olmak, tembel olmak demektir!
- Öyleyse iyi ahlâklı olmanın ön koşulu, namussuzluk, korkaklık ve tembellik olmuyor mu?"
Demem o ki, esasen bireysel muhasebe olması gereken vicdan, tanımına giren ahlâk yüzünden, kendi doğru ve yanlışlarımızı bulmakla sınırlı kalmamış, toplumun doğruluğu ve haklılığı tartışılır değer yargıları benliğimize kazınmıştır. Bu durumda Nietszche'nin çıkarımı doğrultusunda "Birine "vicdansız" deniyorsa o kişi namuslu, cesur ve çalışkandır" sonucuna da varabiliriz.
Görüldüğü gibi çevre ve toplumun etkisiyle gelişen vicdanımız bize bırakılmamış! Bu yüzden bireylerin aynı anlamı kavrayacağı sözcüklerden oluşan ortak bir dile ihtiyaç var. Bunun yolu ise ahlâksızlıktan geçiyor. Kimse ahlaksızlığı kendisine yakıştırma cesaretini gösteremeyeceği için çatışmalar devam edecek, sevgiye uzak nefrete yakın olacağız. Sokrates'in yaklaşık 2.500 yıl önce söylediği "İnsanlık, dini doktrinden tamamen müstakil bir ahlâk sistemi kurmaya muvaffak olmadı" sözü halâ geçerli çünkü.
Yazımın başında belirttiğim gibi sorunu buldum fakat sözcüklere yüklenen anlamlar arasında resmen boğuldum. Üç gündür hem İngilizce hem de Türkçe kaynaklardan yararlanarak yazımı sonlandırmaya bir çözüm bulmaya çalışıyorum fakat her öğrendiğim öncekini çürütüyor. Vicdan, ahlak, etik ve moral kavramları üzerinde inanılmaz bir anlam kargaşası var.
Örneğin bir kaynakta ahlak; kültürün, dinin, coğrafyanın etkisinde topluma ve bireye mümkün olduğunca fazla fayda vermek amacıyla kişilerin davranışlarını düzenleyen hayat kuralları ve kişi karakterini değerlendiren bir olgu olarak tanımlanırken, etik; toplumun tamamının veya genelinin ulaşabileceği en yüksek mutluluk seviyesine ulaşması için geliştirilen toplumsal davranış kuralları diye tanımlanmaktadır. Aralarındaki temel fark ise şöyle açıklanmakta. Etik, değerlerini, kurallarını ve gelişmişliğini akıldan alırken ahlak, değerlerini, kurallarını ve gelişmişliğini içinde bulunulan toplumun bağlı olduğu dinin kutsal öğretileri ve kültüründen aldığı ifade edilmektedir. Son olarak etiğin kuralları beşer aklına bağlı olduğu için değişken, ahlak kuralları ise dini öğretilere bağlı olduğu için sabit olduğundan bahsedilmekte. Bir de buna örnek veriliyor: Avrupa'da iki yüz yıl öncesine kadar köle ticareti etik açıdan bir problem sayılmazken günümüzde ayıplanmakta deniliyor. Zina, bin dört yüz yıl önce ahlaka aykırı olduğu gibi günümüzde de ahlaksızlık olarak kabul edildiğine işaret ediliyor. Oysa İslam dini köleliği bin dört yüz yıl önce problem haline getirmez iken bugün köleliğin dinen de pek savunulamadığını görüyoruz. Demek ki ahlak da değişime ayak uyduruyormuş!
Sadece konu ettiğim sözcükler değil, neredeyse soyut kavramların hepsi için bireysel tanımlar ve kamusal farklı algılar üretmişiz, üretmeye devam ediyoruz. Aşk, sevgi, ruh, akıl, ayıp, başarı, gönül, zaman, dostluk, güzellik vs. gibi binlerce sözcüğün kişilere ve toplumlara göre değişen milyonlarca farklı yorumu çıkıyor karşımıza. Bu yüzden iletişimde ve birbirimizi anlamak hususunda çok zor işimiz.
Arapça "hulk" yani huy, Yunanca "ethos", Latince "mos" kelimelerinden türeyen "ahlâk" kavramı İngilizce "ethics" veya "morality" sözcükleriyle ifade edilmekte. Bu "etik" ve "moral" sözcükleri İngiliz lisanında birbirinden farklı anlam taşıyorlar. "Etik" çevrenin dayattığı uygulamalar, gelenek, görenek, toplumun değer yargıları ve kültürün yanı sıra dini inançlardan kaynaklanan kurallar bütünüyken "moral" kendi bireysel doğru ve yanlışlarımıza göre tanımladığımız bir kavram.
- Ülkemizin yer aldığı coğrafyada ahlâk anlayışı çoğunlukla etik tanımına göre değerlendirilmekte. Bu kapsamda etik, bireylerin,
- İyi ve kötünün ayırt edilmesinde,
- Doğru ve yanlışın belirlenmesinde dikkate aldığı temel kriterlerdir.
Ahlâk kuralları diğer bir deyişle belirli bir kişi, grup ya da toplum için geçerli değer yargıları subjektiftir, yani kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir.
Yeri gelmişken Nietzsche'nin ahlâk kavramı üzerine söylediklerine bakalım:
"İyi ahlâk sahibi olmak törelere itaat etmekten başka bir şey değildir, töreler ne olursa olsun bu ilke değişmez, bununla birlikte töreler geleneksel tarzda davranmak ve değerlendirmelerde bulunmaktır. Geleneğin emretmediği şeylerde ahlâk yoktur.
Sadece gelenek olduğu için bir inanca bağlanmak... Bu elbette namussuz olmak, korkak olmak, tembel olmak demektir!
- Öyleyse iyi ahlâklı olmanın ön koşulu, namussuzluk, korkaklık ve tembellik olmuyor mu?"
Demem o ki, esasen bireysel muhasebe olması gereken vicdan, tanımına giren ahlâk yüzünden, kendi doğru ve yanlışlarımızı bulmakla sınırlı kalmamış, toplumun doğruluğu ve haklılığı tartışılır değer yargıları benliğimize kazınmıştır. Bu durumda Nietszche'nin çıkarımı doğrultusunda "Birine "vicdansız" deniyorsa o kişi namuslu, cesur ve çalışkandır" sonucuna da varabiliriz.
Görüldüğü gibi çevre ve toplumun etkisiyle gelişen vicdanımız bize bırakılmamış! Bu yüzden bireylerin aynı anlamı kavrayacağı sözcüklerden oluşan ortak bir dile ihtiyaç var. Bunun yolu ise ahlâksızlıktan geçiyor. Kimse ahlaksızlığı kendisine yakıştırma cesaretini gösteremeyeceği için çatışmalar devam edecek, sevgiye uzak nefrete yakın olacağız. Sokrates'in yaklaşık 2.500 yıl önce söylediği "İnsanlık, dini doktrinden tamamen müstakil bir ahlâk sistemi kurmaya muvaffak olmadı" sözü halâ geçerli çünkü.
Yazımın başında belirttiğim gibi sorunu buldum fakat sözcüklere yüklenen anlamlar arasında resmen boğuldum. Üç gündür hem İngilizce hem de Türkçe kaynaklardan yararlanarak yazımı sonlandırmaya bir çözüm bulmaya çalışıyorum fakat her öğrendiğim öncekini çürütüyor. Vicdan, ahlak, etik ve moral kavramları üzerinde inanılmaz bir anlam kargaşası var.
Örneğin bir kaynakta ahlak; kültürün, dinin, coğrafyanın etkisinde topluma ve bireye mümkün olduğunca fazla fayda vermek amacıyla kişilerin davranışlarını düzenleyen hayat kuralları ve kişi karakterini değerlendiren bir olgu olarak tanımlanırken, etik; toplumun tamamının veya genelinin ulaşabileceği en yüksek mutluluk seviyesine ulaşması için geliştirilen toplumsal davranış kuralları diye tanımlanmaktadır. Aralarındaki temel fark ise şöyle açıklanmakta. Etik, değerlerini, kurallarını ve gelişmişliğini akıldan alırken ahlak, değerlerini, kurallarını ve gelişmişliğini içinde bulunulan toplumun bağlı olduğu dinin kutsal öğretileri ve kültüründen aldığı ifade edilmektedir. Son olarak etiğin kuralları beşer aklına bağlı olduğu için değişken, ahlak kuralları ise dini öğretilere bağlı olduğu için sabit olduğundan bahsedilmekte. Bir de buna örnek veriliyor: Avrupa'da iki yüz yıl öncesine kadar köle ticareti etik açıdan bir problem sayılmazken günümüzde ayıplanmakta deniliyor. Zina, bin dört yüz yıl önce ahlaka aykırı olduğu gibi günümüzde de ahlaksızlık olarak kabul edildiğine işaret ediliyor. Oysa İslam dini köleliği bin dört yüz yıl önce problem haline getirmez iken bugün köleliğin dinen de pek savunulamadığını görüyoruz. Demek ki ahlak da değişime ayak uyduruyormuş!
Sadece konu ettiğim sözcükler değil, neredeyse soyut kavramların hepsi için bireysel tanımlar ve kamusal farklı algılar üretmişiz, üretmeye devam ediyoruz. Aşk, sevgi, ruh, akıl, ayıp, başarı, gönül, zaman, dostluk, güzellik vs. gibi binlerce sözcüğün kişilere ve toplumlara göre değişen milyonlarca farklı yorumu çıkıyor karşımıza. Bu yüzden iletişimde ve birbirimizi anlamak hususunda çok zor işimiz.