KATEGORİLER

Eğlencelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eğlencelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2021 Cumartesi

AYA GİDİYORUZ

Ermenistan First Lady'si Madam Anna Hakobyan'ın pek muhterem eşi Nikol Paşinyan vefat etmişti. Hakobyan üzüntüden karalar bağlarken sevgili eşinin anıt mezarının başına oturmuş, iki gözü iki çeşme ağıt yakıyordu. Bütün komşuları, arkadaşları, dostları ve kendisini sevenler ellerini önlerine bağlayıp bu dramatik anı sessizce izlemeye koyuldular.

Hakobyan'ın kocası Nikol'a yaktığı ağıt herkesin içini parçalıyor, gözlerini yaşartıyordu:

"Ah Nikol Efendi ah... Sen ne güzel, ne alim bir adam idin... Upuzun boyun var idi, cümle alem yoluna kurban olur idi..".

İngilizce'yi sular seller gibi bilir idin. Fransızca, Almanca fevkalade konuşur idin...

Sen şiirden, edebiyattan, ekonomiden, dış politikadan çok iyi anlar idin...

Yollar, köprüler, hava meydanları, hastaneler, köşkler, saraylar yapmış idin...

Madam Hakobyan'ın Nikol'a sıraladığı övgüler bir türlü bitmek bilmiyordu.

"Ah Nikol Efendi ah... Hiçbir şeyi beğenmemiş, yenisini yapmış idin... Adaleti, eğitimi, orduyu dağıtmış, kafana göre yeniden var etmiş idin... 

Sen vardan yok ettiğin devletimizi yeniden kurmuş, yeniden kuruluş anayasası yapmış idin... Uzaya liman tesis etmiş, şanlı bayrağımızı da aya diktirmiş idin..."   

Töreni izleyenler sabırla kadının sözlerinin bitmesini beklerken Madam susacağa hiç benzemiyordu. Sonunda içlerinden biri dayanamayıp patladı.

"Yapma be Madam Hakobyan, amma da büyüttün yahu! Nikol'u hepimiz tanırız, yaptıklarını, yapmadıklarını iyi biliriz. Rahmetli hiç de dediğin gibi bir adam değil idi. Mesela hiçbir dil bilmez idi. Güzel konuşur idi ama diploması yok idi. Devleti yok etmiş idi ama yeniden kafasına göre kurmaya ömrü vefa etmemiş idi. Ne uzaya liman tesis etmiş, ne de bayrağımızı aya dikmiş idi..."

Madam Hakobyan adamın sözlerini duyunca hemen ağlamayı kesti. Başını kaldırıp gururla şöyle cevap verdi:

"Olsun... Hepsine heves etmiş idi..."

Resim: https://www.medyarota.com/

27 Eylül 2020 Pazar

ADEMİN KABURGA KEMİĞİ

- Efendim!

- Ne var?

- Yedinci hatta Adem sizinle görüşmek istiyor, efendim.

- Bağla bakalım.

- Alo, Selamün aleyküm?

- Aleyküm selam, Adem. Her şey yolunda mı?

- İdare ediyoruz. Rabbim, beni siz mi aradınız?

- Evet, daha sonra arayacaktım, seninle konuşmam gereken bir konu var. Ama şimdi acilen bir şey öğrenmek için arıyorum.

- Buyurun efendim, sizi dinliyorum.

- Adım kullanılarak yapılan bir rezervasyonu onaylamak için beni restorandan aradılar. Sanırım bana bunu açıklaman gerekiyor.

- Aradılar mı? Harika! Onayladınız, değil mi?

- Evet, haklıymışım. Tahmin ettiğim gibi, rezervasyonu yaptıran sensin değil mi?

- Sanırım. Rezervasyon bu gece için yapılmış, değil mi?

- Öyle görünüyor.

- Onayladığınız için teşekkürler. Öğrenmek istediğiniz başka herhangi bir şey? Biraz acelem var da.

- Ey Adem, ne zamandan beri restorana gitmek için rezervasyona ihtiyacın oluyor senin?

- Bu gece rezervasyon yaptırmadan restorana girebilmek imkansız. Yine de az kalsın rezervasyon yapamıyordum. Yalnız adınızı kullanmam işe yaradı. Sonra bana hemen bir masa ayırdılar.

- Peki bu restoranı bu kadar özel kılan ne?

- Cennetteki tek restoran olması. Ve Sevgililer Günü olması münasebetiyle bu gece dolup taşacağından eminim.

- Sevgililer Günü orada mı kutlanacak?

- Evet, daha fazlasına ihtiyacım mı var? Şimdi bir an önce kıyafetlerimi almam gerekiyor ve ...

- Ne kıyafeti?

- Ah, bugün Sevgililer Günü yemeğinde giymek için yeni bir asma yaprağı satın aldım. Şimdi hemen gidip onu teslim alacağım. Aslında, denemem gerekiyordu. Daha önce giymeyi denedim ama başaramadım, kötü bir sırt ağrım var. Şimdi giyinip giyinemeyeceğimi görmek istiyorum.

- Sırt ağrısı?

- Evet. Uyandığımdan beri sırtım fena halde ağrıyor. Sanırım kötü yattım.

- Anlıyorum. Adem ... Yemeğin hakkında ...

- Ah, içiniz rahat olsun efendim, her şey yolunda, sadece restoran rezervasyonumu onaylamanız gerekiyordu. Şimdi kıyafet sorununu çözeceğim. Şarap zaten mağaramda.

- Şarap mı?

- Evet. Neden şaşırdınız? Şarapsız Sevgililer Günü olur mu hiç?

- Bak, Adem ...

- Ve şimdi buna hazırım. Övünmek gibi olmasın ama Sevgililer Günü tarihinin en güzel hediyesinin benimki olacağına inanıyorum. Bu ilk Sevgililer Günü olduğu için pek aranmaz ama... Her neyse, bu muhteşem bir hediye. Ne olduğunu söylememi ister misiniz?

- Adem, aslında ...

- Söylüyorum. Ama Tanrım bunu bir sır olarak saklamalısınız. Yüzük şeklinde bir taş, tamamı kıvrık sarmaşıklarla süslenmiş. Saçma bir şey belki ama uğraştığıma değdi.

- Adem, beni dinler misin, lütfen?

- Efendim.

- Bir şey söyleyebilir miyim?

- Elbette.

- Bildiğim kadarıyla senin kız arkadaşın yok.

- Bunu biliyorum. Bu yüzden onu hemen bulmam gerekiyor.

- Gerçekten mi?

- İşte bütün mesele bu. Bir kız arkadaş bulmak için sadece birkaç saatim var, çünkü maymunlara bugün kız arkadaşımla geleceğimi söyledim.

- Sen ne diyorsun?

- Konuyu size açacaktım. Burada Sevgililer Günü sohbeti başlayalı beri, Cennet'teki bütün hayvanlar benimle dalga geçiyor çünkü benim bir kız arkadaşım yok. Bildiğim kadarıyla kız arkadaşı olmayan tek kişi benim.

- Endişelenmen gereken daha önemli şeylerin olduğunu düşünmüyor musun?

- Ama siz, hayvanların ne yaptığını görmüyorsunuz. Tek yapmanız gereken oraya, ormanın içine girmek. Orada maymunlar yüz yüze dans ediyor. Dans edecek kimsem olmadığı için bana bir dal veriyorlar ve benim onunla dans etmem gerektiğini söylüyorlar. Utanç verici bir durum.

- Tamam ama ...

- Geçen gün gece boyunca tüm mağaramın duvarlarını karaladılar. Kömürle bir sürü yazı yazdılar. Aslan dişi aslanı seviyor. Fare, küçük fareye aşık. Domuz domuzcuğu seviyor. Bütün hayvanlar mağarama ilan-ı aşk ettiler. Hepsi! Horoz bile!

- Kim?

- Horoz. Acayip yaratık!

- Gagalı hayvanlar!

- Evet. Onlar bile. Ve en sonunda maymunlar her şeyin ortasına dev bir “Kimse Adem'i Sevmiyor” diye yazdı.

- Gerçekten mi?

- İcat ettikleri oyundan bahsetmiyorum bile. Adem Oyunu.

- Adem oyunu mu?

- Evet öyle. Bütün hayvanların resimlerini muz yapraklarının üzerine çiziyorlar. Her hayvanın bir erkek ve bir dişisi var. Sadece benim bir partnerim yok. Her biri bir avuç yaprak alıyor ve sonra her oyuncu diğerinden bir yaprak çekiyor. Elinizdeki yaprak hangi hayvanla eşleşirse, o sizin eşiniz oluyor. Ve oyun böylece devam ediyor. Tahmin et oyunun kaybedeni kim?

- Kim?

- Oyunun sonunda, çifti olmayan ve bu nedenle tek yaprak alan kişi. Adem'den başkası değil!

- Bu oyunun güzel bir fikir olduğu inkar edilemez.

- Bu çok aşağılayıcı.

- Her neyse, doğru değil bu ve sen kalkmış bu yargını kız arkadaşı olan herkese yaymaya çalışıyorsun.

- Hayır herkese yaymıyorum, hayır. Sadece maymunlara söyledim. Ve bu yanlış bir şey değil. Gerçek şu ki benim bir kız arkadaşım yok. Gerçek olan, “henüz bir kız arkadaşımın olmaması”. Hep bu konu üzerine kafa yoruyorum.

- Ne yapmaya çalışıyorsun?

- Bazı kızlarla konuşuyorum.

- Kızlar?

- Evet, şu anda bir devekuşu ile flört ediyordum.

- Devekuşu mu?!

- Ama bugün benimle yemeğe gelemeyecek. Bugün onun bir başkasıyla randevusu var.

- Aklını mı kaçırdın?

- Kızmana gerek yok, o gelemiyor zaten. Ne o, ne kunduz ne de panter. Hepsi bana eşlik etmemek konusunda kararlı. Aslında, panterle konuşmadım bile. Onunla konuşmaya başlar başlamaz kocası gelip hırlamaya başlıyor ve ben de yanlarından ayrılmak zorunda kalıyorum.

- Adem...

- Bu yüzden acele etmem lazım. Başka kızlar bulmam lazım. Sanırım şimdi kaplumbağalar kumsalda güneşleniyor olmalı. Hiçbir şey istemeyen biri gibi yanlarına uğrayacağım. Bakalım havalı kaplumbağalardan birini ayarlayabilecek miyim.

- Adem, bu benim izlenimim mi yoksa kur yapmak için hayvanlara mı dadandın?

- Hayır, kimseyle çıkmak istemiyorum. Bu durum farklı. Hadi benimle gelin sizi yemeğe davet ediyorum.

- Olur canım!

- İki arkadaşın yemeğe çıkmasının nesi var? Sırf Sevgililer Günü olduğu için bir arkadaşımı yemeğe çıkaramaz mıyım?

- ...

- Niye susuyorsunuz?

- Sen ne diyorsun, Adem?

- Ah, hat düştü sandım, cevap alamayınca.

- Hayır Adem, hala buradayım. Çok yordun beni. Başka bir nedeni yok.

- Endişelenmenize gerek yok. Bugüne kadar kimseye çıkmayı teklif etmedim. Ancak bugün restorana bir kız arkadaşımla gitmem gerekiyor. Aksi takdirde, hayatımın geri kalanının benim için hiçbir anlamı olmayacak.

- Bana sen... şimdi? Ve Şarap?

- Peki o zaman... Akşam yemeğinde iyi bir ruh haliniz varsa ... Bana güzel bir şekilde eşlik edebilir, beni takdir etmesini biliyor ve seviyorsanız... Neden olmasın?

- Adem!

- Her neyse, bu tür şeylerin planlamadan olması gerektiğini bir yerlerde okumuştum.

- Adem, yeter! Artık hiçbir kadınla konuşmayacaksın.

- Aslında ... Sır saklayabilir misiniz?

- Evet.

- Şimdi size bir şey söyleyeceğim, ama bu kesinlikle aramızda kalmalı. Tamam mı?

- Söyle.

- Hayır, başlamadan önce bunu bir sır olarak saklayacağınıza söz vermeniz gerekiyor.

- Adem?

- Efendim.

- Şansını zorlama.

- Affedersiniz. Neyse ... uğur böceğinin işime yarayacağını düşünmüştüm.

- Kimin?!

- Uğur böceği ile flört edebilirim . Gördüğüm kadarıyla kocasıyla kavgalı ve bu sabah benimle uzun uzun sohbet etti. Onu bu ​​akşam yemeğe davet edersem, sanırım kabul eder. Sorun şu ki... Bu bir uğur böceği, değil mi? Bana göre biraz küçük. Garip görüneceğini düşünüyorum. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

- Adem, hiç böyle bir şey olabilir mi?

- Ayrıca herkes restoranda yalnız olduğumu sanır. Masanın üzerindeki uğur böceğini kimse görmeyecektir. Bana hiçbir faydası olmaz.

- Adem, lütfen, ben...

- Öte yandan, restoran faturası ucuza gelir. Bir uğur böceği ne yer ki? Yarım parça çimen yaprağı mı? Çiçek çanağından bir ufak parça mı?

- Adem beni duyuyor musun?

- Efendim.

- Bence bu işi unutmalısın.

- Uğur böceğini mi? Belki de haklısın. O küçücük ve karşısında sırtı ağrıyan biri olacak, onu kaldırmak için eğilip eğilemeyeceğim bile meçhul. Aslında, bu sırt ağrım için bana yardım edemez misiniz?

- Hayır, Adem.

- Çok acıyor ama. Acaba bir yere mi vurdum?

- Bilmiyorum. Her neyse, bence söylediklerinin hepsini unutmalısın. Bu konular hakkında düşünmeyi bırakmalısın. Sadece uğur böceğinden bahsetmiyorum.

- Neden bahsediyorsunuz? Başka ne var?

- Hayır Adem! Ben her şeyden bahsediyorum! Akşam yemeğinden, uğur böceğinden, hediyenden, kız arkadaşlarından.

- Bana söyleyebileceğinizin hepsi bu mu?

- Sevgililer Günü yemeğini unut. Cennette kalacaksın ve oradaki yemeğe yalnız gideceksin. 

- Tabii maymunların size  gülmesine katlanmak zorunda olmadığınız için bunu söylüyorsunuz.

- Adem, Cennetle ilgilenmezsen, çok daha kötüsüne dayanman gerekecek. İstersen yanına ateşten kılıcı olan bir melek gönderebilirim ve yemeğini onunla yiyebilirsin. Eminim onu seveceksin.

- Hayır, bunu yapmak zorunda değilsiniz.

- Hepsi bir tarafa, her gördüğün dişiyi yemeğe davet etmeyi bırak. Bu doğru değil.

- Peki. Anladığım kadarıyla farklı ırklar arasındaki aşka karşısınız. Yakında Siz...

- Adem, bunu zaten açıkladım. Siz ve hayvanlar farklı cins değilsiniz. Farklı türlersiniz.

- Oh evet. Bu ırk ve tür meselesini hep karıştırırım. Nasıldı? Ben hayvanlar alemindeyim, omurgasız ... Hayır. Durun bir dakika, bu yanlış. Her zaman unutuyorum.

- Önemli değil. Sadece dişi hayvanlarla çıkmanın yanlış olduğunu bil yeter.

- Hatırladım! Omurgalıyım! Değil mi?

- Dediklerime odaklan, Adem! Dediklerime!

- Affedersiniz. Her neyse, artık fikrinizi değiştirmek için çok geç, rezervasyon artık onaylandı. Şu anda iptal etmek imkansız.

- Bana asılmayı bırak. Üstelik benim adıma yaptırmışsın rezervasyonu.

- Bu doğru. Öyle olsa bile, bana eşlik etmek istemiyorsanız restoran müdürüyle bile ilgilenebilirim. Her ne kadar sıkıcı bir sosyal demokrat da olsa.

- Dediklerimi dinlersen durumunu düzeltirim. Bu konuyla ve maymunlarla ilgileneceğim.

- Anlaştık o zaman.

- Ama sen sadece cennetle ilgileneceksin. Ve artık kadınları yemeğe davet etmek yok.

- Sağ olasınız. Bu arada, günün geri kalanında izin kullanabilir miyim? Bu sırtım beni öldürecek, bir süre uzanmak istiyorum.

- Her şey yolunda. Sen git dinlenmene bak.

- Teşekkür ederim.

- Başka bir sıkıntın var mı Adem?

- Hayır efendim. Teşekkür ederim. Görüşürüz.

- Hoşça kal Adem.

Telefonu kapatır kapatmaz, Tanrı, maymunları cezalandırması gerektiğine karar verdi. Onları cezalandırmak için muz yaprağı oyunu fikrinden yararlandı ve o andan itibaren maymunlardan birinin oyundaki "eşsiz hayvan" olacağını belirledi. Daha da kötüsü, oyunun adını primatların kendilerinin seçmesi gerekecekti.

Ormana bazı melekler gönderdi ve beş dakikadan az süren bir konuşma sonunda maymunlar zora düştüklerinde her zaman yaptıkları şeyi yaptılar: Bunun gençlerin hatası olduğunu, inkar etmenin veya kararı protesto etmenin çıkar bir yolu olmadığını ve suçu üstlendiklerini söylediler. Böylece Jogo do Bicho* doğdu.

Ama aslında Tanrı başka bir şeyle daha çok ilgileniyordu. Adem'in sırt ağrısıyla ilgili şikayetlerini dinleyip mağaraya doğru yürüdüğünü gözlemledi. Ve Adem'in mağaranın ağzından geçip karanlıkta kaybolduğunu gördü.

Muhtemelen Adem, üç gün boyunca yüzünü mağaradan dışarı çıkarmadığı için Tanrı'nın ona hazırladığı sürprizin geç farkına vardı. Mağaradan çıktığında, Cennet'te gördüğü en güzel yaratıkla el ele tutuştu. Güneşte parlayan kıvırcık saçları ve denizin rengini yansıtan gözleri ile Adem'in geliştirilmiş ve daha güzel bir versiyonuydu. Ve parmağında asma dalından kıvrılmış taş bir yüzük vardı.

Bu olay cennette günlerce konuşuldu. İki hayvan bir araya gelince konu hep aynıydı.

- Ve Tanrı kadını yarattı.

Adem mutluluğunu saklayamadı. Sevgililer Günü hediyesi olarak kendisine masaj yaptırdığı için artık sırt ağrısından şikayetçi değildi. Artık bu aklına bile gelmemişti ancak,

Kaburgalarından birinin gittiğini hiç fark etmedi.

*Jogo do Bicho: Brezilya'da yasadışı olmasına rağmen ülke genelinde çok popüler bir kumar oyunu. 

- Öykünün Portekizce orijinali için tıktık

28 Kasım 2019 Perşembe

BİZİMKİLER

Azerbaycan'ın "Bizimkiler" adında bir müzik grubu var. Aklıma geldiğinde parçalarını dinler, keyif alırım. Pink Floyd'un "Another Brick in the Wall" isimli parçasının şark sazları eşliğinde yorumlamışlar. Bana göre orijinal'inden de güzel olmuş. Paylaşmak istedim. 


28 Ağustos 2019 Çarşamba

ÜSTÜNDE VERSUS ÜZERİNDE

Hangisi Doğru?

Gece olmuş saatin ikisi. Delirdim mi ne?

Takmışım bir kelimeye içinden çıkmam mümkün değil

Vazoyu sehpanın üstüne mi koysam, yoksa üzerine mi?

Tedeka güncel sözlük bile çıkamamış işin içinden,

Üstünde demiş üzerindenin karşısına,

Üstündeyi karşılıksız bırakmış

Benim kafama yatanı sorarsan eğer,

İngilizce on'un karşılığıdır üstünde,

Above'un karşığı da olmalı üzerine,

Tam da ikna olmuşken,

Bir gürültü koptu iki kat üstümüzden.




20 Haziran 2016 Pazartesi

TANGOYA UYANMAK

19/06/2016 Pazar, Tire

Cehennem sıcakları kavuruyor. Odamıza kapandık, klimayı çalıştırdık. Ara sıra yaptığım üzere kafama bir konuyu takar, onu araştırır öğrenmeye çalıştım. Öğrendikçe şaşırdım ve kızdım kendime ben bunları niye bilmiyorum diye. O kadar çok konu var ki öğrenilecek hangi birine yetişeceğim?  

Blogları karıştırırken "kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı" isimli bloğa takılıyorum. Uzun zamandır takip ettiğim bu blog bana çok keyifli anlar yaşatıyor. Son yazısı "balkon konuşmaları" nın altına hoş bir müzik parçasının linkini vermiş. Basıyorum linkin üzerine. "Cayetano - Fairy Tales"  Nefis bir müzik... Onun arkasından aynı youtube sayfasında dolaşmaya devam ediyorum. Martin Zarzar'dan Moliendo Cafe'sini dinlerken mest oluyorum... Güzel ezgiler arasında yaptığım geziye İspanyolca müzik eksenli devam ediyor, sonunda Tango 'da bir mola veriyorum. İşte Querer... Buram buram aşk kokuyor. Al sevdiğini yanına, çık sahilde mehtabın altına dinle bu müziği... Anında aşık olmazsa sil geç üzerinden, hayır gelmez sana ondan...


Yetmezse müziğin ezgileri, İspanyolcaya Fransız kalınırsa eğer, işte Türkçe sözleri...

Aşk, kalbinin ta içlerinden, utanmadan, sebepsiz, tutkunun ateşiyle,
Aşk, geriye bakmadan, gözlerinin içiyle, daima, daha da fazla,
Aşk, mücadele etmek, rüzgara karşı uçmak, denizin güzelliklerini keşfetmektir.
Aşk, paylaşabilmek, hayata susamışlığı, aşkın hediyesidir: hayat
Aşk, denizle gökyüzü arasında, yerçekimi olmadan, özgürlüğü hissetmektir.
Aşk, hiçbir şey beklemeden, vermek sadece vermek, daima daha fazlasını

Ben yine orijinal halinden daha çok zevk alıyorum.

Tangoyu severdim ama hiç bu kadar ilgimi çekmemişti. Bu durum tango hakkında yeterince bilgi sahibi olmamaktan mı kaynaklanıyor yoksa taşıdığım ruh halinin sonucu mu? Dansı, müziği, sözleri ayrı güzel... Her millete göre kendini biçimlendirmiş bir sanat.

Tango deyince aklıma hep ekonomik ve kültür seviyesi yüksek toplum kesiminin müziği gelirdi. Oysa 1800'lü yılların başında Arjantin'in başkenti Buenos Aires ve Uruguay'ın başkenti Montevideo'da doğmuş danslı müziğin adıymış tango. Çeşitli Avrupa ülkelerinden büyük hayallerle Latin Amerika'ya  göçtükten sonra büyük sosyo-ekonomik sıkıntılar çeken insanların ortaya çıkardığı müzik... Ailesini geride bırakıp her türlü sıkıntıyla boğuşan bu insanlar Almanların icat ettiği akordeona benzeyen bir müzik aleti (bandoneon) çalar, müzik eşliğinde dans edip avunurlarmış. Bir anda erkek nüfusun artması kadın sayısı ile dengesizlik yaratmış, bunun sonucunda genelev sayıları artmış. Talebi karşılamakta zorlanan işletmeciler salonda sıra bekleyen erkek müşterilerini eğlendirmek için küçük tango grupları çalıştırmaya başlamışlar. Sonraları orta ve üst düzey müşterileri ağırlamaya başlayan bu mekanlar dayesinde alt kesimin sokak müziği olan tango üst kültür tarafından da tanınmaya başlanmış!


Tango, önceleri genelevlerde çalındığı için ayıplanan ve argo sözler içerdiği için küçümsenen bir müzik türü iken 1900'lü yıllara gelindiğinde gemilerle Avrupa'ya giden işçiler tarafından Paris, Londra, Berlin ve diğer başkentlere taşınmış. Argo sözcüklerden arındırılan tango Avrupa yüksek sosyetesinde büyük rağbet görmüş. Paris'te de bu müziğe değer verilmesiyle birlikte Arjantin'de her kesimin beğenisini kazanmaya başlamış. O ince, yüksek topuklu ayakkabılarla ayaklarını burkmadan dansın kıvrak hareketlerini yapabilmek sadece kadınlara mahsus bir özellik olmalı...


Değişik dünya kültürleriyle yoğrulan tango her ülkede farklı isim ve farklı şekillerde çalınıp söyleniyormuş. Finlandiya'ya girdiği andan itibaren çok sevilen tango bu ülkede Fin Tangosu olarak isim yapmış. Diğer tangolardan farklı olarak çiftler bu türde diz dize, yanak yanağa yakın temas halinde dans ederken kadının erkekten ayrı artistik hareketlerine yer verilmezmiş. Sadece Arap Tangosu (Tango Oriental) eşsiz yapılıyor! Kadınlar oynuyor erkekler seyrediyor...



Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türkiye'de çok sesli müziğe geçilmesinden sonra tango müziği yurdumuzda tanınmaya başlamış. Necip Celal, Fehmi Ege ve Necdet Koyutürk bu türde çok sayıda eser vermiş ve Türk tangosunun temellerini oluşturmuşlar. Özellikle Necdet Koyutürk'ün "Papatya" tangosu yirmi milyon nüfuslu ülkede yirmi bin adet taş plak satmış. Türkiye'nin ilk tangosu olan "Mazi kalbimde bir yaradır" parçasını ilk seslendiren kişi Seyyan Oskay'mış. (1913-1989)



Özetle bir zamanların ayıplanan ve hor görülen halk dansı bugün sosyetenin nezih müziği haline gelmiş! Tangonun aşk ve melankolik tutkuya sahip mizacının temelinde onun doğduğu topraklardaki yaşanmışlıkların yattığı aşikar. Georges Bizet tarafından bestelenen çok sevdiğim Carmen Operasının ünlü "Habanera" aryasına  İspanyol figürleri ve Küba müziği ile beslenen tango dokunuşları eşlik ediyor.



Kendimi tangonun eşsiz dans ve müziğine kaptırmışken hayatın gerçekleri kulağıma çalınıyor. "Hayatım, salonun perdelerini indirecektin!"

Perdeler indi, boncukları kırılmasın diye filelere toplandı, yıkandı ve tekrar yerine asıldı. Yayla zamanı şimdi. Aşağı yayladaki ceviz fidanlarının yarısını bugün sulayacaktım. Bu sefer yalnız çıktım yukarı. Damlama sistemi onarılana kadar hortum yetmeyen yerlere kova kova su taşımak zorundayım. Aşağı yaylanın alt taraflarına doğru eğim artıyor. Yakup Usta iyi ki burada neredeyse ağaç haline gelmiş yabani otları temizlemiş.  Bastığım yeri ve fidanları görebiliyorum artık. Bütün fidanlar buz gibi kaynak suyu ile ferahlıyor. Çok seviniyorlar ve onlardan çok dua alıyorum.

27 Mayıs 2016 Cuma

BİZİM PINK FLOYD: ANOTHER BRICK IN THE WALL


Üniversite yıllarımı hatırlatan en güzel bestelerinden biridir Pink Floyd grubunun "Another Brick in the Wall" u. Bu parçayı bir kez de Azerbaycan müzik grubu "Bizimkiler" in yorumuyla dinleyin. Ritim sazlar eşliğinde başlayıp tarla devam eden ezgiler beni sarhoş etti. Kanunundan klarnetine, akordeonundan zurnasına kadar bir şark sazları cümbüşü...  İşte ben böyle kültür mozaiği istiyorum. Doğu batı sentezi böyle olmalı. Batı ve doğu ne de güzel kaynaşmış. Batısı bizden batı doğusu bizden doğu. Sadece Pink Floyd mu? Hayır. Ray Charles'ın "Hit the Road Jack" yorumu kesinlikle "Another Brick in the Wall" u aratmaz. Bir de meraklılarına tüyler ürpertici klarnet taksiminin ardından gelen Sting'in "An English Man in Newyork" u ile udun, tarın ve kanunun mükemmel uyumunun sergilendiği Sade'nin "Smooth Operator"'unu öneririm. Dost Azerbaycan'ın Bizimkiler Gurubunu gösterdikleri üstün performanslarından dolayı candan kutluyorum. 




17 Nisan 2016 Pazar

GÜZEL BİR GİRİT TÜRKÜSÜ, FURTUNA


Bugün bir o yana bir bu yana savrulan ruhum, ataların toprağında vücut buldu. Bu türkü bende takılana kadar kaç yazardan, kaç bestekardan geçtim, kaç öykü okudum. En sonunda hepsini unuttum ve "Furtuna"'da karar kıldım. Bakalım beğenecek misiniz?

SANA SÖYLEDİM, YİNE SÖYLÜYORUM

Pek çok sanatçı seslendirmiş bu türküyü. Ama ben en çok Sakina Anadolu Dörtlüsünün (Anadolu Quartet) ve güçlü sesiyle Yunanlı şarkıcı Natasha Bofiliou'nun enstrümansız yorumunu beğendim.





Sözleri İngilizce ve Türkçe olarak şöyle;

I told you once and say it again
Don't go down to the sea shore
The sea makes waves
it will take you and get lost (in the waves)

If it takes me it will take me
down to the deep waters
I'll make my body a boat
and my hands oars
my handkerchief a sail
I come and go to the shore

I told you once and say it again
don't write me any letters because
I don't know letters (meaning don't know how to read)
and I start crying"





Sana söyledim ve yine söylüyorum

Sahile inme
Denizde fırtına olur
Dalgalar alır seni götürür

Beni de alırsa eğer oraya,
O derin sulara,
Vücudumu tekne yaparım
Ellerim kürek olur,
Mendilim bir yelken,
Alır seni karaya çıkarım.

Sana söyledim ve yine söylüyorum
Bana mektup yazma
Ben mektup okuyamam.
Sonra beni ağlatırsın... 

Bu türküyü bir de Yabancı Damat dizisinden hatırlayacağımız Özgür Çevik farklı sözlerle şöyle seslendirmiş.

Fırtına
Söylemiştim sana gitme
Gönlünün sahiline
Seni alırsa fırtına
Dayanamam yokluğuna
Kalbim sandal olur uğruna
Rüzgâra yelken olur
Gözyaşım benzer yağmura
Savrulurum yokluğuna


7 Ocak 2016 Perşembe

ÇADIRIMIN ÜSTÜNE



28 Aralık 2015 Pazartesi

TANGO, Denge & Ahenk




27 Aralık 2015 Pazar

KEMENÇE EŞLİĞİNDE HORON TEPEN YUNAN KOMŞULARIMIZ

Dünkü TAVERNA başlıklı yazımda değinmiştim. Hiç aklınıza gelir miydi? Bir tavernada Yunanca sözler ve kemençe eşliğinde bizim Laz havaları çalarken konuklar coşkuyla kalkıp bildiğimiz horon tepecekler...  Konu bir zamanlar Trabzon civarında hüküm sürmüş Rum Pontus devleti ile alakalı zannedersem. Bu kültür onlardan bize mi yoksa bizden onlara mı geçti bilinmez ama her iki toplum da kemençe ve horonu içselleştirmişler. Bu ortaklık bizi birbirimize daha çok kenetliyor. Özellikle aşağıdaki videonun sonunu izlemenizi öneririm. 4. dakikada bir de sürpriz var. Kemençeyle Çaykovski'nin kuğu gölü balesini dinlemiş miydiniz?

25 Aralık 2015 Cuma

TAVERNA

Latince "Taberna" kelimesinden türemiş bir kelime "Taverna". "Taberna"nın kelime anlamı tek odalı geniş giriş kapısı olan, genellikle çatısı kubbe şeklinde ve gün ışığı alsın diye tepesinde bir penceresi bulunan dükkan ya da kulübeymiş. Eski Roma'da MS I. yüzyılın başlarında "Taberna"lar ticaretin yoğun olarak yaşandığı yerler olarak biliniyor. Yunanca "Taverna", Yunan mutfak kültürünün sunulduğu ufak lokanta anlamına geliyor. Türkiye'de adı taverna olan mekanlardan henüz hayal ettiğim tadı alamadım.

İnternette gezerken Alpha TV'yi keşfettim. Web TV olarak canlı yayın yapıyorlar. Yunanca bilmediğim için tam olarak ne olduğunu anlayamadığım "stinigiamas" etiketiyle Facebook'ta çokça paylaşılan bir tavernanın müzik görüntülerini ben de sıklıkla izliyor ve zaman tünelimde paylaşıyordum. "Stinigiamas" ya tavernanın adı ya da sahibinin adı olmalı derken bir üçüncü ihtimal ise Alpha TV kanalının sahibi olması  şeklinde belirdi kafamda. Program esnasında kamera sık sık 50'li yaşlarda sakallı bir adama dönüyor. Büyük bir ihtimal bu Stinigiamas Efendi olmalı. İşte dedim benim hayalimdeki taverna budur. Sakallı Stinigiamas Efendi, her zaman eğlenceye büyük bir içtenlikle katılır, bazen kalkar oynar, bazen şarkılara yerinde alkış tutarak eşlik eder. Yüz ifadesinden tam bir keyif adamı olduğu belli.



Favorim olan bu tavernanın özelliklerinden biri de çoğumuzun Türkçe bildiği parçaları Yunanca seslendirmeleri. Genellikle bizde tarihe mal olan ve unutulup giden güzel parçalar farklı bir dille seslendirilse dahi büyük zevk alıyorum. Taverna müziği olarak adlandırabileceğimiz bu türün sözleri arasında "çiftetelli", "aman aman", "yandım ben" gibi bir çok Türkçe nidalar var. Bazı programlarda tamamen Türkçe parçalara yer veriyor, Fide Köksal ve benzeri Türk solistleri de konuk ediyorlar.

Tavernada orkestranın karşısına son derece basit ahşap masalar yerleştirilmiş. Misafirler masaların sadece ortadaki piste ve orkestraya dönük tarafında oturuyorlar. Müzik hareketlendikçe ayağa kalkıyorlar ya da yerlerinde şarkı sözlerine eşlik ediyorlar, bazıları piste çıkıp dans ediyor, piste tabak fırlatıyor, ya da karanfil atıyorlar. Kimi zaman hızını alamayan hatunlar masanın üzerine çıkıp orada oynamaya başlıyor. Eğlencenin sınırı yok. Öyle ki masayı üzerinde tabak ve bardaklarla piste ters çevirenleri bile gördüm.

Tuhaftır taverna müşterilerinin neredeyse tamamı Yunanistan'ın en güzel bayanları. Hepsinin giyimleri ve dansları harika. Asla bir taşkınlık görmedim. Kadınıyla erkeğiyle herkes birbirine son derece saygılı. Bu yazıyı yazarken "http://www.alphatv.gr/webtv/live" adresinden Alpha TV yi canlı dinliyorum. Şimdi olduğu gibi bazen ezgiler Karadeniz'e kaçıyor. Müziğe kemençe benzeri bir çalgı eşlik ediyor ve pistte horon tepiyorlar

Alpha TV'nin bir benzeri yayınlar Kanal ERT World'de oluyor. Bazı.konser filmlerini Youtube da bulabilirsiniz.



Ankara'da Meandros tavernaya giderdik. Ümit Besen'den parçalar çalardı. İlk uzoyu orada içtim. Genellikle kalabalık gruplar yan yana dizilmiş masalara uzunlamasına oturur sarhoş olana kadar içerlerdi. Fakat taverna kültüründen çok uzak bulurdum ben orayı.

İmkan olsa da Sakallı Stinigiamas Efendi'nin tavernasına en az ayda bir gidip kurtları dökebilsek. Düşünüyorum da, acaba müşterilerin hepsi özel seçilmiş de TV programına dekor mu oluyorlar. Bütün Yunanlılar manken değil ya!