KATEGORİLER

12 Kasım 2019 Salı

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 3

Mektubun bu bölümünde artık on yedi yaşında bir delikanlıya sesleniyorum. Önceki bölümlerde çocukluğuma verdiğim öğütlere pek kulak asılmadı, böyle olunca kaderimizi değiştiremedim. Son bölümde geçmişteki Küçük Ben'e üniversite sınavı tercih sıralamasında küçük bir değişiklik yapmasını önermiştim.  Bir ihtimal önerimi kabul edecek. Böylelikle kısa süre sonra farklı bir yaşam yolunda ilerleyecek. Bu tercihinin ona ne getirip ne götüreceğini bilahare göreceğiz. Ancak şimdi mektuba devam etmemiz gerekiyor. Çünkü geçmişteki Ben, "Hayır dostum, ben değiştirmem tercih sıralamamı" diyebilir. Laf aramızda inatçıdır biraz kendisi. Bu durumda, onunla ortak serüvenimiz devam edecek demektir. Ta ki bir sonraki dönüm noktasına kadar...

*** BÖLÜM 3 ***    

Demek önerimi dinlemedin ufaklık. Ne diyeyim şimdi, hayırlısı olsun bakalım. Hem artık sana ufaklık dememem lazım genç bir delikanlı oldun. Sınav sonuçları gelmeye başlayacak. Postacının yolunu gözleyeceksin. Sınavı kazanıp kazanmadığını daha önce öğrenme imkanın olmayacak. Sınavdan çıktığından beri kafan boşalmış, soruların kaçını doğru, kaçını yanlış cevapladığına dair bir fikrin yok, biliyorum. Genel yetenek sorularında başarılı olduğun için bir şeyler yapmış olmalısın. Nihayet postacı zarfı eline verdiğinde heyecanla açıp ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümünü kazandığını öğrenecek, çok sevineceksin. Hikmet de Hacettepe Matematik bölümünü kazanacak. ODTÜ Ankara'da mı yoksa İstanbulda mı, eğitim dili Türkçe mi yoksa İngilizce mi diye soracaksın sağına soluna. Kimse cevap veremeyecek sana. Birkaç gün sonra Hikmet'le buluşacaksınız. "Ben araştırdım biraz" diyecek, "ODTÜ İstanbul'da, eğitim, Türkçeymiş." Yine de emin olmadığını söyleyecek. ODTÜ deyince nerede olduğundan ziyade öğrenci olaylarının merkezi olduğu bilinecek çevrende, bir de iyi okul olduğu. Birden mahallede herkesin parmakla gösterdiği bir çocuk olacaksın. Babanın çalıştığı Tariş'teki müdür bile yemeğe davet edecek seni.

Bir kaç gün sonra uzun boylu bir adam, takım elbiseli, hafiften kırlaşmış saçları. Bülent Çağdaş, yağ kombinaları müdürü karşılayacak kapıda. Hayatında ilk kez adam yerine konulduğunun haklı gururunu hissedip, sevineceksin. Baban yaşındaki adamla karşılıklı oturup yemek yiyeceksin ama baban olmayacak yanında. Yemekten sonra baban seni alıp arkadaşları ile tanıştırırken koltukları kabaracak. O da araştırmış olmalı, ODTÜ'nün hangi şehirde olduğunu söylemelerinin yanı sıra belli ki başka şeyler fısıldamışlar kulağına. Bir anda sevincin kursağında kalacak. "ODTÜ, Ankara'daymış, ama göndermem seni oraya." Ardından bir kez daha kırılacak kalbin babana. Babana bir sonraki ziyaretin Hikmet'le beraber olacak. "Hacettepe de Ankara'daymış, madem, o zaman onunla birlikte gidebilirsin." diyecek. Yani sana değil değil de seninle aynı yaştaki arkadaşına güvenecek. Üzülme, haklıdır kendine göre belki, kim bilir nelerle doldurdular adamın kafasını. 

Liseden sınıf arkadaşlarının çoğu bir yere kapağı atmış olacak. Onlardan birisinin, yeşil gözlü bir kızın, yani Ayfer'in seninle aynı bölümü kazandığını öğrenecek ve çok şaşıracaksın. Yani istesen yapamazsın. Birbirine yakın puan alacak olsanız bile tercih sıralamanız aynı değil ki. Mucize gibi bir şey. Sınıfın en başarılısı Erdal, Hacettepe Tıp'ı kazanacak. 

Çok sevdiğin dedeni kaybettiğinden bu yana anneannen sizinle beraber aynı evde yaşayacak. Deden kadar seviyorsun onu biliyorum. Üç ayda bir aldığı dul maaşının üçte birini sana vereceğini söyleyecek. Ne kadar para lazım okumak için, ne sen ne de ailen bilecek. Haberleri takip edeceksiniz. Kayıtların açıldığı ilan edilecek. Baban, Hikmet ve babası ile birlikte Pamukkale otobüsüne binip Ankara yollarına düşeceksiniz. Bu senin İzmir'in dışına ilk çıkışın, çok heyecanlanacaksın.

Bütün arkadaşların üniversiteye başlayacak ama senin okulunda eğitime geçilemeyecek bir türlü. Öğrenci boykotları nedeniyle dersler yapılamayacak, ta ki aralık ayının yirmisine kadar.

Hikmet senden şanslı, hem onun okulunda eğitime başlanacak hem de o yurtta yer bulacak. Ama senin o kadar şansın yok. Puan sıralamasında yurt hakkı kazanabilmen için senden daha kötü durumda arkadaşların olduğu için, tabii bir de torpil yapacak kimse bulamadığınız için bekleyeceksin. Hamamönü'nde genellikle doğuluların kaldığı bir otele yerleştirecek baban seni. Hava çok soğuk, "Banyo yapacağın zaman haber ver" diyecek otel görevlisi, ona göre ortak banyonun termosifonunu yakacakmış.  Koca şehirde kaybolma korkusuyla uzun bir süre huzursuz hissedeceksin kendini. Bellediğin otobüs servislerinin kalktığı durak yerinden başka otel çevresinden uzaklaşamayacaksın. Öğlen yemeklerini okulun kafeteryasında yiyecek, akşamları pideciye gidip karnını doyuracaksın. İlk karı göreceksin bir kaç gün sonra. Annenle birlikte Kemeraltı çarşısından aldığınız yakası siyah kürklü yeşil parkanın içine annenin ördüğü boğazlı kazakları giyeceksin. Birkaç gün sonra yılbaşını karşılayacaksın otel odasında. Sana şunu söylemek isterim ki delikanlı, hayatının en berbat yılbaşı günün olacak bu, üstünden yıllar geçse de unutamayacaksın. Canın sıkılacak, yalnızsın, hiçbir arkadaşın yok ki daha. Otelin TV salonunda biraz oyalandıktan sonra odana çıkıp uyumaya çalışacaksın, ama içinde bulunduğun durumu, gelecek günleri düşünüp uykuların kaçacak. Kötü bir başlangıç olacak bu senin için. Çok fazla problem haline getirme yakında yurtta sıran gelecek ancak bunu bile görmeden okul boykot nedeniyle kapanacak bir altı ay daha. Pılını pırtını toplayıp çaresiz döneceksin İzmir'e, ailenin yanına.

Konak'ta bir büfede çalışmaya başlayacaksın. Yaz gelip geçecek. Arkadaşların üniversite ikinci sınıfa geçtikleri halde sen henüz hazırlık sınıfına başlamamışsın bile. Yeniden sınava girecek, daha yüksek puan alacaksın, bir an okulunu değiştirmeyi düşünecek ancak çabuk vazgeçeceksin. Bir sene kayıptan sonra, eğitime yeniden başlanacak ve yeniden Ankara'ya gideceksin. Kısa bir süre daha otelde kaldıktan sonra yer sıkıntısından dolayı koğuş haline çevrilen 6. yurdun çalışma salonunda kırk kişiyle birlikte kalmaya başlayacaksın. Yine de evinden daha rahat bir ortam olacak bu senin için. Artık banyo için su ısıtmaya gerek kalmayacak. Ortak banyo da olsa çeşmelerinden 24 saat sıcak su akacak. İlk kez kaloriferli bir mekanda yaşayacaksın.

Hazırlık okuluna gitmek için epey bir yol yürüyeceksin kampus içinde. Julia adında Amerikalı siyahi bir hocan girecek derslere. Çikolata renkli bu hocanın boyu senin boyundan en az bir karış daha yüksek. Devamlı gülen bir yüzü, sevecen tavırları olacak. ÖTK adında öğrencilerden oluşan bir örgüt var. Bütün kampus onların kontrolünde. Ülkenin her yerinde sağ sol çatışmalarında bir sürü gencin ölüp yaralandığı bir dönemde kampus en güvenli yer. Sağcı sinek dahi kampustan içeri başını sokamıyor. Hepsi sol görüşlü olan öğrenci abilerin, canı sıkıldığında birbirleriyle kavga edecekler sadece. İlk kez Lenin, Marx, Che, Mao gibi ünlülerin adını duyacaksın. Sana bir sürü kitaplar satacaklar, sosyalizm temalı. Biraz meraktan, biraz da yanlış anlaşılmasın diye satın alacak, ders kitaplarının yanına koyacaksın. O tür kitapları okumaya çalışacak, hiçbir şey anlamayacaksın.

Cuma günleri çalışma salonuna abilerin gelecek. Eğitim çalışması altında kaptalizm, emperyalizm, sosyalizm nedir anlatacaklar senin gibi yeni gelenlere. Eğitim bittikten sonra abilerinin bazılarıyla aranızda daha samimi sohbetlere gireceksiniz. Kafana takılan soruları soracaksın onlara. İş dönüp dolaşıp dini konulara gelecek. Kapitalizmin halka bedava verdiği uyku ilacıdır din dediğin diyecekler. Bütün dünyan yıkılacak. Sana bunları anlatan abilerine derslerini vermek isteyeceksin engin bilgilerinle. Dedenin arkadaşlarından dinlediğin bir sürü kıssa, arapça okuduğun Kur'an, indirdiğin hatimler bir işe yaramayacak. Kur'anda kadını dövmek var, kadın erkek eşit değil mirasta, bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliğine eşit dediklerinde abilerin, inanmayacaksın onlara. O kadar kendilerinden emin konuşacaklar ki içine kurt düşecek. Bir sürü kitap okumuş onların her biri, ne Kur'anı kalmış, ne İncili ne de Tevratı. Said-i Nursi'nin Risale-i Nur'unu bile ezberlemişler. İçinden çıkamayacağınız sorular sorup sıkıştıracaklar siz çömezleri. Bir gün içlerinden bir tanesi soracak: İlk insan kim? Hemen atılacaksın, Adem Aleyhisselam. Ya ilk kadın? Havva anamız. Peki çocukları olmuş mu? Olmuştur her halde diye cevaplayacak birileri, senin fikrin yok. E, peki ondan sonra nasıl türemiş insanlar? Havva ile erkek çocukları mı şey yapmışlar, yoksa Adem'le kız çocukları mı? Tövbe estağfurullah! Belki de kardeşler kendi aralarında... Şaşırıp kalacaksınız bütün çömezler, herkes birbirinin yüzüne bakacak. Doğru ya, nasıl oldu bu iş? O an karar vereceksin, Arapçasından defalarca okuyup hatmettiğin Kuran'ın bir işine yaramadığını. Hemen Türkçesini okuman gerektiğini anlayacak, seni kandırdıklarını ümit edeceksin.

Hazırlık sınıfında bir gün ortalık karışacak, sınıfındaki bir kız öğrenci hocalarınızın yanına sığınıp abilerin, ablaların elinden zor kurtulacak. Elektrik mühendisliği bölümü öğrencisi bu kız arkadaşını bir daha göremeyeceksin. Sonradan öğreneceksin ki, şüpheli görülen öğrencilerin mektupları okunuyormuş ÖTK tarafından. Nursel'in ablasının Bursa'dan gönderdiği mektup da açılıp okunmuş. "Komünistlere uyma, onlardan uzak tut kendini" diyormuş ablası mektubunda. O da sağda solda  ileri geri konuşup vermiş yakayı ele. Bu olay sana da ders olacak, daha ürkek, daha çekingen olacaksın. Bir yandan da rahatsın, sana öyle bir mektup yazacak kim olabilir ki?

Gece, karanlık basınca, hatta sabaha karşı jandarmanın yurtları basıp yasak yayınları topladığını, arama yaptığını söyleyecekler sana. Artık sen de ayda bir nöbet tutacaksın mecburen, bazen kat nöbeti, bazen çatı nöbeti. Gözlerin karanlığın içlerinde olacak, en ufak bir kıpırtıyı kaçırmayacaksın. Ola ki jandarma yurtlara yaklaşmaya, çevrenizi sarmaya başladı ıslıklarla, bütün yurdu ayağa kaldıracaksın. Bütün milleti uyandıracaksın ki bütün yasak kitaplar pencerelerden aşağı atılsın, silahlar en bilinmez yerlere saklansın.

İlk baskın günüyle bir cumartesi sabahı karşılaşacak, büyük korku yaşayacaksın. Kulakları tırmalayan ürkütücü ıslık sesleriyle yatağından fırlayacaksın. Allah kahretsin, ellerin mürekkep içinde. Koşup lavaboya, çıkartmaya uğraşayacaksın suçlanacağın izleri. Bir gece önce sırf eğlence olsun diye arkadaşının slogan yazmak için getirdiği harfleri dizdiğin şablonla defterlerine baskı yapmışsın adını. Arkadaşın, jandarma yurdun etrafını sarmadan önce bir naylon poşete koyduğu matbaa harfleri, ıstampalar ve mürekkeplerle şablonları pencereden aşağı fırlatacak. Aksilik bu ya, o da gidip ağacın dallarına takılacak. Tam bir suç üstü, elindeki mürekkep izleri, defterlerindeki baskıların hepsi birer delil. Çaresiz pencereden aşağıya bakacaksın. Binanın bütün çevresine yüzlerce kitap, bildiri yayılacak. Bir sürü asker ve subay sarmış olacak yurdun etrafını. Şişmanca bir astsubay ağaca takılan poşedi fark edecek. Askere talimat verirken dikkat et bubi tuzağı olabilir diye ikaz edecek. Poşetin içinde bomba yerine matbaa teferruatını görünce rahatlayacaklar. Az sonra odalara girip didik didik arama yapıldığında elinden bir türlü çıkaramadığın mürekkep izlerini askerlere göstermemek için cebinden çıkarmayacaksın ellerini. Şans gülecek yüzüne bir kez daha evlat, eğlence olsun diye yapacağın bu saçmalıklar az kalsın başını belaya saracaktı. Fakat sen yine de içini rahat tut, şansın bu konuda hep senin yanında olacak.

Arkadaşlığı o yurtlarda öğreneceksin delikanlı. Karakterin orada olgunlaşacak, dünyaya bakışın, her şeyin. Gaziantep'li bir oda arkadaşın elektrik mühendisliği bölümünden, sınavı var o gün. Senden saatini isteyecek. Evden çıkarken sana yapılan tembihler gözünün önüne gelecek. "Kimseden bir şey alma, kimseye bir şey verme." Vermeyeceksin sen de kol saatini. Sonra bu yaptığından öyle utanacaksın ki. Hiç insan oda arkadaşına sadece sınavında kullanmak için senden istediği kol saatini vermez mi?

Akşamları hava karardıktan sonra sık sık odanızın kapıları çalınacak, herkesi mitinge çağıracaklar. Binlerce öğrenci yurtların ortasındaki meydanda toplancak. Büyük ateşler yakılıp sloganlar atılacak, marşlar söylenecek. O gün hangi devrimcinin öldürüldüğü gün ise onun kahramanlıkları anlatılıp sol yumruklar havada saygı duruşunda bulunacaksınız. Hep bir ağızdan kahramanlık marşları söylerken kalabalığın heyecanına ortak olacaksın. "Gün doğdu, hep uyandık, siperlere dayandık, bağımsızlık uğruna al kanlara boyandık" nidaları yukarıda, tepedeki jandarma karakoluna kadar ulaşacak fakat askeri salamayacaklar o ateşli kalabalığın üzerine. Benim yaşıma geldiğinde hüzünle yadedeceksin o günleri evlat. Hepsi birer güzel anı olarak kalacak hafızanda.

(Devam edecek...)   

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***

10 Kasım 2019 Pazar

MİM - NOTALARLA YOLCULUK

Sevdiğim Günlük "Notalarla Yolculuk" adında hoş bir mim başlatmış. Mimin konusunu çok güzel anlatmış sayfasında. Gönül tellerini titreten iki şarkı seçmiş ve duygularını paylaşmış bizlerle. Daha sonra beni mimlemiş. Kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Konumuz şu:

Şarkılar konuşan duygularımız gibi... Dinlediğimiz veya dinlemeyi en çok sevdiğimiz şarkıları bize hatırlattıkları anılarla ve hissettirdikleriyle birlikte paylaşmanın çok güzel olabileceğini düşündüm. Hadi gelin, hislerinizin en çok yoğunlaştığı 2 şarkınızı seçin ve bize her bir şarkıda gittiğiniz o anı, o hatırayı veya o hissi anlatın!

Beni etkisi altına alan şarkılardan ilki şüphesiz Cezayir asıllı Fransız şarkıcı İndila'nın seslendirdiği "Derniére Danse - Son Dans" olurdu. Şarkıya dair elle tutulur bir anım olmasa da bu şarkıyı her dinlediğimde kendimi yoğun bir duygu girdabının içinde bulurum. Kaç kez dinlediğimi bilmiyorum ama her seferinde hem müzik hem de sözleriyle bütünleşirim. Fransızca bir aşk şarkısı "Derniére Danse", hem müziği hem sözleri içime işliyor. Hiçbir dilde çeviri ne kadar güzel yapılırsa yapılsın tam karşılığını bulmuyor. Şarkının Türkçe'ye çevrilen sözlerinin aslından ne kadar uzak kaldığını fark ettim. "Oh ma douce souffrance" diye başlayan şarkı sözleri, muhtelif çevirmenler tarafından Ah benim tatlı eziyetim, elemim, işkencem, ıstırabım, çilem gibi farklı şekillerde çevrilmiş dilimize . Hiç biri doğru değil bunların, çünkü anlatılmak istenen o duygunun karşılığı yok dilimizde. Bizim dillendirdiğimiz bazı duyguların da başka dillere çevrilemeyeceği gibi. Gel şimdi bir Fransız'a gönül telini anlat. Mümkün değil elbette.

Aklıma düştüğünde bazı geceler kulaklığımı takıp defalarca dinlerim. Bazen şarkıya takılı kalır, günlerce sözlerini mırıldanır, İndila'nın hislerine ortak olurum. Nedir benim bu şarkıya olan tutkum, izahı yok. "Oh ma douce souffrance" şeklinde başlayan ilk sözleri şarkının özeti gibi. Aşkın iki yüzünü görmek mümkün bu ifadede. Hiç acı biber reçeli yediniz mi? Acı biber reçeline benzetirim aşkı biraz. Bir kaşık alırsınız, yediğiniz diğer reçellere benzer hoş bir tatlılık yayılır ağzınıza. Bir müddet sonra yanmaya başlarsınız. O kadar hoşlanırsınız ki bu farklı lezzetten. Bir kaşık, bir kaşık daha istersiniz. Yanmak zevkli bir hal alır.

Ayrıca bu şarkının içinde yer aldığı bir roman yazdım, adı "Son Dans". Sırası geldiğinde bölümler halinde onu da yayınlamayı düşünüyorum. İşte beni dinledikçe sarhoş eden o şarkı. İndila söylüyor,  "Derniére Danse". Umarım siz de seversiniz.

İkinci şarkım gençlik yıllarıma dayanır. Emperyalizme, adaletsizliğe, yoksulluğa karşı mücadele eden bir kahramanın öyküsü. Sonraki yıllarda Nathalie Cardone, tüylerimi diken diken eden bir klip çekmiş.. Şarkının girişindeki makineli tüfek seslerinden sonra gitarın yaylı çalgılarla buluşan ezgisi yürekleri parçalıyor. Özellikle gençlik yıllarımda, bir zamanlar (hala öyle) hayranlık duyduğum Che Guevera adına yazılmış bir kahramanlık şarkısı. Klip, onun 1967 yılında ABD özel kuvvetleri tarafından Bolivya'da infaz edilmesini dramatize ediyor. 1968 kuşağı, gençliğin bir şahlanışıydı, kalbi vatan ve insan sevgisi için atan nice zeki insan heba oldu. Che Guevera, Deniz Gezmiş ve arkadaşları, yitirilen fidanlar. Hepsi emperyalizme karşı mücadele ettiler, iz bıraktılar. Şimdi neyin mücadelesini yapıyoruz, neyin uğruna canlarını veriyor gençler. İşte böyle beni derinden etkileyen, yaşadığı topraklarda sosyal adaleti getirmekten başka bir amacı bulunmayan Che Guevera'nın gözlerimi yaşartan hazin öyküsü, Hasta Siempre - Sonsuza Dek, Nathalie Cardone seslendiriyor. 

Yapmayacaktın bunu bana şimdi Sevdiğim Günlük, bir kez dinledim, bir kez daha, bir kez daha... Ağladım, ağlıyorum...Offf. 

Üç kişiyi mi mimleyeceğim şimdi, 
Deep olsun,
Arzu eden herkes yapsın, şarkıları duygulara, duyguları yazılara dökün efendim, saygılar...

9 Kasım 2019 Cumartesi

YENİ BİR HAYAT - BÖLÜM 2


Yeni Bir Hayat serüveni ile ilgili yorum yapan okurlarımın hepsine teşekkür ederim. Yapılan bazı yorumlarda yaşamımda yapacağım değişikliklerle ilgili beklentiler oluşmuş. Yorumlara verdiğim cevaplarda belirttiğim üzere bugünkü tecrübe ve aklımla aynı çocukluğu yaşasaydım bireysel olarak herhangi bir şey değiştirmeyi düşünmezdim belli bir yaşa kadar. Belki siz okurlarımın benim düşünemediğimi önermeniz iyi bir fikir çıkarabilir ortaya.

Yaşam çizgisinde bazı kritik dönüm noktaları vardır bildiğiniz üzere. Bunlardan belki de ilk karşılaşılan meslek seçimimiz. Ben de bu yüzden ilk ayrım noktasını buraya koydum. Doğal olarak her dönüm/ayrım noktası ufaklığı mektuptan ayırıp ona farklı bir öykünün kapısını aralayacak. Ufaklık (yani on yaşındaki ben) bu ayrım noktalarında benden ve benim kaderimden ayrılacak. O ayrılma anından sonra ben onun kader yoluna girmiş olacağım. İlginç bir rotada ilerlemeye devam edelim bakalım neler çıkacak. En az sizler kadar ben de merak içindeyim. İyi okumalar.

*** BÖLÜM 2 ***

Liseye kötü bir başlangıç yapacaksın ufaklık. Sonradan terk ettiğin futbol tutkusunun bunda ne kadar payı var bilmiyorum. Okul çıkışında her gün top koşturacaksın, hava kararana dek. Hatırladığım kadarıyla ilk yalanlarına başlayacaksın. Her akşam geç vakit eve döndüğünde, seni pür merak içinde bekleyen annemizi "Elektrikler kesildi, bu yüzden öğretmen dersleri elektrikler gelene kadar uzattı" diyerek, saçma sapan bahanelerle kandıracaksın. Zavallı kadın. Bak, ufaklık yapma bunu. Hiçbir zaman yalan söyleme, hele annemize hiç söyleme. Çünkü o çocuklarını gözünden sakınır hep, bizleri incitecek en ufak bir söz dahi söylemez, değil kaba kuvvet, bir fiske dahi vuramaz.

Muallâ adında mesleğine yeni başlayan güzel mi güzel, tatlı mı tatlı bir matematik öğretmeni seni yeniden hayata bağlayacak. Lisenin ilk sömestre'sindeki altı kırık notu bir sonraki dönem düzelteceksin, Muallâ hocan sayesinde. O sana güvenecek, sen de onu yanıltmayacaksın. Sonraki yıllarda başarılı bir öğrenci olacaksın.

Ergenlik diye bilinen bir azgınlık dönemin olmayacak ama duygusallığın yakanı bırakmayacak. Üç yıl lisede birlikte okuduğun bir arkadaşına ilgi duyacaksın. Güzel desem, güzel değil. Sıska, gözlüklü, soluk benizli bir tip işte. Tahtaya kalktığında tebeşir tozuna karşı allerjisi nedeniyle sessiz öksürük nöbetine kapılan, kısık sesli bu kızın hangi özelliği seni çekecek inan ki bunca tecrübeme rağmen bilemiyorum. Oysa öyle sınıfın olacak ki, tam bir hababam sınıfı, bir sürü güzel kız erkekleri tavlamanın peşinde. Sana çocuk gözüyle bakacak diğer kızlar. Sübyan lafını ilk kez o yırtık kızların ağzından duyacaksın. Uzaktan her hareketini izleyeceksin onun, senden kopya çekmek için yanına davet ettiğinde, havalara uçacaksın. Fakat yine arkadaşlık teklif etmek cesaretini göstermeden ona, lise maceran sona erecek. Senin için hayırlı olan da bu zaten.

Lise ikinci sınıfa giderken eve ilk kez televizyon girecek. Çiğli'deki arsa 10.000 TL'ye satılıp eve Grundig marka bir TV alındıktan sonra kalanı senin üniversiteye hazırlık dershane parası olarak saklanacak. Televizyon dediğim evin odasında bir köşeyi kaplayan, önünde ahşap sürmeli akordiyon kapağı kapatılıp kilitlenen kocaman bir camlı dolap. Sinema gibi bir ekran, perde yerine camı var. Filmler, eğlence programları, dizi filmler falan izlenebiliyor işte. Henüz haberler dışında canlı yayın yok tabii. Şimdi televizyonu bilmeyen sana canlı yayını anlatmak istemiyorum. Zamanı gelince öğreneceksin zaten. Anteni, regülatör adında bir kara kutusu var. Başlangıçta epey karışık geliyor insana ama kolay alışacak, kolay kolay bırakamayacaksın. Anteni kurmak zor bir iş, epey uğraşacaksınız iyi görüntü almak için. Günlerden cumartesi, bunca yıl geçse de hiç unutmam, ilk olarak "Emirganda Piknik" eğlence programını ailecek, büyük bir heyecanla gözlerinizi kırpmadan izleyeceksiniz. TV dolabının kilidi ders çalışma zamanlarında sadece birkaç kez kilitlenecek. Sonra aksesuar gibi üzerinde kalacak. Evdeki herkes bu aptal kutusuna hipnotize olmuş gibi alık alık bakacak. 

Dershaneye başladığında bir arkadaşınla tanışacaksın. İyi bir çocuk, babası banka müdürü. Böyle bir arkadaşın olduğu için hem gurur hem de eziklik duyacaksın. Hele bir gün ders çıkışında yanına gelip "Hamburger yemeye gidelim mi?" deyince ne yapacağını şaşıracaksın. Çünkü hamburger nedir, nasıl yenir henüz bilmiyor olacaksın. Üstelik cebinde ona yetecek paran da yok. Hayır demek ondan da ağır gelecek. Gideceksin onunla beraber. Arkadaşın defalarca yediği hamburger köftesinin ne kadar pişirileceğini, üzerine yumurta sarısının patlatılmadan nasıl ilave edilmesi gerektiğini ustaya anlatırken onu hayranlıkla izleyecek, dönüp sonra sana "Senin nasıl olsun?" deyince kısaca "Aynısı" cevabını vereceksin. O leziz şeyi yiyip masadan kalkarken hesabın hepsini ödeyince derin bir nefes alıp teşekkür edeceksin arkadaşına. Birkaç gün sonra "Kazandibi yemeye gidiyoruz, gelir misin?" diye sorduğunda lokantalarda beleşe arta kalan yemekleri yemeye gideceğinizi sanma. O güzel bir sütlü tatlını adı. Eğer cebinde paran yoksa nazikçe bir bahane uydur peşlerinden gitme.

Meslek seçiminde pek karışık olmayacak kafan. Kararını çoktan vermişsin zaten. İki kriterin var, biliyorum. Birincisi İzmir'den, daha doğrusu yaşadığın aile ortamından uzak kalmak, ikincisi inşaat mühendisliği. Çevrende üniversite kazanan hemen hemen hiçbir kimse yok. En fazla okuyanlar liseyi ancak bitiriyor, o da tekleyerek. Çok ümidin olmayacak senin de. Belki farkında bile olmayacaksın ama babamız da aynı fikirde, yani üniversite kazanabileceğin aklının ucundan dahi geçmiyor. Sendikanın birinde sana memurluk işi ayarlamanın peşinde. Annemiz ise olabildiğine umutlu. Oysa, topu topu yirmi üniversite var o zamanlarda. Milli piyangodan büyük ikramiye çıkması gibi bir şey. Hiçbir yakının üniversitenin yanından geçmemiş ki sen geçesin. Annemiz benim oğlum doktorluğu kazanacak diye geçirecek aklından, ya tutarsa.

İnşaat mühendisi nedir bilmeyeceksin. Nereden bileceksin ki. Sadece apartman diktiklerini sanıyorsun onların. Bu işin laz ustaların tekelinde olduğunu çok daha sonra öğreneceksin. Yolları, tünelleri, barajları, limanları yaptıklarını, kanalizasyon, içme suyu, sulama, hava alanı gibi nice dalda çalışabildiklerini öğreneceksin inşaat mühendislerinin. Evet tercih etmeyi düşündüğün bölüm seni fazlasıyla ihya edecek. Bu işin teknik yönü. Şimdi sana bazı gerçekleri anlatacağım. Sen yok, ben yine inşaat mühendisliği okuyacağım dersen karışmam. Dikkat ettiysen şimdiye kadar alacağın kararlarda sana yol gösterip pek müdahale etmedim. Aslına bakarsan lisenin son sınıfına kadar hiçbir kararda senin etkinin de söz konusu olmadığını biliyorum. İlk kez bir yol ayrımına giriyoruz şimdi. Ya önerilerimi dinleyecek, yolunu değiştireceksin, ya da benim yolumda giderek kaderimizi birleştireceksin.

Lisede en samimi arkadaşın Hikmet olacak. Orta halli bir ailenin çocuğu o. Beş kardeş, hepsi de erkek. Abisi var Mustafa, matematik öğretmeni. Sınava birlikte hazırlanacak, takıldığınız matematik sorularını Mustafa abinize soracaksınız. Efendi, dürüst bir çocuk Hikmet. Babası bütün çocuklarını toplayıp rakı masasına oturduğunda o neşeli atmosfer seni büyüleyecek. İlk rakıyı onlarla birlikte içeceksin. Ne güzel bir tablo diyerek huzur bulacak, belki ilk kez böylesine mutlu bir aileye tanık olacaksın. "Böyle bir ailem olsa, neden İzmir'den kaçayım ki" diye geçireceksin içinden. Büyük abisi evli, "Nar Çiçeği" dediğini öğreneceksin karısına, ilk tanıştığı günden beri. Ne güzel bir lakap, ne güzel bir isim değil mi?  Nar çiçeğini hiç görmeden güzel bir çiçek olduğunu hayal edeceksin. Mustafa abi, hızlı devrimcilerden, Ankara'ya gidip yürüyüşlere katıldığını anlatacak arkadaşın. Aileden biri gibi içlerine alacaklar seni. Üniversite sınavlarına hazırlanırken kah Hikmet gelecek, içinde derme çatma bir masa, iki sandalyenin olduğu evimizin karşısında terk edilmiş eve, kah onların evinde çalışacaksınız birlikte. O terk edilmiş evde çalışmaktan sıkıldığınız zaman, müsvedde kağıtları buruşturup top haline getirecek, boş odada yaptığınız maçlarda stres atacaksınız. Hikmet, abisinin yolunda gitmek isteyecek. Tercihlerinin çoğunu matematik öğretmenliğinden yana kullanacak. Oysa öğretmenlik senin aklının ucundan geçmeyen bir meslek.

Şimdi beni iyi dinle ufaklık. Mühendislik iyidir hoştur da, bizim memlekette bu iş hiç kolay değil. Zevkli kısmını bırakıp bambaşka şeylerle uğraşacaksın. Mezun olduğundan sonra ilk yıllarında yabancı bir şirkette çalışacaksın. O senin en güzel yılların olacak. Tamam, dağ başında olacaksın ama hem huzur, hem de iyi para kazanacaksın. Sonraları yine iyi para kazansan da bu meslek seni umduğun kadar mutlu etmeyecek. Sen gel bunu bir düşün yol yakınken. Henüz yedi sekiz yılın var. Bu süre zarfında tekrar tekrar bu mektubuma dönüp yönünü bulacaksın. Zamanı geldiğinde, bu yazdıklarımı bir kez daha oku, eminim ki beni daha iyi anlayacaksın. İsterdim ki bu mektubumun ekleri olsun. Bu ek kalın bir roman olurdu emin ol. Sana Türkiye'de inşaat mühendisliğinin ne olduğunu anlatan bir roman. Gerçi hangi meslek kolay ki bu ülkede. Ama en zorlarından biri de bu seçmeyi düşüneceğin meslek sanırım. Sen gel beni dinle, vazgeç bu sevdadan. Yaşadıklarımı bilsen anlarsın beni, seni bu sevdadan neden vazgeçirmeye çalıştığımı. Bu meslekten seni niye uzaklaştırmak istediğimi mektubumun ilerleyen bölümlerinde okuyacaksın. Ama eğer bana hemen inanır teklifimi kabul eder de önerdiklerimi yaparsan bundan sonra yazdıklarımı yok say. Çünkü kaderin değişecek, hiçbir benzer tarafımız kalmayacak. Benden farklı bir yola girip o yolda ilerleyeceksin ve bu sefer sen çizeceksin benim kaderimi. Yok eğer tercihinde ısrar edersen bir inşaat mühendisi olarak aynı yolda yürümeye devam edeceğiz, ta ki bir sonraki yol ayrımına kadar.

Ufaklık, şimdi dikkatini topla, sakın hata yapma. Üniversite sınavında yirmi tercih yapacaksın. Yine aynı tercihleri yap. Bütün tercihlerini puan sıralamasına göre yüksekten düşüğe göre sıralayacağını biliyorum. Tercihlerinin çoğu inşaat mühendisliği ve mimarlık bölümleri. Daha inşaat mühendisi ile mimar arasındaki farkı bile bilmiyor olacaksın ama olsun varsın. Arada boşta kalmayım diye aralara serpiştireceğin bölümler olacak. 7. tercihinde A.Ü İngiliz Dili ve Edebiyatını yazacaksın, ne alakaysa, filoloji diyorlar diye havasından mı yazmıştım bunu hatırlamıyorum. 8. tercihini kazanacaksın, bu tercihin ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümü olacak. 9. tercihin ise A.Ü Antalya Tıp Fakültesi. Sen gel 9. tercihini bir öne al. Böylelikle hem annemizi sevindirmiş olursun hem de çok istediğin gibi evden uzaklaşırsın. Biliyorum, mühendisliği tıptan daha çok seviyorsun ama beni dinle, inanıyorum ki sonraki hayatında daha mutlu günlerin olacak. Karar senin ufaklık, tamam mı diyorsun yoksa mektubumu okumaya devam etmek mi istersin?

 YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***

8 Kasım 2019 Cuma

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 1


Şu on yaşındaki çocukluğumuza mektup yazdığımız mim vardı ya, hani karşılaştığımız bazı hadiseleri daha az acı çekerek atlatmak için öğütler verdiğimiz. Aynı hayatı yaşayacak, aynı acıları çekeceksek eğer, verdiğimiz öğütlerin hiçbir işe yaramayacağını düşündüm bir an. Bu durum çerçevesinde ben dahil çoğu blog yazarları yaşamlarında karşılaştıkları güzel gelişmeleri müjdelemekle yetinmişler on yaşındaki çocukluk hallerine, bundan gayri bir şey gelmemiş ellerinden.

Peki, on yaşındaki halimize bir mektup yazma imkânımız bulunsaydı ve vereceğimiz öğütlerle yaşamımızı değiştirebilecek bir yetkiye sahip olsaydık neler değişirdi? Bu durumun insanı tamamen farklı hayatlara sürükleyeceği aşikâr. Bir çeşit zaman makinesi gibi. Bir anda on yaşındaki ortamın içindesiniz, her şey kabiliyetiniz ve mevcut şartlarınız dahilinde elinizde. Yapacağınız seçimlerde ve alacağınız kararlarda yeni bir şansınız oluyor, üstelik bulunduğunuz yaşa gelene kadar yaşanmış bir hayat tecrübesi cabası. Sadece bir mektup yazıyorsunuz ve çekiliyorsunuz sahneden. Mektuptaki öğütlerinizi dinleyen çocukluk haliniz mevcut halinizden daha iyi mi yoksa daha kötü bir durumma mı evrilecek bilinmez. Bu kez mektup gerçek ile hayâllerin birlikte harmanlandığı farklı bir güzergahta uzunca bir yol alacak. Hadi o zaman başlayalım yeni bir hayata.

*** BÖLÜM I ***

Merhaba,
Sana nasıl hitap etmeliyim bilemedim. Okuyacakların seni korkutmasın. Rahat bir koltuğa otur ve sakin ol. Elindeki mektubu kimseye gösterme. Sana kendimi tanıtmaya başladığımda biliyorum ki, gözlerin kararacak, bir ihtimal bayılacaksın. Bu bir rüya değil, mektubu sıkıca elinde tut ve bana alışmaya, yazdıklarıma inanmaya çalış. Şimdi sakin ol ufaklık. Bu satırları aslında yazan sensin. Şaşırma, senin elli yıl sonraki halin. 

Böyle bir mektup eline geçmeseydi ya da burada vereceğim öğütleri dikkate almazsan eğer, yine de en az elli yıl daha yaşayıp ortalama bir hayat süreceksin. Şimdi senden fazla yaşadığım elli yıl içinde edindiğim tecrübeleri aktarma fırsatı bulacağım sana. Bir kez daha söylüyorum. Elindeki mektubu iyi koru ve kimseye gösterme, aksi takdirde büyü bozulacak ve elli yıl sonra benim yaşadığım sıkıntıları, acıları, sevinçleri ve diğer bütün duyguları bire bir yaşayarak şu an bulunduğum yere geleceksin. Yok eğer öğütlerimi dinler de kendine benim tercihlerimden farklı bir yol seçersen ortak kaderimizin bizi şu an bulunduğum yerden çok daha değişik noktalara taşıyacağını bilmeni isterim. Bu hususta sana garanti veremiyorum maalesef. Belki daha iyi bir yerde olacağız, belki daha kötü. Belki de kader bizi düşen bir uçağın içinde yakalayacak. Şansını kullanmak ister misin? Tercih senin, anlaştık mı?

Bu arada ikimizin arasındaki tek farkın "zaman" olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Aramızdan aşağı yukarı iki nesil geçmiş. Bu yüzden sana ufaklık diyebilirim. Senin bana hitap etme şansın zaten hiç olmayacak.

Evet, biliyorum ki kolay bir çocukluk yaşamıyorsun. Baban eve geldiğinde şimdi niye kızacak diye ödün patlıyor. Ev ödevlerini bitirmiş olsan bile elinde ders kitabı olmalıymış. Kitabı defteri eline aldığın zaman daha kötü. Şimdiye kadar niye yapmamışsın ödevlerini. Arkadaşlarını kıskanıyorsun, onlar akşam vakti sokağın başında babalarının geldiğini görünce koşup karşılıyorlar. Oysa sen, arkadaşların "Baban geliyor" der demez hemen koşup evde gözden ırak bir köşe arıyorsun. Yapacak bir şey yok. Bugünler böyle geçecek, sıkacaksın dişini. Henüz ailene bağlısın, kendi başına karar verme hakkın yok, daha uzun bir süre de olmayacak.

Okul hayatına dair sana önereceğim bir şey yok. Normal bir okul hayatın olacak. Söyleyeceğim tek şey, annemize söyle eğer imkanı varsa şu Türkçe öğretmenlerimizi değiştirsin. Ama garibimin bunu yapabileceğini sanmıyorum. O yaşta sen de bir şey yapamazsın. Madem öyle sen oku. Ne bulursan oku. Sadece ders kitaplarını, kutsal kitabımızı değil öykü oku, roman oku, ne bulursan oku. Paran yoksa git kütüphanenin yolunu öğren, orada bulacağın kitapları oku. Çok okuduğunda dünyayı bambaşka bir şekilde göreceksin.

Dedeni kaybetmezden birkaç ay önce camide ilk kez yaptığın hatmin duası ve bu münasebetle okunan mevlide katılmış, çok sevdiğin dedeni gururlandırmıştın. Henüz on yaşındaydın, hala da öyle. Bu tören senin için çok havalıydı biliyorum. Her sene yaz tatilinde açılan Kuran kurslarına gitmeye devam edeceksin. Bunu yapman için ailenden bir baskı görmüyorsun aslında. Belki biraz hoşlarına gidiyordur. Okumadığın için okunacak tek kitabın Kuran olduğunu sanıyorsun. İki yıl sonra tecvid denen Kuran'ı güzel okuma düzeyine gelecek, henüz on iki yaşında iken kurs öğrencilerine ders vermeye başlayacaksın. O aralar bir gün, kara sakallı, başı sarıklı hoca öğrencilere kızıp elindeki değneği sıraya vuracak. Değnek ortadan kırılıp bir parçası başına değecek ve kanamaya başlayacak. Hocanın halini görecek, çok şaşıracaksın. Hoca ağlamaklı, "Al,"  diyecek değneğin yarım kalan parçasını, "Al, sen de başıma vur, kanasın. Yoksa affolmaz günahım." Keşke bütün hocalar onun gibi olsa. Şunu bil ki, her cami hocası ahlaklı değil. Yaşadıkça göreceksin bazılarının ahlaksızlıklarını.

Bir ahbap ziyaretine gideceksin anne ve anneannemizle birlikte. Denize nazır güzel bir yalı dairesinde oturuyorlar ev sahipleri. Senin yaşlarda çok hoş bir kızcağız olacak o evde, adı Serap, evin misafiri o da, Denizli'den gelmiş. İçeri girer girmez sana terlik getirecek, kahve yapacak. Belki de içeceğin ilk kahvelerden biri bu içtiğin. Seke seke ceylan gibi yürüşü, zerafeti öyle bir etkileyecek ki seni. Sonra balkona çıkacak, körfezdeki gemilere bakıp sohbet edeceksiniz. Bir ara özenle hazırladığı meyve tabağını getirecek. Yediğin en tatlı meyveler olacak onlar. Biraz kızarıp bozaracaksın. Kalbin atışları hızlanacak, çocuk olduğunu unutacak, ilk kez hayaller kuracaksın. Akşam olup ayrılırken son bir kez daha bakacaksın ona. Eve döndüğünde başka bir şey düşünmez olacaksın, uykuların kaçacak yatağında, ateşler basacak. Neredeyse bir hafta aklından çıkaramayacaksın. Annemize bu kızla evlenmek istediğini söyleme cesareti bulamayacaksın. Senin çocukluk aşkın olarak kalacak. Bir daha ne göreceksin Serap'ı ne de ondan haber alacaksın. Adı gibi bir görünüp bir kaybolacak. Olacak böyle şeyler ufaklık, acı veren güzel şeyler bunlar. Unutmakla iyi edeceksin, zira yaşın daha çok küçük.

Biliyorum annemize üzülüyorsun. Ne zaman sana kardeşelerimize kızsa ve bizi dövmeye kalksa babamız, annemiz araya girip kol kanat geriyor, sonunda dayağı o yiyor. Ne diyeyim şimdi ben sana. Git, öldür kurtulsun kadın desem başka bir maceraya atılmış olacaksın. Hem ailenin iyi kötü geçimi için böyle bir şeye kalkışamazsın. Yok, yok sana bunu öneremem. Üzüleceksin, çok üzüleceksin ama katlanacaksın bir süre. Ne yazık ki evde kaldığın sürece senin yaşam yolunu kolaylaştıracak pek bir önerim olmayacak sanırım. Senin de aynı şeyi düşüneceğini biliyorum. Bu sebeple üniversite sınavında annemizin hatırı için ilk sıraya yazacağın Ege Tıp dışında bütün tercihlerin şehir dışında olacak. Senin için bir kurtuluş olacağı doğru bu kararın. Sınav sonuçları açıklandığında annemizi biraz üzmüş olsan da ilk tercihini kazanamadığına çok sevineceksin.   

6 Kasım 2019 Çarşamba

ÇOCUKLUĞUMA MEKTUP MİMİ

Sade ve Derin, blogger dünyasının sevimli Deep'i mimlemiş beni. Teşekkür ediyorum kendisine nazik daveti için. Mim'i başlatan Sessiz Umman, onu da Deep sayesinde tanıyıp takibe aldım. Azerbaycan'lı arkadaşımız oldukça ilginç bir konuya el atmış.  

Mimin konusu şöyle: Sihirli bir posta kutusu icat olunduğunu düşünün. Bu kutu sayesinde çocukluğunuza, özellikle 10 yaşınıza mektup gönderme imkanınız var. Bu durumda mektubunuza neler yazardınız? 10 yaşlı kendinize sonradan karşılaşacağı zorlukları rahatça atlatabilmesi için hangi uyarılarda bulunur, nasıl öneriler verirdiniz?

Mektubuma başlamadan önce bazı teknik konulara değinmek gerek. Çocuklıuğumuza verdiğimiz öğütler sadece karşılaşılacak zorlukları atlatabilmek için lüzumlu ikaz ve önerileri içerecek. Yani bu yaşa geldiğimizde yine aynı konum ve yerde olacağız. Verilen öğütler süregelen yaşamı kesinlikle değiştiremeyecek. Kısaca yine bugünü mevcut haliyle yaşayacağız. Bilinmelidir ki, eğer yaşamımızı değiştirme imkanı verilseydi mektubun muhtevası bambaşka olurdu. 

Biz posta kutusu bilmezdik. Postacının yolunu gözlerdik. Küçük Ben mektubu postacı amcasından alıyor. İlk olarak zarfın sol üst köşesinde gönderenin kim olduğuna bakıyor. Elli yıl sonraki Sen- İzmir. Heyecan içinde açıyor zarfı, başlıyor okumaya;

Merhaba Küçük Ben,
Önce kendimi tanıtayım ama sakın paniğe kapılma. Ben elli yıl sonraki Senim. Kafanın karışmasını istemem ama belli ki seni buna ikna etmem zor olacak. Yok, seni temin ederim ki bir arkadaşın sana şaka falan yapmıyor. Sadece dediklerimi dinle, yazdıklarımda senin hayatını kolaylaştıracak ikaz, öğüt ve müjdeler var. Önce seni rahatlatayım biraz. En azından elli yıl daha yaşaman garanti. Ciddi bir sağlık sorunun da olmayacak bu süre zarfında. Tamam bazı badireler yaşayacaksın ancak bunları kabiliyetin ve şansın sayesinde atlatacaksın. Büyük savaş ve kıtlıklar felaketler de görmeyeceksin. Sadece beş yıl sonra Kıbrıs'a çıkartma yapacak askerlerimiz. Ondan sonra iki parçaya bölünecek Kıbrıs. Bunun seni üzecek yanı ABD'nin koyduğu ambargo nedeniyle yaşanan ekonomik krizler ve geçim sıkıntısı. Aslına bakarsan ekonomik krizler sık sık kapını çalacak. 

Biliyorum çok sevdiğin dedeni kaybettin kısa zaman önce. O senin en yakın arkadaşındı. Ne yazık ki yaşamın kuralı böyle. Zaman her şeyi unutturuyor. Camilerden uzak dur. Biliyorum, deden yaşasaydı seni İmam Hatip'e gönderirdi. Yolun Hisar Camisi taraflarına düşebilir, yeni gelen bir hocaefendiyi görmeye gidebilirsin. Olur da sana git vaazlarını dinle derlerse, sakın gitme. O hoca efendi, önce seni ihya edebilir ama sonunda çok zararını görür, hapse bile girebilirsin. Bu yaşından itibaren bol bol oku, sorgula hayatı. O camide dedenin arkadaşlarından dinlediğin hikayelerin çoğu düzmece. Ne yazık ki, kimse seni kitap okuma konusunda teşvik etmeyecek. Beni dinle bol bol oku, her şeyi oku ama her okuduğuna da inanma. 

Senin için güzel bir haber daha vereyim. Hayal ettiğin mesleği yapacaksın. Çok seveceksin bu yaptığun işi ancak memlekette hangi mesleğin hakkını vererek yapabiliyorsun ki. En iyi mühendis en iyi projeyi yapan, ya da en güzel, en sağlam yapıları yapan değil. Özel sektörde patrona en fazla para kazandırandır iyi mühendis, bunu unutma. Bu dediklerim sana biraz ağır gelebilir ama yaz aklına bütün bunları. Devlet işi senin mizacına uygun değil. Devlete girip biraz da rüşvet yiyebilsen hem fazla yorulmaz hem de çok paran olurdu oysa. Ben yap desem de yapmayacaksın bunu biliyorum. Fırsatını bulursan cesaretini topla yabancı şirketlere at kapağı. Onlar insana daha çok değer veriyorlar. 

Senden müteahhitlik yapmaya kalkışmamanı istiyorum. Bil ki başına istemediğin şeyler gelecek. Ne kadar şartlar o ortamı hazırlayacak olsa da sen kalkışma bu işlere, çok tehlikeli. Parasal olarak bir şey kazanıp kaybetmeyeceksin belki ama yaşayacağın kötü anılar ve boşa geçirdiğin yılların olacak. 

Küçük Ben, sessiz sakin bir çocuksun henüz. Bu özelliğini koruyacak, fazla çıkıntılıkların olmayacak. Okumaya olduğu kadar yazmaya önem ver. Fuzuli geçireceğin zamanı değerlendirebilir daha donanımlı olursun bu hususa dikkat edersen. Sözlerimi unutma, bu senin faydana olacaktır. Şimdi kimseye bir şey söyleme, seninle dalga geçerler. Yolunu özlemle bekliyorum.

İmza
Elli yıl sonraki Sen.   

  

5 Kasım 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #10

Bir an çok korktum. Deep ağırdan aldı nöbetçi moderatörlüğü. Yoksa Ağaç Ev Sohbetleri bitti mi diye ödüm patladı. Neyse ki İrem Can ona omuz vermiş ve 10. Hafta sorusunu atmış ortaya. Şu Cadılar Bayramı çok korkutmuş bizimkileri anlaşılan. Hadi Ağaç Ev Sohbetlerinin 10. Hafta sorusu neymiş bakalım. 


Korkunç veya anlamlandıramadığınız olaylar yaşadınız mı? Biraz da korkalım!"



Gariptir, bu soruya cevap bulamadım ilk anda. Ya, dedim kendi kendime, ben hiçbir şeyden korkmam ki. Fobim, bobim de yok bildiğim. Ne yüksekten ne karanlıktan korkarım. Öyle anlamlandıramadığım bir olay da gelmedi hatrıma. Hadi başlayalım bakalım, belki korkunç bir şeyler çıkar yazarken.

İnsan neden korkar? Meselâ vahşi bir tropikal ormanda aç bir kaplanla karşılaşıldığında korkarım. Hayaletlere, cinlere, perilere inanmam. Ama ola ki, karşıma gece yarısı bir hayalet çıktı, altıma yaparım. Nedense çıkmıyorlar işte. Ya inanmadığım için güceniyorlar, ya da onlar korkuyor benden.


Trafik kazaları korkutur beni. Ölmekten değil, sakat kalmaktan korkarım. Yanarak, boğularak ölmek de korkularım arasında. Neyse ki bunları da yaşamadım. Hah, şimdi buldum galiba. Depremden korkarım meselâ. Çok büyük şiddetli olmasa da orta şiddetli depremler yaşadım. Yer sarsılmaya başladığında şiddeti ne olacak, ne kadar sürecek bilinmez. Çaresizlik içinde bitmesini beklerken saniyeler saate döner. Acaba oturduğum bina bu sarsıntıya göğüs gerebilecek mi? Daha uzak yerdeyse merkezi, oralarda can kaybı olur mu? soruları geçer aklımdan.


Yaşadığım diğer bir afet türü ise su taşkınları yani sellerdir. Mesleğim gereği suyla çok boğuşmuşumdur. Yıllar önce Kdz. Ereğlisi'nde baraj yaparken yakalandığımız sel felâketi bir sürü can almıştı. Şantiyede maddi hasar dışında can kaybı yaşamadığımız için şanslıydık. O gece yollar sel suları altında kalmıştı. Karanlıkta azgın suların sürüklediği kayaların uğultusu hâlâ kulaklarımda. Tarihi karayolu köprüsü yıkılmış, elektrik direkleri devrilerek yolumuzu kapatmıştı. İşte o an hayatımın dönüm noktalarından birini yaşamıştım. Elektrik kablolarından cereyana kapılmayalım diye arabadan inmiştik. Hava henüz aydınlanmamıştı. Yağmur iri damlalar halinde olanca şiddeti ile devam ederken sel sularının çağıltısı köprünün karşısından gelen insan seslerine karışıyordu. Karşıdan gelen sesleri biraz daha iyi duyabilmek için kablolara basmadan ilerledik. Karşıdan gelen sesler hiç anlaşılmıyordu. Ağır ağır ilerlerken bir anda şok olduk. Önümüzdeki yol da köprü de bitmişti. Sel suları köprünün ortasında kocaman bir yarık açmıştı kendine. Yarığın genişliği yaklaşık kırk metre vardı. Büyük bir gürültü eşliğinde süratle akan sel sularına bakarken yanımdaki arkadaşlarla birlikte buz kesildik. Ya o direkler devrilip yolu kapatmasaydı? Arabamızla köprüden azgın suların içine uçup bir ceviz kabuğu misali karışırdık, artık sahilden toplarlardı cesetlerimizi. Karşı kıyı kalabalıklaşiyordu. Gücümüz yettiğince bağırıyoruz. "Can kaybı var mı?" Köprünün yanı başı şantiye. Binalar, makinaları süpürüp gitmiş sel suları. Cılız bir şekilde yanıt alıyoruz karşıdan. Can kaybı olmadığını öğreniyoruz. Bu haber rahatlatıyor bizi biraz. Fakat dizlerimiz titriyor korkudan, belki biz olacaktık şantiyenin can kayıpları.


Bir gariplik de İstanbul-Ankara otoyolunda başıma gelmişti. Gençlik işte, yol otoyolsa köklüyoruz gazı sonuna kadar. Sanki kendimizi kendimize ispatlıyoruz. Akşama doğru bir vakit, ama hava kararmaya henüz başlamamış. Genelde sol şeridi bırakmazdım kimseye o zamanlar. Nasıl olduysa Gerede'yi geçtikten sonra sol şeritten ayrılıp orta şeride geçmiştim. Beş dakikadan daha az bir zaman geçmişti. Birden gözlerim faltaşı gibi açıldı. Sol şeritte park etmiş, ışıkları yanmayan bir tır. Hızla yanından geçtim. Mantıken böyle bir durum olamazdı. Hatta ertesi gün pür dikkat haberleri izledim, oto yolda bir kaza olmuş mu diye. Olmamış. Nasıl olur? Hala kafamda soru bu. Kamyonu gördüm resmen, bir yanılsamamıydı yoksa. İşte size anlamlandıramdığım bir olay.


Son olarak Deeptone'un hatırlattığı bir konuyu arz edeyim. Üniversitenin ilk yılı, yanılmıyorsam hazırlık sınıfındayım. Ankara sağ-sol çatışmalarından geçilmiyor. Sık sık mitingler yapılıyor, okulun o zaman pırıl pırıl mercedes otobüsleri ile bütün şehri dolaşıp gövde gösterisi yapıyoruz. Otobüsler tıklım tıklım öğrenci. Sloganlar gırla. "Kahrolsun Faşizm", "Mahir, Hüseyin, Ulaş kurtuluşa kadar savaş" Çocuk sayılırız tabii o zamanlar. Abilerimiz ne derse, ne yaparsa onu demek, onu yapmak durumundayız. Yoksa faşist oluruz Allah muhafaza. Ama bir de yakalanmaktan korkuyoruz. Bahçelievler faşist arkadaşların hakimiyetinde. Polisin, jandarmanın eline düştüğün zaman yandın, anlatılanlar ürkütücü. O gün pazardı günlerden. Yine büyük bir mitinge gidilecekti. Okulun ellinin üzerinde mavi mercedesi rektörlüğün karşısına sıralanmış, Kızılay'daki mitinge taşıyacak yurtta kalan öğrencileri bekliyor. Otobüslere hücum ediyor herkes. Sloganlar atılıyor, bayraklar, flamalar, pankartlar ellerde. İçimde bir his orada bir şeyler olacağını söylüyor. Ne yapıp, edip bir şekilde kaytarmam lazım. Ama ne mümkün. Bir gören olur da, "Hocam nereye?" dese bittim. İnşallah otobüsler dolar da yer kalmaz ben de gidemem diye içten içe dua ediyorum. Otobüsten otobüse koşturuyorum. O kadar insan nasıl sığdı ki. Yavaş yavaş dolan otobüs hareket ediyor. Ben binemedim, sığamadım kandırmacasına devam ediyorum. Son otobüs de gitti. Etrafıma bakıyorum. İn cin top oynuyor. Kampusun caddeleri, binaları, yurtları bomboş. Etrafta kedi, köpek bile kalmamış. Tam korku filmi gibi. Koca yerleşkede bir tek ben varım. Her an bir nöbetçi devrimci gelip hesap soracakmış korkusu. Hızlı adımlarla yurduma doğru yürüyorum. Kantin boş, odalar boş, çalışma salonları boş. Sinek bile vızıldamıyor. Ürkütücü bir sessizlik. Korkmaya başlıyorum. Biri gelir de "Sen niye buradasın, neden katılmadın mitinge?" diye sorarlar korkusu. Ne diyeceğim. Otobüste yer kalmadı mı olacak cevabım. E, sormazlar mı adama, o kadar kişi yer buldu da bir sana mı kalmadı yer? En iyisi odaya girip beklemek. Yok, orası da sağlam değil. Kilidi yok odaların, olsa bile kilidi kırabilirler. Böyle yakalanırsam tam bir suç üstü. Duşa girsem sesi duyar gelirler. Gidip tuvalette beklesem nasıl olur. Evet, en mantıklısı bu. Işığı yok tuvaletin. Zaten olsa da deep gibi kitap okuyamam, okuma alışkanlığım yok o zamanlar. Karanlık tuvalette korku içinde geçen dört beş saat. Sonra sesler gelmeye başlıyor. Mitingden dönüyorlar. Ortalık canlanıyor yavaş yavaş. Kendime verdiğim hücre hapsi sona eriyor.


Gerçekten de hiçbir şeyden korkmamışım. Hafıza pek çok şeyleri yutuyor.   


MİM


Mimin adı: Hakkımda bilmediğiniz 11 şey 

Aslında bu daveti almasaydım mimi cevaplamayacaktım. Fakat davete icabet etmemek kabalık olacağından soruları kısaca cevaplamaya çalışayım ki, aslında kısa cevaplar vermek benim için en zor olandır. İşte sorular ve cevaplarım:


1. Kendinde sevmediğin özelliğin nedir?
Büyük avantajları olduğunu bilmeme rağmen geniş çevre yapmak gibi bir istek duymuyorum. Laf olsun diye birbirini aramalardan, bayramları otomatik tebrik mesajı göndermekten veya almaktan hoşlanmıyorum. Sosyal medya üzerinden bir sosyalleşme tarzım değil. O zaman çevre de olmaz tabii. Aslında çok da dert etmiyorum. Tanıdıklarım arasından bana ihtiyacı olan biri varsa elimden geleni yaparım, beş yıl görüşmemiş olsak bile. Aynı şekilde karşıdan aynı şeyi beklerim. Ama ne derece bu beklentim karşılık bulur bilemem.

2. En büyük takıntın nedir?
Bildiğim kadarıyla bende bir takıntı yok galiba. Yalnız dikkat ettim, hapşırınca bir defada kalmıyor, mutlaka ikincisi geliyor. Bunu irademle yapmadığım için bu takıntı mıdır, alışkanlık mıdır yoksa bünyem iki kez hapiırmak mı istiyor bilmiyorum. Ama tek sefer hapşırma yok artık bende, kesin.

3. Kimsenin bilmediği bir sırrın var mı?
Var, söylememi ister misin?

4. Hayatta en büyük başarın nedir?
Bugüne kadar yaşamış olmam hayatımda en büyük başarım. 

5. Seni en mutlu eden şey yada şeyler nedir?
Eşimin gülen yüzü, sağlıklı olmak, ailemin mutluluğu, okumak, yazmak, sevdiğim müzikleri dinlemek, gezmek, yemek, içmek. Daha ne olsun.

6. En sevdiğin ünlü kim?
Mustafa Kemal Atatürk elbette.

7. Şansa inanır mısın? Şans getirdiğine inandığın eşyan var mı?
Şansa inanırım tabii. Şans paradan daha önemli. Ama şans getirdiğine inandığım herhangi bir taş veya objeye inanmam. Saçma bulurum hatta.

8. Hayalindeki meslek ve nedeni?
Hayalini kurduğum bir meslekte uzun seneler çalıştım ve emekli oldum. İlkokula giderken mahallemize gelen beyaz takım elbiseli genç bir mühendis etkilemişti beni. Üniversitede inşaat mühendisliğinin konut yapımından başka bildiklerimin çok ötesinde çalışma alanı olduğunu öğrenince hem şaşırmış, hem sevinmiştim. Daha uzun yıllar çalışmaya devam edebilirdim bu meslekte ama Türkiye'de bazen mesleğinden soğutuyorlar insanı. Adaletin olmadığı bir ülkede yargı mensubu olmak mesela.

9. Kafan bozukken yaptığın şeyler nelerdir?
Oturur kafamı tamir ederim herhalde önce. Yok beceremezsem, tamirciye götürürüm. Bu arada suratım asılır, yüzümden anlaşılır kafamın ne kadar bozuk olduğu. Ama bozuldu diye hemen atmam bir kenara. Bir süre sonra kendiliğinden başlar çalışmaya.

10. En sevdiğin film ya da dizi?
Elveda Rumeli dizisi çok sevdiğim bir diziydi, evet.

11. Kendinehan gi sorunun sorulmasını isterdin ve cevabı ne olurdu?
Ben de Deeep/Sade ve Derin'in verdiği cevabı verirdim bu soruya. Soru: Hayatın bir anlamı var mı?
Cevap: Yok olurdu. İnsanlar hep hayatın anlamını çözmeye çalışmışlar ve çalışmaya devam edecekler anlaşılan. Şu ana kadar ipe sapa gelen bir sonuç yok ortada elbette. 

Evet, benden bu kadar. İsteyip ve henüz bu mimi yapmayanlar varsa yapabilirler, bence hiçbir mahsuru yok. İyi bir hafta diliyorum sizlere.