Bu yazımda sizlere hiçbir siyasi oluşum içinde yer almayan sade bir vatandaş olarak 15 Temmuz Destanı hakkında duygu ve düşüncelerimi paylaşacağım. İktidarın her yaptığı doğru diyen arkadaşım, senin gibi düşünmeyen insanların neler düşündüğünü merak etmiyor musun? İçinizden bazıları kızacak belki bana, bazılarının hislerine tercüman olacağım. Bunlar benim düşüncelerim, aklımın aldıkları ya da alamadıkları. Şimdi biraz vaktiniz varsa okuyalım zihnimden geçenleri...
Önce kalkışma dendi, sonra darbe, en sonunda Demokrasi ve Milli Birlik Günü ilan edildi. Beni en çok güldüren, bir yandan da en çok endişelendiren "demokrasi" ve "milli birlik" sözcükleri. Demokrasi, laiklik tanımı gibi anlamını yitirdi artık. Günümüzde nasıl dinsizlikle eş tutuluyorsa laiklik, ayan beyan faşizm uygulaması demokrasi diye yutturuluyor. Faşizm olsa yazabilir misin bunları diyenler olabilir aranızda. Öyle çok ön planda biri olmadığımdan ciddiye almazlar beni. Hani bir gazetenin köşe yazarı olsam ya işimden olurum bu yazdıklarımla, ya da Fetö'cülükten kodesi boylarım. Milli birlik deseniz nasıl birlik, anlayan varsa beri gelsin. Karpuz gibi ikiye bölündük. İktidar yanlıları ve iktidara karşı duranlar. Öyle basit bir bölünme değil bu. Keskin bir ayrışma. Eski demokrat ve halkçıların iktidar muhalefet ilişkisi gibi değil. Sağcının faşist, solcunun komünist diye birbirini öldürdüğü, işkence ettiği yetmişli yılların sağ sol arasındaki fikir ayrılığı bile hafif kalır yanında. Ha o zamanlar her gün onlarca genç ölüyordu diyeceksiniz. Üst akıl isterse onu da yapar kolaylıkla. Bugün PKK ile mücadelede giden canlar dolduruyor boşluğu. İktidar yanlıları sözde demokrasi tutkunu, iktidara karşı duranlar ya PKK'lı ya da Fetöcü. İktidara yan gözle bakan terörist damgası yiyor, özgürlükleri ellerinden alınıyor. Son örnek Kocaeli'de bir yerel gazete yazarının "Yerim sizin destanınızı" başlıklı yazısından sonra göz altına alınması hangi rejimde olağan bir durumdur başka?
Garibim Kılıçdaroğlu parti başına geçtiğinden bu yana ilk kez hayırlı bir iş yaptı, adalet yazılı pankartı eline alıp yürüdü. Yürüdü de ne oldu? Ne olacak? Kilometrelerce yürümesi bu ülkede adaletin olmadığını bir kez daha gösterdi. Onu da PKK destekçisi ve Fetöcü yaptılar. Oysa daha düne kadar Fetö ile içtikleri su bile ayrı gitmeyen iktidar sahipleri "Alçak herif aldattı bizi." deyip bütün pisliklerden arındırdılar kendilerini. Adaletin kör gözü açıldı. İyiler iktidarın başarısı, kötüler Fetö'nün suçu oldu. Amerikanın gazına gelip Rus uçağını düşürdüler. Arkasından en üst makamlardan "Tekrar yapsın, yine düşürürüz." sesleri yükseldi, o yaz turizm ve ihracat gelirlerimiz yerlerde süründü. Sonra o iş de Fetö'ye yıkıldı. Gittiler, Ruslardan özür dilediler, sanki kusur bizimmiş gibi ödediğimiz vergilerle Ruslara tazminat ödediler. "Biz yapmadık, Fetö yaptı." dediler, milli gururumuzu yerle bir ettiler. Koca Rusya bunu yer mi? Yemedi elbette, istediklerini fazlasıyla aldı. Sınır ötesine uçak geçiremez olduk. Toprak bütünlüğümüzü tehdit eden terörist faaliyetleri seyretmekle yetinmek zorunda bırakıldık. Bölgedeki etkimiz kalmadı. Rusya egemenliğini ilan etti, biz ezik kaldık. Nerede kaldı o gür sesler? Hepsi birden kesildi.
Kendisine darbe yaptığını iddia ettiği örgüt tarafından kandırıldığını söylemek bir lider için ne acı. Hele bu lider devleti temsil ediyorsa, halkı için ne kadar yüz kızartıcı bir durum. Ve bu lider hala ülkenin en çok tutulan, alkışlanan lideri olma özelliğinden bir şey kaybetmiyorsa ulusal bir akıl tutulması değil de nedir bu? Aslında durum söylenen ve bize gösterilenden çok farklı. "Neredeeeen nereyeee?" diyerek uzattığı o gür sesi hala kulaklarımda. Hiç onda kandırılacak göz var mı? Sen kalk kale gibi güçlü orduyu devir, YÖK'ü ele geçir, yargıyı avucunun içine al, medyayı kuklaya çevir... Şimdi diyeceksiniz ki, dış destek almasa yapamazdı bunların hiçbirini. Haklısınız ama yine de başka biri olsa iktidar ve menfaat karşılığı üstlendiği bu misyonu çoktan eline yüzüne bulaştırırdı. Zeki adam vesselam. İçinden çıkılamayacak durumların adamı... Gezi olaylarını hatırlayalım. Günün cumhurbaşkanı dahil, başbakan yardımcıları, bakanlar, valiler direnişin karşısında koltuklarının iyice sallandığını görünce geri adım atmaya hazırlanırken o kendinden emin bir şekilde Kuzey Afrika ülkelerinden birini ziyaret ediyordu. Memlekete döner dönmez yandaşlarını gaza getirip büyük bir gövde gösterisi yaptı. "Bütün Geziciler terörist." deyip ortalığı toz duman etti. İstanbul Valisinin Fetöcülüğü henüz çıkmamıştı ortaya. Fetö henüz darbe (!) teşebbüsünde bulunmadığından Gezi Park eylemcileri Fetöcü değil, sadece teröristti, ya aşırı soldan ya da PKK yanlısı. Gözlerinden zeka fışkıran o gençlerin üzerine silahlarla, gaz bombalarıyla saldırdılar, iftira ettiler. Neymiş, camiye ayakkabı ile girip içeride içki içmişler (!) Caminin imamı bile isyan etti bu kadarına. Yani demem o ki, bu adam hiç de öyle kandırılabilecek biri değil. Acıma duygusu körelmiş, kutsal duyguları harekete geçirmesini gayet iyi bilen ve hatipliği sayesinde halkın büyük kısmını hipnotize eden çağımızın Hitler'i. Evet, evet Fetö onu kandırmadı, kandıramaz da...
Serbest çalıştığım bir dönemdi. Karadeniz'in şirin bir sahil beldesinde ofisimizin kapısına her sabah Zaman gazetesi bırakılıyordu. Kimdi bu dağıtımı yapan, kim öderdi paralarını bilmiyorduk. Hani sorsak da söylemezlerdi. Eğer çok samimi bulurlarsa, hali vakti yerinde, hayırsever birinin Allah rızası için bu işi üstlendiğinden bahsederlerdi. Yalnız kaldığım akşamlar TV'de Fetö'nün kanalına takılır, konuşmalarını dinlerdim hoca efendinin. Camide vaaz verirken bir anda aşka gelir gözlerinden yaşlar boşalırdı. Onu izleyen kalabalık aşka gelir, Allah, Allah sesleriyle kendinden geçerdi. Hep hikaye anlatırdı, öyle güzel anlatırdı ki onu izleyen cemaat coşardı. Sadece merak ediyordum bu adamı. Acaba ne söylüyor ki bu kadar insanı takıyor peşine... Zerre kadar etkilemiyordu sözleri beni. Bilakis o ağladıkça benim gülesim geliyordu. Kendimden şüphe ettim, acaba ben mi anlamıyorum herkesin anladığını? Şimdiki durum farklı değil aslında. Şu "Samimiyetle ifade ediyorum, şahsım başta olmak üzere tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı." sözleri hiç de samimi, inandırıcı gelmiyor bana. Tüm ülkeyi yanlış yönlendiren kuşkusuz belli. Hala aldatmaya devam eden yine aynı kişi. O Hocaefendinin vaazlarını dinlerken içinde bulunduğum tuhaf bir durum içindeyim. Nasıl inanıyor halkımız bu adamlara, bu aldatılma hikayelerine? Yine benim kafam basmıyor bu işe...
Zaman ne çabuk geçiyor... Kaç yıldır tek başına iktidarlar. Ne bu hırs? 2023 yılında ne olacak? Cumhuriyetin sonuna mı geleceğiz? "Ne istediler de vermedik?" deyip Fetö'ye yani terörist örgüte, yani darbecilere her istediğini verdiğini alenen itiraf eden nasıl suçsuz olur? Nasıl bir adalet? Uydurma suçlamalarla şanlı ordumuzun asil subaylarına, değerli yargı mensuplarına, öğretim üyelerine, medya mensuplarına karşı açılan davaların savcısı olduğunu söyleyip onların gururlarıyla oynayan, ellerinden özgürlüklerini alıp hapishane köşelerinde çürümesine, bazılarının ölümüne sebebiyet verenler kim? Hiç mi sızlamaz vicdanınız? Gece yarısı baskınlarıyla evlerinden çıkarılıp gözaltına alınan kıymetli insanlar için hiç mi canınız acımadı, üzülmediniz? Türkan Saylan gibi ülkemizin iftihar ettiği bir bilim insanına teşekkür etmenin yolu bu muydu?
Doğal olarak her aldanan bir bedel öder. Pazara gider, iki kilo domates alırsın. Eve gittiğinde bir de ne göresin? Alta çürük çarığı doldurmuş adam. Yarısını atarsın çöpe, aldığın domates sana iki katına mal olur, bir kilo domates parasından olursun. Aldanan sen, bedel ödeyen sen. Fetö aldatınca, aldanan değil haksız yere hapse atılan, yaralanan, hayatını kaybeden insanlar ve onların aileleri ödüyor bedelini. İşin garibi bedel ödeyen bu insanların çoğu Fetö'nün aldatamadıkları (!) Adalet terazisinin kalibrasyona ihtiyacı olmalı.
Şu "Aldatıldım." sözü Fetö'nün vaazları gibi beni hiç etkilemedi. Bu durum oldukça enteresan kapılar açıyor önüme. Evet aldatılmadı o. Yani, bütün olan bitenden haberi vardı. Bu tez üzerinden pek çok alternatif geliştirilebilir. Mesela Kılıçdaroğlu buna "Kontrollü darbe" diyor. Kim bu darbeden karlı çıkan? AKP. O zaman rahatlıkla önünü alabileceğiniz bu darbeyi Fetö'cülere siz yaptırdınız. Eğer Fetö ile iktidar arasında ipler kesin olarak koptuysa mantıklı bir senaryo gibi gelebilir insanın aklına. Tabii, Kılıçdaroğlu'nun jetonu aylar sonra düşüyor böyle bir mantık yürütmek için, o ayrı. Önce gidiyor Ahırkapı mitinginde AKP'nin ekmeğine güzel bir yağ sürüyor, iktidarı kahraman, demokrasi havarisi yapıyor.
Bana göre Fetö ile AKP'nin arasındaki ipler kopmadı, kopamaz. Onların yaptığı sadece kayıkçı kavgası. Öyle bize gösterdikleri gibi değil olaylar. Bu sonuca nereden mi varıyorum? Kompleks gibi görünen bu sorunun cevabını bulmak için az çalışan bir beyin yeterli aslında. Çok kişi yazdı çizdi bu konuda. Sözde darbenin ertesi günü kaleme aldığım günlüğümdeki düşüncelerim hiç değişmedi. Bu darbe değil. Kötü hazırlanmış bir senaryo, sahneye konulmuş başarısız bir oyun. Nasıl emin olabiliyorum bundan? Gerçeğe, akla, mantığa uymayan, sadece saf saf inanmamız istenen basit bir kurgu bu. Madde madde sayalım bakalım:
1. Cumhurbaşkanının ve Genelkurmay başkanının karacı subay olan baş yaverleri Fetö'cü (!) Ne kötü bir durum değil mi? Yaver dediğin emir eri. Cumhurun başı Marmaris'e tatile gidiyor. Ne başyaverini ne diğer yaverlerini yanına alıyor? Başyaverini kendisine sunulan alternatif subaylar arasından özenle kendi seçmiş. Başyaver darbeci olursa kaçarı olmaz. Dayarsın hedef aldığın kişinin başına silahı, çekersin tetiği. Darbe böyle olur. İşte o zaman ne camilerden senkronize salalar okunur, ne de halk sokağa dökülür. Hadi yapamadın, derdest eder, geçirirsin kafasına çuvalı, indirirsin binanın bodrumuna.
2. İki tankı boğaz köprüsüne gönderip gişeleri trafiğe kapatmakla darbe mi olur? Sen o emir eri askercikleri azgın insan kalabalığının önüne at kafalarını kessinler. Kim yazdıysa bu senaryoyu yazıklar olsun. Özel televizyon kanalları ölümü göze alıp cumhurun başının talimatlarını ekranlarına taşıyor. Darbe bu yahu, hiç görmediysek 12 Eylül'ü gördük. Sokağa çıkma yasağı ilan etti ordu, kafamızı kapıdan dışarı uzatamadık.
3. Hani çıkıyorlar televizyona birileri, "Tankın topuna çaput soktum, ateşleyemedi, egzozuna ceketimi soktum istop etti." diyorlar ya. Neremle güleceğim şaşırıyorum. Belediyenin hafriyat kamyonlarının teyakkuza geçerek kışla kapılarını kapatması da güzel bir tedbir gerçekten... Ya siz benimle kafa mı buluyorsunuz? Bunlara inanmamı beklemiyorsunuz değil mi? Bence orduyu lağvedip savaşa belediyenin çöp kamyonlarıyla gitmek en iyisi. Hem daha ucuza mal olur.
4. Ya darbeci pilotlar havada cirit atarken, TV ler zat-ı muhteremin uçağının nerede olduğunu, nereye ineceğini bangır bangır duyururken onun büyük bir soğukkanlılık içinde İstanbul Atatürk Havalimanına iniş yapması. Kim olsa onun yerine altına kaçırırdı böylesi bir durumda. Ama o darbe yapıldığını MİT'ten, askerden değil, eniştesinden öğreniyor. Çok inandırıcı değil mi?
5. Sözde darbe oyununda yüzlerce kişi öldürülüyor, binin üzerinde yaralı var. Ey inananlar, size yalvarıyorum beni de inandırın. Bu darbe halka mı yapıldı yoksa siyasi iktidara mı? Hiç burnu kanayan bir partili duydunuz mu bu siz? Ölenlere şehit de demiyorum. Şehit kurtuluş savaşında ayağında yırtık çarıklarla, yokluk içinde canını verip topraklarımızı, namusumuzu koruyan vatan evlatlarının sıfatıdır. Şehit sözcüğü de anlamını yitirdi, sulandırıldı. Sözde darbede hayatını kaybedenler acımasız, kirli bir oyunun kurbanları. Halkımız, askerlerimiz... Sözde darbenin kaybedenleri. Zaman gelecek tarih yazacak bunları teker teker. Tarih kazananların tarihi. İktidarların da bir ömrü var. Gün gelecek, Hitler'den, Nazi Partisinden daha çok aşağılanacaklar. Bire bin katarak anlatılacak yaptıkları zulüm, haksızlıklar, yalan dolan. Yalakalar saf değiştirecek, en fazla darbeyi onlardan yiyecekler. Herkes birbirini suçlayacak...
6. Kim yaptı bu darbeyi? Fetö mü? Tek başına? Yok canım, o kadar da değil. Orduya sızmış subaylarıyla. Başka? Yargıya sızmış adamlarıyla. Başka? Emniyete, Milli Eğitime, bürokrasinin her kademesine, iş adamlarına, medyaya sızmış adamlarıyla. Yani? Her yere sızmış bu adamlar bir tek yer hariç. Siyasete sızamamışlar (!) Hadi canım sen de... Elbette siyasetin de içindeler. Yukarıda saydığım kurumları ben mi doldurdum teröristlerle? "Aldatıldım" deyince bütün günahlardan arınılıyor mu? Yemezler.
NELER OLDU NELER?
Darbe falan yok. ABD ile ittifak halinde bir iktidar var. ABD bizi böcek gibi eziyor. Çekindiği anlı şanlı, güçlü bir Türk ordusu yok artık karşılarında, Atatürk'ün ilke ve inkılaplarını benimseyen. Artık belediyenin çöp kamyonları ile dize getirilen bir ordu var karşılarında. Neden çekinsinler ki?
İktidar partisi ile Fetö'nün amaçları da bu değil miydi zaten. Güçlü bir ordu ne rejim değişikliğine müsaade eder ne de yabancı ülkelerin topraklarımız üzerindeki kirli emellerine. Bu bir kocaman oyun. PKK Amerikan desteği olmadan ne zamana kadar varlığını sürdürebilir? Birlikte oynadıkları oyunun baş kahramanlarından biri olan Fetö'yü niye versin Türkiye'ye? Onun sayesinde ordumuzun en mahrem yerlerine ulaşmadılar mı?
Gelelim Fetö ile iktidar partisinin ortaklığına. Kimsenin bilmediği gizli işler dönüyor. Aynı kaptan yemek yiyenler birbirinin kabahatlerini ortaya çıkarmıyor. Aynı Bülent Arınç'ın seçimden sonra İ. Melih Gökçek'in ne dolaplar çevirdiğini anlatacağım deyip susturulduğu gibi. Ortada dönen para büyük olunca dostluğun bozulacağı bir hakikat. İktidarın cemaatçi dershaneleri kapatma kararı Fetö ile aralarındaki anlaşmazlığı su yüzüne çıkardı. Bunun karşılığında Fetö'nün kuyruk acısıyla ortağına verdiği ders hafızalarda canlılığını koruyor. Ayakkabı kutularını hatırlayın. Milyonlarca doları koyacak yer bulamadıkları dolarları... Bakanların sorgusuz sualsiz aklanmalarını... Ne parasıydı bunlar? Nereden geldi, kime verildi? Devlet sırrı (!) Ört bas edip el konulan paralar yine sorgusuz sualsiz iade edildi.
Oysa ne güzel anlaşıyorlardı düne kadar. Orduyu, emniyeti, üniversiteleri, yargıyı, medyayı ve diğer bütün devlet kurumlarını, paraya yön veren her türlü organı nasıl ele geçirmişlerdi. Her ikisinin ortak düşmanı olan Atatürkçüleri teker teker nasıl etkisiz hale getirmişlerdi. Hedefleri aynıydı. Dini duyguları kullanarak halkı sömürmek. Paranın dini olmaz derler ama dini kullanarak çok paralar kazandılar, servetlerine servet kattılar. Milleti dinle kandırdılar. Daha güzel kandırmak için ellerinden gelen ne varsa yaptılar. Önce Fetöcü'lerindi sıra. Memleket sevdalısı, Atatürkçü, bilim aşığı ne kadar asker, öğretim üyesi, yargı mensubu, yazar çizer, gazeteci, iş adamı vs. varsa sildiler, süpürdüler. İktidar hep destekledi bu kıyımı. Tam da istediği şeylerdi yapılanlar. "Tamam" dediler, "Askerin, yargının, bürokrasinin vesayeti kırıldı." Şimdi duyuyor musunuz sıkça kullandıkları "vesayet rejimi" sözcüğünü ağızlarında?
Artık yapılanlar örtbas edilemiyordu. Mızraklar çuvalları delmeye başladı. ABD'nin kılavuzluğunda oyunun ikinci perdesine start verilmesi kaçınılmazdı. İkinci perdenin adı "İyi polis, kötü polis." Darbe başarılı olsaydı iyi polis Fetö ve ülkeyi bir örümcek gibi sarıp sarmalayan kolları, kadroları iktidara egemen olacaklardı. Bugünkü iktidarın bilinen ya da bilinmeyen, hatta yapmadıkları bir sürü pislikleri ortaya dökülecekti. Fetö örgütünün ülkeyi uçurumun ucundan nasıl döndürdüğünü anlatacaktı TV'ler, radyolar, gazeteler. Bütün iktidar taraftarları en hızlı Fetöcü'lerden olacaktı. Atatürk heykellerine şimdilik dokunulamayacaktı ama her yer Fetö posterleriyle donatılacaktı. Ak Saray yerden yere vurulacak, israfın ülkeye verdiği zararlardan dem vurulacaktı. Şimdiki cumhurun başı terörist başı ilan edilecek, Katar'dan iadesi talep edilecekti. İktidarın ileri gelenleri ya yurt dışına kaçmış olacak, ya da "Kandırıldım (!)" diyecekti. Göz altına alınanların hepsi birkaç gün sonra usulen kurulan mahkemelerde ettirilecek, eski görevlerine döneceklerdi. Su yüzüne çıkan her türlü yolsuzluk, haksızlık, sınav hileleri, seçim hileleri, ayakkabı kutuları içindeki dolarlar için yolsuzluk dosyaları açılacak, bu işin yargı süreci yirmi yıl kadar sürecek ve zaman aşımına bırakılacaktı. Vatandaş iki elini başının arasına alıp "Vay anasını, ucuz atlatmışız." deyip Fethullah Hoca Efendiyi baş tacı edecekti. Memleketi uçurumun kenarından kurtaran Hoca Efendinin işaret ettiği mukaddes biri yeni kurulacak partinin başına geçip ilk seçimleri kazanacaktı. Her devrin müzmin muhalefeti solcular için değişen bir şey olmayacak, muhalefetlerine kaldıkları yerden devam edeceklerdi. Müttefimiz ABD için de değişen bir şey olmayacaktı. Ne de olsa Fetö'ye az kucak açmamışlardı. Onların da "Ne istedin de vermedik?" deme hakkı vardı.
Olmadı, çünkü böylesi süper güç için daha uygundu. Ne yaparsa yapsın milleti eline avucuna almayı başaran bir iktidarın başı vardı karşılarında. Hocanın onun kadar başarılı olacağını düşünmüyorlardı. Olması gereken Fetö'nün kötü polis rolünü oynamasıydı. Bu seçenek çok zekice görünüyordu. Bu sayede mevcut iktidarın bütün hataları, yolsuzlukları, haksızlıkları ve başarısızlıkları Fetöye mal edilecekti. Fetö darbeci, terörist ve Allah'ın cezası bir yaratık yapıldı. İktidarın başı demokrasi şampiyonu, ülkeyi darbeye karşı koruyan bir kahraman yapıldı. ABD için değişen bir şey yoktu. PKK terörünü destekleyerek Türkiye'nin kuyruğuna istediği zaman basabiliyor, her istediğini hükumete yaptırıyordu. Solcular muhalefet etmeyi sürdüreceklerdi yine. Fetö'cü ilan ettikleri kişileri zamanla unutturmaya çalışacak, bir müddet sonra aralarına alacaklardı. Kurunun yanında yaşlar yanar bazen. Bu büyük oyunun hiçbir şeyden habersiz neferleri, beyni yıkananlar, kendini borçlu hissedenler, kandırılanlar, aldatılanlar çekti sıkıntıyı neler döndüğünün farkına olmadan. Onlar olayın iç yüzünü bilmeden öldüler, yaralandılar, sakat kaldılar, özgürlükleri ellerinden alındı bir süreliğine de olsa. Elebaşılar zarar görmez bu işlerde. Patronları korur onları. Olan beyni yıkanmış zeki subaylara, astsubaylara, ne olduğunu anlamadan halkın içine sürülen askerlere, salalarla sokağa dökülen ve darbeyi önlediğine inandırılan gariban halka oldu.
SÖZÜN ÖZÜ
Sözün özü şudur ki, Fetö ve siyasal iktidar ayrılmaz bir bütündür. İdealleri, kültürleri hedefleri, dostları, düşmanları, işbirlikçileri, hizmet ettikleri kitle birbirinin aynıdır. ABD yaşadığımız olayların perde arkasındaki güçtür. Hepsi beraber 15 Temmuz'da ülkemiz üzerinde bir tiyatro sergilediler. Senaryo çok kötü olmasına rağmen halkın nezdinde başarılı oldular, istediklerini sağladılar. Tiyatro devam ediyor kaçıranlar için. TV ler, radyolar, yazılı basın 15 Temmuz Demokrasi ve Birlik Günü adı altında oynanan bu oyunu çoktan destanlaştırdılar. Beyinler yıkanmaya, algılar oluşturulmaya devam ediyor tam gaz. İster inanın, ister inanmayın (!)
Serbest çalıştığım bir dönemdi. Karadeniz'in şirin bir sahil beldesinde ofisimizin kapısına her sabah Zaman gazetesi bırakılıyordu. Kimdi bu dağıtımı yapan, kim öderdi paralarını bilmiyorduk. Hani sorsak da söylemezlerdi. Eğer çok samimi bulurlarsa, hali vakti yerinde, hayırsever birinin Allah rızası için bu işi üstlendiğinden bahsederlerdi. Yalnız kaldığım akşamlar TV'de Fetö'nün kanalına takılır, konuşmalarını dinlerdim hoca efendinin. Camide vaaz verirken bir anda aşka gelir gözlerinden yaşlar boşalırdı. Onu izleyen kalabalık aşka gelir, Allah, Allah sesleriyle kendinden geçerdi. Hep hikaye anlatırdı, öyle güzel anlatırdı ki onu izleyen cemaat coşardı. Sadece merak ediyordum bu adamı. Acaba ne söylüyor ki bu kadar insanı takıyor peşine... Zerre kadar etkilemiyordu sözleri beni. Bilakis o ağladıkça benim gülesim geliyordu. Kendimden şüphe ettim, acaba ben mi anlamıyorum herkesin anladığını? Şimdiki durum farklı değil aslında. Şu "Samimiyetle ifade ediyorum, şahsım başta olmak üzere tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı." sözleri hiç de samimi, inandırıcı gelmiyor bana. Tüm ülkeyi yanlış yönlendiren kuşkusuz belli. Hala aldatmaya devam eden yine aynı kişi. O Hocaefendinin vaazlarını dinlerken içinde bulunduğum tuhaf bir durum içindeyim. Nasıl inanıyor halkımız bu adamlara, bu aldatılma hikayelerine? Yine benim kafam basmıyor bu işe...
Zaman ne çabuk geçiyor... Kaç yıldır tek başına iktidarlar. Ne bu hırs? 2023 yılında ne olacak? Cumhuriyetin sonuna mı geleceğiz? "Ne istediler de vermedik?" deyip Fetö'ye yani terörist örgüte, yani darbecilere her istediğini verdiğini alenen itiraf eden nasıl suçsuz olur? Nasıl bir adalet? Uydurma suçlamalarla şanlı ordumuzun asil subaylarına, değerli yargı mensuplarına, öğretim üyelerine, medya mensuplarına karşı açılan davaların savcısı olduğunu söyleyip onların gururlarıyla oynayan, ellerinden özgürlüklerini alıp hapishane köşelerinde çürümesine, bazılarının ölümüne sebebiyet verenler kim? Hiç mi sızlamaz vicdanınız? Gece yarısı baskınlarıyla evlerinden çıkarılıp gözaltına alınan kıymetli insanlar için hiç mi canınız acımadı, üzülmediniz? Türkan Saylan gibi ülkemizin iftihar ettiği bir bilim insanına teşekkür etmenin yolu bu muydu?
Doğal olarak her aldanan bir bedel öder. Pazara gider, iki kilo domates alırsın. Eve gittiğinde bir de ne göresin? Alta çürük çarığı doldurmuş adam. Yarısını atarsın çöpe, aldığın domates sana iki katına mal olur, bir kilo domates parasından olursun. Aldanan sen, bedel ödeyen sen. Fetö aldatınca, aldanan değil haksız yere hapse atılan, yaralanan, hayatını kaybeden insanlar ve onların aileleri ödüyor bedelini. İşin garibi bedel ödeyen bu insanların çoğu Fetö'nün aldatamadıkları (!) Adalet terazisinin kalibrasyona ihtiyacı olmalı.
Şu "Aldatıldım." sözü Fetö'nün vaazları gibi beni hiç etkilemedi. Bu durum oldukça enteresan kapılar açıyor önüme. Evet aldatılmadı o. Yani, bütün olan bitenden haberi vardı. Bu tez üzerinden pek çok alternatif geliştirilebilir. Mesela Kılıçdaroğlu buna "Kontrollü darbe" diyor. Kim bu darbeden karlı çıkan? AKP. O zaman rahatlıkla önünü alabileceğiniz bu darbeyi Fetö'cülere siz yaptırdınız. Eğer Fetö ile iktidar arasında ipler kesin olarak koptuysa mantıklı bir senaryo gibi gelebilir insanın aklına. Tabii, Kılıçdaroğlu'nun jetonu aylar sonra düşüyor böyle bir mantık yürütmek için, o ayrı. Önce gidiyor Ahırkapı mitinginde AKP'nin ekmeğine güzel bir yağ sürüyor, iktidarı kahraman, demokrasi havarisi yapıyor.
Bana göre Fetö ile AKP'nin arasındaki ipler kopmadı, kopamaz. Onların yaptığı sadece kayıkçı kavgası. Öyle bize gösterdikleri gibi değil olaylar. Bu sonuca nereden mi varıyorum? Kompleks gibi görünen bu sorunun cevabını bulmak için az çalışan bir beyin yeterli aslında. Çok kişi yazdı çizdi bu konuda. Sözde darbenin ertesi günü kaleme aldığım günlüğümdeki düşüncelerim hiç değişmedi. Bu darbe değil. Kötü hazırlanmış bir senaryo, sahneye konulmuş başarısız bir oyun. Nasıl emin olabiliyorum bundan? Gerçeğe, akla, mantığa uymayan, sadece saf saf inanmamız istenen basit bir kurgu bu. Madde madde sayalım bakalım:
1. Cumhurbaşkanının ve Genelkurmay başkanının karacı subay olan baş yaverleri Fetö'cü (!) Ne kötü bir durum değil mi? Yaver dediğin emir eri. Cumhurun başı Marmaris'e tatile gidiyor. Ne başyaverini ne diğer yaverlerini yanına alıyor? Başyaverini kendisine sunulan alternatif subaylar arasından özenle kendi seçmiş. Başyaver darbeci olursa kaçarı olmaz. Dayarsın hedef aldığın kişinin başına silahı, çekersin tetiği. Darbe böyle olur. İşte o zaman ne camilerden senkronize salalar okunur, ne de halk sokağa dökülür. Hadi yapamadın, derdest eder, geçirirsin kafasına çuvalı, indirirsin binanın bodrumuna.
2. İki tankı boğaz köprüsüne gönderip gişeleri trafiğe kapatmakla darbe mi olur? Sen o emir eri askercikleri azgın insan kalabalığının önüne at kafalarını kessinler. Kim yazdıysa bu senaryoyu yazıklar olsun. Özel televizyon kanalları ölümü göze alıp cumhurun başının talimatlarını ekranlarına taşıyor. Darbe bu yahu, hiç görmediysek 12 Eylül'ü gördük. Sokağa çıkma yasağı ilan etti ordu, kafamızı kapıdan dışarı uzatamadık.
3. Hani çıkıyorlar televizyona birileri, "Tankın topuna çaput soktum, ateşleyemedi, egzozuna ceketimi soktum istop etti." diyorlar ya. Neremle güleceğim şaşırıyorum. Belediyenin hafriyat kamyonlarının teyakkuza geçerek kışla kapılarını kapatması da güzel bir tedbir gerçekten... Ya siz benimle kafa mı buluyorsunuz? Bunlara inanmamı beklemiyorsunuz değil mi? Bence orduyu lağvedip savaşa belediyenin çöp kamyonlarıyla gitmek en iyisi. Hem daha ucuza mal olur.
4. Ya darbeci pilotlar havada cirit atarken, TV ler zat-ı muhteremin uçağının nerede olduğunu, nereye ineceğini bangır bangır duyururken onun büyük bir soğukkanlılık içinde İstanbul Atatürk Havalimanına iniş yapması. Kim olsa onun yerine altına kaçırırdı böylesi bir durumda. Ama o darbe yapıldığını MİT'ten, askerden değil, eniştesinden öğreniyor. Çok inandırıcı değil mi?
5. Sözde darbe oyununda yüzlerce kişi öldürülüyor, binin üzerinde yaralı var. Ey inananlar, size yalvarıyorum beni de inandırın. Bu darbe halka mı yapıldı yoksa siyasi iktidara mı? Hiç burnu kanayan bir partili duydunuz mu bu siz? Ölenlere şehit de demiyorum. Şehit kurtuluş savaşında ayağında yırtık çarıklarla, yokluk içinde canını verip topraklarımızı, namusumuzu koruyan vatan evlatlarının sıfatıdır. Şehit sözcüğü de anlamını yitirdi, sulandırıldı. Sözde darbede hayatını kaybedenler acımasız, kirli bir oyunun kurbanları. Halkımız, askerlerimiz... Sözde darbenin kaybedenleri. Zaman gelecek tarih yazacak bunları teker teker. Tarih kazananların tarihi. İktidarların da bir ömrü var. Gün gelecek, Hitler'den, Nazi Partisinden daha çok aşağılanacaklar. Bire bin katarak anlatılacak yaptıkları zulüm, haksızlıklar, yalan dolan. Yalakalar saf değiştirecek, en fazla darbeyi onlardan yiyecekler. Herkes birbirini suçlayacak...
6. Kim yaptı bu darbeyi? Fetö mü? Tek başına? Yok canım, o kadar da değil. Orduya sızmış subaylarıyla. Başka? Yargıya sızmış adamlarıyla. Başka? Emniyete, Milli Eğitime, bürokrasinin her kademesine, iş adamlarına, medyaya sızmış adamlarıyla. Yani? Her yere sızmış bu adamlar bir tek yer hariç. Siyasete sızamamışlar (!) Hadi canım sen de... Elbette siyasetin de içindeler. Yukarıda saydığım kurumları ben mi doldurdum teröristlerle? "Aldatıldım" deyince bütün günahlardan arınılıyor mu? Yemezler.
NELER OLDU NELER?
Darbe falan yok. ABD ile ittifak halinde bir iktidar var. ABD bizi böcek gibi eziyor. Çekindiği anlı şanlı, güçlü bir Türk ordusu yok artık karşılarında, Atatürk'ün ilke ve inkılaplarını benimseyen. Artık belediyenin çöp kamyonları ile dize getirilen bir ordu var karşılarında. Neden çekinsinler ki?
İktidar partisi ile Fetö'nün amaçları da bu değil miydi zaten. Güçlü bir ordu ne rejim değişikliğine müsaade eder ne de yabancı ülkelerin topraklarımız üzerindeki kirli emellerine. Bu bir kocaman oyun. PKK Amerikan desteği olmadan ne zamana kadar varlığını sürdürebilir? Birlikte oynadıkları oyunun baş kahramanlarından biri olan Fetö'yü niye versin Türkiye'ye? Onun sayesinde ordumuzun en mahrem yerlerine ulaşmadılar mı?
Gelelim Fetö ile iktidar partisinin ortaklığına. Kimsenin bilmediği gizli işler dönüyor. Aynı kaptan yemek yiyenler birbirinin kabahatlerini ortaya çıkarmıyor. Aynı Bülent Arınç'ın seçimden sonra İ. Melih Gökçek'in ne dolaplar çevirdiğini anlatacağım deyip susturulduğu gibi. Ortada dönen para büyük olunca dostluğun bozulacağı bir hakikat. İktidarın cemaatçi dershaneleri kapatma kararı Fetö ile aralarındaki anlaşmazlığı su yüzüne çıkardı. Bunun karşılığında Fetö'nün kuyruk acısıyla ortağına verdiği ders hafızalarda canlılığını koruyor. Ayakkabı kutularını hatırlayın. Milyonlarca doları koyacak yer bulamadıkları dolarları... Bakanların sorgusuz sualsiz aklanmalarını... Ne parasıydı bunlar? Nereden geldi, kime verildi? Devlet sırrı (!) Ört bas edip el konulan paralar yine sorgusuz sualsiz iade edildi.
Oysa ne güzel anlaşıyorlardı düne kadar. Orduyu, emniyeti, üniversiteleri, yargıyı, medyayı ve diğer bütün devlet kurumlarını, paraya yön veren her türlü organı nasıl ele geçirmişlerdi. Her ikisinin ortak düşmanı olan Atatürkçüleri teker teker nasıl etkisiz hale getirmişlerdi. Hedefleri aynıydı. Dini duyguları kullanarak halkı sömürmek. Paranın dini olmaz derler ama dini kullanarak çok paralar kazandılar, servetlerine servet kattılar. Milleti dinle kandırdılar. Daha güzel kandırmak için ellerinden gelen ne varsa yaptılar. Önce Fetöcü'lerindi sıra. Memleket sevdalısı, Atatürkçü, bilim aşığı ne kadar asker, öğretim üyesi, yargı mensubu, yazar çizer, gazeteci, iş adamı vs. varsa sildiler, süpürdüler. İktidar hep destekledi bu kıyımı. Tam da istediği şeylerdi yapılanlar. "Tamam" dediler, "Askerin, yargının, bürokrasinin vesayeti kırıldı." Şimdi duyuyor musunuz sıkça kullandıkları "vesayet rejimi" sözcüğünü ağızlarında?
Artık yapılanlar örtbas edilemiyordu. Mızraklar çuvalları delmeye başladı. ABD'nin kılavuzluğunda oyunun ikinci perdesine start verilmesi kaçınılmazdı. İkinci perdenin adı "İyi polis, kötü polis." Darbe başarılı olsaydı iyi polis Fetö ve ülkeyi bir örümcek gibi sarıp sarmalayan kolları, kadroları iktidara egemen olacaklardı. Bugünkü iktidarın bilinen ya da bilinmeyen, hatta yapmadıkları bir sürü pislikleri ortaya dökülecekti. Fetö örgütünün ülkeyi uçurumun ucundan nasıl döndürdüğünü anlatacaktı TV'ler, radyolar, gazeteler. Bütün iktidar taraftarları en hızlı Fetöcü'lerden olacaktı. Atatürk heykellerine şimdilik dokunulamayacaktı ama her yer Fetö posterleriyle donatılacaktı. Ak Saray yerden yere vurulacak, israfın ülkeye verdiği zararlardan dem vurulacaktı. Şimdiki cumhurun başı terörist başı ilan edilecek, Katar'dan iadesi talep edilecekti. İktidarın ileri gelenleri ya yurt dışına kaçmış olacak, ya da "Kandırıldım (!)" diyecekti. Göz altına alınanların hepsi birkaç gün sonra usulen kurulan mahkemelerde ettirilecek, eski görevlerine döneceklerdi. Su yüzüne çıkan her türlü yolsuzluk, haksızlık, sınav hileleri, seçim hileleri, ayakkabı kutuları içindeki dolarlar için yolsuzluk dosyaları açılacak, bu işin yargı süreci yirmi yıl kadar sürecek ve zaman aşımına bırakılacaktı. Vatandaş iki elini başının arasına alıp "Vay anasını, ucuz atlatmışız." deyip Fethullah Hoca Efendiyi baş tacı edecekti. Memleketi uçurumun kenarından kurtaran Hoca Efendinin işaret ettiği mukaddes biri yeni kurulacak partinin başına geçip ilk seçimleri kazanacaktı. Her devrin müzmin muhalefeti solcular için değişen bir şey olmayacak, muhalefetlerine kaldıkları yerden devam edeceklerdi. Müttefimiz ABD için de değişen bir şey olmayacaktı. Ne de olsa Fetö'ye az kucak açmamışlardı. Onların da "Ne istedin de vermedik?" deme hakkı vardı.
Olmadı, çünkü böylesi süper güç için daha uygundu. Ne yaparsa yapsın milleti eline avucuna almayı başaran bir iktidarın başı vardı karşılarında. Hocanın onun kadar başarılı olacağını düşünmüyorlardı. Olması gereken Fetö'nün kötü polis rolünü oynamasıydı. Bu seçenek çok zekice görünüyordu. Bu sayede mevcut iktidarın bütün hataları, yolsuzlukları, haksızlıkları ve başarısızlıkları Fetöye mal edilecekti. Fetö darbeci, terörist ve Allah'ın cezası bir yaratık yapıldı. İktidarın başı demokrasi şampiyonu, ülkeyi darbeye karşı koruyan bir kahraman yapıldı. ABD için değişen bir şey yoktu. PKK terörünü destekleyerek Türkiye'nin kuyruğuna istediği zaman basabiliyor, her istediğini hükumete yaptırıyordu. Solcular muhalefet etmeyi sürdüreceklerdi yine. Fetö'cü ilan ettikleri kişileri zamanla unutturmaya çalışacak, bir müddet sonra aralarına alacaklardı. Kurunun yanında yaşlar yanar bazen. Bu büyük oyunun hiçbir şeyden habersiz neferleri, beyni yıkananlar, kendini borçlu hissedenler, kandırılanlar, aldatılanlar çekti sıkıntıyı neler döndüğünün farkına olmadan. Onlar olayın iç yüzünü bilmeden öldüler, yaralandılar, sakat kaldılar, özgürlükleri ellerinden alındı bir süreliğine de olsa. Elebaşılar zarar görmez bu işlerde. Patronları korur onları. Olan beyni yıkanmış zeki subaylara, astsubaylara, ne olduğunu anlamadan halkın içine sürülen askerlere, salalarla sokağa dökülen ve darbeyi önlediğine inandırılan gariban halka oldu.
SÖZÜN ÖZÜ
Sözün özü şudur ki, Fetö ve siyasal iktidar ayrılmaz bir bütündür. İdealleri, kültürleri hedefleri, dostları, düşmanları, işbirlikçileri, hizmet ettikleri kitle birbirinin aynıdır. ABD yaşadığımız olayların perde arkasındaki güçtür. Hepsi beraber 15 Temmuz'da ülkemiz üzerinde bir tiyatro sergilediler. Senaryo çok kötü olmasına rağmen halkın nezdinde başarılı oldular, istediklerini sağladılar. Tiyatro devam ediyor kaçıranlar için. TV ler, radyolar, yazılı basın 15 Temmuz Demokrasi ve Birlik Günü adı altında oynanan bu oyunu çoktan destanlaştırdılar. Beyinler yıkanmaya, algılar oluşturulmaya devam ediyor tam gaz. İster inanın, ister inanmayın (!)