KATEGORİLER

16 Mart 2017 Perşembe

FİFİ'NİN ŞANSLI GÜNÜ

15/03/2017 Çarşamba, Tire


Bugün öğlen yemeğinde doğum günü kutlaması var. Genellikle bu tür kutlamalar akşam yemekleriyle birlikte yapılırken sabah kahvaltısı ya da öğlen yemeğinde olunca sıra dışı bir durum çıkıyor ortaya. Elemanlar sabah beni bekletmiyorlar. Yol üzerindeki çiçekçiden kırmızı renkli bir gonca gül alıyorum. Şimdiye kadar bir gonca güle verdiğim en yüksek bedel isteniyor. Bunun sebebini çiçekçi izah ediyor. Hollanda'nın çiçek getiren tırları kriz nedeniyle gümrükte takılmış. Bu doğru mu yoksa bahane edip fiyat mı çekiyorlar anlamak mümkün değil. Çaresiz kabul ediyorum. Beyefendi şehir dışından geliyor arkadaşına sürpriz doğum günü yemeği için. Gül ve konfeti istemişti masa süslemesinin yanı sıra. Erken saatlerde arayıp teyitleşiyoruz.

Fırat şömine sobayı yakmakla başlıyor işe. Hava iyice soğudu. Kışın kazma kürek yaktırdığı günler. Biraz daha dişimizi sıktık mı bundan sonrası kolay. Depodan hazır kesilmiş odunlardan getiriyorum. Bir araba odun obur soba için bir gün dayanmıyor. Beklediğimiz saatte geliyor misafirler. Gündüz saati olmasına rağmen mumları yakıyoruz. Akşamın romantizmini vermiyor yine de. Yemekten sonra törenle masaya getirilen pastanın mumları üflenirken patlatılan konfeti de abartılı geliyor gözüme. Oysa akşam yemeğinde doğum gününü kalabalık arkadaş grubuyla kutlamak, alkolün verdiği çakırkeyiflikle güzelleşen neşeli bir muhabbetin sonunda doğum günü sahibine pastanın mumları üfletilirken kimsenin beklemediği anda patlatılan konfetinin verdiği etki bir başka oluyor.

Dışarıda ayaz var. Gelirken yolda rastladığım Fifi henüz yaylaya dönmedi. Dün yeterince yemek bırakmamıza rağmen çitin altından kaçmayı başarmış. Özgür olmayı seven bir köpek. Zeytin gibi vefasız değil ama. Öğleden sonra çıkıp geliyor. Birbirimizi görünce seviniyoruz. Aşkın Şef kaynattığı kemikleri veriyor. Zeytin'in aksine son derece sakin bir şekilde hırlamadan yiyor yemeğini.

Öğleden sonra mutfakta ceviz kırıyoruz akşam misafirlerimizi beklerken. Fifi bahçeye her çıktığımda yanıma koşturup ayaklarımın dibine yatıyor, kuyruğunu sallayarak. Telefon geliyor İzmir'den. Cumartesi günü için yeni bir doğum günü kutlaması... Masanın süslenmesini istiyor misafirimiz. Kulaktan kulağa özel gün kutlama talepleri bir çığ gibi çoğalıyor. Bir telefon da şehrin ileri gelen simalarından birinden, meslektaş bir dostumdan geliyor. Meslektaş derken restorancılık manasında değil elbette. Restoran işi benim için asla bir meslek olmayacak. Bir hobi, zamanı değerlendirme ve zevk aracı sadece. Değerli dostum OSB'den misafirleri için Kaplan'da Taş Ev'i adres göstermiş. Öğlen saat tam on ikide gelecekmiş misafirler. Salonu ısıtmamız için daha erken çıkmalıyız yola.

Akşam misafirlerimizden biri elinde bir balık paketiyle geliyor. Aşkın Şefle olan eski muhabbetine dayanarak onu pişireceğimizden emin. Aşkın Şef nezaketle dışarıdan balık kabul etmediğimizi söylüyor.  

Gecenin ilerleyen saatlerinde Fifi ayaklarımın etrafında dolaşıyor. Aşkın Şef onun yemek kabını kaynatılmış kemiğe ufaladığı ekmekle dolduruyor. Bugün onun şanslı günü. Tıka basa karnını doyurduktan sonra şımarık hareketlerle minnetini gösteriyor.

15 Mart 2017 Çarşamba

TIP BAYRAMI

14/03/2017 Salı, İzmir

Bugünü tam manasıyla kendime ayırdım. Uzun aradan sonra nihayet bu hafta anne ve babamı ziyaret edeceğim. Gitmişken kızımı ve Venüs'ü de görmekti niyetim ama olmadı. Bugün hava güneşli ama serin biraz.

Sabah kahvaltısından sonra yola çıkıyorum. Yarın öğlenki özel gün rezervasyonu için süsleme malzemeleri alacağım yerde mola veriyorum. Gaziemir'de büyük bir mağaza burası. Giriş katında muhtelif dekorasyon malzemeleri, heykeller, eskitme ahşap dolaplar, mumlar, tablolar enva-i çeşit aksesuarlar var. Hepsi cezbedici. Üst kattaki geniş alanda yapma çiçekler sergileniyor. Güller, ortancalar, menekşeler, çiçekli ve çiçeksiz bitkiler, hatta kaktüsler. Hepsi yapma ancak dokunmadan yapma olduğunu anlamak zor. Uzak Doğu'dan ithal edilen bu yapma çiçekler gerçek bir sanat şaheseri. Rengarenk gonca güller, açmış güller, demet güller... Kırmızı bir gonca gül dalını inceliyorum. Dikenler gerçeği gibi ele batmıyor. Sap kısmının rengi sanki olması gerekenden biraz daha açık ama çiçek yaprakları tam rengini bulmuş. Yapma çiçek gerçek çiçeğin yerini tutar mı? Tutmaz sanırım. O zaman gülü ağacından koparmak daha mı iyi? Diğer taraftan çiçek dalında güzel demiyorlar mı? Aslında çiçekçilik endüstri haline gelmiş. Her bir türü ve rengine farklı anlamlar yüklenen milyonlarca çiçek sevgiliye, hastaya, eşe ve dosta hediye edilmek üzere yetiştiriliyor. Yapma çiçek her ne kadar ustaca yapılmış olsa da suni olduğunu düşününce bütün havası kayboluyor gözümde. Taş Ev'i süsleyecek güzel resim ve tablolar var. Tablo seçiminde eşimle birlikte karar vermeyi tercih ediyorum. Ne yazık ki yanımda değil. Rahatsızlığından dolayı evde kalıp dinlenmek istedi.

Kızımı arıyorum. Ayarlarını mı kurcaladım da bozdum bilmiyorum ama ne eşim ne de ben kızıma telefondan ulaşabiliyorum. Telefon çalar çalmaz meşgule düşüyor hemen. Bu yüzden whatsapp kanalını deniyorum. Defalarca aramama karşılık cevap alamıyorum. Eşime telefon ediyorum. O bir şekilde ulaşıp merakımı gideriyor. İşyerine gitmiş. İnternetinde sorun olduğundan whatsapp görüşmesi de mümkün olamamış.

Bugün Tıp Bayramı. Kızımın ve onun gibi diğer sağlık çalışanlarının bayramı. İnsanlara şifa dağıtmak ne yüce bir duygu. Sabah misafirlerimizden birinin Facebook sayfasında "İyi ki, doktorluk mesleğini seçmişim." yazısını okudum. O an kızım geldi aklıma. Üniversite sınavında bütün tercihlerini silme Tıp Fakültelerinden yapacak kadar sevdalı bu mesleğe. Mesleğin zorluklarını onun öğrencilik yıllarından itibaren öğrendik. Sayfalar dolusu bilgiyi dar zamanda nasıl tutardı hafızaları anlayamazdım. Dilimin dönmediği Latince kelimeler nasıl olur da o kadar kolay dillerinden dökülürdü. "Ex" olmanın dünyadan elini eteğini çekmek, "Vertebra" nın omurgayı oluşturan kemikler olduğunu ondan öğrendim. Gün geldi ezberlemeye çalıştığı kelimeleri elime tutuşturduğu kitaptan takip ederken uykum ağır bastı. Ama o uyumadı. Üniversiteyi dönem ikincisi olarak bitirdi. Nöbetler başladı. Biz yatağımızda uyurken geceleri tükenmek bilmeyen enerjisiyle şifa dağıtmaya devam ediyordu. Devamlı kendini yenilemek zorunda hissettiren bir meslek doktorluk. Kızımla bugün buluşup onun bayramını kutlamak isterdim ama yine işinin başında olduğu için olmadı. İnsanlara şifa dağıtan bu yüce meslek dalında çalışanların bayramı kutlu olsun. Onlara hak ettikleri saygının gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Annemleri her ziyaret ettiğimde çocukluk günlerim gelir aklıma. Eve yaklaşırken telefon ediyorum. Annem açıyor telefonu. Sesi güzel geliyor. On gündür çektiği soğuk algınlığını atlatmış görünüyor. Seviniyorum. Onları ziyarete geleceğimi, babamın beni beklemesini söylüyorum. Geçenlerde babamın bir telefonu utandırmaya yetmişti beni. "Oğlum sen Ankara'dayken daha sık görüşürdük, seni çok özledik, gel de bir yüzünü göreyim." demişti. Geçen haftalarda iş, güç derken zaman bulamamıştım. Ancak bu haftaymış kısmet. Eşrefpaşa'nın dar cadde ve sokaklarından geçiyorum. Yeni yeni iş yerleri açılmış, bazıları kapanmış. Gördüklerim bana artık eskiyi hatırlatmıyor. Mahallenin eskileri, çocukluğumun tek katlı evleri gibi birer birer göçmüş gitmişler. Yeni yabancı yüzler eski bahçeli evlerin yerini alan apartman dedikleri küçücük kutucuklar gibi soğuk. Annem telefonda uyarmıştı "Kalaylıların evini yıkıyorlar sokağa girmen zor." diye. Geçişe kapattıkları sokağımıza giriyorum. Evin yakınlarında bir kapı önüne park ediyorum arabayı. Doğduğum evin karşısındaki evleri yıkıyor bir lastik tekerlekli ekskavatör. Çocukluk yıllarımı geçirdiğim sokağın son evleri de yıkılıyor. Eski zamanların kocaman evleri gözüme şimdi küçücük geliyor. Arabamdan inip başımı sol taraftaki binalara doğru kaldırıyor, dalgın dalgın bakıyorum. Hepsi birbirinin aynı beş katlı bitişik nizam binalar. Annemlerin evi doğduğum evin yanındaki apartman üçüncü katı. İlk kez evi bulmakta zorlanıyorum. İş makinesinin yıktığı yapılar sokağın görüntüsünü değiştirmiş. İmdadıma kapının önündeki çam ağacı yetişiyor. Bahçeli evimizin her iki yanına dikmişti onu dedem, çok eskiden. Çam ağaçlarının gölgesi, iğne yaprakları her zaman çocukluğumun bir köşesinde yerini korumaya devam ediyor. O ağaçlardan birinin elektrik hatlarına engel oluşturduğu gerekçesiyle kesildiğini öğrendiğim zaman çaresizce ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Dedemin hatırasıydı onlar. Diğeri kahramanca direniyor insanlara inat. İşte o eşini kaybetmiş çam ağacını gördüm de öyle emin oldum annemlerin oturduğu evden.

Beni özlemle kucaklıyorlar. Çok değil bir saat yetiyor birbirimizi görmeye. Babamın meşhur gut rahatsızlığı dışında olumsuz bir durum yok. Annem merakla soruyor, endişeli. Evet mi çıkar dersin. Ben karamsarım. "Korkarım öyle." diyorum. Televizyonda babam Ulusal Kanal ve Halk TV arasında dolaşıyor. Televizyonun sesi kısık ama aklı orada. Biraz yükseltiyor sesini sonra dayanamayarak. Ekranda Bahçeli. Ekranın altında büyük puntolarla "Ne değişti Bahçeli?" yazıyor. Bahçeli daha önceki yıllarda kayda alınmış bir grup toplantısında bas bas bağırıyor. "Cumhurbaşkanı Akepe'den olabilir, Mehape'den olabilir, Cehape'den olabiliiiir. Sadece Recep Tayyip Erdoğan'dan cumhurbaşkanı olamaz..." Şimdi cumhurbaşkanı olamaz dediği kişiyi çok daha büyük yetkilerle başkanlığa taşıyor. Benim gözümde siyaset kokmuş, lağım bile temiz kalır yanında. Anlayamadığım halk görmüyor mu bütün bu olup biteni, başkanlığın ülkeye değil sadece birinin günahlarını örtmeye yaradığını. İnşallah o günahlar bir referandumla örtülmez de yaptıkları yanlarına kalmaz bu halkı aldatanların, makam uğruna kendini satanların.

Annem yemek yemem için ısrar ediyor. Eskiden çok yemek seçer, her sevmediğim yemekte yağda yumurta yerdim. O günleri hatırlıyorum. Annem istersen iki yumurta kırayım deyince çocukluğuma dönüyorum. O yumurtalar çocukluğumun bonfileleriydi. Yapılacak işler nedeniyle fazla kalamıyorum, kırılmasın diye bir kahve içip ayrılıyorum yanlarından, çocukluğumun dar sokaklarından...

Gaziemir Metro'dan alışveriş yapmam lazım. Kızım arıyor, onunla görüşemediğim için üzgünüm. Evde eşimi yalnız bırakmamın huzursuzluğu da var içimde. "Venüs'ü de görmeyecek misin şimdi?" diye soruyor. Bir daha ki sefer inşallah.

Dönüş yolunda Aşkın Şefi arıyorum. Pazar alışverişini benim yerime o üstlendi bugün. Güzel arapsaçı görüp aldığını söylüyor. Eve girmeden önce Salı Pazarına gidiyor, kalabalığa dalmaksızın en yakın balıkçıdan balığımızı alıyorum. Salı günlerinin ritüeli haline getirdiğim balık masasını kuruyorum. Metrodan aldığım aysberg ve roka pazardan aldığım dereotu ve domatesle melez bir salata hazırlıyor, halis zeytinyağımızla çeşnilendiriyor, balığın yanında eşimle birlikte keyifle yiyoruz.

13 Mart 2017 Pazartesi

GARİP BİR GÖKKUŞAĞI

13/03/2017 Pazartesi, Tire

Bize göre haftanın son günü. Sabahtan parçalı bulutlu olan hava sürekli değişiyor. Bir ara pırıl pırıl bir güneş ortalığı aydınlatıyor. Serin havada güneşin değdiği yer ısıtıyor insanı. Depoda odun iyice azaldı, dışarıdakiler ise günlerce yağan yağmurun altında sırıl sıklam. Fırsat bu fırsat deyip Taş Ev'in arkasındaki istiflenmiş ağaç kümesine iniyorum. Ağaç motorunu çalıştırdıktan kısa bir süre sonra benzini bitiyor. Deposu küçük olduğundan üç araba odunu zor tamamlıyor. Benzini yağını tamamlayıp işe koyulmadan önce parçalara ayıracağım odunları seçiyor, bir üst sekiye taşıyorum. Alt kısımlarda biraz kurulardan varmış şansıma. Bir araba, iki araba derken motorun benzini bitene kadar çalışmaya devam ediyorum. Bu arada küçük bir kaza atlatıyorum. Uzun ağaç kütüğünün bir tarafına sol ayağımla basıp hareket etmesini önlerken ıslak ağaç ayağımın altından kayıyor. Testere ayağımın ucuna değip ayakkabımı parçalıyor. Şükürler olsun ki testerenin ucu ayakkabıyı keserken çorabıma bile değmiyor. Aklımdan geçen benim gizli bir koruyucum olduğu. 

Öğleden sonra yağmur kaldığı yerden aralıklarla devam ediyor. Salonda şömine soba tüm güzelliği ile yanıyor. Bir ara beni yukarı çağırıyor elemanlar. Şehir manzarası harika. Bozdağ tarafında her zamankinden çok daha kalın ve düşeye yakın bir gökkuşağı oluşmuş. Şehrin batı yakası yağmurla yıkanmış, berrak bir görüntü veriyor. Hemen fotoğrafını çekiyorum bu güzel tabiat olayının.

Şehre inip işlerimi görüyorum bu arada. Dönüşte iki gündür fırsat bulamadığım günlüklerimi tamamlıyorum. Önemli bir rahatsızlık geçiren eski bir dostumu arıyorum, telefon rehberim silindiğinden beri bir türlü ulaşamadığım. Dün gelen misafirlerimizden birinden aldım numarasını. İnsanlar zor günlerinde kendini göstermeli. Bu dostum da hem sağlık problemleri hem de iş problemleri ile inanması güç sıkıntılar yaşıyor. Ona sağlık ve iyi dileklerimi sunuyorum.

Akşam kızım arıyor. İşim olduğu için sonra ararım diyorum. Dün de aynı şeyi söylediğimi ama aramadığımı söylüyor. Yarım saat sonra arıyorum. O Venüs'ü anlatıyor bana, ben bizim Fifi'yi. 

MUTLU ANLARIN ADRESİ

12/03/2017 Pazar, Tire


Sabaha yağmurla açıyoruz gözümüzü. Mutfakta ailemize yeni katılan hanım Taş Ev'i çok merak eden oğlunu da yanımıza alıp alamayacağımızı sormuş, ben de olumlu cevap vermiştim. Kahvaltı servisine geç kalmamak için acele etmemiz gerekiyor. Fırat tam saatinde geldi ama Alp yerinde yoktu. Telefona da cevap vermedi. Bir süre onu bekledikten sonra daha fazla zaman kaybetmemek için yolumuz üzerinden Ayşe Hanım ve oğlunu alıp hemen yola koyulduk. Akşamdan temizliğin yapılmış ve masaların düzenlenmiş olması işimizi kolaylaştırdı. 

Önce rezervasyonlar, çok geçmeden Ada'nın doğum günü misafirleri gelmeye başlıyor. En büyük korkum misafir araçlarının yanlış yere park etmeleri. En azından on araca park yeri bulmam lazım. Aşkın Şef söz verdiği üzere erken geliyor. Onun gelmesiyle birlikte yağmur altında araçlara yer gösteriyorum. Salon balonlarla ve pankartlarla bir güzel süsleniyor. Alp olmamasına rağmen serviste hiçbir aksama olmadan misafirlerimizi ağırlıyoruz. Kahvaltıdan sonra doğum günü pastası merasimle yukarı çıkarılıyor. Ada'nın en sevdiği Shakira'nın La La parçası eşliğinde pasta salonda özel olarak düzenlenmiş masaya çıkarılıyor. Mumlar üflenirken "İyi ki doğdun Ada" cıngılıyla pasta kesiliyor. Gelenlerin çoğu Ada'nın yakın dost ve tanıdıkları olan yetişkin misafirler. Onun onuncu yaş kutlamasına eşlik eden yaşıtı ve ondan daha küçük beş arkadaşı daha var. Bu mutlu günde Ada'yı yalnız bırakmayan eş ve dostlar Taş Ev'de yaşadıkları bu andan çok memnun ve mutlu ayrılıyorlar.

Yağmur çisil çisil yağmaya devam ediyor. Hava şartlarından dolayı bazı rezervasyon iptalleri olsa da beklentimizin üzerinde bir yoğunluk yaşıyoruz. Akşama bir mutlu anımız daha var. Bir evlilik yıl dönümü. Taş Ev mutlu anların adresi olmaya devam ediyor. Saat beş sularında masayı düzenlemeye başlıyorum. Artık bu işin de uzmanı oldum sayılır. Kuru çiçek yapraklarıyla bir kalp çizdikten sonra masayı kalp şeklinde boncuklarla süslüyorum. Kalbin içine iki adet yine kalp şeklinde mum ve tam ortasına bir tane büyük mum koyuyorum. Çiftin oturacağı sandalyelere kırmızı ve beyaz renkli kuşaklar geçirdikten sonra işlem tamam. 

Hem yerli halktan hem de şehir dışından misafir akınına uğruyoruz. Kötü hava şartları, yolun durumu etkili değil bugün. Yeni yeni dostlar tanıyorum. Kayınpederimi eşimi tanıyan bir hoca Tire'nin saygın insanlarını konu alan bir belgesel kitap getiriyor. Kızım burada görev yaparken satın almış bir tane. Kitabın içinde kayınpederimin ve eşimin yakın akrabalarının resimleri ve onlar hakkında bilgiler yer alıyor. Tanıdık simalardan birisi de ünlü şarkıcı Tanju Okan. O da Tire'de doğan ve büyüyen güzel insanlardan biri. 

Yoğun bir günü daha alnımızın akı ile kapatıyoruz. Misafirlerimiz güzel duygularla ayrılıyorlar Taş Ev'den. Herkesin ortak bir düşüncesi var. "Yazın burası harika olur." Orası kesin de beni düşündüren eleman konusu. Özellikle hafta sonları için sözüne güvenilir, temiz ve çalışkan elemanlara ihtiyacımız olacak. Çok şey mi istedim?

ÇİSİL ÇİSİL YAĞMUR

11/03/2017 Cumartesi, Tire

İki gündür yağan yağmur toprak zemini iyice yumuşattı. Bugün kahvaltı günü olduğundan elemanlarla birlikte erken çıktık. Hava sisli ve sıkıcı. Kahvaltı misafirlerimiz gelmeye başlıyor. Bir ara yağmur kesilince şömine soba için odun hazırlıyorum. Her taraf ıslanmış olduğu için kalın naylonla örtülmüş ağaçları kesiyorum. Ağaç gövdeleri motorlu testere için oldukça büyük. İlk fırsatta bıçkı zincirini değiştirmem lazım. Bütün çabama rağmen ancak iki el arabası odun hazırlıyorum. Misafirler yoğunlaşınca odun işine ara veriyorum.

Pazar kahvaltısı için rezervasyonlar gelmeye devam ediyor. Gelen misafir araçlarına park edecekleri yerleri gösteriyorum. Akşama doğru eşimin ağrıları başlıyor. Onu eve götürürken beyaz renkli bir misafir aracı ilişiyor gözüme. Aklım arabada şehre iniyorum. Şehrin bütün cadde ve sokaklarında kocaman gölcükler oluşmuş.

Yaylaya döndüğümde bütün ekibin beyaz renkli aracı çaresizlik için çıkarmaya uğraştıklarını görüyorum. Geri çıkmak yerine ağaçların arasından dönmeye çalışırken gevşek zemine saplanmış. Misafir aracını nasıl kurtaracağımı düşünmeye başlıyoruz. Depodan aldığımız bir top hortum yetişiyor imdadımıza. Hortumu benim arabamla misafir aracına sıkı sıkıya bağlıyoruz. Ağır ağır çekmeye başlıyorum. Arabayı arkadan itmeye çalışan Aşkın Şef'in üstü başı batıyor ama aracı düzlüğe çıkarmayı başarıyoruz.

Yağmur dinmek bilmiyor. Öyle bardaktan boşanırcasına değil ama çisil çisil yağdıkça toprak tarafından daha güzel emiliyor. Kapıda durup gelen araçlara yer göstermek iyiden iyiye elzem hale geliyor. Akşam misafirlerini de ağırladıktan sonra temizliğe başlıyoruz. Sabah erkenden kalabalık bir doğum günü partisi veriyor. Kahvaltılı doğum günü fikri bana orijinal geliyor. Masa düzenini hazırlıyoruz. Yerlerimizin çoğu rezerve edilmiş durumda. En fazla bir iki masalık yerimiz var kahvaltıya. İşlerimiz bitince evlerimize dönüyoruz. Ekibe sıkı sıkı tembihliyorum yarın sabaha geç kalmasınlar diye. 


11 Mart 2017 Cumartesi

FİFİ

10/03/2017 Cuma, Tire
İki gündür sebebini bilemediğim bir sıkıntı var içimde. Yapılacak işler, yapılması gerekenler, alınacaklar, söylenecekler, söylenemiyenler, söylenemeyecekler, kitap okumak isteyip de zaman bulamamak vs.düşünceler beynimi kemirip duruyor. Bu durum dalgınlığımın sebebi olmalı. Sabah tam saatinde Fırat'ı almaya geliyorum. Yerinde görünmüyor. Telefon ediyorum, yolda olduğunu söylüyor. Dün izin almıştı hastanedeki abisini ziyaret etmek için. Zamanında yetişirim demişti. Olabilir, işi uzamıştır. E, be çocuk madem gecikeceksin bir ara da bana bilgi ver. İnsanlar ne tuhaf oldu. Söyleyemiyorum, içime atıyorum.

Ayşe Hanımı alıp çıkıyorum. Küçük pazardan alınacak çok şey var daha. Aşkın Şef gelince zaman kaybetmeden iniyorum şehre yeniden.






İlk işim arabayı bir güzel yıkatmak. Yakıt aldığım istasyonu değiştirdim. İstasyonun yanı başında oto yıkamacının olması da iyi. İstasyon sahibi Kenan Bey'le tanışıyorum. O da eleman konusunda yakınıyor bana. Kısa süre önce çalışanların tamamına yakını ekip olarak bırakmışlar işi, hem de ne teslim ne tesellüm var. Yeniden ekip kurmuş, muhasebe sistemini olduğu gibi değiştirmek zorunda kalmış. Çay ısmarlıyor, araba temizlenirken. Aracın birinden yere yağ damlamış. Genç bir pompacıya nezaketle temizlemesini söylüyor. Çocuk yağın üzerine biraz su döküp gidiyor. Yeniden ikaz ediyor izah ederek. "Evladım, üzerinden geçecek araçlar bu yağı her yere dağıtacaklar, doğru düzgün temizle şurayı." Çocuk çek pası getiriyor içeriden. O kadar gönülsüz ki işinde. İki çektirip yağ yığınını iki metre uzağa alıyor. Sakin olmasını öğütlüyorum. İstediğin gibi olmasını istiyorsan kendin yapacaksın. Kim demiş işsizlik var bu ülkede. İşini yapan yok, çalışanların pek çoğu işi nasıl kaytarırım diye bakıyor. 

Telefon geliyor. Altı kişilik rezervasyon yapılıyor. Bir saat içinde Taş Ev'de olacaklarmış. Fırat gelmiş olmalı. Hemen onu arıyorum, telefon cevap vermiyor. Aşkın Şefi arayıp haber veriyorum. "Yine arıyacağım Fırat'ı, ulaşamazsam ben çıkarım yukarı diyorum." Kafamda alınması gereken bir sürü ihtiyaç malzemesinin yanı sıra yapacağım ödemeler uçuşuyor. Bir kaç kez aradıktan sonra açıyor telefonu. Belli ki yatmış evinde uyuyor. Onu rahatsız ettim diye neredeyse suçluluk duyacağım. "Misafir gelecek az sonra hemen yukarı çıkman lazım." diyorum. "Peki ben nasıl çıkayım siz beni bırakamaz mısınız?" diye soruyor. Ben seni nasıl bırakayım, dünya kadar işim var. Bir taksi tutup çıkmasını söylüyorum. Verdiği cevabı çerçeveletip asmak geçiyor aklımdan. "O kadarını ben de biliyorum, taksiye verecek param mı var?" Memlekette işsizlik mi var? 

Neyse, alıp yukarı götürüyorum beyefendiyi. Hemen dönüyorum şehre üçüncü defa. Alışveriş işi denk geliyor, çabucak hallediyorum. Arada telefonlar durmuyor. Pazar günü kahvaltıya geleceklermiş altı kişi. Otuz kişilik kahvaltı rezervasyonu üstüne altı kişi daha. Pazar mı demişlerdi acaba. Bir daha ararsam ayıp mı olur? Neyse ki gelenler eşimin tanıdıkları. Kaydettiğim numaradan arayıp pazar günü geleceklerini teyit ettiriyorum. Devlet Hastanesinden arıyor bir doktor rezervasyon için. Kahvaltı mı? Yine mi arayacak? Telefonlar durmuyor. Yine bir telefon. Bu seferki telefon 444 lü numara. Gına geldi bu numaralardan. 850'liler bitmeden bir de bunlar çıktı. Telesekreter Akbank'ın kredi kartının avantajlarını anlatıyor. Bir başkası emekli maaşını Denizbank'a aktarırsam 450 TL vereceklerini söylüyor. Arkasından Yapı Kredi Bankası kusur kalmıyor. Çulsuz mu kaldı bu bankalar yoksa olmayan paranın kokusunu mu aldılar bilemiyorum. Hayır, yüzlerine kapatıyorum, bir müddet sonra yine arıyorlar. Açmazsan hep ararlar diyordu eşim. Onca işimin arasında açıp uzun uzun dinliyorum. "İlgileniyorsanız biri, sonra ilgileneceğim derseniz ikiyi, yok işim olmaz sizinle diyorsanız sıfırı tuşlayın." diyor telefondaki mekanik ses. Vakit geçirmeden sıfırı tuşluyorum bir daha aramayacaklarını düşünerek. Ama nafile. Yine arıyorlar. Şişiyorum.

İşim biter bitmez yaylaya çıkıyorum. Dün tavuklarla beraber aldığım Fifi karşılıyor beni. Ayaklarıma yatıyor, poz veriyor. Fifi'yi bilmiyorsunuz siz tabii. Fino cinsi bir köpek. Kulağında küpesi var. Muhtemelen belediyenin hayvan barınağından kaçmış, ya da atılmış. Dün tavukları aldığım bakıcı "Bizim çiftliğe dadandı isterseniz alın." dediğinde onu da yanımda getirmiştim. Bir de adını sonra öğreneceğim püsküllü bitkiler aldım çiftlikten. Yarın onları dikmemiz lazım.

Taş Ev'e geldiğimde misafirler yemek yiyordu. Onları görünce tanıdım hemen. Geçen yaz her hafta gelirlerdi. Kış boyunca çıkamamışlar, kış uykusuna yatar gibi. Doğulu olmalarına rağmen hiç gerek yokken şömine sobanın yakılmasını istemişler. Fırat yakmış sobayı hemen. Sobanın yanındaki masalara oturmuşlar. Doğunun insanını seviyorum.



Ayakları uğurlu geliyor bu misafirlerin. Dünkü sakinliğin aksine bugün fazlasıyla hareketli. Salonumuz boş kalmıyor gelen giden misafirlerle. Her gelen hangi mezeyi seçeceğine karar veremiyor. Her birinin tadına bakmak gönlünden geçen. Ondan alalım, evet, ondan da az alalım, biraz da şundan alalım, ha bir de bundan alalım ama az olsun. Güzel bir ordövr tabağı hazırlıyor Aşkın Şef misafirlere. Fotoğrafını çekmeden bırakmıyorum. Malzemeler bitiyor. Aşkın Şef yarına iki kuzu daha sipariş veriyor. Yine telefon çalıyor. Pazar kahvaltısına altı kişilik rezervasyon daha. Salonumuz alacak mı hepsini. Pazar günü kalabalık olacak, cumartesi daha sakin olur diye akıllarını çelmek istiyorum. Pazar gününde ısrar ediyorlar. "Kabul edeceğim son rezervasyon olacak bu." diyorum. Bir telefon daha. Neyse ki bu sefer cumartesi kahvaltısına rezervasyon yaptırıyorlar. Daha şimdiden korkmaya başlıyorum bu yoğunluktan. Yazın nasıl üstesinden geleceğiz bakalım.

Akşamın son konukları rezervasyonsuz geliyor. Delikanlı sürpriz yapmak istiyor eşine doğum günü için. Arkadaşları pastayı getiriyor. Eğlenceli bir şekilde noktalıyoruz geceyi...

10 Mart 2017 Cuma

VENÜS

09/03/2017 Perşembe, Tire

Yağmur devam ediyor. Öyle bardaktan boşanırcasına değil, ahmak ıslatan türünden. Zaman zaman doğu batı istikametinde ilerleyen bulutlar şehrin üzerine çöküyor. Hava sıcaklığı düşüyor. Bu sezon odun kesme işinden kurtulmayı umuyordum. İyi ki depoya biraz odun depolamışız.

Yaylaya varır varmaz Aşkın Şefi beklemeye koyuluyorum. Kümesin etrafına koruma çiti çekeceğiz. Az sonra geliyor. Çisil çisil yağmurun altında kümesin dört bir yanını çitle çeviriyoruz. Artık içimiz rahat. Arkadaşımı arayıp tavukları alabileceğimi söylüyorum.

Kırk tavuk gözümde büyüyor. Nasıl sığacak bunlar arabamın arkasına? İzmir yolundaki çiftliğe gidiyorum. Çiftlik görevlisi hazırladığı çuvalların her birine onar tane koyuyor. Her şeyin bir usulü varmış meğer. Bu şekilde kırk değil seksen tavuk da sığarmış arabaya. Tavukları alıp yaylaya dönüyorum.

Tavuklar henüz küçük. Piliç demek daha doğru. İki ay sonra yumurtlamaya başlayacaklarmış. Çuvalların ağzındaki ipi çözüp teker teker bırakıyoruz kümesin içine. Yabancılık çekiyorlar yeni yerlerine, birbirlerine sokuluyorlar. Kümeste Aşkın Şefin beş tavuk ve bir horozu uzak bir köşeden yeni gelen misafirleri izliyor.

Şömine soba yanıyor. Dışarısı oldukça serin. Yağmurlu günlerde manzarayı seyretmek çok keyifli. Bir ara şehir sisten görünmüyor. Kaplan Köyünün manzarası bu görüntü sayesinde dikkatimi çekiyor. Kalın sis bulutu köyün arkasında beyaz bir duvar gibi tüm haşmetiyle kendini gösteriyor. Kaplan Köyü kulağıma fısıldıyor. "Taş Ev'den sadece şehrin manzarasına bakıyorsunuz, bakın ben şehirden daha güzelim."

Kızım arıyor. Golden'ı kuş kafesine koyup doktora götürmüş. Son derece sağlıklı bulmuş veteriner hekim. Yaptığı maskaralıkları videoya çekip whatsapp'tan birbiri ardına gönderiyor. Cinsiyeti artık kesin olarak belli oldu. Onu Venüs diye çağırıyor kızım. Artık onun adı belli. Venüs. Bir haftada 600 gr. almış. Büyüme hızına akıl ermiyor.

Havanın kararmasıyla birlikte bulutların resmi geçidi sona eriyor. Şehrin ışıkları yandıktan sonra berrak bir manzara çıkıyor ortaya. Akşamın misafirleri yerli halktan. Cuma akşamları dedikodu olmasın diye birbirinden çekinip alkol almıyorlar. Dışarıdan gelen de olmayınca belki de ilk kez alkolsüz kapatıyoruz geceyi...