KATEGORİLER

23 Kasım 2016 Çarşamba

COUVERT MUSICAL

23/11/2016 Salı, Tire

Bugün güya tatil günümüz. Hayır, yanlış anlamayın, henüz şikayet etmiyorum. Lakin bir gerçeğin altını çizmeden geçmek de olmaz. Tatil deyince ne anlarız? Muhtemel odur ki, herkes farklı şeyler söyleyecekler. Bana göre tatil ayakları uzatıp sevdiğin kitabı okumak, güzel bir film seyretmek ya da dışarıda sevdiğin bir yerde sevdiğin kişilerle birlikte yiyip içmektir. Eğer bunlardan hiç birini yapamamışsan adı tatil de olsa çalışmışsın demektir. Çalışmak da güzel tabii. Ancak nereye kadar. Bunun da bir takvimi olacak elbette.

Dün akşam erken saatte geldik ama geç vakitlerde blogumda yapılan bir yorum iyice yordu beni. Sabaha kadar kendimle hesaplaştım, doğru karara ulaşmak için. Yoruma çook uzun bir cevap yazdım. Ne gerek var bu kadarına deyip sildim. Kısa bir şey yazayım dedim, yine uzadı sakız gibi, onu da sildim. Saate baktım, dört olmuş, sabaha ne kalmış ki. Alelacele iki satır cevap yazdım. Yorumu yapan arkadaş çok değer verdiğim bir insan. Gerçek bir dost. Samimiyetinden zerre şüphem yok. Taş Ev'in yıldızı parlarsa en fazla mutlu olacağına inandığım insanlardan biri. İşte bu yüzden onun düşüncelerini doğru kabul ettim. Gel gelelim o düşünceler benim düşüncelerime uymadı. Beynimin içinde fırtınalar koptu. Dostum halkın içinde, onların nabzını yakinen tutan bir insan. Söyledikleriyle halkın sesine tercüman. Halk her zaman doğrusunu mu bilir? Halk mı bizi yönlendirmeli biz mi halkı yönlendirmeliyiz? Biz kimiz? Kendimizi halkın üstünde mi görürüz? Hedef kitlemiz nedir? Gerçekten ne yapmak istiyoruz? Halkımız hangi konularda fikir birliği yapar, hangi konularda fikirler ayrışır? Sorular, sorular sorular.... Cevapları uzun sorular. Uykuları kaçırtan sorular. Konuya yine döneceğim.

Birkaç saat uykudan sonra kabak çiçeği bulurum ümidiyle pazara çıktım. Meşhur Salı Pazarı. Artık fobi haline geldi park sorunundan dolayı. Arabayı park ettiğim yerle pazar arası fersah fersah uzakta. Taşı babam, taşı torbaları, çuvalları. "Elemanınız yok mu sizin?" deyip acıyan esnafa, "Elemanlar tatilde bugün" diyorum. "Çalışmak iyidir." İyi, güzel de ne zamana kadar bu güç ve kuvveti bulacağım kendimde? Hele işler bir otursun, sadece bu taşıma işi için bile bir adam almam lazım. Pazarın kurulduğu dar sokaklar tam ömür törpüsü. Teyzem seksenine yaklaşmış. Bir elinde baston diğer elinde pazar arabası. Arkasına bakmadan dalgaya tutulmuş tekne gibi bir sağa bir sola yalpalıyor. Arkasındaki iki tekerlekli pazar arabası peşinden insanlara çarpa çarpa, bazen ayaklar üzerinden geçe geçe sürükleniyor. Karşıdan bir pazar arabalı hatun daha geliyor. Sokağın iki yanına dizilmiş tezgahların arası o kadar dar ki kollarını açsan sığmaz. İğne atsan düşmez kalabalığın içinde teyzemle karşıdan gelen hatun kişi bir de tanıdık çıkmazlar mı? "Fatma teyze naaptın gari, pazara mı çıkıp durun?" Trafik kilitlendi işte. Bekle ki sohbet bitsin yollar açılsın. Hele bir de sırtında ağır yük varsa otur ağla. Pazar arabası neyse de, pazarın o dar yollarında bebek arabasıyla dolaşanlara gıcık oluyorum. "Ne yapsın insanlar bebeğini bir yere bırakamamış." diyeceksiniz. Bir komşusuna bırakamaz mı? Ankara pazarlarında neden bebek arabası görmüyordum? Ankaralılar bebeklerini evde mi bırakıyorlar? Ufak yerlerde komşuluk, akrabalık ilişkileri daha gelişmiş değil mi? Yok, alacak bebek arabasını bir buçuk metrelik pazar yolunu berbat edecek. Bir de pazarın laylay lomcuları var. Eline aldığı bir torbayı adımlarına uydurarak durmadan sallar. Adamın (ya da kadının) içi zerzevat dolu çantasına ya da torbasına çarpmamak için sekiz olursun.

Pazar alışverişi saatlerimi aldı. Defalarca uzak arabaya taşıdım aldığım eşyaları. En sonunda aldıklarımı dolaplara yerleştirmek için çıktım yaylaya. Kabak çiçeği kalmamış artık. Yine bol bol ot aldım. Bir kaç kişi aradı telefonla. İki tane rezervasyon teyidi aldım. İkisi de Tire dışından. İzmir'den birileri kahvaltı hakkında bilgi aldı. Önce oğlumla daha sonra kızımla telefonda uzun uzun konuştum.

"İzmir Buraya" adında bir web sitesi görmüştüm. "Nasıl oluyor da kampanya adı altında yüzde elliye varan indirimler yapıyorlar?" diye sordum. Kızım "Onlara hiç bakma." dedi. "O kampanyaların hepsi aldatmaca." "Bir konser bileti almıştım o kampanyaların birinden, oturttukları yerden sahne görünmüyordu." deyip devam etti. "Yine kampanyadan bir restorana gidelim dedik arkadaşlarla, hem porsiyonlar yarıya düşmüş, hem de yemek sonunda getirdikleri tatlı bozulmuştu." Tamam dedim, mesele anlaşıldı. Gece boyu kafama takılan soruları tartıştık kendisiyle. Çok gezen ve değişik yerlerde yemesini seven biri olduğu için onun da düşüncelerini kendi düşüncelerime kattım ve bir karara vardım.

Uykularımı kaçıran meseleye döneyim. Gece boyu internette dolaştım. Evet, doğru, öyle bir alışkanlık oluşmuş ki, hemen hemen bütün restoranlar çay parası almıyor, bu hizmete ikram deniyor. Müşteri bu işi o kadar sahiplenmiş ki ikram ikram olmaktan çıkmış artık hak olmuş. Önce hesap ödeniyor, sonra çay kahve söyleniyor... Bu bir vakıa. Diğer taraftan çayı ikram eden bütün restoranlar kuver adı altında bir ücret alıyor. Bu hiçbir yerde ikram değil. Kuver, sadece ekmek sepeti olduğu gibi metazori kabullenilen içine birkaç zeytin ve kekik, pul biber serpiştirilmiş zeytinyağı tabağı, küçük bir kapta şekil verilmiş tereyağı da olabiliyor. Bir çok yerde alınan bu ücret masadaki peçete, tuzluk vs. için aynı zamanda. Kuver ücreti olarak 2 TL alan da var 25 TL alan da. Ekşi sözlükte bir de "müzikli kuver" tanımını gördüm. O da canlı müzik olunca kuver fiyatı zamlı oluyormuş. Kızım bir balık pişiricisine gitmiş. Aldıkları balık kişi başı 35 TL. Arkadaşı ile meze vs. almışlar, o da kişi başı 20 TL tutmuş. Hesap 55 TL beklenirken 72,5 TL gelmiş. Nedir bu diye sorunca," Kuver efendim kuver" demişler.

Bütün bunları değerlendirince bir karar almam zorunlu oldu. Evet madem ki bu adet bütün ülkeyi sarmış, artık Taş Ev'de yemek sonrası içilen çaydan ücret almayacağım. Bu sadece çay, kahve içenleri, tatlı yiyenleri kapsamıyor tabii. Serpme kahvaltımızda verilen çay zaten sınırsız.

Ancaaak, madem benzer mekanların hepsinde bu kuver olayı var. Bundan böyle ben de yemek yiyenlere kuver ücreti ekleyeceğim hesaba. Çay kahve içenlerle tatlı yiyenlere değil elbette. Ekmek sepeti gidiyorsa bir masaya kişi başı 2 TL kuver alacağım. Daha önce aldığım çay ücreti zaten 2 TL idi. Ha Ali Veli, ha Veli Ali. Restoranların bazılarında % 10-15 garsoniye alınıyor. Buralarda maalesef bahşiş kültürü de yok. Ankara'da en basit pide salonunda % 10 civarında bahşiş bırakmadan masadan kalkınca garson bakışlarıyla söver insana. Sadece bahşiş verilmesin diye masada hesap verilmez buralarda. Masadan kalkıp kasa aramak adeti vardır. Sırf bu yüzden kasa koymadım mekana. Ama yine fayda etmedi arayıp buluyorlar beni. Bir de bu konuyu çözsek. Bahşiş için bir şey demeyeceğim. İkram gibi o da gönül işi. Gerçi ikram hak görülüyorsa bahşiş verilmesi de çalışanların hakkı olarak düşünülebilir ama halkımız nalıncı keseri gibi hep kendine doğru yontar. Lakin aşağı inince er kişi, masalar karışıyor. Kalabalıkta pat diye aşağı inip "Bizim hesap." diyor. Adisyonda masa numarası var ama gelen misafirin numarası yok alnında. "Biz" diyor, "İki köfte, bir pirzola yedik, iki de ayran var" La havle vela kuvvete...  Alışacak mıyım?  Je ne sais pas

21 Kasım 2016 Pazartesi

ÇARŞAF

21/11/2016 Pazartesi, Tire

Yoğun bir pazar günü yerini sakin bir pazartesiye bırakıyor. Geç kalktım. Telefonun sesini duymamışım. Arayan numara yirmi dakika önce mesaj kutuma düşmüş. Numarayı çeviriyorum. Telefondaki hanımefendi "Kapıya kadar geldik, kapalı olunca dönmek zorunda kaldık." diyor. Bir anda kafam karışıyor. Hafta arası öğlen vakti, hafta sonları saat 10.00'da başlıyoruz çalışmaya. Bugün pazartesi olduğuna göre kahvaltı vermiyoruz ve açılış saatine daha iki saatimiz var. Saniyeler içinde kafamı toparlayıp soruyorum telefonun ucundaki hanıma. "Siz kahvaltı için mi gelmiştiniz?" "Evet" diyor, "Tavsiye üzerine geldik, kahvaltı servisinin hafta sonları olduğunu biliyorduk ancak arkadaşımız hergün kahvaltı olduğunu söyledi." "Kusura bakmayın o kadar da yol gelmişsiniz keşke önceden telefon etseydiniz." diyorum. Kapıya geldiğinde aramış zaten kadıncağız ama ben açmamışım telefonu. Daha önce arasaydı duyar mıydım sesini, zannetmiyorum. 

Hüseyin dün getirdiği damızlık horozun yanına üç tane de tavuk koydu. Horozu özene bezene yaptığı kümese, tavukları da bizim eski büyük kümese saldı. Horoz döğüşlerine sokarmış horozlarını. Geçen sene büyük paralar kazanmış. Kırdığı ceviz içlerini avucunun içine koyup uzatıyor horoza. "Çarşaf" koymuş adını. Komik bir isim bir horoz için. Çarşaf Hüseyin'le iyi anlaşıyor.  "Benim hobim de bu." diyor Hüseyin.

Bugünün sakinliğini değerlendirmek gerek. Motorlu testereyi biledikten sonra odun kesme işine girişiyor. Akşama kadar şömine sobaya odun hazırlığıyla uğraşınca muşmulaların toplanması çarşamba gününe kalıyor.

Yaklaşan öğretmenler günü nedeniyle 24 Kasım ve hafta sonu için rezervasyonlar yapılıyor.  Dün misafirlerimizin hepsi mutluydu. Bugün facebook sayfamıza üç adet beş yıldız daha eklendi. Altı beş yıldızımız daha olsa ortalamamız yine dört buçuktan 5.0 olacak. Böylelikle şanssız bir durum nedeniyle verilen üç yıldız tarihe gömülecek.

Hava iyice soğudu. Şömine sobayı yakıyoruz. Aşkın Şef kremalı mantarlı spagetti yapıyor sevdiğimi bildiği için. Domatesli sos yakışmıyor bu yemeğe. Farklı bir lezzet ama ben daha önce yaptıklarımı tercih ederim. Bir ara Hüseyin izin istiyor yarım saatliğine. Döndüğünde yüzü gülüyor. Çarşaf'ın kardeşine alıcı çıkmış Kiraz'dan. Bir horoza bin beş yüz lira verilir mi? Vermişler. Bütün borçlarını kapatmış. Bana paraya ihtiyacım varsa vereceğini söylüyor.

Bu akşam erken kapatıp hep beraber şehre iniyoruz. Yarın tatil günümüz. Pazar alışverişi var yine. Haftalar ne çabuk geçiyor?

BENİ HATIRLADINIZ MI?

20/11/2016 Pazar, Tire

Gecenin bir vaktinde Hüseyin'in bir tanıdığı geldi teşhir buzdolabını tamire. Şans yüzümüze güldü. Motorun üzerindeki bir parçayı değiştirdi ve dolabı çalışır hale getirdi. Bu tür problemlerin cumartesi akşamları ya da pazar günü olması insanı ne kadar çaresiz bırakıyor.

Bir bankanın Ödemiş şubesi bütün personelini toplayıp geldi kahvaltıya. Hava o kadar güzeldi ki şömine soba bile yakılmadı. Oysa misafirlerden bazıları yanlarında kestane bile getirmişler sobanın üzerinde kebap yapmak için.

Bugünkü misafirlerin bir kısmı daha önce gelmiş olanlar. "Beni hatırladınız mı?" diye sıkıştırıyorlar bıyık altından gülümseyerek. İnsanların yüzüne bakmaktan ziyade onların bir şeye ihtiyaçları olup olmadığına baktığım için hatırlayamıyorum. "Bir ip ucu verseniz?" der gibi gözlerimi dikiyorum. Hatta bazıları ile o kadar samimi olmuşuz ki bana adımla hitap ederken sarılıp öpüşüyoruz. Ama ben onları nereden tanıyorum, çıkartamıyorum. Bazen eşim yetişiyor imdadıma. "Nasıl tanımazsın, kaç defa söyledim sana, Mehmet Amca, Aysel Teyzenin kardeşinin dayısının oğlu" Oldum olası giremedim bu muhabbetlere. Eşim bu konuda uzmandan öte. Yan yana yürüyen iki kişi görse, yedi sülalesine dalar onları akrabalık bağıyla birbirine bağlar.

Terasımız güneşi alan en güzel yer ve pek revaçta. Misafirler bahçede çoluk çocuk dolaşıp fotoğraf çekiyorlar. Ağaçların arası yine araç dolu. Akşama doğru aniden hava sıcaklığı düşüyor. Hüseyin sobayı yakma hazırlığında. Bu gecenin konukları da son derece seviyeli. Ters giden bir durum yok.

Özel eğlence tertiplemek için Taş Ev'i kapatmak isteyenler misafirler de var, yılbaşında program yapıp yapmayacağımızı öğrenmek  isteyenler de. Güzel bir günü daha geride bırakıyoruz.

20 Kasım 2016 Pazar

SON "GÜNLER"

19/11/2016 Cumartesi, Tire
Sabahın seher vaktinden itibaren temizlik ve kahvaltıya hazırlık çalışmaları açılış saatimizden az önce bitti. Adnan Şefin özellikle biraz geç gelmesini istedim. Hüseyin erkenden temizliğe başlayıp ilk onun mesaisi bitecek.

Salonda yanan şömine soba soğuğu iyice kırdı. Havaların soğuması mıdır etken yoksa öyle mi denk geldi bilmiyorum. Merak edip geçerken çay içmeye, bilgi almaya gelenlerin dışında pek gelen giden yok erken saatlerde. Bunu fırsat bilip havuzun yakınındaki iki ağaçlardaki muşmulaları topladım. Sonuna doğru Hüseyin yardıma geldi. Taş Ev'in hemen altında büyük bir ağaçtaki muşmulaları topladık sonra. Yere iki büyük yaygı serdi ki meyveler sarmaşıkların arasında kaybolmasın.

Öğleden sonra yine "Güncü" ler var, Evde Yazar'ın ifadesiyle. Eşim dünkü halimi görüp gün sahibinden özellikle rica etti çekirdek getirmemesini. Gün sahibi iyi niyetli, düzgün bir hanımefendi. Ben de tanırım kendisini. Dünyalar iyisi biri. "Hiç çekirdek yenir mi sizin orda?" demiş. Yine yarımşar porsiyon köfte ile perde kapandı. Yok bu böyle olmayacak. Bundan sonra ekiple bu konuyu masaya yatırmam lazım. Pilav üzeri az kuru gibi bir şey oluyor bu. Söz verilen bir gün daha var, bu son olacak. Bundan sonra az porsiyon olmayacak ya da tam porsiyon yirmi lira ise yarım porsiyon on beş lira olacak. Hiç kimse şaşırmasın. Bütün maliyet hesapları porsiyona göre yapılıyor. Hiç bonfile yarım porsiyon istenir mi? Burada isteniyor.

Sevdiğim arkadaşlardan biri arıyor Aydın'dan. Eşiyle birlikte rezervasyon yaptırıyorlar. Onların uğuru mudur bilmem, birden rezervasyonların ardı arkası kesilmiyor. Millet sökün ediyor Taş Ev'e. Aydın'dan gelen misafirimizi karşılıyoruz. İlk kez işten bu denli elimi ayağımı çekiyor kontrolü ekibe bırakıyorum. Adisyonları Adnan tutuyor. Salonun bütün masaları dolmasına rağmen bir aksama olmuyor. Biz eşimle birlikte misafirlerimizin masasında oturup durumu uzaktan takip ediyoruz.

Gecenin ilerleyen saatlerinde kötü haber geliyor. Vitrin soğutucusu arızalandı, soğutmuyor. İçi meze dolu dolabın. Yarın için bir sürü rezervasyon var. Planlar yapıyorum. Dikey tip meşrubat soğutucu dolaplarından birini boşaltıp mezeleri oraya mı koysak? Aşkın Şef'e soruyorum tanıdığı tamirci var mı bu işlerden anlayan. Hüseyin yetişiyor imdada yine. Telefon ediyor bir arkadaşına. Bir saat sonra geliyor alet edevatıyla. Soğutucunun içindeki motor ikinci el diyor. Hayır, biz bu soğutucuyu yeni aldık ve ikinci el almadık hiçbir şeyi. Millet üçkâğıtçı olmuş. Uğraşıp bir şeyler değiştiriyor. Dolap soğutmaya başlıyor. Bir motor alalım yedek ne olur ne olmaz. Hüseyin çoktan gitti, usta dolabı çalıştırabilirse ona bir sürprizim olacak, söz verdim.

18 Kasım 2016 Cuma

"GÜN" LÜK MİSAFİR

18/11/2016 Cuma, Tire

Soğuk ama güneşli bir sonbahar sabahı. Saati sekize kurmuştum dün gece. Bu meslekte ilk kez bir iş görüşmesine gideceğim. Yüz kişiyi aşkın konuk... Taş Ev'in kapasitesinin epey üzerinde. Önemli bir işletmenin, personeline vermek istediği eski yılı uğurlama ve yeni yılı karşılama partisi. Bizi aşar bu sayı deyince dışarıya catering servisi verip vermeyeceğimizi sormuşlardı.

Şefi de yanıma almayı düşündüm. Önce hale uğrayıp boş kasaları bırakıp salatalık ve biber aldım. Bugün küçük pazardan alacağım fazla bir şey yok. Aşkın Şefle buluştuktan sonra sabah ilk işimiz bu ziyaret oldu. Sorumlu Müdire hanım bizimle ilgilendi, yerleri gösterdi. Bu özel yemek için işletme bir salonunu ve servis için bir odayı tahsis edecekmiş. Sıcaklar dışarıya kurulacak bir mangalda pişirilecek. En az üç ayrı yerden fiyat alınacakmış ama en düşük fiyata vermek zorunda değillermiş. Geçen sene dışarıda bir restoranda yapmışlar bu aktiviteyi ama herkes zehirlenmiş. Bu yüzden seçimde bu yıl çok hassaslar.

Pazardan yeşillik alıyorum sadece. Bir köylü kadının tezgahında gördüğüm kabak çiçeğini kaçırmıyorum. Salı günü çok aradığım halde bulamamıştım. Bundan sonra hiç bulamayız artık. Fırından ekmeğimizi alıp koyuluyorum dönüş yoluna. Taş Ev'i karşıdan gördüğüm ilk yerde durup bizim dağların sonbahar resmini çekiyorum. Arabayı yanaştırdığım yerler cam kırıklarıyla dolu. Bir toplumun medenilik ölçüsü kişi başı milli gelir üzerinden değil böyle yerlerden ölçülmeli. Öğlen için hanımların gün yemeği rezervasyonu yapılmış. Bekliyoruz.

Her yerin adeti, görgü ve geleneği farklı elbette. Dışarıdan gelen bizler alışmaya çalışıyoruz. Eşim bu memleketin yerlisi olsa da otuz seneden fazla dışarıda yaşamış. O bile şaşırıyor bazı tuhaf hallere. Bana sorarsanız zıvanadan çıkıyorum bazen. Misafir her zaman haklı olmasa kimse dayanmamı beklemesin karşılaştığım trajikomik durumlara.

"Yok yazma her şeyi, müşteri kaybedersin." diyorlar. Ben Taş Ev'i gerçekten bir ev, ağırladığımız herkesi birer konuk olarak görmeye çalışıyorum. Ama konuğunuz evinize gelip perdelerinize ayakkabılarını silerse hoşunuza gitmez herhalde.

Buraların hanım günleri var. Ankara'da da vardı. Herkes yediğini içtiğini öder, gün sahibi yanında bir pasta veya tatlı getirir ve katılanlar gün sahibine belli bir miktar para öderler. Eskiden evlerde yapılan bu toplantılar ikram masraflarını karşılamak, biraz da ev sahibinin eline toplu para geçmesini sağlamak amacıyla düzenlenirdi. Şimdilerde amaç toplu para elde etmek. Evlerdeki günler çoktan tarihe karıştı. Gün sahibi bir restoran ayarlıyor yanında bir tepsi de tatlı götürüyor. Evler buz gibi tertemiz, bütün pislik orada kalıyor. Aslında fikir harika görünüyor. Bir de madalyonun arka tarafı var elbette.

Çok takipçim olduğunu iyi bilerek paylaşıyorum bütün bunları. Hatta muhatapların kulaklarına gideceklerini bile bile. Restoranın normal misafiri ile "Gün" lük misafir arasındaki farklardan başlayalım mesela:

Normal misafir eşini, çoluk çocuğunu alır genellikle. Ya da iş yemeği olur, arkadaş toplantısı olur. "Gün" lük misafirler her zaman olgun yaşta hanımlardan oluşur. Gençler nadiren katılır bu toplantılara.

Normal misafir porsiyon bölmez. Mezesini, içkisini söyler, sohbetini eder. "Gün" lük misafirlerin çok azı tam porsiyon söyler. Kahir ekseriyet yarım porsiyon söyler ya da hiç söylemez.

Normal misafir yemeğin üstüne tatlı ya da rakısının yanına kavun, peynir söyler.  "Gün" lük misafir dışarıdan getirdikleri tatlının servis edilmesini bekler, tatlının üstüne yine dışarıdan getirdikleri ay çekirdeği çitler, patlamış mısır yer.

Normal misafir restoranda çalan klasik müziği dinler, nadiren Türkçe müzik ile değiştirilmesini ister. "Gün" lük misafir gürültüden müziğin sesini duyamaz. Ne çalındığı çok önemli değildir. Yemekten sonra oyun havası ister.

Normal misafir genel olarak hoş görülüdür. Hata aramaz. "Gün" müşterisi detaycıdır, hata arar. Bazı istisnai durumlarda hata bulduğunu zannedip olay çıkarır. Oysa diğerleri aynı konuda onunla aynı fikirde değildir.

Normal misafir hesabı masada ister ve ödemeyi bir kişi yapar. Yöresel olarak masada değil de kasada ödeme alışkanlığı vardır buraların. Masada ödenirse hesap, bir de bahşiş derdi vardır çünkü. Bahşiş verse bir türlü vermese bir türlü. İki kişi üç yüz lira hesap öder, beş lira bahşiş vermeye eli gitmez. Kasada yapılan ödemede hangi masanın hesabını alacağını şaşırırsın. Çünkü bazı durumlarda bir masadan kalkıp diğerine, oradan kalkıp diğerine oturulmuştur. Hadi buna alıştık diyelim. "Gün" lük misafirler için kasa gider ayağa. Herkes yediği, içtiğinin hesabını öder. Kasada ne kadar bozuk para varsa gider.

Öyle ki biri çıkar mesela "Ben" der, "Çok açım, şekerim var." Pek çoğunun şekeri vardır zaten açlığa dayanamazlar. Aynı kişi der ki, "Ben sadece sahanda yumurta istiyorum, iki tane kırılsın." Devam eder yine bir kez daha. "Bana en önce gelsin ama." Hesaplar alınır. "Benim" der, "Benim, sadece yumurtam var, ne kadar?" Cevap verir bizim şef. "Tereyağında çift yumurta 5 TL.". Hanımefendi çantasından bir on lira uzatır. "Hanımefendi yumurtanın yanında bir kahveniz bir de çayınız var, kahve 4 lira, çay 2lira, toplam 11 lira ödeyeceksiniz" Hanımefendi şaşırır, "Aaa, siz burada kahveye de mi para alıyorsunuz?" Bedava sanmasa kahve değil çay da içmeyecek. Elleri titreyerek uzatıyor garsona parayı. "Başımı sallıyorum, tamam yeter verdiği."

Restoranda çekirdek alışkanlığına bir dur demeli. Sadece bu yüzden cinler tepeme çıkıyor. Restoran burası ya. Ama misafir haklıdır. Misafir daima haklıdır. Misafir daima haklıdır.

YUKARI YAYLANIN HAVUZU

17/11/2016 Perşembe, Tire

Erken kalkıp şehre indim. Saat sabahın on' unda yaylada sıcaklık 3 dereceyi gösteriyor. Şehre inince biraz artacak mı diye takip ediyorum. Şehir merkezi ile yayla arasında en az 3 derece sıcaklık farkı var derler. Aşağıda derece değişmiyor, yine 3. Nedense dünkü kadar üşümüyorum.

Her günkü gibi kasaba uğramak durumundayım. Siparişlerimi söyleyip hale doğru yoluma devam ediyorum. Halden domates ve kapya biber alıyorum. En son Adnan'ı da alıp dönüyorum yaylaya.

Yukarı yaylanın muşmulaları olmuş. Hüseyin ve oğlumla birlikte yeni açtığım dik yoldan çıkıyoruz yukarıya. Büyük havuz ağzına kadar su dolmuş. Üzerinde sararmış yapraklar ve dökülen muşmulalar yüzüyor. Suyun yüzeyine yanındaki ağaçların aksi vurmuş. Geçen yıl fazla işim yoktu, bütün ağaçlardaki muşmulaları bizzat kendim toplamış, gidip halde satmıştım.

Taş Ev'in artık bir web sitesi var. Bugün son düzeltmeleri yaptım. Dünkü neşem yok bugün. Nedeni bilinmez bir gerginlik içindeyim. İnsanoğluna kızıyorum.

İnsanoğlu önce haddini bilmeli. Kim olduğunu, nereden geldiğini, yarınının ne olacağını. İnsanoğlu eline geçen fırsatları değerlendirmeli, sabırlı olmalı, saygılı olmalı, çalışkan olmalı, terbiyeli olmalı, sözüne güvenilmeli. Kendine verilen görevleri savsaklatmamalı, laubali olmamalı, işinin hakkını vermeli. Büyüklerini saymalı, onlardan bir şeyler öğrenmeye bakmalı. Yeni başladığı bir işin üç günde alimi kesilmemeli, kendini bulunmaz Hint kumaşı görmemeli.

Kızıyorum, kalırsam iyi olmayacak. Arabanın sigortası da benim sigortam gibi atmış. Oto elektrikçiye gidiyorum geç vakit. Sigortalar değişiyor, araba  da ben de düzeliyoruz.

Bazen ummadığım kişiler çingene pazarlığı yapıyor benimle. Ekonomik menülerimiz grup menülerimiz var elbette. Ama diyorlar ki kuzu şiş olsun, pirzola olsun, bonfile olsun yanında şu olsun bu da olsun. Ama fiyat üç kuruşu geçmesin. Köfte olsa olmaz mı? Yok olmaz, hem pirzola olsun hem de üç kuruş olsun...

Bazı olgun kişiler çingene pazarlığı yapmıyor. Öğretmenler mesela. Onlar iş adamları gibi değil. Öğretmenler Günü menüsü var facebook sayfamızda diyorum. "Tamam" diyorlar "Bir inceleyelim." Sonra bana dönüyorlar. "Tire şiş köfte yerine ızgara köfte alsak olmaz mı?" "Hay hay" diyorum, "Tabii ki olur." "Yanına iki kişiye bir keşkek almak istiyoruz bir de, o zaman ne olur?" Keşkek porsiyon fiyatımız 10 TL, iki kişiye bir porsiyon alınırsa kişi başı 5TL olur." diyorum. "Peki o zaman biz keşkekli menü alalım." Bu insanlara insan daha cömert davranıyor. Soruyorlar, "Menüde yemek sonrası çay ikramı var, biz çay yerine birer bardak kola veya ayran içsek olur mu?" Hayır demem mümkün mü?

Yarın Kaystros olarak ilk kez bir iş görüşmesine gideceğiz Aşkın Şef ile birlikte. Hem de ilk kez yapacağımız dışarıya bir catering servisini görüşmek üzere. Görüşmeyi yapacağımız hanımefendi arkadaşıyla birlikte bu gece yine konuğumuz oldu. İş konuşmadık. Fon müziğinde değişiklik yaptık, gece boyunca Zeki Müren ve Müzeyyen Senar çaldık. Kalkmalarına yakın değiştirdim müziği. Frank Sinatra çalmaya başladım. Beyefendi çıkarken tatlı bir sitem etti. Niye geç kaldınız bu müziğe geçmekte?

17 Kasım 2016 Perşembe

ADNAN

16/11/2016 Çarşamba, Tire

Soğuk bir güne merhaba diyoruz. Kar soğuğu derdi büyüklerimiz böyle havalara. Defalarca misafir ettiğimiz bir banka şubesine gittim iade-i ziyaret için. "Bir dahaki sefere biz sizi bekleriz." demişlerdi. Dün gidecektim zaman bulabilseydim ama bugüne kalması isabet olmuş. Ziyaretine gittiğim kişi şehir dışında göreve gitmiş çünkü. Çaylarını içip kalktım.

Bugün işe başlayacak garsonumuz Adnan'ı arıyorum ancak telefonu cevap vermiyor. Tam ümidi kestiğim sırada dönüş yapıyor. Gürültüden duymamış telefonun sesini. Onu alıp bir kaç yere uğradıktan sonra yaylaya çıkıyoruz.

Ekibi çağırıp bir toplantı yaptım, herkes görevlerini hatırlattım. Yeni gelen personel de dahil olmak üzere herkesin mesuliyetlerini tanımladım.

Yeni haftanın ilk günü olduğu için mutfakta yeni mezeler hazırlanıyor, etler işleniyor. Kimse gelmeden şömine sobayı yakıyor Hüseyin. Yeni görev tanımına göre sobanın yakılması ve odun hazırlanması onun görevi.

Güzel bir web site hazırlanıyor Taş Ev için. Sadece bir kaç eksiklik kalmış ve bazı yanlışlıklar yapılmış. Mesela çalışma saatleri doğru değil.  Tamamlandığında çok sükse yapacağa benziyor.

Ağırladığımız misafirlerden dönüşler bize şevk veriyor. Bir bankanın Ödemiş şube müdürünü ağırlamıştık iki gün evvel. Bugün aynı şubenin bir personeli arayıp bu pazar kahvaltıya gelmek istediklerini söylüyor, hem de en az yirmi kişi olarak. 24 Kasım Öğretmenler Günü için düzenlenmesi düşünülen bir etkinlikle ilgili İzmir Narlıdere'den bir hanımefendi arıyor. Yirmi, yirmi beş kişilik öğretmen grubu eşleri ile birlikte organizasyon yapmışlar Öğretmenler Günü için. Ünümüz İzmirlere kadar ulaştı demek. Önce Taş Ev'i bir arkadaşı tavsiye etmiş. Sonra facebook sayfamızı incelemiş ve kararlarını vermişler. Kasım ayının 26'sında cumartesi günü kahvaltıya gelecekler.

Öğleden sonra genç bir beyefendi telefon edip yerimizi tarif etmemizi istiyor. İyi şeyler duymuş Taş Ev hakkında. Bu akşam bir arkadaşının doğum günüymüş. Dört kişilik rezervasyon yaptırıyor. Diğer gelenler rezervasyonsuz deniyorlar şanslarını. Bir anda manzaralı masalar doluyor. Adnan Şef garsonluktaki farkını gösteriyor. Hüseyin onun iş tutuşunu görünce bir adım geri çekiliyor. Gelip bana Adnan Şefin servisine hayran kaldığını söylüyor. Tek eksiğimizdi şu servis konusu. Ama sanırım bu kez doğru kişiyi bulduk. Taş Ev Adnan ile birlikte yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor.

Dün gece oğlumun geç saatlerde yüklediği müzikler çalınıyor fonda. Hava soğuk mu soğuk. Şömine sobamız salonu güzel ısıtıyor. Keyifler gıcır.