KATEGORİLER

30 Nisan 2016 Cumartesi

HAZIRLIKLAR BAŞLADI...

29/04/2016 Cuma, Tire


Seyahat tarihi yaklaştıkça tatlı telaşımız da başladı. İlk değerlendirmem Viyana'nın Prag kadar basit bir şehir olmadığı. Topu topu üç metro hattı vardı Prag 'ta. Tramvaylarına bile bulaşmamış mevcut metrolarıyla bütün işimizi görmüştük. Avrupa'nın ulaşımı en gelişmiş şehirlerinden biri diye anılan Viyana ilk defa gideceklere hiç de öyle görünmüyor. Şehir içi (U-Bahn) ve şehir dışı (S-Bahn) trenleri, şehirler arası ÖBB trenleri (Intercity, Railjet), otobüsleri, tam altı adet metro hattı şehri çorbaya çevirmiş. Dersimizi iyi çalışmazsak, elin memleketinde rezil olmak işten değil. 

Nereye nasıl gideceğiz telaşı içindeyken Yakup Usta aradı. Tuvaletin yer seramiklerinden iki kutu eksik kalmış. Dünden bu habere hazırlamıştım kendimi. Çarşı işini yaptıktan sonra uğramayı düşünüyordum yanlarına. Ancak gelen haber planımı değiştirdi. Hemen hazırlanıp çıktım. Seramikleri tedarik ettiğim yerde aynı renk ve ebatlarda iki kutu daha buldum, attırdım arabaya onları. İşler durmasın diye hiç vakit kaybetmeden yaylaya çıktım. Bahçeye vardığımda tuvalet seramikleri neredeyse tamamlanmıştı. Kutu değil sadece dört parça daha olsa yetecekmiş. Fevzi Usta ve adamlarını göremedim. Yakup Usta sabah su deposunun temel betonunu döküp gittiklerini söyledi. O da kapı önündeki kayrak taşlarının arasına beyaz çimentodan derz yapıyordu. Süs havuzunun geniş duvarının üzerindeki derz işi bitmiş. Kamil elektrik işlerine devam ediyor. Bugün ilk kez taş evin ışıkları yandı.

İki tane tavuğumuz kalmıştı kümeste. Sonunda onlar da ölmüş . Şimdi kümesimiz bomboş. Biz dönene kadar boş kalacak. Prag ziyareti şerefine Franz Kafka'nın bir kitabını almıştık, "Dönüşüm". Ona bugün ancak el atabildim. Kitabın arka kapağında, girişinde yazarın tanıtımı öyle yapılmış ki, okuyan yazarın incecik kitabıyla dünyayı yerinden sarstığını düşünecek Aslına bakılırsa başyapıt olacak pek çok eserini yakması için gazeteci arkadaşına bırakmış ölüm döşeğinde. Belli ki, yazdıkları kendi hoşuna gitmemiş. Ravel gibi. O da Bolero'sunu besteledikten sonra çıkarttığı işi beğenmeyenler arasında. Neyse ki yazar arkadaşının sözünü dinlememiş, yakmayıp yayınladığı eserler günümüze kadar ulaşmış. Franz Kafka'nın "Milena'ya Mektuplar" ını okumuştum daha önce. Okumaya başladığım ikinci kitabı "Dönüşüm" ün sıra dışı bir konusu var. Yahudi bir yazar Kafka. Yahudiler ticarette olduğu kadar sanatta da iyiler. Her zaman her yerde var etmişler kendilerini. Belki de çektikleri acılar, sıkıntılar onlara ilham vermiş. Neyini anlatacaksın ki sıradan bir yaşamın?

28 Nisan 2016 Perşembe

HIZLI GEÇİYOR ZAMAN

28/04/2016 Perşembe, Tire
Sabah telefonumun sesiyle uyandım. Arayan Cumhur Usta'ymış. "Hemen yola çıkayım mı?" diye soruyor. Torbalı'dan buraya yarım saat bile sürmez. Kahvaltı etmek için zamanım yok. Hemen hazırlanmaya başlıyorum.

Saate bakınca zamanın epey ilerlemiş olduğunu fark ediyorum. Eşim her zamanki gibi erkenden kalkmış akşamdan yarım bıraktığım incirleri soyuyor. Elim tahriş olduğu için hepsini bitirememiştim. 

Herkes bu duyguyu yaşar mı? Bazen zaman daha hızlı yol alırmış gibi gelir, haftanın günlerini yakalamakta zorlanırım. Daha bir hafta var demeye fırsat bulamadan bir bakmışım cuma, cumartesi gelmiş. Eskiden zevkli anlar çabuk geçer deyip bu hisse kapıldığım durumlarda hayattan zevk aldığımı düşünür kendimi avuturdum. Yaşam uzun ve karışık bir yol ise, gaz pedalını sonuna kadar köklediğim hiç virajı olmayan dümdüz bir yol kesiminden geçiyorum sanki. Bundan önce ne virajlar, ne yokuşlar gördüm... Bundan sonraki yolumun fiziki koşulları kaderimde çizilmiş. Bütün yaşamım otoban gibi dümdüz olsa, virajı, yokuşu olmayan. Daha hızlı mı geçerdi zaman? Dünyanın beni kaç gün misafir edeceği belliyse eğer, daha mı az yaşardım?


Bu düşüncelere dalmış evden çıkmaya hazırlanırken ikinci telefon geldi. Cumhur Usta geçen seferki yerinde beni bekliyor. Buluşma yerine giderken Ünal Usta'yı arıyor, yaylaya doğru yola çıktığımı haber veriyorum. Kısa bir yolculuktan sonra bahçe kapısının önünde park ediyoruz. Bahçe içinde araba sayısı artmış. Elektrikçi, seramikçi, Yakup Usta'nın arabalarına bir de Fevzi Usta'nın arabası eklenmiş. Bahçede taş eve doğru ilerlerken Fevzi Usta'yı görüyorum. Onun ekibi su deposu temelinin demirlerini büküyorlar. Yakup Usta taş evin önündeki kayrak taşı döşeme işinin sonuna gelmiş artık. Sezai Usta'nın adamları tuvalet duvar seramiklerinin fugalarını tamamladıktan sonra yerin tesviye betonuna başlamışlar. Elektrikçi Kamil binanın anahtar ve prizlerini, apliklerini yerlerine takıyor.

Cumhur Usta'dan istediğim işleri sıralıyorum. Tuvaletlerde mermer altı tezgahlarını taşıyacak demir profil imalatları, avlunun kenarına daha önce yaptığı modelden ferforje korkuluk, aydınlatma direkleri, verandaya açılan ahşap kapının önüne korkuluklarla aynı desende ferforje demir kapı, terasa açılan ahşap kapının önüne onun bir benzeri... Sadece teras kapısında sol tarafta yer olmadığı için katlanır kapı yapılamayacağını söylüyor. Onun yerine önerdiği akordeon kapı. Biz bunları konuşurken bir araba daha giriyor bahçeye. Gelen Ünal Usta'nın ortağı Selim Usta. Ahşap işleri ondan sorulur. Cumhur Usta ile işimiz bitmek üzereydi. O ölçüleri alırken Selim Usta'ya anlattım gördüğüm eksiklikleri, ahşap kapıları, pencereleri ve düzeltilecek diğer yerleri.

Terasa açılan kapıdan yağmur suyu giriyor. Eşikteki mermer sökülüp iki kat mermerle değişecek. Alttaki mermerin oyuğunda toplanan sular dışarı doğru başka bir oyukla yönlendirilip tahliye edilecek. Üzerine yapıştırılacak ikinci bir mermer tabakası alttaki oyukları gizleyecek. Ahşap kapı kanatlarının çarpmaması için başka önlem alınacak. Daha önce çıkan fırtınada kanatları tutan kancaların bir kısmı  eğilmiş bir kısmı kopmuş.

Elektrikçi lamba fenerleri bulamamış. "Hepsi orada, paketlerin içinde." diyorum. Cumhur Usta artık dönmek için sabırsızlanıyor. Belli ki onu aşağıya bırakıp tekrar geri geleceğim. Dün, evvelsi gün de iki sefer çıkmıştım yaylaya. İşler yoğunlaşınca bir sefer çıkmak yetmiyor artık.

Akşama doğru gitmeye karar veriyorum. Böylece kapıların kapatıldığından da emin olurum. Önce telefon ediyorum Kamil'e. Akşam hava kararana kadar çalışacağını söylüyor. Yanına vardığımda verandadaki ahşap kolonların üzerine fener aplikleri yerleştirdiğini gördüm. Daha on dört aplik var. Diğerlerinin nerelere monte edileceğini soruyor. Teker teker yerlerini gösteriyorum. Yanımda getirdiğim avizeyi gösterip içerideki odaya bırakıyorum.

O işine devam ederken, hiç canım çekmese de kümese doğru yürüdüm. Oysa ne kadar zevk alırdım iki gün öncesine kadar bu yürüyüşten. On yedi tavuktan geriye sadece ikisi kalmış. Kadir gitmeden sularını tazelemiş. İçim burkularak ayrılıyorum yanlarından. Yakup Usta ve Kadir çoktan gitmişler. Kümesin etrafına beton dökeceklerini söylediler bugün. Baştan yapsalardı ya bunu. Öyle olsa giremezdi köpekler kümesten içeri.

İSKENDER - ELİF ŞAFAK

Kitabın Adı: İSKENDER
Yazar: Elif ŞAFAK (1971, Salzburg)

Sayfa Sayısı: 443
Yayınevi: Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş,  Doğan Kitap
Basım Yılı: I. Baskı. Ağustos 2011, İstanbul
Çeviri: Omca A. Korugan (Yazarla birlikte)
Türü: Didaktik Roman

Kitap Hakkında: Kitabın kapak fotoğrafı gizem dolu bakışlarıyla, hem doğunun hem de batının izlerini taşıyan bir kadın. Muhtemelen roman kahramanlarından Cemile'ye vurgu yapılıyor. İlk kapak resmi bu değil. Bundan önceki kapak resminde erkeksi kıyafetler içinde romanın baş kahramanı İskender'in kılığına sokmuş kendini yazar. Elif Şafak İngilizce kaleme aldığı kitabına İstanbul'da başlayıp Londra'da tamamlamış. Eser, önce Omca Korugan daha sonra yazarın kendisi tarafından Türkçeye çevrilmiş.

Doğu Anadolu'da başlayan bir yaşam öyküsü konu ediliyor romanda. Fırat'ın kenarındaki bir Kürt köyünden İstanbul'a, oradan da Londra'ya uzanan serüven, yazarın hayal gücü ve kıvrak kalemiyle aktarılıyor okurlara. Diğer kitaplarında olduğu gibi şiirsellik, tasavvuf, kadına şiddet, aşk ve farklı kültürlerden esintilerle yoğrulmuş bir yapıt. Elif Şafak romanlarında rastlanılan sürpriz gelişmeler kitaba sürükleyici bir özellik katıyor. Sayfa sayısı fazla olmayan çok sayıda ara bölümden oluşan romanda geçen olaylar yer ve tarih bilgisi verilerek roman kahramanları ağzından anlatılıyor.

Adem'in ilk görüşte aşık olduğu Cemile yerine ikizi Pembe ile evlenmesiyle başlıyor tesadüfü bol macera. Üç çocukları olur bu evlilikten. İskender, Esma ve Yunus. İstanbul'da bir süre kaldıktan sonra bir yolunu bulup Londra'ya giderler. Ailesini ihmal etmeye ve şiddet uygulamaya başlayan Adem aynı zamanda kendini içkiye vermiş ve kumar oynamaya başlamıştır. Bir müddet sonra evine hiç uğramaz olacaktır. Pembe yalnızlık içinde kıvranırken tesadüfen çoklu etnik kökene sahip Elias ile tanışır ve aralarında bir aşk başlar. Adem de kumarhanede tanıştığı Roxana adında bir kadına kendini kaptırmıştır. Kumarda bütün parasını kaybeden Adem'i bıraktıktan sonra Avusturyalı zengin bir işadamının peşine takılan Roxana soluğu Abu Dabi'de alır. Parasız kalan Adem bir yolunu bulup hem çalışmak hem de Roxana'yı aramak için Abu Dabi'ye gider. Bu arada Pembe ile Elias'ın ilişkisi su yüzüne çıkmıştır. Amcası Tarık'ın tahrik etmesiyle İskender namus uğruna on beş yaşında katil olur. Ama kimin katili? Pembenin tutkuyla sevdiği büyük oğlu İskender hapishane yaşantısında neler yaşıyor, neler öğreniyor?

İskender'in hayalleri, pişmanlıkları hapishanede tuttuğu günlüklere geçer. Londra'da yaşayan Pembe ile Fırat kenarındaki bir köyde yaşayan ikizi Cemile arasında süregelen mektuplaşmalar, sokakta yaşayan insanlar, punkçular romanda kullanılan diğer bazı öğeler. Romanın sonuna doğru olayların sır perdesi su yüzüne çıkarken Elif Şafak yine okuyucuyu ters köşeye yatırıyor.

İskender adlı romanında yazar genel olarak gerçek yaşam kesitleri sunsa da -Abu Dabi'de sevgilisiyle kaldığı çok katlı bir otelin balkonundaki teleskoptan bakan Roxana'nın yıllarca görüşmediği eski sevgilisi Adem'in yaşama veda ediş anına şahitlik etmesi gibi- bazı bölümlerde tesadüf sınırlarını zorlaması rahatsız edici.  

Korkarak sevgilisini evine alan Pembe'nin ruh halini, "Gözlerindeki endişe kadar hakikiydi tebessümü" diyerek kelimelere döken yazar ustalığını konuşturuyor. Türü Didaktik (Öğretici) ancak bana göre çok da öğretici bir roman da değil.       

KARA KIZLARA NAZAR DEĞDİ

27/04/2016 Çarşamba, İzmir
Dün toplanan incirleri soymakla başladık işe. Eşimin hünerli ellerinde reçel olacaklar. İşin zorluğu buncağızları soyarken ele bulaşan beyaz sütü. Süt gibi görünüyor ama çok tahriş edici özelliği var. Eldiven giymeden soymaya kalkılırsa yara içinde bırakıyor elleri. İlk partide benim ellerimde sorun yok. Havaya giriyorum yine, bana bir şey olmaz diye.

Neşe içinde çıktım yola. Gani Usta'nın su deposu inşaatında çalışacak taşeronun bugün gelmeyeceği haberini vermesi bile bozmamıştı neşemi. Yakını mı hastalanmış ne. Doğru mu söylüyorlar, yoksa uyduruyorlar mı o da bilinmez. Artık sonuna yaklaştığımız için kızmıyorum o kadar. Bahçenin içine park eden iki aracın birinden yüksek bir müzik sesi duyuluyor. Davul ve zurna eşliğinde harmandalı zeybeği ortalığı inletiyor. Sanki düğün yeri, garipsiyorum. "Açılışı yaptık." diyorlar, gülerek. Garip bir tedirginlik seziyorum Yakup Usta'da. Hani bir şey söyleyecek ama bir türlü cesaret edemiyor gibi. Kadir'e bakıyorum. Onun ifadesini çözmekse hiç kolay değil. En yakınını kaybetse de, define bulsa da hep o aynı gülen suratını değiştirmeyecek. Garip bir çocuk. 

Genelde bahçe girişinde bıraktığım arabamı içeri sokuyorum bu sefer. Dün aldığımız sıhhi tesisat ve elektrik malzemeleri ile tıka basa yüklüyüm. Ustalar işlerini bırakıp arabanın yükünü binaya taşımaya başlıyor. Hepsi kırılacak malzeme olduğundan dikkat etmelerini söylüyorum.

Malzemeler boşaltıldıktan sonra Elektrikçi Ali'yi arıyorum, yarın Kamil'i göndersin diye. Beklediği bütün malzemelerin geldiğini söylüyorum. Arkasından marangoz Ünal Usta'ya telefon ediyorum, gelip bir an önce eksiklikleri tamamlasın diye.

Akşama kadar tuvalet duvarlarının seramiği bitecek görünüyor. Burada çalışan ustalardan biri seramikleri kastederek "Elimizdekiler yetmeyebilir." diyor. İkinci kata çıkıyorum. Baki Usta, yanına birini almış özenle söveleri  yerleştiriyor. Seçimimle gururlanıyorum. Daha üzerine iki renk boya çekilecek ama boyasız hali bile salona bambaşka hava katmış. Aşağı inip Yakup Usta'yı buluyorum. Gani Usta'ya verilmek üzere ona para bırakıyorum. En sonunda çıkarıyor ağzındaki baklayı. "Tavuklar" diyor. "Tavuklar gitti."

Şaşkın vaziyette soruyorum. "Nereye gitti?"
"Köpekler girmiş bahçeye kümese dalmış, neredeyse tamamını telef etmiş." diyor. Hemen kümesin olduğu yere doğru koşuyorum. Köpeklerin saldırısına uğrayan bir horoz ve on altı tavuktan yedi tane kalmış. Kalan tavukların çoğu da sakatlanmış. Bazıları kırık ayağıyla kapatmış gözlerini can çekişiyor, bazılarının tüyleri yolunmuş hengame sırasında. Eşime nasıl söylerim ben bu haberi? Bir an evvel kümesimiz, tavuklarımız olsun istemişti. Elektrikçiler yolu uzatıp kapıdan dolaşmak yerine elektrik kablosunun bahçe sınır çitinin  altından girip çıkıyorlardı. İşleri bitince çitin altındaki boşluğu kapatmayı ihmal etmişler. Oradan aç bir köpek sürüsü dalmış bahçeye ve olan  olmuş!

Bir şeyi çok istememek lazım. O kadar hoşumuza gitmişti ki kendi tavuğumuzun yumurtasını yemek. Nazara geldik diyeceğim neredeyse. Son yedi yumurtayı alıp koydum arabaya.

Eve döndüğümde önce yumurtaları verdim eşime. O kadar sevindi ki. "Aaa canlarım benim!" diyerek aldı yumurtaları elimden.
"Çok sevinme, üzüleceğin bir haber var." dedim. "Tavukların yok artık." Yüzündeki o mutluluk anında kayboldu. "Nasıl yani?"
Anlattım olayı. Tavukların uğradığı zulüm daha çok acıttı içimizi, onları kaybetmekten ziyade.

Sabahtan başladığımız incir reçeli hazırlığı için yine ona yardım edecektim. Evden içeri girdiğimde ilk iş olarak üzerimi değiştiririm. Tam üzerime ev kıyafetlerini giymiştim ki, telefonum çaldı. Arayan Baki Usta'ydı. On kutu seramik eksik kalmış. Hemen giyindim gerisin geriye. Daha önce aldığım yerden seramikleri yükleyip çıktım yine yaylaya. Aklım hala giden tavuklarda...

Eve döner dönmez Elif Şafak'ın elimde uzun süre oyalanan kitabını bitirdim ilk iş olarak. Eşimin elleri incir soymaktan tahriş olmuştu. Malulen emekli olmuş bu konuda. İş bana kalmış görünüyor. Sabahki seansta bende tahriş emaresi görünmediğinden "Sen bırak, ben yaparım hepsini yavaş yavaş." diyorum. Henüz yarısına gelmeden benim ellerim de yanmaya başlıyor. Havaya girmem yersizmiş. Ellerim mahvoluyor.

27 Nisan 2016 Çarşamba

GIDA ÇARŞISI

26/04/2016 Salı, İzmir
Yine salı ve biz yine salı pazarına gidemedik. Sanki özellikle ayarlıyoruz. Yok aslında böyle bir şey. Sadece çok fazla günümüz kalmadığı için  İzmir'de Gıda Çarşısı adını verdikleri yerdeyiz. Burada gıda dışında inşaatçılar, hırdavatçılar, elektrikçiler, ambalaj imalatçıları ve hemen her cins ürünün toptancıları grup grup toplanmış. Yaylada tuvaletin işleri hızla ilerliyor. Acilen almamız gereken malzemeler var. Bugün beş usta birden çalışmış seramik işinde. Açılış yapacağız yakında dedik ya, acayip motive olmuş ekip. Bir an önce bitirmek için canla başla çalışıyorlar.  

Tire'de lavabo, klozet vs için bazı fiyatlar almıştım. İnşaat malzemelerini temin ettiğim tedarikçimin bana en uygun fiyatları verdiğini düşündüğüm için belki de boşu boşuna olacaktı bu gidişim. Ama öyle olmadı. Gıda çarşısında birkaç yerden fiyat sorduk. Bu çabamız bize en azından yüzde otuz kazandırdı.

Nereye varacak bu işin sonu bilmiyorum artık. İş işi doğuruyor. Tam bitirdim derken yeni bir iş çıkıyor karşıma. Güzel çanak lavabolar aldık tuvalet için. Moda ya şimdi. Bitti mi? Elbette hayır. Lavaboyu alırsam iş tamam diye düşünüyordum önceleri. Lavaboyu aldım, bu sefer onun oturacağı mermeri halletmem lazım. Onunla da olmuyor, ondan da önce mermeri ve lavaboyu taşıyacak profil demir karkası yaptırmam gerekecek. Bütün ürünleri "çalışır" diye kodladıkları şekilde aldık. Yani alınan parçaların dışında herhangi bir aksesuar gerekmeyecek. Anahtar teslimi gibi bir şey. Ama biliyorum ki yine de bir şeyler eksik kalacak. Ama dübeli, ama vidası... Lavaboların üzerine bir de ayna gerekecek. İşte bak yine çıktı bir şey. Yok, ben bu konuyu  yeni bir şeyler çıkmadan kapatsam iyi olacak.

Erken çıktık evden. Yolda elektrik malzemelerini aldığımız yerin temsilcisi Nurten Hanım'ı aradım. Salonun iki sarkıtma avizesi dışında iç ve dış aydınlatma aksesuarlarını getirmişler. Gün içinde  uğrayacağımızı söyledim. Bazı çalışanlar işini severek yapıyor. Nurten Hanım da onlardan biri. Malzeme seçiminde ve diğer konularda bize çok yardımcı olmuştu.

Esnaflık herkesin beceremeyeceği bir meziyet. Yorgunluktan ve kararsızlıktan sinirlerimiz iyice gerilmeye başlamıştı. Sıhhi tesisat malzemelerini almak üzere o satıcı senin bu satıcı benim canhıraş dolaştığımız bir andı. Ne kadar not alsak da, kalitesi ve modelleri değişik ürünlerin farklı fiyatları kelebek olmuş, kafamızın etrafında uçmaya başlamıştı. Bu haldeyken girdik dükkanın birine. İşyeri sahibi olduğu izlenimi veren orta yaşlı bir adam oturduğu masadan kalkmadan bize hoş geldiniz, buyurun gibi birkaç laf etti. Yirmi yaşlarında genç bir kız bizimle özel olarak ilgilendi. Fiyat soruyoruz, kız bize liste fiyatını söylüyor. "Bunun indirimi yok mu?" diye soruyoruz. O da patronuna soruyor. Patronu, "Yüzde yirmi beş" diyor. Kız elindeki hesap makinesini kullanarak yüzde yirmi beş indirimi düştükten sonra yüzde on sekiz KDV ekleyip bize sonucu söylüyor. On çeşit ürün sorduysak, bu sahne aynı şekilde on kez tekrarlandı. Biraz daha indirim yapılmasını istedik. Bütün satıcıların klişe laflarıyla dil dökmeye başladı adam. Yok efendim bütün mağazaların sattığı malları onlar imal etmiş, yok kalitesi şöyleymiş, yok böyleymiş. "O zaman en uygun fiyatı sizin vermeniz lazım bu mantığa göre." dedim. "Madem ki diğerleri sizin ürünlerinizi satıyor, mantıken sizin fiyatınıza inememesi lazım. Neticede onun da bir karı olacak bu işten." Adam Nuh diyor peygamber demiyor. "İyi madem, o zaman biraz dolaşalım olmazsa döner geliriz." dedim. "Yok, onu yapmam öyle." dedi ve devam etti. "Geri döndüğünüzde size bu fiyatlardan vermeyi garanti edemem." Bak sen şu küstahlığa. Tehdit, şantaj her şey var. Bana artık bedava verse malı dönüp bakar mıyım acaba. "Hadi" dedim eşime "Aradığımız yer değil burası."

Sezai Usta aradı, bana whatsapp 'tan salondaki kirişlerin üzerine uygulayacağımız söve motiflerini göndermiş. Bunlar arasında seçtim birini, hiç düşünmeden. Anlamını bildiğim bir motifti bu çünkü. Mekanın isim alternatifleri arasında ağırlık kazanan "Kaystros" yani nehirlerin tanrısı "Küçük Menderes" bu topraklara can veren suyun adı. Seçtiğim motif antik çağlarda "Meander" Menderes Motifi olarak biliniyor. Dönemin önemli yapılarının kapı, pencere ve duvarlarında bu kenar süsü bolca kullanılmış.

Dolaşmaktan artık yorulmuştuk. Site Unlu Mamuller adını taşıyan bir yer vardı Hatay'da. Şiir gibiydi pastaları ve diğer bütün ürünleri. Hiç yemeye niyeti olmayana bile niyet bozdururdu tatlılarının görüntüsü. Gıda Çarşısında bir şubesini bulup oturduk hemen, düşünmeden. Sadece unlu mamul ve tatlı değil, ev yemekleri de veriyormuş burası. Ne yazık ki, Hatay Caddesindeki Site kalitesi yok burada. Hiç beğenmedik. Oradan çıkıp yeniden devam ettik dolaşmaya. Pastacılık malzemesi satan yerler eşimin gözdesi. Her seferinde müze gezer gibi geziyoruz bir şey almasak bile.

En sonunda kararımızı verdik. İkinci girdiğimiz mağazadan almaya karar veriyoruz bütün malzemeleri. Acaba hepsini araba alacak mı?  Önce koltukları yatırıp sıhhi tesisat malzemelerini yükledik. Neredeyse boş yer kalmadı arabada. Sonra elektrikçiye gittik diğer malzemeler için. Koca kolilerin arabaya sığması imkansız göründü gözüme. Büyük kolileri açıp içinden çıkan küçük kolileri arabada kalan boşluklara sıkış tepiş doldurduk.

Ağır gitmek zorundaydık. Her ne kadar ambalajlı olsa da hepsi kırılacak eşyalar nihayetinde. Gıda çarşısında yol tadilatları ve alt yapı çalışmaları sebebiyle asfalt delik deşik. Oradan çıkıp çevre yoluna varıncaya kadar yoğun trafik altında gerildim iyice. Tam mesai bitimi. Burada da Ankara'daki gibi akşam saatlerinde trafik tıkanıyormuş demek!
  

25 Nisan 2016 Pazartesi

DİLEK ÇEŞMESİ - KAYSTROS

25/04/2016 Pazartesi, Tire
Geç çıktım bugün evden. Biraz kitap okudum. Artık bir iki güne kadar yeni bir kitaba başlamalıyım. Elif Şafak gerçekten güzel yazıyor. İfade gücü kuvvetli olduğu kadar hayal gücü de geniş. Romanın kahramanları, yaşanan olaylar hayal ürünü olsa bile hepsi de yaşamış olması muhtemel kişiler ve gerçeğe uygun hikayeler. Okurken keyif alıyorum. Bu kadın nasıl üretir onca olayı hayalinde? Aslında hiç bırakmak gelmiyor elimden kitabı. Lakin yaylada çalışanları denetlemem lazım.

DİLEK ÇEŞMESİ - KAYSTROS
Birkaç gündür ilk durağım kümes oluyor yaylada. Kadir bir de kel horoz koymuş tavukların arasına. Bizim kara kızlar günün yumurtalarını çoktan hazırlamışlar. Suları bitmiş, gidip tamamlıyorum. Yakup Usta havuzun duvarını örmüş, binanın önüne kayrak taşı döşüyor. Baki Usta ve ekibi tuvaletin sıva işlerinden sonra taş evin pencere pervazlarının dolgusuna devam ediyor. Kirişlerin üzerinde rötuş yapılacak bazı yerlere gelecek sıra daha sonra.

Süs havuzu güzel oldu. Havuzun ortasında fıskiye koyacağımız sütunun üzerine oturan tablayı havuzun tarihi dokusunu korumak adına değiştirmedik. Roma'daki Fontana di Trevi (Aşk Çeşmesi) gibi bunu da dilek çeşmesi olarak lanse etmek hiç fena fikir olmasa gerek. Bir zamanlar Roma'da çıkan bir gazetede okumuştum: Aşk Çeşmesinin önündeki havuzda biriken bozuk paraları toplayan bir deliymiş! Bizim halkımız buna bayılır. Mesela havuza para atan kişinin üç vakte kadar dileği gerçekleşiyormuş diye bir söylenti çıkartırsak bu iş tamamdır! Her sabah erkenden Roma'daki deli gibi toplarız paraları...  İyi delilik hani...

Yakup Ustayla birlikte su deposunu yapacak Fevzi Ustayı arıyorum. Kaplan köyündeymiş. Arabasına atlayıp bahçeye geliyor ve çakılın boşaltılmasını istediği yeri Gani Ustaya gösteriyor. Gani daha sonra şehre inip su deposu için gerekli olan çakılı, demiri ve çimentoyu traktörüne yükleyip gün içinde yaylaya getirecek.

Eve akşama doğru döndüm. Blogların arasında dolaşırken, önerilen bir filme takıldım. Eşim içeride misafir ağırlıyor. Bunu fırsat bilip filmi izlemeyi düşündüm. Ancak her gece olduğu gibi dün gece de geç yattığımdan bir anda uyku çöktü üzerime. Yarı uyanık yarı uykulu, seyrederken ilk yarı bitmiş ama filmin tadına varamamıştım. Uykuya yenik düştüğüm anlarda birden silkinip uyanık olduğum son kareyi aramak zorunda kalıyordum. Eşim seslendiğinde bu filmi düzgün kafayla bir kez daha seyretmek konusunda çoktan kararımı vermiştim. İkinci yarının onuncu dakikasıydı ve ben aralıklarla uyuklamaya devam ediyordum. Eşimin misafirleri yaylaya çıkarıp taş evimizi gösterelim teklifi iyi geldi bu yüzden.

Bu yüzden bir saat kadar sonra yeniden düştüm yayla yollarına. Önce misafirlerimize tavuklarımızı gösterdik iftiharla. Taş evin muhteşem manzarası zaten bilinen bir gerçekti ama terasın da bu kadar cazibe merkezi olmasını beklemiyordum.  Tabiatın içine doğru uzatılmış bir tepsiyi andıran teras, etrafı meyve ağaçları ve çiçeklerle bezenmiş yemyeşil bahçeyi görmekte. Burada yapılacak kahvaltının tadına doyum olmayacak. Günün her saatinde farklı bir güzellik yansıtacak.

Yayladan tam çıkarken bir motosiklet sesi duyuyoruz. Kadir, gündüz ondan istediğim koca bir torba erkek incir (iğlek) getirmiş. Geçen sene reçelini çok güzel yapmıştı eşim. Bu yıl da aynısından yapacak.

Yarın Gıda Çarşısına gidip geriye kalan inşaat malzemelerini bağlamak istiyoruz. Sabah elektrikçiye telefon edip apliklerin hazır olup olmadığını soracağım. Eğer imalat bittiyse dönerken apliklerle birlikte alt salonun avizelerini de almak istiyorum. Günler hızla akıp giderken seyahat tarihimiz yaklaşıyor. Nereleri gezmeli nereleri görmeli bir an önce araştırmamız lazım.   

ESKİ DOSTLAR

24/04/2016 Pazar, Tire
TAŞ EVDEN TİRE MANZARASI
Bazı dostluklar vardır karşılıksız, katıksız. Ne geçen yıllar eksiltir değerini ne de menfaatler bozar. Onları görmesen, duymasan bile hep iyi şeyler geçer aklından. Aramazlarsa eğer gönül koymazsın. Her zaman haklı bir nedeni vardır sana göre bu aramamaların. 

Yıllar sonra telefonun çaldığında duyarsın seslerini. Ayrılık yılları aylara, aylar günlere, günler saatlere, saatler dakikalara, dakikalar saniyelere dönüşür yıldırım hızıyla. Sanki hiç ayrılmamışçasına devam eder kaldığı yerden. Hayat mücadelesinde soluklandığın bir an aklına düşerse bazen, sen de onları ararsın. Ne onlar sana, ne sen onlara "Niye aramadın bunca zaman?" diye sorar. 

Fazla değil böyle dostlarımın sayısı. Ancak bir elimin parmakları kadar. Bugün ziyaretime gelen işte onlardan biri. Uzun yıllar geçti birbirimizi görmeyeli. Önce şehirler girdi araya, sonra iş temposu. Aslında hepsi bahane. Aklında olduk birbirimizin, buydu önemli olan.


Kıymetli eşleriyle birlikte Aydın'dan geldiler, bize onur verdiler. Kaplan Çam Restoran'a gittik. Yedik, içtik, bol bol sohbet ettik, yılların özlemini giderdik. Daha sonra yaylaya çıktık birlikte. Bahçemizi, taş evimizi gezdirdik.

Dönüş yolunu uzattık biraz. Kısa şehir turu yapıp döndük evimize, kaldığımız yerden devam ettik sohbetimize. Eski günleri andık, geleceğe dönük hayallerimizden bahsettik. Çocuklarımızın kulaklarını çınlattık, eski dostları andık. Ne iyi yaptılar da geldiler, bizi mutlu ettiler.