KATEGORİLER

14 Haziran 2017 Çarşamba

ÖNEMLİ MİSAFİRLERİMİZ

12/06/2017 Pazartesi, Tire

Yarın tatil yapacağımıza göre  haftamızın son çalışma günü bugün. Başkalarının hafta başı ile bizim hafta sonumuzun aynı gün olması hala garip geliyor bana. Dün gece bilgisayarımın isyan eden klavye tuşlarına bir yenisi eklenince şifreyi girememiş, bu yüzden günlüğümden uzak kalmıştım.

Eşim evi toparlamak istediğini ve bana eşlik edemeyeceğini söylüyor. Belli ki bugün önemli misafirlerimiz olduğunu unutmuş. Çok sevdiği Ayşe Ablası, eşi ve ABD'den gelen dostlarını ağırlayacağız. Bu durumu kendisine hatırlatınca mutlaka yukarıda bulunması gerektiğini söylüyor. 

Kasvetli bir hava, gökyüzü karardıkça kararıyor. Çakan şimşekler eşliğinde yağmur yağmaya başlıyor. Eşimi yaylada bırakıp şehre iniyorum. İlk olarak reklamcının yanına uğruyorum. Yön ve bilgilendirme levhasını hazırlamış. Koltukları yatırdığım halde levha arabaya sığmıyor. Yarın, olmazsa en geç çarşamba günü levhayı köy meydanına getireceğine dair yeni bir söz veriyor. Diğer işlerimi tamamlayıp dönüyorum. Yolun üstündeki rüzgar türbinleri Güme Dağının silüetini değiştiriyor. Sisli hava yamaçların matlaşmış yeşilliğini daha fazla koyulaştırıyor. Atıştıran yağmur damlaları altında durup bu anın fotoğrafını çekiyorum.

Selma Hanım mutfakta, kısa süre önce meydana gelen depremin etkisinden kurtulamamış, "Deprem oldu, kötü sallandık." diyor. Eşimin bulunduğu odaya giriyorum. "Evet, geçen seferkinden çok daha şiddetliydi ve daha uzun sürdü." diyor o da. Araba kullandığım için fark etmedim sanırım. Hemen Kandilli Rasathanesinin anlık deprem kayıtlarını gösteren websitesine giriyorum. Evet, depremin büyüklüğünün 6,3, merkez üssünün ise Midilli Adası yakınlarında Ege Denizi olduğu belirtiliyor. Facebook sayfaları deprem haberleriyle dolup taşıyor. "Sallandık." "Allah Korudu." "Geçmiş Olsun."

Çok geçmeden konuklarımız teşrif ediyor. Sıra dışı konuklarımızla özel olarak ilgileniyoruz. Akşam iftar misafirleri rezervasyon yaptırıyorlar. Gündüzün sakinliği misafirlerimize daha fazla zaman ayırmamızı sağlıyor. Birbirinden değerli, hayatlarını dolu dolu yaşamış insanlar. Onlardan biri meslektaşım. İlerlemiş yaşını hiç göstermiyor. ABD'de Beyaz Saray'a komşu bir yerde yaşıyorlarmış yine meslektaşım olan iki kızıyla. Dünyada gezmediği yer oldukça az beyefendinin. Ülke topraklarında da basmadığı yer içmediği su kalmamış neredeyse. Aslen İstanbullu olan eşi hanımefendi ile birlikte gezdikleri onca yerden sonra Tire'yi hiç bir yere değişmeyeceklerini söylüyorlar. Hanımefendi'nin sohbeti beyefendiden aşağı kalmıyor. Mühendis eşi olduğu her halinden belli. Senelerce Rusya'da bulunmuşlar, Beyefendi Van'da DLH kontrol mühendisi olarak başladığı meslek yaşamına İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Aliağa Petkim Tesisleri gibi memleketin güzide projelerinde önemli görevler üstlenerek devam etmiş. Salonun en güzel masasında otururken yağan yağmur ve sisli şehir manzarası eşliğinde içilen çaylar tatlı sohbetimize eşlik ediyor. Uzaklardan gelen konuklarımız Taş Evi ve sunduğumuz yemekleri beğendiklerini söylerken yanlarında getirdikleri şık bir hediye ile bize "Hayırlı Olsun" diyorlar.

Masanın diğer önemli konukları eşimin sevgili Ayşe Ablası ve kıymetli eşleri. Karizmatik bir görünüme sahip olan beyefendi de ülkenin önemli kurumlarından birinde üst düzey yöneticilik yapmış. Çok fazla konuşmuyor ama bakışlarında insanın içini ısıtan bir tavır sergiliyor. Misafirlerimiz en zor günlerinde birbirlerine destek olmuş gerçek dostlar. Kimsenin kimseye güvenemediği bu devirde onların birbirlerine güven veren ilişkileri imrendiriyor insanı.

İftar saatine yakın yolcu ediyoruz saygı değer konuklarımızı. İftar misafirleri aynı anda geliyorlar. Rezervasyon yaptıran iki masa daha var. Top patlar patlamaz çorbalar masada olmalı. Ne erken ne de geç. İftar saati geliyor, çorbalar tam zamanında masalarda yerini alıyor. Rezerve masalar hala boş. Mutlaka ters bir durum olmuştur. Verandada oturan doktorlar grubu eşimin meşhur çorbasıyla bozuyor oruçlarını. Verilen tepki hiç şaşırtıcı değil. "Çorbanız efsane." Soğuklar ve arkasından sıcaklar servis ediliyor. Rezerve edilen masalardan birini kaydettiğim numarasından arıyorum. Telefon çalıyor ama cevap veren yok. Çok geçmeden bir mesaj geliyor. "Şu anda müsait değilim." Gelen grubun Bayındır'da faaliyet gösteren bir şirketin çalışanları olduğunu tahmin ediyoruz, verdikleri kuruluş isminden. Şahıs ismi vermeyen bu dostumuz bana dönüş yapmıyor, ben de bir daha kendilerini aramıyorum. Onlara rezervasyon yaptırdıkları halde gelmeyen, gelemeyeceklerini bildirmeyen kişilere uyguladığım bir mim koyuyorum. Bu durum ikinci kez başımıza geliyor. Bize fazla bir külfet vermiyor açılan servislerin yeniden toplanması ama bu tür insanlar kalitesini ortaya koyuyor bu davranışlarıyla. Neymiş efendim? Misafir her zaman haklıdır.     







12 Haziran 2017 Pazartesi

TATLI HAYDUT

11/06/2017 Pazar, Tire

Güneşli bir gün karşılıyor bizi. Hamaratlığımız üzerimizde. Erkenden çıkıyoruz yaylaya eşimle birlikte. Ekip arkadaşlarımızın henüz gelmediklerini kapalı bahçe kapısından anlıyoruz. İlk işim Venüs'ü özgürlüğüne kavuşturmak. Daha sonra kümese, kara kızların yanına gidiyorum. Elimde sebze ve yemek artıklarını koyduğumuz kova. Hepsi kümesin kapısında kümelenmiş beni bekliyor. Bugün onlar da çok hamarat, hiç fire vermeden hepsi yumurta bırakmış folluklara. Çok geçmeden şefin motor sesi duyuluyor. Telefonunu evde unuttukları için geciktiklerini söylüyor. Ertuğrul Şef ve onun kıymetli eşi kısa zamanda güvenimizi kazanıyorlar. Kullandıkları lisan, asaletlerini ortaya koyuyor. Seviyoruz onları...

Pazar olmasına karşın beklenen hareket olmuyor gün boyunca. Bu durum şaşırtıcı. Dostumuzun (!) yerinden söküp kendi pankartını astırdığı levhamızın olmayışı mı buna sebep? Herkes köy içinde bir yönlendirme levhamızın bulunmamasından şikayetçi. Reklamcı perşembe gününden beri söz verdiği halde levhayı yerine dikmedi. Bu durgunluk sadece biz de mi merak ediyoruz. Kışın, yağmurun yolları darmadağın ettiği günlerde bile böylesine durgunluk yaşamamıştık. "Şef ben motorla bir köyü dolaşayım." diyor. Aşağıdaki restoranlar insan kaynıyor olmalı. Kısa süre sonra dönüyor şefimiz. "Köyde tek araba var o da köylü kadının birinden erik alıyor, restoranlar bomboş." diyor. İnanmakta zorluk çekiyoruz. "İnanmıyorsanız birlikte inelim." diyor. Okulların tatile girmesi sebebiyle insanlar uzak yerleri tercih etmiş olabilirler diye yorum yapıyor şef. 

Havuz başındaki masamıza kuruluyoruz. Ustamızın elinden çıkan nefis yemekleri ağaçların arasında keyifle yiyoruz. Başka ne isteriz ki Allah'tan.

Destek elemanı Ali, ehliyet sınavını vermiş, arıyor. Bayrak direğinin olduğu yerde beklediğini söylüyor. Aşağı, onu almaya giderken hareketin başladığını, köy yollarında araç trafiğinin arttığını görüyorum. Ali'nin gelmesiyle birlikte birden yoğunlaşıyoruz. Bir anda bahçe birbiri ardına gelen arabalarla doluyor. Gelen misafirlere doktorların yaptığı gibi randevu veresim geliyor. Hepsi aynı anda gelmesin, teker teker gelsinler diye. Ali mi şans getiren?

Hem veranda hem salon hem de terastaki masalara aynı anda hizmet veriyoruz. Ali'yi getirmem isabet olmuş. İftara yakın Torbalı'dan daimi misafirlerimiz geliyor. Hemen siparişleri alıyoruz. İftar saatine baktığımız yok o hengamede. Bazen insanın yüzüne gülüyor şans. Çorbalar servis edilir edilmez top patllıyor sanki ayarlamışız gibi. 

Misafirlerimizi karşılarken onlara sataşmasın diye Venüs'ü kulübesine kapatıyoruz. Çıkan et ve kemik artıkları Fifi'ye gidiyor bu arada. Selma Hanım "Venüs kulübesinde ağlıyor." diyor. İçim burkuluyor. Hemen gidip kapısını açıyorum. Doğrudan yemek kabına koşuyor obur. Misafirlerimizden bir hanımefendinin köpeğe karşı allerjisi varmış. Bizim Venüs de gider bulur öylelerini. Kapının eşiğinde şirinlik yapmaya çalışıyor. Hanımefendi çantasıyla kendini korumaya çalışıyor. Ancak bizim haylaz çantayı yiyecek sanıp yalamaya çalışıyor. Hanımefendi çığlık çığlığa. Ali'ye sesleniyorum, "Götür şu yaramazı kulübesine." 

Gündüz vaktinin durgunluğunu eşimle birlikye Taş Ev'in hemen altındaki ağaçtan erik toplayarak değerlenmdirmiştik. Kocaman olmuş eriklerden kırk elli kilo kadar topluyoruz. Dallar alçak, yerlere kadar eğilmiş aldığı yükten. Kapının yanında sergilediğimiz erikleri satınca pek bir hoşumuza gidiyor. Bazı misafirlerimiz kara kızların yumurtalarından da satın alıyorlar. 

Durgun başlayan günümüz tatlı bir telaş içinde sona eriyor. 


KAHVALTI

10/06/2017 Cumartesi, Tire

Ramazan süresince kahvaltı servislerine ara vermiştik. Arayanlar, rezervasyon yaptırmak isteyenler oluyor ama özür dileyerek geri çeviriyoruz. Bu sayede hafta sonları biraz daha rahatladık. Öğlen vakti eşimle yaylaya giderken telefonum çalıyor. Arayan misafirden ziyade artık bir dost kabul ettiğimiz Burcu Hanım. "Üç kişi kahvaltıya geliyoruz." diyor. Kıramıyoruz. Eşim hemen işe koyuluyor. 

Masalar yukarıda dağınık vaziyette. Koşup salonu düzene sokmaya koyuluyorum. Az sonra konuklarımız geliyor. Onları verandada ağırlayabileceğimizi söylüyorum ancak hafiften esen rüzgar küçük çocuklarını rahatsız ediyor. Eşim "Burcu Hanımlar yabancı değil, yukarıda bir masa hazırlayıver." diyor. 

Öğleden sonra gelen misafirlerimiz kiraz ağacının altındaki masada oturmayı tercih ediyorlar. Beyefendi hava kuvvetlerinden emekli bir asker. Eşi İstanbullu bir hanımefendi. İstanbul'a yerleşmişler ama senenin üç dört ayını memleketi olan Tire'deki evlerinde geçiriyorlarmış. Taş Ev'i gezdiriyorum. Çok beğeniyorlar. Eşimle tanışıyorlar, ortak pek çok tanıdıkları çıkıyor. Beyefendi Girit, hanımefendi ise Selanik kökenli olunca daha bir kaynaşıyoruz. 

Dünkü yoğunluğun ardından sakin sayılabilecek bir hafta sonunu Allah'ın bir lütfu olarak değerlendiriyorum. Geceleri öksürük nöbetlerimin ardı arkası kesilmiyor. Ertuğrul Şef bana özel bir karışım hazırlıyor. Pekmezi ısıtıp içine karabiber basıyor. Normal olarak sıcak içilmesi gereken bu nesne misafirlerle ilgilendiğim için soğuyor. Buna rağmen boğazımda bir rahatlama hissediyorum. Akşamın iftar misafirlerini ağırladıktan sonra vakitlice evlerimizin yolunu tutuyoruz. 

11 Haziran 2017 Pazar

UĞUR BÖCEKLERİ

09/06/2017 Cuma, Tire

Bazı şeyler yokluklarında değer kazanır. Onlar varken kıymetini bilmeyiz. Belki de sahip olduğumuz her şey öyledir kim bilir? Benim derdim "z" harfi ve "." işareti ile bu aralar. Evdeki bilgisayarımın klavyesinde bu iki karakter tuşları sözümü dinlemiyor. Ne kadar büyük eziyetmiş kopyala yapıştır yaparak bu harfleri kullanmak. Ama yine de yazma aşkım her türlü engeli aşacak kadar büyük.

Evet, bugün özel bir organizasyon sebebiyle misafir kabul edemiyoruz. Uğur Böcilerini ve velilerini ağırlıyacağız akşam iftar yemeğinde. Hazırlıklar gün boyu devam ediyor. Serviste ihtiyacımız olacak destek elemanları sözlerini tutmuyorlar. Bu tür olaylar şaşırtmıyor artık beni. Şefimiz hep birlikte üstesinden geliriz diyerek sakinleştiriyor. Fiks menü olunca işler kolaylaşıyor zaten. Kalabalık grup ağırlamalarında sürprizlere hazırlıklı olmamız gerektiğini de biliyoruz aslında. Sibel Hanımefendi erken gelip salonu süsleyeceklerini söylüyor.

Alışveriş bittikten sonra salonu düzenliyoruz. Yetişkinler bir tarafta, çocuklar bir tarafta olacak, ortada boş yer bırakılacak karne töreni için böcilere. Salonun taşıyabileceği maksimum kişi sayısına göre güzel bir düzen oluşuyor. Cephe boyunca masa sayısı yetmeyince L düzeninde yerleştirilen masaların arasında terasa geçebilecek kadar bir boşluk kalıyor. Mutfakta hazırlıklar tamamlanmak üzere.

Avluda havuz başındaki masamıza kuruluyoruz. Mükemmel bir sofra donatıyor şefimiz. Eşimin hazırladığı muhteşem bir barbunya fasulyesini şefimiz güzel bir salata ile tamamlıyor. Selma Hanım boş durur mu? O da nefis bir pazı sarma hazırlıyor ki parmaklarımızı yiyoruz.

İlk misafirler gelmeye başlıyor. Taş Ev'i mutlu çocuk sesleri sarmalıyor. Masalar iftarlıklar, soğuk atıştırmalıklar ve salatalarla bezenmiş durumda. Ekip olarak uyumlu çalışıyoruz. Merdivenin karşı köşesi çorba servisi için hazır. Çorba kaseleri ve gerekli olması halinde kullanılacak fazladan tabak, çatal, bıçak ve kaşıklar düzenli bir şekilde servis masasına taşınmış, su sürahileri yerlerine konulmuş.

İftar saatine beş dakika kala çorba servisi başlıyor. Hanımefendi güler yüzlü ve sakin tavırlarıyla bizi rahatlatırken eşi beyefendi biraz gergin görünüyor. Konukların tamamına yakını yerlerini almış durumda. İlk aksiliği yaşıyoruz. Yetişkinler için ayrılan masalara bazı veliler çocuklarını oturtuyorlar. Bazı veliler ise arada boş sandalye bırakıp oturuyorlar. Kişi sayısına göre servis açıldığı için bu durum bizi ters köşeye yatırıyor. Dolayısıyla anaokulu sahibesi hanımefendinin de bulunduğu dört beş kişilik bir misafir grubu için ilave masa koymak, yeni servis açmak gerekiyor. Beyefendi ilave masanın taşınması ve yeni düzenleme için bizlere yardımcı oluyor. Şüphesiz, hanımefendinin olgun tavırları sayesinde bu kriz kolaylıkla aşılıyor.


Çorba servisinden sonra boşlar alınırken sıcak servisi başlıyor. Bu arada meşrubat ve ayran servisi yapılıyor. Masalara karışık bşr şekilde konulan fanta, sprite ve kola tercihleri değiştirilmek istenince hemen bu istekler yerine getiriliyor. Ekip olağan üstü bir performans gösteriyor. İşler tıkır tıkır ilerliyor. Velilerden iki çocuğunu da yanına alan bir hanımefendi yediklerini çok beğeniyor olmalı ki tabaklarında son lokma kalana dek boşları almama müsaade etmiyor. Tatlı servisi başlayacak diyorum, "Hayır, kalsın, devam ediyoruz biz." diyor.

Eşimin meşhur çorbasının yanı sıra yemekler beğeni topluyor. Sıra tatlılara gelince bir kısım misafirler sigara içmek üzere avluya çıkıyor. Kadehlerde ikram ettiğimiz kestane toplu sakızlı dondurma geceye damgasını vuruyor. Avluya, salona devamlı servis yapılıyor. Bazı misafirlerimizin çok hoşlarına gitmiş olmalı ki ikincisini istiyorlar. Kilolarca dondurma tüketiyoruz.

Özel Uğur Böceği Anaokulu öğretmenlerinden genç bir hanımi veli ve öğrencilere hitaben güzel bir konuşma yapıyor. Karneler törenle böcilere dağıtılıyor. Herkes geçirdiği bu özel geceden memnun görünüyor. Teker teker hesaplar ödeniyor. Bu esnada veliler teşekkür ederken memnuniyetlerini belirtiyorlar.

Anaokulunun sahibi hanımefendi ve eşi beyefendi ile birlikte son misafirleri ağırladıktan sonra avluda oturup gecenin kritiğini yapıyoruz. Onlar da her şeyin çok güzel olduğunu söylüyorlar. Beyefendi eleman konusunda yönlendirme yapabileceğini söylüyor. Biz genç girişimci bu aileyi samimi buluyoruz, seviyoruz. Onların bizi tercih etmelerinden dolayı velilerine karşı mahcup olmadıklarından, bilakis övgü almalarından dolayı mutlu oluyoruz.

Beyefendi ve hanımefendiyi uğurladıktan sonra elbirliği ile ortalığı derleyip toparlıyoruz. Yorucu ama bir o kadar güzel bir organizasyonun başarıyla üstesinden geldiğimiz için kendimizle gurur duyuyoruz. 

10 Haziran 2017 Cumartesi

TATLI YİYELİM

08/06/2017 Perşembe, Tire

Gittikçe daha çok seviyorum bu işi. Her şeyden önce eşimle birlikteyim. Bu birliktelikte yeni ekibimizin payı büyük. İş yerinde huzursuzluk olunca mücadeleye yalnız devam etmek zorunda kaldım bir müddet. Artık güle oynaya birlikte çıkıyoruz yaylaya. Sabah alışverişinden sonra bahçeye varıyoruz. Hava kapalı, yağmur ha yağdı ha yağacak. Rüzgar bulutları bir o yana bir bu yana savuruyor.

Yumurtaları folluktan toplama zevki eşime ait. Fakat bu kez mutfaktaki işini bırakamıyor, ben gidiyorum. Halde komisyoncuya verdiğim kirazlar için ödenen fiyatı duyunca kızmaya başlıyor. "Niye verdin, ben onları reçel yapardım." Ağaçlarda toplanacak kiraz var daha diyorum. Hemen ağaçların yanına koşuyor. "Merdiveni getir."

Kuşlar yemeye başlamış bir kısmını. Bugün ne toplasak kâr. Hemen işe koyuluyoruz. Yağmur başlamak üzere. Tanelerin her biri irileştikçe irileşmiş, renkleri siyaha yakın bir hal almış olmasına rağmen kütür kütür. Selma Hanım da katılıyor bize. Kısa zamanda iki üç kova topluyoruz. İşimiz bittikten sonra yağmur atıştırmaya başlıyor.

Yağmur ancak toprağı ıslatmaya yetiyor. Havuz başındaki masamıza kuruluyoruz ekip arkadaşlarımızla birlikte. Şefimiz çok sevdiğim mantarlı makarna hazırlamış. Afiyet ve neşe içinde yiyoruz birlikte.

Yarın için büyük bir organizyon var. Dün özel bir anaokuldan aramışlar, bugün Taş Ev'i görmeye geleceklerini söylemişlerdi. Bir sınıflarına karne töreni ile birlikte çocuklara ve velilerine iftar yemeği vermek istiyorlarmış. Gecikince telefon ediyorum. "Yoldayız, beş dakika sonra yanınızdayız." diyor özel anaokulunun sahibesi hanımefendi. Fifi'nin havlamasıyla birlikte bahçede üç kişinin yaklaşmakta olduğunu fark ediyorum. Yolumuzdan şikayet ediyorlar. İlk gelen misafirlerimizin olağan tepkisi bu. Güzelliklere ulaşmanın bir bedeli olduğunu söylüyorum. Taş Ev'i geziyoruz birlikte. Misafirlerin sayısı salonu dolduruyor. Yarına başka misafir kabul etmeyeceğimi söyleyince hanımefendi teşekkür ediyor. Menü ve net kişi sayısı üzerinde anlaşıyoruz.

Çalıştığımız bankalardan birinin personeli arıyor. "Yurt dışından misafir gelmiş, sizin orayı tavsiye ettim." diyor. Teşekkür ediyorum. Akşam misafirleri gelmeye başlarken en güzel masalardan birini yabancı konuklarımız için hazırlıyorum.

Ödemişte iş makineleri imalatı yapan bir firmanın Avusturya'dan gelen müşterileriymiş konuklarımız. Vitrinden soğukları seçiyoruz. Girit ve Yunan mezeleri ilgilerini çekiyor. Çok sayıda meze tabağı sipariş ediyorlar. Salonda yerlerini gösterdikten sonra servislerini açarken Taş Ev hakkında bilgi veriyorum. Onların anladığı lisandan konuşmam hoşlarına gidiyor. Menüleri dağıtırken İngilizce menümüzün olmadığı düşüyor aklıma. Yabancı konuklarımızdan özür dilerken bir an önce İngilizce menü hazırlamam gerektiğini düşünüyorum. Ramazan dolayısıyla alkollü içki almak konusunda tereddüt ettikleri anlaşılıyor. Onları getiren beyefendiler rahat olmalarını söyleyince birer bira söylüyorlar. Viyana'dan, Salzburg'tan konuşuyoruz. Salzburg'un en güzel şehirlerden biri olduğundan bahsediyorum. Onların bulundukları yer de Salzburg yakınlarındaymış. Mezelere bayılıyorlar, tabaklar tertemiz geliyor. Sıcakların arkasından sıra tatlılara geliyor. Kestaneli dondurma, dondurmalı irmik helvası ve trileçe sipariş ediyorlar. Tatlı tabakları da boş geliyor. Ödemişten gelen konuklarımız ve onların yabancı misafirleri son derece memnun bir şekilde ayrılırken yeniden geleceklerini söylüyorlar. Biz de mutlu oluyoruz bu durumdan.  

8 Haziran 2017 Perşembe

VİŞNE GÜNÜ

07/06/2017 Çarşamba, Tire

Havalar iyice ısındı artık. Bugün geç çıktık yaylaya. Bu rahatlığımız biraz da güvene dayalı. Allah nazardan saklasın. Huzur içinde böyle bir yaşam çok daha güzel. Her şey yolunda. Eşim kiraz toplamamı istiyor. Dün halde yok pahasına sattığım kirazlardan sonra gözüm ne kiraz ne de erik görmek istiyor. "Tamam, satmayacağız, reçel yapacağım." dese de ben inat ediyorum. "Hayır vişne toplayacağım, sen vişneden yaparsın reçelini."

Tam işe başlayacakken bir baba kız geliyor. Verandaya alıyoruz. Servisi yaptıktan sonra elime bir kova alıp vişne ağaçlarına gidiyorum. Dört kilo kadar vişne topluyorum. Hava oldukça sıcak. Yayla bunaltmasa da şehirde yaşamak daha zor artık. Sakin bir gün yaşıyoruz. Öğleden sonra menümüzün ağır toplarından biri olan mantarlı bonfile sote yapmasını istiyorum şefimizden. Son zamanlarda benim ne tavsiye edeceğimi soran çok oluyor. Ben yeni şefimizin elinden yemediğim bonfile sotenin tadına bakmak istiyorum bu sefer. Ekibimizle birlikte havuz başındaki masaya kuruluyoruz. Gerçekten de muhteşem bir yemek bu. Şefimizi tebrik ediyorum. Bundan böyle gururla önereceğim mantarlı bonfile sote. Etler yumuşacık, biber ve mantarlarla birlikte kullandığı baharatlar müthiş uyum sağlamış. Venüs yanımızda türlü maskaralıklar yapıp hakkını istiyor. Ekmeği yemeğin yağına batırıp veriyorum. Bir lokma daha alsın diye talimat vermeden önümüzde oturuyor, yatıyor, patisini uzatıyor. Fifi kenarda sırasını bekliyor.

Uzaklardan bir telefon geliyor. Son çalıştığım şirketin büyük patronu arayan. Hal, hatır soruyor. Uzun bir aradan sonra araması sevindiriyor. "Nasıl memnun musun hayatından?" diye soruyor. Hani zor bu işler yeniden mühendisliğe döneceğim desem çağıracak sanki. "Gayet memnunum." diyorum. 

Önce oğlumla, daha sonra kızımla telefon görüşmeleri yapıyorum. Genellikle, "Misafir geldi.", "Misafir hesap istiyor." deyip kesmek zorunda olduğum konuşmalar bugün için geçerli değil. Doyasıya konuşuyoruz.

Türkiye gündemini uzaktan takip ediyorum. Zeytinlikler imara açılacakmış, Katar'la birçok ülke diplomatik ilişkilerini kesmiş. Bizim cumhurbaşkanı teröre destek veren Katar'a asker gönderiyormuş. İran "Bölgemizde önemli gelişmeler oluyor." demiş. Gerçekten de kara bulutlar görüyorum yurdumun üzerinde. Çaresiz bir sessizlik içinde uzaktan seyrediyorum olup biteni. Gözlerimizi, kulaklarımızı kapatıyoruz. Ama şu Songül yarbaya içim yanmadı desem yalan olur. 

7 Haziran 2017 Çarşamba

ESKİ ÇILGINLIKLARIMIZ ANISINA

06/06/2017 Salı, Akyaka


Bugün yoğun bir program beni bekliyor. Hem büyük pazardan büyük alışverişler, hem yayladaki dostlarımızın bakımı yapılacak, hem de iş güç nedeniyle uzun zamandır ihmal ettiğim sevgili eşime bir sürpriz planlıyorum.

Sabahın erken saatinde Ertuğrul Şef arayıp halde beklediğini söylüyor. Arabanın içi erik ve kiraz kasalarıyla dolu. Öncelikle onları halde satarak bagajı boşaltmam lazım. Halin kapısında karşılıyor beni şef güleç yüzüyle. Her zaman alışveriş ettiğim manav hemen bagaj kapağını açıyor. "Bize mi getirdin?" diyerek. "Hayır, diyorum bu sahipli." yan tarafındaki komşusuna doğru yürüyorum. Eriklere bakıyor. İçinde olgunlaşması nedeniyle çatlamış bir kaç tane eriği bahane ederek söylediği fiyattan cayıyor. Verdiği fiyat ise komik. "Tamam, anlaşıldı." diyorum, bagaj kapısını kapatırken. Çöpe döksem daha iyiymiş. "Tamam" diyor başka bir alıcı, "Elli kuruş daha fazla vereyim." diyor. Pazar alışverişi için arabanın boşalması şart. Çaresiz kabul ediyorum. Kirazları da indirip komisyona bırakıyorum. Eşimi arıyor, durumu anlatıyorum. "Keşke vermeseydin." diyor. Ama ben çaresizim, nerede muhafaza edeceğim onca meyveyi?


Pazara gidiyorum. İlk olarak erik ve kiraz fiyatlarına bakıyorum. Aynı ayardaki kirazlar 8-10 TL, Erikler ise 6-8 TL. Ben ise erikleri 2 TL vermek zorunda kaldığıma yanıyorum.

Erken çıkmamın avantajından dolayı park yeri bulacağımı tahmin ediyorum. Domates fiyatını halde pahalı görüp almadım. Pazardan domates alacağım için kapalı oto parkta yer bulduğuma seviniyorum. Bir sürü alınacak şey var listemde. Taşıyabileceğim kadar yüklenerek defalarca taşıyorum arabaya. Son olarak kasap alışverişini yapıp yaylaya çıkıyorum. Eşim kuaförde saçlarını yaptırmakla meşgul.

Özel bir ana okulundan arıyorlar ben yukarıdayken. Bir sınıflarına velileriyle birlikte iftar yemeği vermek istediklerini söylüyor telefondaki beyefendi cuma gününe. Bir telefon daha geliyor. "Maalesef salı günleri kapalıyız." Bahçeye varır varmaz ilk işim Venüs'ü kulübesinden çıkarmak. Dünden beri yeni alışkanlığı patileriyle su kabını boşaltmak. Bunu yapınca içecek suyu kalmıyor. Henüz çevreyi tanımadığı için akşamları giderken kulübesine kilitlemek zorunda kalıyoruz.

Sırada kara kızlar var. Beni görünce bir bağrış, bir çağrış kümesin kapısının önüne yığılıyorlar. Kümesin kapısını açıyor, onlara Selma Hanım'ın ayırdığı yeşillikleri veriyorum. İki folluk ve yem kovası yumurta dolu. Özenle yanımda getirdiğim plastik kovaya dolduruyorum onları.

Fifi dostça ve zarif bir şekilde etrafımda dolaşıyor. Venüs ona biraz dalaştıktan sonra su kovalarının yanına gidip oynamaya başlıyor. Yine gidip iki patisini ve kafasını su dolu kovanın içine sokup pata pata suyu çalkalıyor. Bundan çok zevk aldığı belli. Ona bir havuz almak lazım yaz günleri için.

Tavukların yemi kalmamış, gidip yemlerini dolduruyorum. Ellerimi yıkadıktan sonra aldığım malzemeleri dolaplara boşaltmaya devam ediyorum. Venüs geldikten sonra günde elli sefer yıkanıyor bu eller. Eşim arıyor, "Nerede kaldın?" Venüs'le uğraştığımı söylüyorum. Kovasına mamasını koyuyorum. Bir pati vuruyor, kova bir yana mamalar bir yana. Fifi sakince suyunu içiyor. Bunu görür görmez Venüs gidiyor yanına, ona bir omuz vuruyor onca su kabı olmasına rağmen gidiyor Fifi'nin içtiği kovadan su içiyor. Fenalık olsun işte. Kime benzedi ki bu bilemiyorum? Zavallı Fifi kaderine razı bir şekilde çekiliyor bir köşeye...

Tavukları kümeste topluyor, kapısını kapatıyorum. Venüs'ü de kapatma zamanı geldi. Suyunu tamamlıyor kulübesine sokuyorum. Eve varışım saat üç. Hemen çıkıyoruz evden. "Nereye gidiyoruz?" diye soruyor eşim. "Bilmiyorum." diyorum eskiden olduğu gibi. Her zaman böyle yapardık biz. Saatin kaç olduğuna aldırmadan çıkardık yollara. Çoğu zaman milletin dönüş saatine denk gelirdi bizim gidişimiz. Böyle olunca rahat olurdu seyahatimiz. Bizim yön bomboş. Karşı yön yani dönenler kuyruk. Bir bakmışsın Akçakoca yollarındayız, bir bakmışsın Amasra. Gideceğimiz yere vardığımız saatler gün batımı saatleri olurdu genelde. Eşim, "Kuşadası olmasın ama (!)" "Yok, Kuşadası'na gitmiyoruz, sürpriz bir yere götüreceğim seni."

Kızım arıyor. Eşim konuşuyor dakikalarca. Merak edince söylüyorum Akyaka'ya balık yemeğe gittiğimizi. Eskiden sıklıkla DSİ li misafirlerimizi ağırladığımız güzel bir restoran vardı. "Halil'in Yeri."

Selçuk Belevi yolundan çıkıp otoyola giriyoruz. Aydın üzerinden Çine ve Yatağan. Aydın ve Çine yolları ne kadar çok değişmiş. Aydın'a yakışan kocaman bir otobüs terminali yapılmış. Yirmi sene sonra köy irisi durumundaki Aydın artık şehir görüntüsü veriyor. Çine yollarında bir Zekeriya Öz bir de Köfteci Tahsin geliyor aklıma. Zekeriya Öz burada Cumhuriyet Savcısı iken benzinciye para ödememiş ve güzel bir kötek yemiş diye anlatırlardı. Çine'den çıkıp Yatağan yolunda ilerliyorum. Bu yol Çine Barajı altında kalan yolun yerine yapılmıştı. Yani biz yapmıştık. İnsanın kendi yaptığı yolda seneler sonra seyahat etmesi heyecanlandırıyor insanı. Hemen arkasından Seyir Tepesini arıyor gözlerim. Hemen yönümüzü çeviriyor, Seyir Tepesinde mola veriyoruz. Çine Barajı, masmavi gölü ile muhteşem görünüyor. Yaklaşık yirmi sene iç içe olduğum her taşının altında ayrı bir hatıramın gizlendiği baraj bu. Yasin beyle geri geri gidip yoldaki çatlakları takip ederken aşağı uçmamıza ramak kaldığından mı bahsedeyim, Silt Kapanına Ulaşım Tünelinde meydana gelen bir göçükle ilgili  acilen yapılması gereken bir iş için işçilerle birlikte bayram gününde çalışmamdan mı? Küçük, salaş bir kafe açmış birileri Seyir Tepesine.

Yolumuza devam ediyoruz. Yatağan'dan Gökova istikametine dönüyoruz. Akyaka Bodrum ve Datça yarımadalarının tam kesiştiği noktada. Gökova körfezinde şirin bir belde burası. Önce Akyaka'da kısa bir tur atıyoruz. Hafta arası olmasına rağmen oldukça hareketli görünüyor. Halil'in Yeri'ni bulmakta zorlanıyorum. Restorana girince şaşırıyorum. Evet, burası eskiden sık sık geldiğimiz yer. Cam çerçeveler kaldırılmış, Azmak Çayı restoranın aralarından akıyor. Ne var ki gece camekanın arkasında bir akvaryum gibi manzarayı seyretmek daha hoş geliyormuş gözüme. Bu halini yadırgıyorum biraz. Sanki, yok sanki değil, gerçekten de daha salaş bir havaya bürünmüş. Fiyatlar bizim fiyatlarımızdan % 20 - 30 fazla. Mezeler bizim mezeler kadar iyi değil. Balık güzel olan tek şey. Yine de Azmak Nehri içinde bembeyaz ördekleri seyrederken yemek yemek güzeldi.


Saat 21.00 gibi kalkıyoruz restorandan. Eşim bir an önce eve dönmek istediğini söylüyor. Eee, az yol değil kısa sürede yaptığımız. Süratimi biraz arttırıyorum. Gece radarlarının daha az olduğunu düşünüyorum. Nerede radar var nerede yok üç aşağı beş yukarı biliyorum zaten. Yine de tuzak kuracak yeni yerler bulmuş olabilirler.

Belevi yoluna girince önümde dev bir çekici beliriyor. Işıkları yanmıyor. Radar tuzağı kurmak yerine bu tarfiğe çıkan bu ışıksız araçları kontrol etseler daha iyi olacak.

Saat 23.00 gibi evimize varıyoruz. Eski günlerimizi, eski çılgınlıklarımızı hatırlıyoruz. Olmayacak bir saatte "Falanca yere gidelim mi?" diye sorduğumda eşimin ağzından çıkacak "Gidelim." sözcüğünden evvel yola çıkmış oluyorduk. Bir zamanlar...