Bu güzel havalar daha ne kadar devam edecek ? Erik ve kayısı ağaçları da tomurcuk vermiş artık. Eğer kuvvetli bir don gelirse arkadan, yazık olacak hepsine.
Bugünkü hedefim çok büyük. Elektrikçi Ali'yi kaçırmamak!. Bu yüzden sabahleyin erken çıkıp gittim dükkanına. Beni görünce "Tam senin oraya çıkıyordum ben de" dedi. Hiç de inanmadım buna. O kadar ki, araya başka işleri sokup yine sıvışmasın diye, özellikle geleceğimi bildirmemiştim. Çay, kahve ne içersin diye soruyor.
"Şimdi çay içmenin sırası değil, bir an önce benim işleri konuşsak iyi olacak." diyorum. "Peki, madem öyle, çıkalım o zaman" deyip kalkıyor oturduğu yerden.
"Ali Bey, sen geri dönecek misin dükkâna?" diye soruyorum. "Hani diyorum ki, eğer döneceksen benim arabamla gidelim."
"Peki öyle yapalım madem" deyip kahvenin önüne park ettiğim arabaya doğru ilerliyoruz.
Boş zaman bulursam birkaç sayfa okurum diye "Kavgam" ı almışım yanıma. Ali arabanın kapısını açarken koltuğun üzerindeki kitabı alıp konsolun üzerine koyuyorum hemen. Dışarıdan görmesinler diye oradan alıp torpido gözüne koymaya çalışıyorum sonra ama içi evrak dolu olduğundan kapağı kapanmıyor. Kitap elimde kalakalıyor. Kaplana doğru yola çıktık çıkmasına ama bu telaşımın nedenini anlamaya çalışıyor. Mecbur kalıp anlatıyorum aklımdan geçenleri.
"Ali bey, kitabın üzerindeki Hitler'in şu resmini ve gamalı haçı görüp beni de faşist sanmasınlar diye telaşlandım birden."
"Yok canım, kitap değil mi bu, hepsini okumak lazım" diyor. "Ben de kitap kurduydum eskiden, ama şimdi hiç zamanım olmuyor " deyip konuşmaya devam ediyor.
"O Deniz Gezmiş vardı ya, bir kitabını okumuştum onun."
"Darağacında Üç Fidan mı?" biraz şaşırmış halde, öğrenmeye çalışıyorum.
"Evet, evet oydu. Ama buraları biliyorsun. Neler söylenmişti arkalarından. Bu duyduklarımdan sonra hiç okumamam lazımdı aslına bakarsan. Ama yine de neler yazmışlar hakkında merak ettim de bir okuyum dedim."
"Yazık ettiler bu üç gence." deyip iç geçirdim.
"Beyim, bildiğin gibi değil" dedi. "Kitabı bitirdiğimde hüngür hüngür ağladım çocuklara"
"Ben de." dedim.
Kısa yolumuz sohbetle daha da kısaldı. Köye yaklaştığımızda Gani Usta geldi aklıma. Elektrikçi Ali'yi yaylaya getirdiğimde sen de yanında ol ki, yaptığın eksik ve yanlış yerleri sana göstersin demiştim, dünkü konuşmamızda. Önceden onu arayıp geleceğimiz zamanı bildirecektim güya. Telaş içinde numarasını çevirdim. Cevap vermeyince canım sıkıldı ama az sonra döndü bana.
"Alo, beyim beni aramışsın."
"Gani Usta günaydın. Elektrikçi Ali ile birlikte yoldayız, beş dakika sonra bahçede olacağız" diyerek nerede olduğunu soruyorum.
"Yukarıda, sizi bekliyorum" demesi rahatlatıyor beni.
Bahçeye vardığımızda bizi Gani Usta karşılıyor. Taş binaya doğru yürüyoruz birlikte. Yakup Ustanın taş fırın inşaatını epey ilerletmiş olduğu takılıyor gözüme hemen. Isıyı korumak maksadıyla kırıp fırının tabanında kullanmaları için bir sürü cam şişe getirmiştim yanımda ama onlara gerek kalmamış gibi. Cam kırıklarını başka yerden bulup üstünü takoz tuğlayla kapatmışlar bile. Taş duvar da fırının olduğu kısım hariç tamamlanmış görünüyor. Yan tarafta tuvaletlerin olduğu bölüme geçtik. Burada tesisatla ilgili neler yapılacağını anlattım Ali'ye. Gerekli notları aldıktan sonra Gani Ustayla kablo kanal kazısına bakmak üzere aşağı, bahçenin alt sınırına doğru yürüdüler.
"Çit var geçemezsin oradan" dediysem de dinletemedim.
"Merdiven götürdük, ağaca dayar çiti aşar yine geçeriz" dedi Gani Usta.
İkisi birden ağaçların arasında gözden kayboldu. Şu kanal kazısını görmek bana nasip olmayacak. Her seferinde inenleri aşağıda karşılayıp arabayla yeniden yukarı çıkarmak bana düşüyor. Bayır aşağı yaklaşık dört yüz metre uzunluğunda sık ağaçların bulunduğu bir hat ama hemen hemen iki yüz metre kadar kot farkı bulunuyor. İniş neyse de burada yokuş yukarı tırmanmak adamın iflahını keser. Hele antrenmanlı değilse...
Az sonra Gani Ustaları karşılamak üzere Dağ Restoranın yanına gittim arabayla. Tam karşılayacağım yere varmıştım ki biraz yukarıda gördüm onları. Ali ufak tefek bazı eksiklikler göstermiş, Gani Ustaya. O da bunları biliyormuş zaten, açtığı hendeklerin içine yeniden toprak dolan yerlermiş Ali'nin beğenmedikleri. Hendek kazarken fark etmeyip restoranın su borusunu kesmişler. Lütfü Bey, suyun kesildiğini görünce çıkmış yanlarına. Bir parça boru verip ek yaptırmış onlara. Halletmişler işte bir şekilde, haberim bile olmadan. "İyice tamir etseydin bari, uydur kaydır olmasın, adamları sıkıntıya sokmayalım." dedim. "Biraz ek yerinden kaçırıyor ama yeniden el atacağım ona, sen merak etme hallederim ben onu." dedi Gani Usta.
Yarın kablolar döşenip hendek kapatılacak. Son yüz metrelik mesafeyi iş makinesi ile kazacağız. Alttan başka boruların geçiyor olması kötü. Köy yerleri böyledir. Yeri kazınca altından kimin hangi borusu çıkacak belli olmaz. Ne başı bellidir ne de sonu, eğer bir boruyu kesecek olursan, bir ek yaparsın, olur biter. Ama bizimki biraz farklı, yani boru değil elektrik kablosu döşeyeceğiz. En az bir metre derine gömmemiz lazım ki yeni kanal kazıcılar bizim kabloyu kopartmasın.
Gani Ustayı arabayla yeniden yukarı çıkarıp onu yaylada bıraktıktan sonra Ali ile beraber dükkanına dönüyoruz. Kaçlık kablo kullanacağız? İhtiyaca göre. Zor soru. İhtiyaç dediğin zamana bağlı çünkü. Bugün bana yeten yarın az gelir. Şimdiden nasıl bileyim. Emniyetli olsun diyorum, elle kazıldı bu kanal, yeniden kazmaya kalksak boşa gidecek onca para. Eski arkadaşım Ali'yi arasam iyi olacak galiba. Kablo kesitine karar vermeden önce ben sana yardımcı olurum demişti ya. Elektrik mühendisi olduğu için en iyisini o bilir. Enerji alacağımız direğe elektrik 70'lik kablo ile geliyormuş. Biraz pahalıya mal olsa bile yeni döşeyeceğimiz kablonun aynı kesitte devam etmesine karar veriyoruz. İş makinesi için elektrikçi Ali bir tanıdığını aradı, adamın elinde işi varmış. O olmayınca ben daha önceden makinesini kiraladığım Hakan'ı aradım. Küçük paletli makine müsait değilmiş ama traktör kepçeyi gönderebileceğini söyledi. Tamam bu iş de halloldu artık, deyip rahatladım.
Henüz öğlen bile olmadan bayağı iş bağlamıştım. Saate baktım, tam eşimin fizik tedavi zamanı gelmiş. Hemen alıp onu hastaneye götürsem iyi olacak. Dün belini çektiren cihaz bayağı yakmış canını. Öğlen saati olduğu halde şans eseri görevli yemeğe çıkmakta gecikince eşimin bağrışlarını duymuş da koşup cihazı durdurmuş. Bu yüzden yanında olmak istiyordum aslında. İşlerden dolayı kendisine eşlik edemeyebileceğimi söylemiştim bugün ama işlerim yolunda gitti. Eve vardığımda o da çıkmak üzereydi. Bugün sadece fizik tedavi uygulandı. Dünkü ağrıdan sonra doktorun talimatıyla bel çektirme cihazına bağlanmayacağı söylendi. Tedaviden çıktıktan sonra eşimi eve bırakıp para çektim bankadan. Bugün pazartesi, işçilik ödemelerim var. Tekrar yaylaya çıkıp işçilere ve taşçıya paralarını ödedim. Ödeme günleri herkes aynı hisse kapılır mı bilmiyorum ama ödemeleri yaptıktan sonra benim sırtımdan bir yük kalkıyor sanki. Nasıl olsa bu paralar ödenecek. Ödenene kadar hak edilmiş paraları emaneten taşıyorum sanki.
Taş fırında tuğlalar biraz eksik kalmış. Yakup Usta anlaştığımız yerden tuğla almak üzere arabasıyla şehre iniyor. Kadir ve Gani Usta ile biraz çene çalıyoruz. Kadir sözünde durursa bizim bahçeye bir tavuk kümesi kuracak.
"Abi, yımırta istemiştin, kaç dene getireyim?" diyor gözleri ışıldayarak. Dedesi Cambaz Ali söylemişti bir keresinde, Kadir çok seviyormuş hayvanları, özellikle de tavuklarını.
"Ah Kadir şimdi mi soruyorsun, ben senden geçen hafta istemiştim, sesin çıkmayınca tam bir koli aldım Metro'dan" diyorum. Gözünün o pırıltısı sönüyor.
"Hadi, getir yine sen bana biraz." diyorum. Başlıyor gözlerinin içi parlamaya yine.
"Abi, yirmi dene yeter mi? diye soruyor.
"Getir, getir diyorum" gülerek. "Bundan sonra hep senin köy yumurtalarını yiyeceğiz."
"Abi bende yeşil yumurta da var, istersen."
"Nasıl yani sarıları mı yeşil, ben hiç duymadım!" diyorum.
"Yok abi kabukları yeşil, yani beyaz yerine yeşil. Bizim tavuklar hep ot yer belki de ondan oluyor. Kolesterolü düşüyormuş, yeşil yumurta" diyor heyecanla.
"Yok Kadir, yok kalsın. Sen bana beyazlarından getir." Garip geliyor bana yeşil yumurta.