KATEGORİLER

9 Mart 2017 Perşembe

KAYISI ÇİÇEĞİ (2)

08/03/2017 Çarşamba, Tire



Taş Ev'de haftanın ilk günü. Gece boyu yağan yağmur hız kesmeden devam ediyor. Ekibi alıp yola çıkıyorum. Ayşe Hanım'ın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyorum. Bu onu çok mutlu ediyor. Hayatında ilk kez biri onun Kadınlar Günü'nü kutluyormuş.

Afyon'dan ısmarladığım kırk adet piliç sağ salim ulaştı. Birkaç gün misafir kalacak bir dostumuzun çiftliğinde. Kümesimizi azgın köpeklere ve zararlı hayvanlara karşı daha korunaklı hale getirmek için şehre inip küçük gözlü plastik çitlerden almam lazım.

Aşkın Şef'e müjdeyi verir vermez şehre inip her biri 25 metrelik iki top çit malzemesi alıyorum. Hazır aşağıdayken reklamcımıza uğrayıp reflektörlü yön levhalarının üzerine yapıştırmak üzere "Restaurant" yazılarını sipariş ediyorum. Levhalardaki "Taş Ev" yazısına oranla "Cafe & Restaurant" yazısı çok küçük kalmış. Bazı misafirlerimiz levhayı görmüşler ama Taş Ev'in restoran olduğunu anlayamamışlar. Yol kenarları sarı beyaz papatya ve kır çiçekleriyle dolu. Kaplan dağının eteklerinde badem ağaçları iyiden iyiye çiçeklenmiş artık. Yol boyunca tabiatın yeniden hayat bulduğu bu manzaraları seyretmek hayli keyifli. Yağmur yağmaya devam ediyor. Yol kenarlarındaki hendekler görevini yapamaz hale geldiği için yağmur suları yollara taşıp yeni çukurlar açıyor. Yaylaya döndüğümde bahçede bir arazi aracı görüyorum. Aşkın Şef yukarıda misafirlerin olduğunu söylüyor. Yanlarına çıkıp ilgileniyorum. Onlar da yeni başlamışlar işe. Yakından tanıdığım bir inşaat firmasının teknik elemanları. Hava serin olduğu için Fırat sobayı yakmış. Misafirler yemeklerini yedikten sonra hesabı ödemek için aşağı iniyorlar. Pos cihazı kartlarını okumuyor. Hesabı nakit vermek zorunda kalıyorlar. Canım sıkılıyor.  

Taş Ev'in önündeki kayısı ağacını seyrediyorum. Tomurcuklar iyiden iyiye çiçeğe dönmüş. Taş Ev'e ayrı bir güzellik katmış. Hemen fotoğrafını çekmem lazım.

Akşama doğru batı tarafından itibaren hava yükseliyor. Elimizde köfte için yeterince kıyma kalmadığı yeni geliyor şefin aklına. Bir kez daha şehre inmek zorunda kalıyorum. Döndüğümde kese yoğurdu da bitmiş diyor. Bu gel gitler midir sorun bilmiyorum ama kafam fazlasıyla dağınık bugün. Büyük hatalar yapmadığıma seviniyorum.   

8 Mart 2017 Çarşamba

ZİYARET

07/03/2017 Salı, Tire

Yeni bir salı pazarı gününe uyanıyoruz. Öyle bir tembellik çökmüş ki üzerime, evden ancak öğleden sonra çıkabiliyorum. Arabayı park etmek için iki hafta önce keşfettiğim park yerine gittim. Tıklım tıklım doluydu. Kolonların arasında kendime çaresizce yer bulmaya çalıştım.

Sabah erken çıkabilseydim park edecek yer bulabilirdim  belki ama bunu yapmak için artık çok geçti. Kendime yeni bir park yeri aramaya başladım. Sonunda stadyum caddesi üzerinde bir yer buldum. Yol kenarına yanaşırken etrafta dolaşan çok sayıda trafik polisi tedirgin etti. Zira park ettiğim cadde boyunca "Park Edilmez" levhası bulunuyordu. Salı gününe hürmeten tolerans gösterileceğini düşünüyorum. Kısa bir süre sonra döneceğim nasıl olsa. İyi ki çok fazla alacağım yok bugün.

Hava güneşli ve sıcak. Üzerimdeki mont ağır geliyor. Önce muhasebeye uğrayıp evrakları teslim ediyor, arkasından pazar alışverişine başlıyorum. Yeni ortaya çıkan semiz otunun demeti üç liradan satılıyor. Yeşillikleri köylülerden alıyorum. Güzel Selçuk ayvası arıyorum. Salı günlerinin değişmez yemeği balık tabii. İşimin bitmesine yakın hazırlanması için eşime telefon ediyorum. Birlikte Seha Amcayı ziyaret edeceğiz.                                                             

Arabayı park ettiğim yere döndüğümde trafik polisinin yol kenarına park etmiş araçları çekiciye yüklediğini görüyorum. Önümdeki araca gelmiş sıra. Biraz daha geç kalmış olsam arabamın yerinde yeller estiğini görecektim.

Dondurmacı Ayhan Usta'ya uğruyor, yarın saat kaçta dükkanı açacağını soruyorum. Benden en az on beş yaş daha büyük Ayhan Usta. Dükkanında yıllardır, tek başına hem temizlik, hem imalat hem de satış yapıyor. Hele bir acı badem dondurması var ki dillere destan. "Seha Hocayı ziyaret edeceğiz." diyorum. Selamını iletmemi istiyor kendisine. "Benim lisede hocamdı o" deyince şaşırıyorum. Yediden yetmişe bütün şehir insanının hocası olma şerefine erişmiş bir tarih çınarı.

Eşimi alıp Seha Hoca'nın evine doğru yola çıkıyoruz. Kapının zilini çalıyoruz, duymuyor. Karşı dairede kızı ve damadı yaşıyor. Onların kapısını çalınca damadı açıyor kapıyı. "Uyuyor olabilir." diyor. Seha Hocanın daire kapısını açıyor. Küçük salonda koltuğa oturmuş televizyon seyrederken buluyoruz onu. Koltuğun yanında ve önündeki sehpaların üzeri kalemler, fırçalar ve boya malzemeleri ile dolu. 1928 doğumlu resim öğretmeni Seha Gidel eşimin baba tarafından akrabası. Ayakları zor taşıyor artık onu. Oturduğu koltukta üç şey yaptığını ama zamanın yetmediğini söylüyor. Zamanının çoğunu kitap okumakla geçiriyor. Kitaplardan beğendiklerini okumamız için öneriyor. Gözleri yorulunca resim yapmaya başlıyor. Her taraf çerçevelenmiş resimlerle dolu. Çok değerli ve güzel resimler bu gördüklerim. Birkaç sergi açacak kadar resim var elinde ama sergi açmayı düşünmüyor. Resim yapmaktan yorulduğu vakit önündeki televizyon kanallarını karıştırıyor. Aklı başı yerinde. Referandum sonucundan endişe duyuyor. Sonuç ne çıkarsa çıksın ülkenin durumu bugünkünden daha kötü olacak diyor.

Eski, siyah beyaz fotoğraflar gösteriyor, en az altmış yıllık. Fotoğraftaki kişilerin çoğu yaşamını yitirmiş. İstanbul'dan gelip Kaplan Köyünü ziyaret ederken hatıra kalsın diye fotoğraf çektiren akrabalarını anlatıyor. Laf lafı açıyor. İstanbul'da bitirdiği okulları, hocalarını anlatıyor. Bugünkü gençlerin elinden düşürmediği akıllı telefonlar yok o zamanlar. Zaman öldürücü oyunlar oynanmıyor bu yüzden. Bunların yerine her evde piyano var. İnsanlar zamanını sanatla uğraşarak geçiriyor, bol bol kitap okuyorlar. Bir sürü isim sayıyor bana yabancı. Eşim büyük bir kısmını zor da olsa hatırlıyor. Seha Hoca, hocaların hocası... Allah sağlıklı nice yıllar versin ona. İhtiyarlık maskaralık diyor ama üretmeye devam ediyor. Tek sıkıntısı eskiden olduğu gibi Kaplan dağının kayalıklarına doğru uzun yürüyüşleri yapamayışı, her gün güneşin batışını kayalıklardan seyredememesi...

Seha Hocaya veda ediyoruz. Pazardan aldığım balığı hazırlayacağım. Günün sonunda salı günlerinin en keyifli anları başlıyor. Güzel bir yeşil salata, yanında balık ve buz gibi bira...
                  

7 Mart 2017 Salı

KAYISI ÇİÇEĞİ

06/03/2017 Pazartesi, Tire

Bu sabah yaylada hava daha serin. Öğlene az bir zaman kalmasına rağmen ben bunu sabah serinliğine bağlıyorum. Ne var ki ilerleyen zaman içinde havanın dünkü gibi olmayacağı anlaşılıyor. Tam evden çıkarken Fırat telefon etmiş, kendisini almama gerek olmadığını, yaylaya motosikletiyle geleceğini bildirmişti. Uzun bir süre Fırat görünmeyince merak edip arıyorum. Tamirden yeni çıkardığı motosikletiyle iki kez yolda kaldığını söylüyor. Onu alıp tekrar yukarı çıkıyorum.

Fırat ve Ayşe Hanım yoğun bir şekilde temizliğe girişmişken işlerini bitiren Aşkın Şefle yukarı yaylaya çıkıyoruz. Patika yoldan yukarı ilerlerken yol boyunca baharın habercileri bize eşlik  ediyor.  Aşkın Şef ağaç diplerindeki kuzu kulaklarını toplamak için zaman zaman geride kalıyor. Sarmaşıklar henüz kendini göstermemiş. Fırtına kocaman ağaç gövdelerini devirmiş. Yukarıdaki havuza akan kaynak sularından birinin borusu dışarı kaymış, su boşa akıyor. Domuzlar pek çok yeri eşelemiş.   Fidanlar henüz kış uykusundan uyanmamış ama şimdiden onları nasıl sulayacağımızı düşünüyorum. Geçen yıl döşettiğim damlama sulama boruları kullanılacak durumda değil. 

Biz aşağı indikten az sonra iki bayan konuğumuz geliyor. Birinin eşi  ODTÜ'de öğretim üyesiymiş. Kampus içindeki lojmanlarda oturuyorlarmış. Okul günlerini konuştuk. Eskiyi özlemle andık. Eymir Gölünü sordum. Gökçek henüz el koyamamış gölümüze. Kafeteryanın eski halini, yurtlar yolundaki pastaneyi konuştuk. Benden sonra daha birçok yiyecek yeri açılmış üniversite kampusunda. Sosyete kantininde sandviç ekmeği arasında ilk kez yediğim soğuk etler geçti gözlerimin önünden. Hava kararmadan kalkmayı tercih ettiler.

Taş Ev'in önündeki kayısı ağacına dikkatli bakmamışım. Badem ağaçlarından sonra o da çiçeklerle bezenmiş. Akşam konuklarımızdan biri çiçek açmayı geciktiren bir ilaçtan söz etti. Umarım çiçeklere zarar verecek bir don yaşanmaz, biz de geçen sene olduğu gibi ilaçsız reçellik kayısılarımızı keyifle toplarız. Erik ağaçlarının çiçek açması da yakın görünüyor.

Geçtiğimiz günlerde Torbalı'dan eşiyle birlikte  Taş Ev'e hayran kalan bir misafirimiz bu kez çocuklarıyla birlikte geliyor. Beyefendinin on parmağında on hüner. Pek çok dalda hizmet veriyor. Fabrikaları, arazileri var. Yakında çok yataklı bir yaşlı evi yatırımına başlayacaklarını söylüyor. Tek sıkıntı kalifiye eleman. Düzgün insan bulabilsem otuz beş kişiye daha iş verebilirim diyor.

Yine Taş Ev'in müdavimlerinden biri Beydağ'ından gelecek misafirleri için rezervasyon yaptırıyor. Gecenin son misafirleri biraz gecikince boş masalardan birini hazırlamaya başlıyor bizimkiler. Başta şefimiz olmak üzere bugün planladığımız personel moral gecesinin hayalini kuruyorlar. Gece yemeği hoş sohbetle noktalanıyor. 

6 Mart 2017 Pazartesi

NEŞELİ BİR PAZAR

05/03/2017 Pazar, Tire

Havaların ısınması ile birlikte Taş Ev hareketlenmeye başlıyor... Ne yol şartlarından şikayet eden var ne de uzaklıktan. İnsanlar bu mevsimde hasret kaldıkları güneşle hasret gideriyorlar.

Temizlik ve mutfak işlerine yardımcı olmak üzere yeni bir takım arkadaşı ile başlıyoruz güne. Önce Fırat daha sonra Alp kısa bir süre bekletiyorlar bizi. Oysa bugün dakikalar bile altın değerinde. Ayşe Hanımı sözleştiğimiz köşede bizi bekler buluyoruz. Onu da alıp hep birlikte yaylaya çıkıyoruz.  Yeni elemanımıza önce Taş Ev'i gezdiriyor ve yapacağı işleri anlatmakla başlıyorum. Sabah kahvaltısına bir grup rezervasyonu var.

Eşimle birlikte bütün ekip el birliğiyle hazırlığa başlıyoruz hemen. Bu saatlerde zaman sanki daha hızlı akıyor. Salonda masalar kişi sayısına göre düzenlenip servis açılıyor. Kişi sayısı sürekli değişiyor. Dün rezervasyon yaptıran hanımefendi önce 12 kişi geleceklerini söyleyip yarım saat sonra kişi sayısını 14 olarak düzeltmişti. On dört kişilik kahvaltı masasına on kişi geliyorlar. Bir süre sonra masaya yeni katılanlar oluyor. Kişi sayısının sürekli olarak değişmesi işimizi arttırıyor. Serpme kahvaltıda onlarca porselen kap içinde en az yirmi çeşit ürün kişi sayısına göre hazırlanıyor. İlaveler pek sorun olmasa da kişi sayısı eksilince masalara servis edilen ürünleri geri almak pek hoş olmuyor. Öyle bir niyetimiz olsa bile misafirler masaya ne geldiyse tamamına sahiplenmiş oluyor zaten. Eşimin hazırladığı pişi ve gözleme çok hoşlarına gidiyor misafirlerin. Tabak tabak ilave pişi gönderiliyor masaya. Onlar bitince dün Aşkın Şefe hazırlattığımız gözlemeleri sokuyoruz devreye.

Kahvaltı misafirleri gelmeye devam ediyor. Terasın güzelliğini görenler salon yerine dışarıda oturmayı tercih ediyor. Son günlerin gözde mekanı teras önce kahvaltı öğleden sonra yemek misafirleriyle dolup taşıyor. Geçen haftanın aksine sadece çay kahve içmek için gelen yok gibi. Kahvaltı ile başladığımız servis saat 14.00'ten sonra yemekle devam ediyor. Eksilen malzemeleri almak üzere iki kez şehre inmek zorunda kalıyorum. Derekahve yolu çarşıya daha kestirmeden çarşıya inmemi sağlıyor. Ne var ki virajlı yollar daha tehlikeli. Burada beş bin lirası olan otuz kırk yıllık arabayı çekiyor altına. İlk inişimin dönüş yolunda sarı renkli külüstür bir şahin beliriyor karşımda aniden. Ben yokuş yukarı çıkarken o aşağı iniyor. Sol tarafa doğru dönen keskin viraja girerken süratle üzerime doğru gelen arabanın duramayacağını kestiriyorum. Hemen gaza basıp sağ taraftaki tali yola zor atıyorum kendimi. Bir koruyucu meleğimin olduğuna iyice inanıyorum artık.

Havaların soğumasıyla birlikte göçmen kuşlar gibi ortadan kaybolan misafirlerimiz teker teker dökülüyor bugün. Onlardan biri üç dört yaşlarında yakışıklı bir beyefendi. Yazın anne ve babasıyla her hafta ziyaret ettikleri Taş Ev'e uğramayalı uzun zaman geçmesine karşın beni hiç unutmamış. Neşeli bir şekilde bağırıyor arabalarından iner inmez. "Osman Dedeeee." Eski bir dostu görmüşçesine sarılıyoruz birbirimize. Anne babasıyla merhabalaştıktan sonra sohbete başlıyoruz ufaklıkla. Adını unutuyorum ama benim de onu aynı isimle, "Osman Dede" diyerek çağırmama alıştı artık. Terasta yer yok. Fırat ve Alp zorlukla yetişiyorlar. Havuz başına getirdiğimiz bir masaya oturuyorlar. Sezonun ilk avlu misafirleri oluyor "Osman Dede" ve ailesi. Yukarı salonda ve teras kalabalık olduğu için bizzat ben ilgileniyorum onların masasıyla. Hesap öderken bütün şirinliğiyle yanlışlıkla kırdığı tabak için özür diliyor.

Daha önce telefon eden Duygu Hanım, eşi ve kızıyla birlikte geliyor. Zarif kızlarının doğum günü organizasyonu için Taş Ev'i görmek istemişler. Onları terasta boşalan masalardan birine alıyor çay kahve ikram ediyoruz. Terasa bayılıyorlar. Haftaya pazar gününe doğum günü misafirleri için otuz kişilik kahvaltı servisi için rezervasyon yaptırıyorlar.

Akşama doğru biraz soluklanıyoruz fakat bu uzun sürmüyor. Ödemiş'ten bir midibüs misafir geliyor. Tavsiye üzerine bizi bulduklarını söylüyorlar. Birbiri arkasına araç doluyor park yeri olarak kullandığımız ağaçların arasına. Valelik görevimi bu anlarda yerine getiremiyorum. Misafirler bir şekilde başlarını kurtarıyorlar. Gece yine bir doğum günü organizasyonu var. İki araçla birlikte altı genç geliyor. Arkadaşlarının planladığı doğum günü sürprizinden genç hanımefendinin haberi yok. Kalp şeklinde özel olarak hazırlanmış pasta yemekten sonra servis yapılmak üzere mutfağa teslim ediliyor. Misafirlerin yaşına göre müziği ayarlıyorum. Taş Ev'de yapmadığım bir DJ'lik kalmıştı, onu da yapmış oluyorum. Yaş ortalaması yüksek olan misafirleri uğurlayınca meydan gençlere kalıyor. Durum böyle olunca fondaki Zeki Müren ağır kaçıyor. Benim de yabancısı olduğum Türkçe pop müzikleri çalmaya başlıyorum. Yemekler hoş sohbet içinde tamamlanınca doğum günü pastasıyla açığa çıkacak sürpriz doğum günü kutlamasına sıra geliyor. Önce istek üzerine Mustafa Erdoğan'dan bir şiir veriyorum fona pasta hazırlanırken. Şiirden sonra yine arkadaşından aldığım sufle ile tanımadığım yeni şarkıcılardan birinin bilmediğim bir parçasını çalıyorum. Işıklar kapatılıyor, mumlar ve maytaplarla bezenmiş pasta törenle salona çıkartılıyor. Doğum günü sahibine kestirilecek pastanın bıçağı kesmiyor bir türlü. Uyanık şefimiz bahşişi alıp hemen biliyor bıçağı. Masa ayaklanıp neşeyle herkes birbirine sarılıyor.

Bu tür mutlu olaylar diğer misafirlerin de ilgisini çekiyor. Rahatsız olmak bir yana hoşlarına bile gidiyor bu tür organizasyonlar...  Kulaktan kulağa Taş Ev mutlu anların adresi olmaya devam ediyor.

TAŞ EV TERASTA EVLİLİK TEKLİFİ

04/03/2017 Cumartesi, Tire

Dün yaşadığım ibretlik olayın etkisinden kurtulamadım. Sabah erkenden eşimle birlikte çıktık evden. Fırat ve Alp, onları alacağım yere zamanında gelmişler. Kasap, dün akşam sipariş ettiğim etleri hazırlamayı unutmuş. Sabah İzmir'den kahvaltıya gelecek gruba hazırlık yapabilmek için bir an önce yaylaya varmamız lazım. Bu yüzden hiç kaybedecek zamanımız yok. Etleri almak için bir ara fırsatını bulup yeniden şehre inmem gerekecek. Fırından nohut mayalı ekmeklerimizi alıp yolumuza devam ediyoruz.

Rezervasyon yaptıran Arzu Hanım gruptan ilk gelenler arasında. Onları terasta oturmayı tercih ederken diğer arkadaşları gelene kadar çay kahve ikram ediyoruz. Güneşle birlikte teras büyük rağbet görüyor. Masaları donatıyoruz. Gruba dört misafirin daha ilave edildiği bilgisini alıyoruz. Sayı tamamlanınca salona geçiliyor. Keyif ve neşe içinde kahvaltıya başlıyorlar. Misafirler Taş Ev'e hayran kalıyor. Kahvaltıya methiyeler düzüp bol bol fotoğraf çekiyorlar. Gruptan Nuray Hanım gelecek ay başında yeni bir kahvaltı organizasyonu için rezervasyon yaptırıyor. İzmir'den bir midibüsle 17 kişi yola çıkacaklarını söylüyor. Bir jest yapıyor, onları getiren kaptandan ücret almayacağımızı ve içilen kahvelerin ikramımız olduğunu belirtiyorum.  Tam o sırada evlilik teklifi organizasyonu için rezervasyon yaptıran misafirimiz arkadaşlarıyla birlikte geliyor. Detayları Fırat'la konuşuyorlar. Törenin başlama zamanı öne alınıyor.

Saat dörde doğru gençler geliyor. Beyefendi müstakbel eşine büyük gizlilik içinde sürpriz hazırlamak peşinde. Arkadaşları senaryonun parçaları. Delikanlı genç kızın doğum gününe denk getirmiş bu özel günü. Onlar salonda yemeklerini yerken ayrı masalarda yemek yiyen diğer arkadaşlarından bazıları ile güya tesadüfen karşılaşmış oluyorlar. Yemekten sonra doğum günü pastası geliyor, arkadaşlarına da ikram ediyorlar. Esas sürpriz terasta genç kızı bekliyor. Alt katta hazırlılar tamam. Delikanlının diğer arkadaşları zamanlarının gelmesini bekliyorlar. Hepsinin görevi ayrı; Biri fotoğraf ve film işlerini üstlenmiş, biri terasta sürpriz bir şekilde hazırlanıp süslenen masalarına geçen çifte keman, bir diğeri gitar çalacak, diğer bir tanesi ise havai fişek ve konfetileri patlatacak. Pastalar yendikten sonra genç adam sevgilisine senaryo gereği terasa çıkmayı öneriyor. Dışarı açılan kapıdan geçip birlikte özel olarak hazırlanmış masalarına doğru ilerliyorlar. Delikanlı genç kıza evlilik teklif ederken arkadaşları keman ve gitarlarıyla arkadaşlarının sevdikleri parçaları çalmaya başlıyorlar. Yüzük takılırken konfetiler birbiri ardına patlatılıyor. Fırat, şampanyayı patlattıktan sonra Alp kadehleri genç çifte ikram ediyor. Genç kızın mutluluktan gözleri doluyor, organizasyona katılan bütün arkadaşlarına teşekkür üstüne teşekkür ediyor.  Gençler neşe içinde mutlu bir olaya tanıklık ediyorlar. Çektiğimiz fotoğrafları istekleri üzerine paylaşmıyoruz.

Akşam misafirleri ile birlikte koşturmaca başlıyor. Şömine sobayı yakıyoruz ancak hava soba yakma havası değil. Gecenin geç saatlerine kadar misafirlerimizi ağırlarken yarının daha yorucu olacağını düşünmeden edemiyorum.
    

4 Mart 2017 Cumartesi

GÜZEL GECE KURU ÖZÜR

03/03/2017 Cuma, Tire

Gece eve döndüğümde cep telefonumu yaylada unuttuğumu fark etmiştim. O kadar önemsemedim, yarın sabaha kadar bir şey olmaz dedim. Yine de içim rahat değil. Aksilik bu ya, bir arayan olur diye erken çıktım evden. Fırat'ı alıp bir an önce yukarı çıkmaktı düşüncem. Vaktinden önce buluşma yerine gelip beklemeye koyuldum. Ne gelen var ne giden. Telefon yok ki arayayım. Bu mendebur öylesine girmiş ki hayatımıza. Kafamda olasılıklar sıralanmaya başladı. Şimdi bu telefon edip şehirde falanca yerden onu almamı mı istedi yoksa? Evine kadar yürüyüp kapısını çalıyorum. "Abi neredesin ya, sabahtan beri sizi arıyorum, merak ettik bir şey mi oldu diye. Aşkın Şefi de aradım, o da aramış telefonun cevap vermiyor." Telefonu yukarıda unuttuğumu söylüyorum. "Meraktan çatladık burada, şimdi evinize geliyordum." diye söylenmeye devam ediyor. 

Arkadaşından bir motosiklet bulmuş. "Siz çıkın ben arkanızdan gelirim." diyor. Kasap ve mandıra alışverişimi yapıp çıkıyorum yaylaya. Henüz kapıları açıp malzemeleri yerleştirmeye fırsat bulamadan telefonum çalıyor. Arayan yine bizim Fırat. "Abi motor arıza yaptı, istersen gel beni al, aşağıda köye yakın bir yerde kaldım." "Neredesin tam olarak" demeye kalmadan telefonumun şarjı bitiyor. Hemen arabaya atlayıp köyden aşağı iniyorum. Epey bir gittikten sonra sol taraftaki düzlükte görüyorum onu altındaki motosikletle uğraşırken. "Çalışıyor motor ama ilerlemiyor." derken çaresizlik içinde arızanın sebebini düşünüyor. "Elektrik arızası mı acaba, dün gece yağmurun altında bırakmıştım."

"Araba olsaydı gaz teli kopmuş olabilir derdim ama motosikletten anlamam." diyorum. Motosikleti kenarda bırakıp Taş Ev'e varıyoruz. Az sonra Aşkın Şef de geliyor. Küçük pazardan yüklü alışveriş yapmam lazım. Onları bırakıp şehre dönüyorum.

Pazarda köylülerden alıyorum yeşillikleri. Yer elması, kuzu kulağı, cibez, turp otu, hardal ne ararsan var. Salatalık fiyatları düşmüş biraz. Birkaç seferde arabanın arkasını dolduruyorum. Arabayı park ettiğim yerin yanındaki camiden sela okunuyor. Cuma selası değil bu. Hoca sayıyor ölenin yedi ceddini. Merhume bilmem kimin annesi, merhum bilmem kimin kayınvalidesi, merhum falancanın annesi, merhum... Kadın ne de uzun yaşamış. Bütün yakınları, çoluk çocuklarının hiçbiri hayatta değil. Uzun uzun aile bireylerini saydıktan sonra "Merhumenin mekanı cennet olsun." diyerek noktayı koyuyor.

Oğlum arıyor, ellerimde pazar torbaları. "Ben seni arayım daha sonra." deyip kapatıyorum. Yakınlardaki bir kahveye oturduktan sonra dönüyorum. İlk kez işlerinden bahsediyor. Mutlu oluyorum. Dönüş yolunda eski bir iş arkadaşım arıyor. Eski diyorum, çünkü yirmi yıla dayanıyor dostluğumuz. Kafası çalışan ve çalışkan bir mühendis. İşleri pek iyi değilmiş. Yurt dışında çalışmaya karar vermiş. "Ben bıraktım artık mühendisliği." diyorum ona, "Restorancılık oynuyorum."

Ben aşağıdayken misafirler gelip gitmiş Taş Ev'e. Bizi her zaman ziyaretleriyle onurlandıran bir dostumuzun tavsiyesi üzerine gelmişler. Hava güneşli, sıcaklık mevsim normallerinin üzerinde. O kadar ki rahatlıkla dışarıda oturulabilir. Aşkın Şef hummalı bir şekilde mezeleri hazırlıyor. Fırat bir an önce motosikleti tamire götürmek istiyor. Onu tekrar motoru bıraktığı yere götürüp dönüyorum. Az sonra bir arkadaşı ailesiyle birlikte geliyor. Bir fırsatını bulup odun kesmek üzere hazırlığa başlıyorum. Her geçen gün ağaç kesimi konusunda tecrübem artıyor. Bir depo benzin bitene kadar ağaç motorunu çalıştırıyorum. Bu çalışma üç el arabası yükü oduna karşılık geliyor. Önce depoyu benzin ve motor yağı karışımı ile dolduruyorum. Arkasından bıçkı yağı ile diğer hazneyi dolduruyorum. İpini birkaç kez çektikten sonra homurtuyla çalışmaya başlıyor testere. Önceden hazırladığım kalın kütükleri sobaya sığacak boyda doğruyorum. İyi bir spor oluyor bu bana. Biraz yorgun ama zinde hissediyorum kendimi.

Odun işi bittiğinde Aşkın Şef'in işinin de bitmek üzere olduğunu görüyorum. Hazırlamış olduğu keşkekleri dolaplara istifliyoruz. Meze dolabı temizlenmiş içi yirmiyi aşkın mezeyle donatılmış. Günler iyiden iyiye uzadı artık. Eskiden saat altı buçuk dedi mi avlu ve yol boyunca dikili direklerin ışıklarını yakmaya başlardık. Şimdi saat yedi buçukta hava hala aydınlık oluyor. Henüz karanlık basmadan misafir akınına uğruyoruz. Hafta içi için sıra dışı bir yoğunluk. Bu kadar kalabalık bir misafirle karşılaşacağımızı bilseydik Alp'e haber verirdik.

Güzel bir gece geçirdiğimizi, misafirlerimizin memnun kaldığını düşünüyoruz. İlk kez gelenler her şeyin fevkalade güzel olduğunu, artık sık sık geleceklerini söylüyorlar. Bu güzel gidişe alışveriş yaptığımız tanıdıklardan bir misafirimiz noktayı koyuyor. Güzelce yiyip içtikten sonra hesabı istiyorlar. İlk kez yanılıyor, toplama işleminde hata yapıyorum. Hesap sehven % 20 fazla gidiyor misafire. İnceleme esnasında hatayı fark edip itiraz ediyorlar. Birkaç kez kontrol ettikten sonra haklı olduklarını görüyor ve hesabı düzeltiyorum. Bu arada özür üzerine özür diliyorum. Giderlerken park yerinden çıkmalarına yardımcı oluyor yapılan hatadan dolayı bir kez daha özür diliyorum. Pencereyi aralayıp bana gülümseyerek sesleniyor. "Bizi nasıl kazıkladığınızı facebook'ta yazacağım." diyor. Şaka yaptığını düşünüyor ve işime dönüyorum.

Son misafirlerimizi de ağırlayıp günü neşeyle kapatıyoruz. Eve gelir gelmez bilgisayarımı açıyorum. Az önce bahsettiğim misafir yememiş içmemiş zehir zemberek bir yorum bırakmış facebook sayfamızda ve bir yıldız vermiş. Üzülüyorum elbette ama o kadar değil. İlk açıldığımızda dört yıldız bile üzerdi bizi. Hata insanlara mahsus bir şey. Özür de dilemişiz. Yorumunda "Kuru bir özürle geçiştirdiler hatalarını." diyorlar. Özrün yaşı nasıl olur henüz bilmiyoruz. Dişlerimi sıkıp yoruma son derece nazik bir cevap yazıyorum. Kendilerinin geniş toleranslarına teşekkür ediyorum. Her insanı mutlu etmenin imkansızlığını bir kez daha anlamış oluyorum bu gece.  

3 Mart 2017 Cuma

DEVİT

02/03/2017 Perşembe, Tire

Bu sabah Fırat olmadığı için daha rahat hareket ediyorum. Evden çıkma saatim geldiği halde eşimin istediği malzemeleri marketten alıyorum. Temizlik işi bende bugün. Şömine sobadan başlıyorum. Aşkın Şef geliyor. Onun da bugün işleri çok. Keşkek hazırlanacak, fellah köftesi yapılacak. 

Aldığımız son yorumda misafirlerimizden biri güzel bir başlığın altına Taş Ev'e methiyeler düzmüş. Mezelerden mekana, manzaradan ilgiye kadar her şeyin fevkalade olduğunu yazmış ama verdiği puana bakınca şok oluyorum. Bir puan verilmiş, yani berbat. Dün gece yorumu şikayet etmiştim. Trip Advisor'dan cevap gelmiş. Heyecanla okuyorum. Şikayetim değerlendirilmiş ve haklı bulunmuş. Gerekli düzeltmenin yapıldığını yazıyor. O yetmezmiş gibi duyarlılığıma teşekkür etmişler bir de. Her şey güzel derken bir de ne göreyim. Yorum kaldırılmış, bir puanla birlikte. O da bir şey değil ama silinen yorum ortalamayı etkilemeye devam ediyor. Bu nedenle beş puan olması gereken ortalama puanımız üç puan görünüyor. Akşama tekrar Trip Advisor'a müracaat etmem lazım.

Öğleden sonra Alp'i almaya hazırlanırken içinde iki beyefendinin bulunduğu kırmızı bir araba beliriyor Taş Ev'in önünde. Kaplan Köyüne gelmiş ve bizim levhayı görünce keşfe gelmişler. Sohbet sırasında birinin İzmir diğerinin Ankaralı olduğunu öğreniyorum. Ankaralı olanla üniversite arkadaşı çıkınca daha da yakınlaşıyoruz. "Sizin bölümdekiler bizim bölüme kız ayarlamak için gelirlerdi." diyor. "Nasıl gelmesinler, koca inşaat bölümünde kaç tane kız vardı ki." diyorum. Emekli olmuş Selçuk taraflarında bir yere yerleşmişler. En kısa zamanda geleceklerine dair söz veriyorlar.

Akşam konuklarımız Ödemiş'ten. Rezervasyon için arıyor ve bir saat sonra burada olacaklarını söylüyorlar. Eşimi aşağıdan alacağım saate denk geliyor bu. Yakın bir dostunu davet etmiş Taş Ev'e. Hemen telefon ediyor ve onları alma saatimi yarım saat öne alma imkanını soruyorum. Arkadaşını arayıp teklifimi kabul ettiğini söylüyor. Onları alıp yaylaya çıkarken memleket hallerini konuşuyoruz.

Alp ile birlikte gelen misafirleri sorunsuz ağırlıyoruz. Hepsi mutlu bir şekilde ayrılıyor. Hele Ödemişliler... Kalabalık ailenin bütün fertlerinin yüzleri gülüyor. Nazik ifadelerle ne kadar mutlu bir gece geçirdiklerini anlatıyorlar. Ödemiş'te onları tanımayan yokmuş. Fırat'ı soruyorlar. Bugün izinli olduğunu söylüyoruz. Taş Ev'in eski bir yapının restorasyonu sonucunda ortaya çıktığını öğrenince daha da bağlanıyorlar. Taş Ev'e bayıldıklarını ve sık sık geleceklerini söylüyorlar.

Eşim misafiri ile birlikte kırmızı şarap içiyorlar. Fondaki müzik kulağıma daha bir hoş geliyor. Zaman çabuk geçiyor. Geç vakitlerde bir cumartesi rezervasyonu için telefonum çalıyor. Bugünün işini yarına bırakmayan bir misafir. Cumartesi günü şenlikli geçeceğe benziyor. Yine bir kız isteme programımız var. Hazırlıklarımızı tamamladık.

Eşim ve misafiri ile birlikte kapatıyoruz mekanı. Personeli daha sonra misafiri de evine bırakıp dönüyoruz. Günlüğümü yazmaya başlıyorum ama yine uyku kazanıyor. Sabah devam ediyorum.

Eşim kahvaltıya çağırıyor. Trip Advisor'a yorumlarla ilgili problemi gidermeleri için dün akşam yazamadığım dilekçeyi yazıyorum. Bir yandan sürekli ertelediğim Devit-3'ü nasıl içeceğimi düşünüyorum. Kolay değil koca bir şişe. Evde Yazar "Ekmeğin üzerine dök, benden söylemesi. Yoksa içemezsin." demişti. Eşim de aynı şeyi söylüyor. Akışkan bir sıvı olsa gözlerimi kapar dikerim kafama. Yoğun bir akışkan olması işimi daha da zorlaştırıyor. Şunu damardan zerk etselerdi ya. Önce önümdeki ekşi maya ekmek dilimine, sonra Devit-3 şişesine bakıyorum. Bu şişeyi dilimin üzerine dökmeye kalksam bir ekmek yerim herhalde. Koyu renk şişeyi sallıyor yoğunluk derecesine bakıyorum. Eşime "Bunu çay bardağına koyup içmeyi deneyim, nasıl olur?" diye danışıyorum. "Çay bardağına koyana kadar şişeyi dik iç." diyor. Şişeyi kafama dayamışım, ağır ağır yoğun bir sıvının mideme boşaldığını hayal ediyorum. Bu manzara hoşuma gitmiyor. Derken aklıma parlak bir fikir geliyor. Şişedeki sıvıyı bir çorba kaşığına dökeyim, kaşık kaşık mideye göndereyim. Hem rengini hem kıvamını görmüş olurum böylece. İlk kaşığı yağa benzer sıvıyla doldurur doldurmaz bir solukta ağzıma deviriyorum. Sonra bir tane daha, bir daha...
Bu yöntem hiç de fena değil. Öyle acı bir tadı yok. Söylendiği üzere yağa benziyor. Bundan sonra yöntemim belli. Bir hafta sonrası için daha az stres yapmış olacağım.