KATEGORİLER

11 Temmuz 2017 Salı

EĞLENCELİ BİR HAFTA SONU

08/07/2017 Cumartesi, Tire

Hafta sonu çabuk geldi. Cumartesi kahvaltı servisini kaldırmanın keyfini yaşıyoruz. Hava yine sıcak. Biraz alışveriş yaptıktan sonra yaylaya çıkıyoruz. Dünden itibaren bariz bir yoğunluk yaşanıyor. Bu nedenle günü gününe yazamıyorum. Misafirlerimizin bazıları "Bizi hatırlamadın galiba?" derken hafif bir gülümseme yansıyor yüzlerine. Demek bu işte her gelen misafiri hafızaya almak gerekiyor. Aslına bakarsanız gelen misafirlerin yanında körleşip sağırlaşmanın daha doğru bir davranış olduğunu düşünüyorum.

Bu nedenle gelen misafirlere ilişkin gördüklerim, duyduklarım hemen hafızamdan siliniyor. Uyanık geçinen garsonlar misafir masalarında yapılan mahrem sohbetleri sünger gibi çekmekle kalmaz, insanların giyim kuşamlarından mimiklerine kadar her şeyi akıllarının bir köşesinde muhafaza ederler. Sohbete konu olan ne varsa; geçmişte yaşadıklarından tutun da gelecek planlarına kadar ne varsa kazınır beyinlerine.

Dolayısıyla misafirlerin bir sonraki gelişlerinde hatırlanması onlar için hiçbir zaman sorun olmaz. Bir çırpıda şekillenir zihinlerinde mahrem ilişkiler. "Şu köşedeki masada oturan inşaat yapıyormuş, hani geçen geldiğinde şuradaki masaya oturmuştu. İşleri kötü gidiyormuş. Her geldiğinde mutlaka fellah köfte sipariş eder. Karısıyla kıskançlık yüzünden araları açılmış. Bu sefer yanında başka biri var." Bunun gibi onca bilginin beyinde buluşması unutmayı zorlaştırıyor olmalı. Ben bu tiplerin tam aksi bir yapıdayım. Benim için önemli olan rahatsız etmeden, rahatsız edilmeden, huzurlu bir ortamda lezzetli yemek yemeleri, keyifli sohbetler eşliğinde hoşça vakit geçirmeleri misafirlerimizin. İş olsun aşk olsun orada konuşulan hepsi özel. Masaları gezerken kimin ne konuştuğunu duymamaya çalışırım. Bazen ortamı samimi bulup aralarındaki tatlı çekişmelere hakem tayin ederler beni. "Abi, sizce ben kaç yaşında gösteriyorum?" Esprili bir cevap ortamı neşeye boğmaya yeter böyle durumlarda. "On sekiz (!)"

Yoğun geçen günün sonrası bende yazacak hal kalmayınca detaylar uçuyor aklımdan. Ödemiş'ten sadık misafirlerimiz bu kez yanlarında genç bir çift ile birlikte geliyorlar Taş Ev'e. Genç hanımefendi hamileliğin son aşamalarına gelmiş. Soğukları gösteriyorum. Amacım neyimiz var neyimiz yok sayıp, seçimi onlara bırakmak. Hanımefendi ağzımdan ne çıkarsa "Tamam, biraz da ondan alalım." diyor durmadan. Artık bir yerde susmam lazım. Çünkü ne var desem aynı yanıtı alıyorum. "Tamam biraz da ondan alalım." Bir sürü mezenin tadına bakıp yemeği yedikten sonra dondurmalı kestane tatlısı sipariş ediyor. Beş dakika geçmeden tabak bomboş. "Ya ben bunu çok sevdim, bir tabak daha almak istiyorum." Nihayet yanındaki eşi müdahale ediyor. "Bir daha geldiğimizde yersin artık." Genç kadın ısrarcı, "Ama o zamana kadar ben doğururum." Güzel duygularla ayrılıyor misafirlerimiz, bizi mutlu ederek.

09/07/2017 Pazar, Tire

Hazır elim değmişken dünkü maceralarımı da not düşeyim. Ramazan ayından bu yana beklemediğimiz yoğunlukta bir pazar günü. Oldukça erken çıkıyoruz yaylaya, rezervasyon yaptırılan masaların kahvaltı servislerini hazırlamak için. Ekip arkadaşlarına bir saat sonra gelmelerini söylemiştik. İçleri rahat etmiyor, beklediğimiz saatten on beş dakika önce yaylaya geliyorlar.

Güne tatsız başlıyoruz aslında. Dün rezervasyon yaptıran misafirlerimizden sonra gelen ilk masa rezervasyon yaptırmamış. Erken saatlerde yerimiz var nasıl olsa. Üç yetişkin için üç kişilik kahvaltı istiyorlar. Mutfağa siparişi iletiyorum. Üç kişilik kahvaltı tepsisi hazırlanıyor. Tam masaya götürecekken beyefendi, "Bizim kahvaltı iki kişilik olsun, fazla yemiyoruz, ziyan olmasın." Kızıyor muyum? Evet kızıyorum. Eşim emek vermiş tabakları kişi sayısında göre hazırlamış. Kızıyor mu? Kızıyor. Birbirimizi sakinleştirmeye çalışıyoruz. Serpme kahvaltı veren bu tür yerlerde ister yesin ister yemesin kişi sayısı üzerinden hesap alınır. Bizim buna yüzümüz tutmuyor. İki kişilik kahvaltı yeter diyorsun ama önüne servis açılıyor, ekmeğini yiyor, sınırsız çayını içiyorsun. İcabında biz biraz daha şundan istiyoruz diyor kahvaltıyı üç kişiliğe çıkarıyorsun, sonunda iki kişilik kahvaltı ücreti ödeyeceğini düşünüyorsun. Bu davranış biçimi biraz tuhaf geliyor bana. Hani israf olmasın, bize fazla gelir derken uyanıklık yapıyor olmasınlar? İnsanız ya, benim de damarım tutuyor. Son derece nazik bir şekilde "Peki efendim, nasıl isterseniz?" deyip servis açıyorum. İki servis tabağı, ikişer çatal bıçak, ikişer çay ve su bardağı... Başı örtülü hanımefendi duramıyor. Biraz şaşırmış halde "Bize bir servis daha açar mısınız?" diyerek ikaz ediyor. İşte bunu ben yapmam, yapamam. "Hanımefendi, siz önce üç kişilik kahvaltı istediniz, ona göre hazırlık yapıldı, daha sonra iki kişilik olsun diye değiştirdiniz. Ben de size iki kişilik kahvaltı servisi açıyorum." Cevap hazır, "İsraf olmasın diye." Zaten bu tepkiyi bekliyorum; "Hanımefendi, biz servis sayısına göre kahvaltı ücreti tahsil ediyoruz." Hanımefendi bakıyor ki uyanıklık bir yere kadar, "O zaman üç kişilik olsun." Beklediğim cevap bu. "Peki efendim, size bir servis daha açıyorum." Mutfağa gidip önce üç, sonra iki kişilik dediğim kahvaltı siparişini yeniden üç kişiliğe çevirince eşim "Oyun mu oynuyorsunuz?" diyerek tepki gösteriyor. Haksız değil elbette.

Misafirlerimiz önlerinde ne varsa silip süpürüyorlar. İsraf olmasın diye (!) Olaya biz nasıl bakardık diye konuşuyoruz aramızda. Daha önce kızım ve eşimle birlikte gittiğimiz bir yerde iki kişilik kahvaltı istemiştik. Kahvaltıdan ziyade sucuklu yumurta, menemen türü şeyleri kahvaltıya tercih ederim şahsen. Çay da içmem. Onun yerine soğuk bir meşrubat alırım. "Biz iki kişilik kahvaltı istiyoruz." dediğimizde garson "Kişi sayısı kadar ücret alırız." dediğinde tepki gösterip, bunun üzerine mekanı terk etmiştik. Eğer kabul edip iki kişilik servis açsalardı üçüncü kişiye kahvaltı servisi açılmasını istemeye utanırdık. Çünkü bunun adı literatürde israf değil uyanıklık olarak geçer.

Çay kahve misafirleri için de bir formül bulduğumuzu sanıyorduk ama bu kez karşımıza çetin bir ceviz çıkıyor. İki araba dolusu kalabalık bir aile grubu yer göstermemizi beklemeden verandaya yöneliyorlar. Davetsiz misafirler gözlerine kestirdikleri en güzel masaya yerleşiyor. Aynı masadan önceki misafirlerimiz yeni kalkmış bulunduklarından ötürü temizlik bile yapılmamış henüz. Menüyü uzatıyorum aile reislerine. "Menüye gerek yok, biz yemeğimizi yedik, sadece kahve içmek üzere geldik." Geçen haftadan tecrübelendik ya, "Beyefendi bu bölüm yemek misafirlerimiz için, arzu ederseniz sizi yan tarafa alalım." diyorum. Beyefendi ısrarcı. "Yok burası daha iyi." "Geleni bekletmek doğru olmaz." diyorum. O hala "Sen bize kahve getiriver hadi, gelen olursa kalkarız hemen." diyor. Bu ısrarcı tavır canımı sıkıyor, bir süre hareketsiz bekliyorum. Hiç oralı değiller. "Beyefendi prensiplerimizi değiştirmek istemiyoruz, bu bölüm sadece yemek misafirlerinin." Homurdanarak kalkıyorlar sonunda. Yanındakilerle birlikte, "Başka yer mi yok, hadi başka tarafa gidelim." Bu kadar düzeyli misafirleri kaçırdığım için bir üzülüyorum, bir üzülüyorum ki, sormayın gitsin. Ama haklarını vermek lazım. Ayakları uğurlu geliyor. Israrcı misafirlerimiz bahçe kapısından çıkar çıkmaz Ödemiş'ten yeni misafirler geliyor. Onların kalktığı aynı masaya oturuyorlar hemen. Yoğun bir gün yaşıyoruz. Güzel insanları ağırlıyoruz. İzmir'den çocuğu ile gelen bir çift kiraz ağacının altında güzel vakit geçiriyorlar. Misafirlerimiz mezelerden sıcak yemeklere, tatlılara kadar yedikleri her şeye methiyeler düzüyorlar. Böyle olunca gündüzün ufak tatsızlıkları unutuluyor. Bu yorgunluğun ardından yarın tatil yapacağımız için sevinçliyim. Bundan böyle daha fazla dinleneceğimizi düşünüp salı günleri yaptığımız tatili pazartesi günlerine kaydırmaya karar veriyoruz. Salı pazarı ve diğer alışverişler tatil günümüzü yok ediyordu çünkü. Bu değişikliğin beklediğimiz sonucu getireceğini umuyoruz.  

9 Temmuz 2017 Pazar

ÖZEL GÜNDE EVLİLİK TEKLİFİ

07/07/2017 Cuma, Tire

Günün tarihi, ilgimi çeken ilk şey oluyor bugün. Mesleki yaşantımda takıntı boyutuna varan bir adetiydi DSİ'nin. Veysel Eroğlu, Genel Müdürlüğe getirildikten sonra hem kulağa hoş gelmesi bakımından hem de akılda daha kolay kalması için böylesi tarihleri hiç kaçırmadı. Yedi, yedi, on yedi. Bakan olmayıp hala Genel Müdürlükte kalsaydı muhtemelen bugün yine on yedi tesisin açılışını birden yaptırmış olurdu. Her yere yetişemeyeceklerine göre içlerinden biri merkez olur diğerleri için ise toplanan kalabalığa dev ekranlardan naklen yayın yapılırdı. Bölge Müdürlükleri hummalı bir çalışmaya girişir her taraf parti bayrakları, balonlarla süslenirdi. Açılışı yapacak olan belliydi. Bazen kilometrelerce uzaktan sembolik bir butona basar, ya bir barajın kapakları kapatılıp su tutma işlemi başlar, ya bir regülatörün vanasından sulamaya su verilirdi.

Önceleri siyasete uzak nadide bir devlet kurumu olan DSİ, bu iktidarla birlikte, görev ve sorumluluğundaki hizmetlerin reklamına başlamıştı. Reklam ki ne reklam. Önce kendilerine yakın organizasyon şirketlerini işi yapan firma yetkililerine önerir, (öneriden ziyade üstü kapalı bir emirdi bu aslında) onlara bir yığın para ödettirirlerdi. Açılış merkezinde hazırlığın boyutları ve bütçesi çok daha fazlaydı. Muhtemelen Reis bütün tesislerin açılışını buradan yapardı. Özel yollar yapılır, helikopter pistleri hazırlanır, katılımcı sayısını arttırmak için otobüs ve minibüsler kiralanır, törene gelen şakşakçılara ücretsiz kumanya, su ikram edilirdi. Halkımız beleşe mezar bulsa girerdi nasıl olsa. Yapımcı şirket katılımın yüksek olması için kendini helak ederdi. Bu işi başarıyla tamamlayanın değil, siyasi partinin reklamıydı. Bölge Müdürlükleri yapımcı firma üzerinde baskı kurardı, her şey yolunda gitsin, her hangi bir aksaklık olmasın, yüksek katılım sağlansın diye. Törende olası bir aksaklık halinde ya da yeterli sayıda insan toplanmayınca bu durum başta Bölge Müdürlerine ve yüklenici firmaya fatura edilirdi. Her şey yolunda giderse en çok onların yüzü güler, üstlerinden büyük bir yük kalkmış olurdu. Bu büyük telaş için milyon liralara varan hazırlıkların sonucunda nemalanan sadece siyasi iktidardı. Bedava yollu muazzam bir reklam fırsatı yakalamış olurlardı. TV kanalları, yazılı basın, açılışı yapılan tesislerden bahseder, profesyonel kameralar tören kalabalığını olduğundan daha fazla göstermek için ellerinden geleni yapardı. Bir de madalyonun arka yüzü vardır ki halk tarafından pek bilinmez. Dev tesis dediklerinin çoğu ya on kapaklı regülatörün üç ay önce tamamlanan iki kapağı ya da her yıl sele kurban edilen bir taşkın koruma duvarından ibaretti.

Bir tarih eski anılarımı nasıl depreştirdi? Yine böyle dev tesis açılışlarından birinin merkezinde tanıtım filmi çeken ekibe yardımcı olmak maksadıyla hayatımda ilk kez helikoptere bindiğimi söyleyip konuyu kapatayım.

Öğleden sonra kuşlardan önce davranıp iki kova erik topladım. İri, kokulu ve güzel tadı olan bir çeşit, ancak cinsini bilmiyorum. Gündüz vakitleri sakin, akşamları oldukça hareketli geçmeye başladı. Bu akşam biraz serin. Misafirlerimizden bir kısmı veranda ve avluda oturup üzerine şal istiyor. Diğer bir kısmı salona çıkmayı tercih ediyor. Salonda ağırladığımız misafirlerden bir çift çok özel bir nedenle gelmişler Taş Ev'e. Genç beyefendi dün aramış, rezervasyon yaptırmıştı, arkadaşlarından aldığı tavsiye üzerine. Evlilik teklifinde bulunacak yanındaki güzel kız arkadaşına. Her şeyin kusursuz olmasını istiyor doğal olarak. Salonun en güzel masasını bu çifte rezerve ediyorum. Özenle süslenmiş masaya beyefendinin arzusu üzerine bir kırmızı gül bırakıyorum. Bu özel günlerinde bize fazla gelir dedikleri bir şişe kaliteli kırmızı şarabın son damlasına kadar hakkını veriyorlar. Bol bol fotoğraf çektirip bugünü ölümsüzleştiriyorlar.

Yaylanın temiz havasına kendini bırakan misafirler geç vakitlere kadar oturuyorlar. Alaçatı aydınlatmaları gece karanlığında muhteşem görünüyor. Saat 00.00'ı geçince müzik yayınını kesiyorum. Bu saatlerden sonra müzik değil istedikleri, yayla havasının tatlı sohbeti...

7 Temmuz 2017 Cuma

HAFİF DOKUNUŞLAR

06/07/2017 Perşembe, Tire

Sabah alışveriş turundan sonra eşimle çıkıyoruz evden. Citroen'in süresi biten trafik sigortasını yapmaları için acenteyi arıyorum. Yazıhanenin önünde park etmeye çalışırken elinde poliçeyle birlikte İsmail Bey yanıma geliyor. Hızına şaşırıyorum. Burada en az on beş yirmi dakika takılacağımı bekliyordum oysa. 

Yaylada rahatsız etmeyen bir esinti var. Elektrikçiler geliyor. Gün boyunca üç ayrı ağacın dalları arasından sarkan Alaçatı aydınlatmasının montajına başlıyorlar. Uzun zamandır vakit bulamadığımız bu işle birlikte süs havuzumuzu da çalışmaya başlatıyoruz. Suyun geldiği büyük havuzun çıkış vanasını bulmamız zaman alıyor. Tam su geldi derken kesiliyor birden. Usta geri gidip boruda ağaç yapraklarıyla tıkanan yeri açıyor. Fıskiye tam kapasite çalışmaya başlıyor.

Bu arada bahçedeki ağaçtan reçellik armut topluyorum. Yapılması zor ama lezzeti harika bir reçel olduğunu söylüyor eşim. Gerçekten de kahvaltı esnasında misafirlerimizin en beğendiği reçellerden biri. Venüs peşimi bırakmıyor. Hiç beklemediğim bir anda sıçrayıp üstümü kirletiyor. Burada giyeceğim temiz bir şey kalmamış. İster istemez eve gidiyor üstümü değişiyorum. Yolda devamlı misafirlerimizden birileri ile karşılaşıyoruz. Beni dönüş yolunda görünce "Açık mısınız?" diye sormadan edemiyor. Hemen işimi halledip dönüyorum yaylaya.

Hava kararmaya başlarken Alaçatı aydınlatmalarını yakıyoruz. İki dokunuş Taş Ev'in havasını değiştiriyor. Avluya hoş bir hava kazandırıyor bu ufak değişiklikler. Havuzun fıskiyesinden akan suyun sesi ruhumuzu dinlendiriyor. 

Kuşadası'ndan gelen bir grup geç vakitlere kadar oturuyor. Eve yorgun dönüyoruz. 

6 Temmuz 2017 Perşembe

DEMI-GLACE SOSLU MANTARLI BONFİLE

05/07/2017 Çarşamba, Tire

Alışveriş için erken çıktım. Önce servise uğradım, pos cihazına henüz program yüklenmediğini, iki saate kadar getirip teslim edebileceklerini söylediler. İşlerim bittikten sonra eşimle birlikte yola koyulduk.

Bahçeden içeri girer girmez gördüğümüz iki araba bizi şaşırtıyor. Neden aramadılar ki bizi? Şefimiz "Misafirlerimiz az önce geldi, tam ben arayacakken girdiniz içeri." diyor. Sadece Taş Ev'de kahvaltı etmek için Aydın'dan gelmişler. İlk gelişleri değil. "Hafta arası kahvaltı vermiyoruz." demeye gönlümüz razı olmuyor. Madem o kadar yolu gelmişler bizim için. Onlara hemen mükellef bir kahvaltı hazırlıyoruz.

Hafiften esen rüzgar havanın sıcaklığını alıyor. Rutin işleri tamamlandıktan sonra elime iki kova alıp havuzun alt tarafındaki armut ağacına gidiyorum. Birkaç gün daha geciksem kuşlardan geriye bir şey kalmayacak. Yetişebildiklerimi topluyor, ağacın alt kesimlerine çıkıp dalları sallıyorum. Patır patır dökülüyorlar yere. Aklıma geçen sene sadece bir tek meyve veren erik ağacı geliyor. Bu güzel kokulu, küçük bir şeftali büyüklüğündeki eriğin muhteşem tadı var. Erik ağacının yerini üç aşağı beş yukarı biliyordum ama üzerinde meyve bulacağımı hiç beklemiyordum. Tam zamanında gelmişim. Ağacın üzerinde yarım kova kadar erik sanki toplamamı bekliyor. Elimi uzatır uzatmaz avucuma düşüyor.

Ceviz ağacının altında keyifli bir yemek yiyoruz. Az önce gelen elektrikçiye yarın yapacağı işleri anlatıyorum. Havuzu işler hale getirecek, Taş Ev'in önündeki ağaçların dalları arasına Alaçatı aydınlatmalarını tesis edecek. Nihayet servis geliyor ve pos cihazını teslim ediyor. Kullanımı son derece basit olan cihaz hakkında bilgi veriyor.  

Akşamın misafirleri ısrarla verandada ya da bahçede oturmak istiyorlar. Servisler açılıyor, siparişler alınıyor. Şefe soruyor konuklarımızdan biri, "Ne tavsiye edersin?" "Siz onu bana bırakın." diyor şefimiz, kendinden emin bir şekilde. Hemen kolları sıvıyor. Misafirlerimize birer "Demi-glace soslu mantarlı bonfile" hazırlıyor. Harika görünüyor. Ne yazık ki çoğu zaman bu güzelliklerin fotoğrafını çekmek sonradan geliyor aklıma. Misafirlerimizden tam not alıyor bu muhteşem güzellik. Israrla dışarıda oturmak isteyen misafirlerimizden bazıları üşüdüklerini söyleyip şal istiyorlar. Buna çok şaşırıyorum. "Bu sıcakta üşümek güzel bir şey." diyorum. Yemeklerini yiyen misafirlerimiz, salona çıkıyor, şehrin ışıklarını büyülenmiş gözlerle seyrederken çaylarını yudumluyorlar.     

5 Temmuz 2017 Çarşamba

TATİL

04/07/2017 Salı, Tire

Bizim bu tatil gününü gözden geçirmemiz lazım. Haftanın diğer günleri fırsat bulup yapamadığımız bütün işleri adına tatil dediğimiz bu salı günlerine ayırınca hiç tatil yapmamış oluyoruz. Neyse ki sabah çok erken kalkmıyorum. Ama eşim kargalar ötmeye başlamadan önce ayakta. Biraz insaflı davranıyor da, saat 10.00'a doğru kahvaltıya davet çağrıları başlıyor. Kahvaltımızı tamamlar tamamlamaz canhıraş bir koşuşturma başlıyor. Pazar alışverişi... Acaba park yeri bulacak mıyım? Gece yağmur yağar, bizim Venüs'ün aklı ermez ıslanır diye gece vakti kapattığım kulübesinden bir an önce çıkarmak istiyorum. Yeni pos cihazını işler hale getirmem için bankalarla görüşmem lazım. Muhasebeye uğrayacağım...

Alınacaklar listesine bakıyorum. Yarım saatte hepsini hallederim gibi geliyor. Ama hiç de öyle olmuyor. Pazarı bir baştan bir başa dolaşıyorum. En tazesini en uygun fiyatlı olanını bulacağım diye dolanıp duruyorum. Tam bankaya uğrayacakken banka öğle tatiline giriyor. Aldığım malzemeleri yukarı, yaylaya çıkarıyorum. İlk işim Venüs'ü serbest bırakmak. Sevinci görülmeye değer. Vakit geçirmeden Fifi ile oynaşmaya başlıyor. Oradan kümese tavukları doyurmaya gidiyorum. Kara kızların çoğu kümesin çatısından aşağı atlamış zaten. İçeridekiler kapıya üşüşmüş gıdak gıdak sesleriyle elimdeki kovaya odaklanmışlar. Nefis bir hava var. Güneş yakmıyor. Kapının önündeki kırmızı erik ağacı meyvelerini dökmeye devam etmiş. Eşim arıyor. "Nerede kaldın?" Bu güzel havayı bırakmak gelmiyor içimden. Tavukların kümese girmek istemediğini söylüyorum.

Venüs havuzuna girmiş serinliyor. Kızım son geldiğinde getirmişti ona. İçini suyla dolduruyorum sentetik kumaştan yapılan su geçirmez havuzu. Sağlam bir dokusu olduğu için bizimki dişlerini geçiremiyor. Bir bakıyoruz bembeyaz, temizlemiş kendini. Az sonra havuza giriyor, oradan çıkıp yerlerde yuvarlanıyor, simsiyah olup geliyor. Fifi her zaman zarif. Venüs gün geçtikçe irileşirken yanında çok küçük kaldı garibim. Venüs onun kah boynunu kah kulağını, bacağını ısırıyor. Aslında niyeti oyun. Bazen dozunu kaçırıp canını yakınca Fifi ona haddini bildiriyor. Her zaman Fifi'yi haklı buluyoruz böyle durumlarda.

Eşimle bir yerlere kaçma fırsatı kaçıyor elimizden dönüş saatim gecikince. Tatil günümüzü pazartesi günlerine çevirmenin en azında bize tam gün tatil yapma imkanı verebileceğini düşünüyoruz. Bunun yanı sıra salı günleri dışarıdan gelen ziyaretçileri de geri çevirmemiş olabileceğiz yaz sezonunda. Taş Ev henüz faaliyete geçmeden "En güzel et orada yenir." diye nam yapmış bir restorana gidiyoruz. İş yeri sahibi bizi karşılıyor, hünerli ustalarının elinden bonfile, ızgara köfte, madalyon denilen farklı lezzetlerin tadına bakıyoruz. İşyerinin sahibi bizim de et ürünlerini temin ettiğimiz tanınmış bir kasap. İşlerini biliyorlar. Keşkeğimizi, tatlılarımız yedikten sonra kalkıyoruz. Uzak bir yerlere gitmek ayrı bir yorgunluk getirecekti. Günü bu şekilde geçirmek iyi geliyor bize. Hele işyeri sahibinin samimi sohbeti arasında kayınpederimle ilgili anılarından söz etmesi, giyimindeki titizliğini anlatması anılarımızı canlandırıyor.

Hava henüz kararmadan yaylaya çıkıyoruz. Pazardan aldığımız bir kısım malzemeleri de dolaplara yerleştirsek iyi olacak. Kümesin dışında kalan tavukları da içeri sokup kapısını kapatırsak işi sağlama almış olacağız. Venüs bu gece serbest kalsın. Artık havlamayı da öğrendi nasıl olsa. Fifi'yi taklit etmeye çalışıyor ama onun çıkardığı ses çok kalın ve ürkütücü.

4 Temmuz 2017 Salı

LİMONATA GİBİ HAVA

03/07/2017 Pazartesi, Tire

Kavurucu sıcaklar sona erdi. Yaylaya çıkarken zeytinliğe uğruyorum. İki sene önce diktiğimiz fidanların bir kısmı kurumuş. Kendini kurtaranlar da var aralarında. Her taraf yabani otlarla sarılmış. Geçen sene epey meyvesini topladığımız iki armut ağacını arıyorum. Zor olmuyor onları bulmam. Ne yazık ki üzerinde sadece on on beş meyve kalmış. Çoğunu kuşlar yemiş gerisini bahçeden geçenler. Armut toplamak kolay. Sapı dalından hemen ayrılıyor, vişne gibi insanın tırnaklarını sökmüyor. Komşumuz Nihat Dayı birkaç kasa armut toplamış pazara hazırlıyor. Arabayı durdurup hal hatır soruyorum. O da kasadan iki armut alıp bana uzatıyor.

Avluda güzel bir esinti var. Tam keyif yapılacak bir hava. Motosikletli bir genç geliyor. Pos makinesi arızasından dolayı hesabı ödeyemediğinden üşenmemiş borcunu hemen getirmiş. O kadar yolu sadece bunun için gelmesi üzüyor beni. Çay kahve ikram etmek istiyorum, işi olduğunu söyleyip ayrılıyor.

Kışın gündüz saatleri genel olarak sakin geçiyordu. Taş Ev'de ilk yazımızı yaşıyoruz. Havaların ısınmasıyla beraber misafirler artık daha erken saatlerde gelmeye başladılar. Pazar tatil günü olduğu için pazartesi günleri bazen durgun geçiyor. Bununla birlikte kesin bir genelleme yapmak doğru değil. Hiç ummadığımız bir anda sanki anlaşmışlar gibi bahçe arabalarla doluyor. Uzun bir aradan sonra bugünü sakin geçiriyoruz. Böylelikle biriken günlüklerimi yazmama fırsat doğuyor. 

Şehre dönüp derin bir nefes alıyorum. Gerçekten hava limonata kıvamında. Akşam üzeri şefimiz güzel bir masa hazırlıyor. Terzi söküğünü dikemez hesabı mezeleri tatma fırsatı bulamıyordum. E, bu kadar mezeyi karşımda görünce canım yanında soğuk bir bira çekiyor. Şefim ağzımdan çıkar çıkmaz buz gibi birayı masaya koyuyor. Ne yazık ki eşim yanımda değil. Onun şanssızlığı mı desem, böyle bir fırsat yakalayamıyoruz. Bir bakıma onun da kabahati var bunda. Mesela o burada olsaydı, illa ki mutfakta bir şeyler deniyor olurdu. Mezelerin hepsi benden on numara alıyor. Şefin sikordaki adlı mezesi gerçekten beğenildiği kadar var. Kiraz ağacının altındaki masadan kalkar kalkmaz yakın bir dostumu karşılıyorum. Güneş batarken sevgili oğluyla birlikte rakılarını yudumluyorlar. Hafiften esen rüzgar tenimizi tatlı tatlı okşarken durgun havalarda ara sıra ortaya çıkan sivrisinekleri de uzaklaştırıyor.

Venüs'ün keyfi yerinde. Misafirler biraz ilgi gösterdiğinde şımarıyor. Kulübesine kapatmak ona eziyet olacağından mecburen bir ağaca bağlayacağız bundan sonra.

3 Temmuz 2017 Pazartesi

MADIMAK KATLİAMI

02/07/2017 Pazar, Tire

Bütün memleket sıcaktan kavruluyor. Yayla da nasibini alıyor bundan. Normal olarak su içmeyen ben, bardak bardak buzlu su tüketiyorum. Zaman zaman esen hafif rüzgar ağaçların yapraklarını kıpırdatmaya başlayınca bir oh çekiyorum. 

Verandayı yemek misafirlerine ayırıyoruz. Avludaki masalar dolunca gelen misafirlerimizi geri göndermek zorunda kalıyoruz. Genç bir çift verandadaki masalardan birine oturuyor. Delikanlı kolunu gösteriyor. Güneşin yaktığı yer pembe bir renk almış. 

Hayvan dostlarımız da sıcaktan bunalmış durumda. Kara kızlar ağzı açık dolaşıyor, toprağı eşeleyip kendilerine serinleyebilecekleri yerler hazırlıyorlar. Venüs havuzunda yıkandıktan sonra gölge yerler arıyor. 

Madımak Oteli faciasının yıl dönümü imiş bugün. Ayna Hikayesi/Aytül Örcün'ün yazısını okudum. Harika bir yazı, çünkü yaşadıkları dökülmüş kaleminden. Sivas'ın topraklarından ilericiler, gericiler, halk ozanları fışkırır. O gün tam manasıyla bir katliamdı. Nasıl örtbas edildi bu facianın sorumluları? Diri diri yaktılar ülkenin yüreği güzel insanlarını. Bu ülkenin bir vatandaşı olmaktan utanıyorum. Bir insan nasıl bu kadar canileşebilir? Her 2 Temmuz'da etkinlikler düzenleniyor. Etkinlikleri düzenleyenler, bu etkinliklere zamanları el verdiğince katılanlar sadece o dehşet gününü hatırlıyor, hayatını kaybeden o genç insanlara üzülüyorlar. Ne var ki bir daha böyle insanlık dışı olayların yaşanmaması için elle tutulur bir tedbir alınamıyor bu ortamda. Yurdum insanları özellikle sorgulamayan, dogmatik fikirlerle bezenmiş bir eğitim sistemi içinden geçirilerek birer canlı bomba haline getiriliyor. Ne değişti o günden bu yana? Yine bir kıvılcım yeter yeni Madımak'lara... Çağımızın teknolojisini kullanarak daha kalabalık güruh daha büyük faciaların mimarı olabilir. 

Çaresizlik... Toplumu en kolay kandırmanın yolu dini duyguları kullanmak. Din dışı söylemlere kimsenin aklı ermiyor. Hak, adalet hak getire. Kılıçdaroğlu yürüyor günlerdir adalet vurgusu yaparak. Birileri çıkıyor bu yürüyüş "Fetö'ye hizmet ediyor." diyor. Milletimiz kanıyor buna (!) Aklımı yitireceğim. Herkesin bildiğini tekrarlamama gerek yok. Yahu kim hizmet etti Fetö'ye? Kim dedi "Ne istediniz de vermedik?" Kim orduyu, yargıyı, emniyeti, üniversiteleri Fetö'cülere teslim etti? Kim onların rahat rahat ülke idaresine yuvalanmalarına kol kanat gerdi? 

Ama biliyorum. Gün olur, devran döner. Ne zaman ki ABD alacağını alır bu zat-ı muhteremlerden, işte o zaman sonları hayır olmayacak. Aynı Osama Bin Ladin'e yaptıkları gibi önce palazlandırıp alacaklarını aldıktan sonra terörist ilan edecekler. O günleri görür müyüz bilemem ama görmeyi en çok arzulayanlardan biriyim. Eğer insan üstü bir adalet mekanizması varsa hak yolunu bulacaktır. 

Memleketimin kafası çalışan güzel insanlarına güzel bir şeyler söylemek isterim. Lakin o masum vatandaşların canice yakıldığı yıllardan daha geriye gitmiş bir durumda görüyorum ülkemizi. Sorun kötü yönetim, cepleri doldurma, sağlık, adaletsizlik değil bence. Onlar belli bir misyonun vicdan yoksunu askerleri. Görevlerini başarıyla yapıyorlar. Bana göre en büyük sorun halkın düşünme kapasitesini yitirmesi. Evladını gönderiyor askere. Vatanı korumak için değil, sadece ABD çıkarları için. Gencecik çocuklar ölüyor. Üzerine bir etiket, "Şehit oldu." Annesinin bağrı yanıyor ama taş basıyor yüreğine. Babası başı önde, "Vatan sağ olsun." Hangi vatan? Kimin vatanı? Milli çıkarımız nerede? Terör bitecek "Evet" çıksın yeter ki (!)" Hemen ertesi gün bitecek terör. "Analar ağlamasın, evet deyin." Ah benim balık hafızalı, demeye dilim varmıyor ama düşünme yoksunu halkım. Birileri çıkıyor "Öl de ölelim." diye nara atıyor. Ölüyorlar da. Kimi Marmara gemisinde, kimi Boğaz Köprüsünde, kimi terörist kurşunuyla. "Şehit" diyorlar adına. Neyin uğruna? Kurtuluş savaşı mı bu? Yoksa iktidarın politik hatalarından doğan tablo mu? Adam demokrasiyi bir araç olarak gördüğünü söylemişti gençliğinde. Şimdi nimetlerinden faydalanıyor. Milli İrade (!) "Halkım beni seçiyor, beni istiyor. Hata üstüne hata yapıyorum, bir sürü insanın kanları var elimde, yine beni destekliyorlar." Bu toplumun ayarı kaçmış. Demokrasi her zaman söylediğim üzere kocaman bir kandırmaca. Lider iyi bir hatip, halk sorgulayıcı olmazsa demokrasi Hitler'in faşist rejiminden daha kötü hale gelir. Şimdi Reis çıksa dese ki, "Ya bunlar laftan anlamıyorlar, gidin şurayı da ateşe verip hepsinin kökünü kurutun." Kaç yüz bin kişi toplar acaba? Korkutucu bir durum.

Bu konulara girmeyim diyorum ama girmeden olmuyor işte. Akşamın ilerleyen saatleri. Güzel bir esinti çıktı. Geç vakitlere kadar oturuyorlar. Haksız de değiller. Bu güzel esinti insanı yerinden kaldırmıyor. Eşim ve kızımı gönderiyorum. Venüs kulübesine girmemek konusunda ısrarcı. Bu gece serbest bırakıyorum. Havlamayı öğrendi nasıl olsa. Hem de ne havlama. Bir gür sesi var ki, hiç bir hanımefendiden çıkmaz öyle bir ses.