Hafta sonu çabuk geldi. Cumartesi kahvaltı servisini kaldırmanın keyfini yaşıyoruz. Hava yine sıcak. Biraz alışveriş yaptıktan sonra yaylaya çıkıyoruz. Dünden itibaren bariz bir yoğunluk yaşanıyor. Bu nedenle günü gününe yazamıyorum. Misafirlerimizin bazıları "Bizi hatırlamadın galiba?" derken hafif bir gülümseme yansıyor yüzlerine. Demek bu işte her gelen misafiri hafızaya almak gerekiyor. Aslına bakarsanız gelen misafirlerin yanında körleşip sağırlaşmanın daha doğru bir davranış olduğunu düşünüyorum.
Bu nedenle gelen misafirlere ilişkin gördüklerim, duyduklarım hemen hafızamdan siliniyor. Uyanık geçinen garsonlar misafir masalarında yapılan mahrem sohbetleri sünger gibi çekmekle kalmaz, insanların giyim kuşamlarından mimiklerine kadar her şeyi akıllarının bir köşesinde muhafaza ederler. Sohbete konu olan ne varsa; geçmişte yaşadıklarından tutun da gelecek planlarına kadar ne varsa kazınır beyinlerine.
Dolayısıyla misafirlerin bir sonraki gelişlerinde hatırlanması onlar için hiçbir zaman sorun olmaz. Bir çırpıda şekillenir zihinlerinde mahrem ilişkiler. "Şu köşedeki masada oturan inşaat yapıyormuş, hani geçen geldiğinde şuradaki masaya oturmuştu. İşleri kötü gidiyormuş. Her geldiğinde mutlaka fellah köfte sipariş eder. Karısıyla kıskançlık yüzünden araları açılmış. Bu sefer yanında başka biri var." Bunun gibi onca bilginin beyinde buluşması unutmayı zorlaştırıyor olmalı. Ben bu tiplerin tam aksi bir yapıdayım. Benim için önemli olan rahatsız etmeden, rahatsız edilmeden, huzurlu bir ortamda lezzetli yemek yemeleri, keyifli sohbetler eşliğinde hoşça vakit geçirmeleri misafirlerimizin. İş olsun aşk olsun orada konuşulan hepsi özel. Masaları gezerken kimin ne konuştuğunu duymamaya çalışırım. Bazen ortamı samimi bulup aralarındaki tatlı çekişmelere hakem tayin ederler beni. "Abi, sizce ben kaç yaşında gösteriyorum?" Esprili bir cevap ortamı neşeye boğmaya yeter böyle durumlarda. "On sekiz (!)"
Bu nedenle gelen misafirlere ilişkin gördüklerim, duyduklarım hemen hafızamdan siliniyor. Uyanık geçinen garsonlar misafir masalarında yapılan mahrem sohbetleri sünger gibi çekmekle kalmaz, insanların giyim kuşamlarından mimiklerine kadar her şeyi akıllarının bir köşesinde muhafaza ederler. Sohbete konu olan ne varsa; geçmişte yaşadıklarından tutun da gelecek planlarına kadar ne varsa kazınır beyinlerine.
Dolayısıyla misafirlerin bir sonraki gelişlerinde hatırlanması onlar için hiçbir zaman sorun olmaz. Bir çırpıda şekillenir zihinlerinde mahrem ilişkiler. "Şu köşedeki masada oturan inşaat yapıyormuş, hani geçen geldiğinde şuradaki masaya oturmuştu. İşleri kötü gidiyormuş. Her geldiğinde mutlaka fellah köfte sipariş eder. Karısıyla kıskançlık yüzünden araları açılmış. Bu sefer yanında başka biri var." Bunun gibi onca bilginin beyinde buluşması unutmayı zorlaştırıyor olmalı. Ben bu tiplerin tam aksi bir yapıdayım. Benim için önemli olan rahatsız etmeden, rahatsız edilmeden, huzurlu bir ortamda lezzetli yemek yemeleri, keyifli sohbetler eşliğinde hoşça vakit geçirmeleri misafirlerimizin. İş olsun aşk olsun orada konuşulan hepsi özel. Masaları gezerken kimin ne konuştuğunu duymamaya çalışırım. Bazen ortamı samimi bulup aralarındaki tatlı çekişmelere hakem tayin ederler beni. "Abi, sizce ben kaç yaşında gösteriyorum?" Esprili bir cevap ortamı neşeye boğmaya yeter böyle durumlarda. "On sekiz (!)"
Yoğun geçen günün sonrası bende yazacak hal kalmayınca detaylar uçuyor aklımdan. Ödemiş'ten sadık misafirlerimiz bu kez yanlarında genç bir çift ile birlikte geliyorlar Taş Ev'e. Genç hanımefendi hamileliğin son aşamalarına gelmiş. Soğukları gösteriyorum. Amacım neyimiz var neyimiz yok sayıp, seçimi onlara bırakmak. Hanımefendi ağzımdan ne çıkarsa "Tamam, biraz da ondan alalım." diyor durmadan. Artık bir yerde susmam lazım. Çünkü ne var desem aynı yanıtı alıyorum. "Tamam biraz da ondan alalım." Bir sürü mezenin tadına bakıp yemeği yedikten sonra dondurmalı kestane tatlısı sipariş ediyor. Beş dakika geçmeden tabak bomboş. "Ya ben bunu çok sevdim, bir tabak daha almak istiyorum." Nihayet yanındaki eşi müdahale ediyor. "Bir daha geldiğimizde yersin artık." Genç kadın ısrarcı, "Ama o zamana kadar ben doğururum." Güzel duygularla ayrılıyor misafirlerimiz, bizi mutlu ederek.
09/07/2017 Pazar, Tire
Hazır elim değmişken dünkü maceralarımı da not düşeyim. Ramazan ayından bu yana beklemediğimiz yoğunlukta bir pazar günü. Oldukça erken çıkıyoruz yaylaya, rezervasyon yaptırılan masaların kahvaltı servislerini hazırlamak için. Ekip arkadaşlarına bir saat sonra gelmelerini söylemiştik. İçleri rahat etmiyor, beklediğimiz saatten on beş dakika önce yaylaya geliyorlar.
Güne tatsız başlıyoruz aslında. Dün rezervasyon yaptıran misafirlerimizden sonra gelen ilk masa rezervasyon yaptırmamış. Erken saatlerde yerimiz var nasıl olsa. Üç yetişkin için üç kişilik kahvaltı istiyorlar. Mutfağa siparişi iletiyorum. Üç kişilik kahvaltı tepsisi hazırlanıyor. Tam masaya götürecekken beyefendi, "Bizim kahvaltı iki kişilik olsun, fazla yemiyoruz, ziyan olmasın." Kızıyor muyum? Evet kızıyorum. Eşim emek vermiş tabakları kişi sayısında göre hazırlamış. Kızıyor mu? Kızıyor. Birbirimizi sakinleştirmeye çalışıyoruz. Serpme kahvaltı veren bu tür yerlerde ister yesin ister yemesin kişi sayısı üzerinden hesap alınır. Bizim buna yüzümüz tutmuyor. İki kişilik kahvaltı yeter diyorsun ama önüne servis açılıyor, ekmeğini yiyor, sınırsız çayını içiyorsun. İcabında biz biraz daha şundan istiyoruz diyor kahvaltıyı üç kişiliğe çıkarıyorsun, sonunda iki kişilik kahvaltı ücreti ödeyeceğini düşünüyorsun. Bu davranış biçimi biraz tuhaf geliyor bana. Hani israf olmasın, bize fazla gelir derken uyanıklık yapıyor olmasınlar? İnsanız ya, benim de damarım tutuyor. Son derece nazik bir şekilde "Peki efendim, nasıl isterseniz?" deyip servis açıyorum. İki servis tabağı, ikişer çatal bıçak, ikişer çay ve su bardağı... Başı örtülü hanımefendi duramıyor. Biraz şaşırmış halde "Bize bir servis daha açar mısınız?" diyerek ikaz ediyor. İşte bunu ben yapmam, yapamam. "Hanımefendi, siz önce üç kişilik kahvaltı istediniz, ona göre hazırlık yapıldı, daha sonra iki kişilik olsun diye değiştirdiniz. Ben de size iki kişilik kahvaltı servisi açıyorum." Cevap hazır, "İsraf olmasın diye." Zaten bu tepkiyi bekliyorum; "Hanımefendi, biz servis sayısına göre kahvaltı ücreti tahsil ediyoruz." Hanımefendi bakıyor ki uyanıklık bir yere kadar, "O zaman üç kişilik olsun." Beklediğim cevap bu. "Peki efendim, size bir servis daha açıyorum." Mutfağa gidip önce üç, sonra iki kişilik dediğim kahvaltı siparişini yeniden üç kişiliğe çevirince eşim "Oyun mu oynuyorsunuz?" diyerek tepki gösteriyor. Haksız değil elbette.
Misafirlerimiz önlerinde ne varsa silip süpürüyorlar. İsraf olmasın diye (!) Olaya biz nasıl bakardık diye konuşuyoruz aramızda. Daha önce kızım ve eşimle birlikte gittiğimiz bir yerde iki kişilik kahvaltı istemiştik. Kahvaltıdan ziyade sucuklu yumurta, menemen türü şeyleri kahvaltıya tercih ederim şahsen. Çay da içmem. Onun yerine soğuk bir meşrubat alırım. "Biz iki kişilik kahvaltı istiyoruz." dediğimizde garson "Kişi sayısı kadar ücret alırız." dediğinde tepki gösterip, bunun üzerine mekanı terk etmiştik. Eğer kabul edip iki kişilik servis açsalardı üçüncü kişiye kahvaltı servisi açılmasını istemeye utanırdık. Çünkü bunun adı literatürde israf değil uyanıklık olarak geçer.
Çay kahve misafirleri için de bir formül bulduğumuzu sanıyorduk ama bu kez karşımıza çetin bir ceviz çıkıyor. İki araba dolusu kalabalık bir aile grubu yer göstermemizi beklemeden verandaya yöneliyorlar. Davetsiz misafirler gözlerine kestirdikleri en güzel masaya yerleşiyor. Aynı masadan önceki misafirlerimiz yeni kalkmış bulunduklarından ötürü temizlik bile yapılmamış henüz. Menüyü uzatıyorum aile reislerine. "Menüye gerek yok, biz yemeğimizi yedik, sadece kahve içmek üzere geldik." Geçen haftadan tecrübelendik ya, "Beyefendi bu bölüm yemek misafirlerimiz için, arzu ederseniz sizi yan tarafa alalım." diyorum. Beyefendi ısrarcı. "Yok burası daha iyi." "Geleni bekletmek doğru olmaz." diyorum. O hala "Sen bize kahve getiriver hadi, gelen olursa kalkarız hemen." diyor. Bu ısrarcı tavır canımı sıkıyor, bir süre hareketsiz bekliyorum. Hiç oralı değiller. "Beyefendi prensiplerimizi değiştirmek istemiyoruz, bu bölüm sadece yemek misafirlerinin." Homurdanarak kalkıyorlar sonunda. Yanındakilerle birlikte, "Başka yer mi yok, hadi başka tarafa gidelim." Bu kadar düzeyli misafirleri kaçırdığım için bir üzülüyorum, bir üzülüyorum ki, sormayın gitsin. Ama haklarını vermek lazım. Ayakları uğurlu geliyor. Israrcı misafirlerimiz bahçe kapısından çıkar çıkmaz Ödemiş'ten yeni misafirler geliyor. Onların kalktığı aynı masaya oturuyorlar hemen. Yoğun bir gün yaşıyoruz. Güzel insanları ağırlıyoruz. İzmir'den çocuğu ile gelen bir çift kiraz ağacının altında güzel vakit geçiriyorlar. Misafirlerimiz mezelerden sıcak yemeklere, tatlılara kadar yedikleri her şeye methiyeler düzüyorlar. Böyle olunca gündüzün ufak tatsızlıkları unutuluyor. Bu yorgunluğun ardından yarın tatil yapacağımız için sevinçliyim. Bundan böyle daha fazla dinleneceğimizi düşünüp salı günleri yaptığımız tatili pazartesi günlerine kaydırmaya karar veriyoruz. Salı pazarı ve diğer alışverişler tatil günümüzü yok ediyordu çünkü. Bu değişikliğin beklediğimiz sonucu getireceğini umuyoruz.
Misafirlerimiz önlerinde ne varsa silip süpürüyorlar. İsraf olmasın diye (!) Olaya biz nasıl bakardık diye konuşuyoruz aramızda. Daha önce kızım ve eşimle birlikte gittiğimiz bir yerde iki kişilik kahvaltı istemiştik. Kahvaltıdan ziyade sucuklu yumurta, menemen türü şeyleri kahvaltıya tercih ederim şahsen. Çay da içmem. Onun yerine soğuk bir meşrubat alırım. "Biz iki kişilik kahvaltı istiyoruz." dediğimizde garson "Kişi sayısı kadar ücret alırız." dediğinde tepki gösterip, bunun üzerine mekanı terk etmiştik. Eğer kabul edip iki kişilik servis açsalardı üçüncü kişiye kahvaltı servisi açılmasını istemeye utanırdık. Çünkü bunun adı literatürde israf değil uyanıklık olarak geçer.
Çay kahve misafirleri için de bir formül bulduğumuzu sanıyorduk ama bu kez karşımıza çetin bir ceviz çıkıyor. İki araba dolusu kalabalık bir aile grubu yer göstermemizi beklemeden verandaya yöneliyorlar. Davetsiz misafirler gözlerine kestirdikleri en güzel masaya yerleşiyor. Aynı masadan önceki misafirlerimiz yeni kalkmış bulunduklarından ötürü temizlik bile yapılmamış henüz. Menüyü uzatıyorum aile reislerine. "Menüye gerek yok, biz yemeğimizi yedik, sadece kahve içmek üzere geldik." Geçen haftadan tecrübelendik ya, "Beyefendi bu bölüm yemek misafirlerimiz için, arzu ederseniz sizi yan tarafa alalım." diyorum. Beyefendi ısrarcı. "Yok burası daha iyi." "Geleni bekletmek doğru olmaz." diyorum. O hala "Sen bize kahve getiriver hadi, gelen olursa kalkarız hemen." diyor. Bu ısrarcı tavır canımı sıkıyor, bir süre hareketsiz bekliyorum. Hiç oralı değiller. "Beyefendi prensiplerimizi değiştirmek istemiyoruz, bu bölüm sadece yemek misafirlerinin." Homurdanarak kalkıyorlar sonunda. Yanındakilerle birlikte, "Başka yer mi yok, hadi başka tarafa gidelim." Bu kadar düzeyli misafirleri kaçırdığım için bir üzülüyorum, bir üzülüyorum ki, sormayın gitsin. Ama haklarını vermek lazım. Ayakları uğurlu geliyor. Israrcı misafirlerimiz bahçe kapısından çıkar çıkmaz Ödemiş'ten yeni misafirler geliyor. Onların kalktığı aynı masaya oturuyorlar hemen. Yoğun bir gün yaşıyoruz. Güzel insanları ağırlıyoruz. İzmir'den çocuğu ile gelen bir çift kiraz ağacının altında güzel vakit geçiriyorlar. Misafirlerimiz mezelerden sıcak yemeklere, tatlılara kadar yedikleri her şeye methiyeler düzüyorlar. Böyle olunca gündüzün ufak tatsızlıkları unutuluyor. Bu yorgunluğun ardından yarın tatil yapacağımız için sevinçliyim. Bundan böyle daha fazla dinleneceğimizi düşünüp salı günleri yaptığımız tatili pazartesi günlerine kaydırmaya karar veriyoruz. Salı pazarı ve diğer alışverişler tatil günümüzü yok ediyordu çünkü. Bu değişikliğin beklediğimiz sonucu getireceğini umuyoruz.