Büyük pazar alışverişini yaptıktan sonra güne başlıyoruz. Domatesler dilim dilim kesilip ızgaraların üzerine yerleştirildikten sonra üstüne kaya tuzu serpiliyor. Günlük yazmaya başladığımdan bu yana ilk kez gün atlıyorum. Haftada bir gün yazmaya ara vereceğim bundan sonra. Nedeni yok bunun. Kayda değer bir şey olduğunda bir gün sonra değinirim nasıl olsa.
Son günlerde meraklı misafirlerimizin sayısında bir artış var. İleriye dönük ne planlarım olacak? Amacım ne? İstediğini gerçekleştirdin mi? Soruların değişmesi misafir profilinin değişmesinden mi kaynaklanıyor yoksa farklı bir aşamadan mı geçiyoruz? Önceleri fikir veren çoktu. "Terası manzara tarafına yapsaydınız daha güzel olurdu." diyenlerden tutun da "Ağaçların altına masa sandalye atın." diyenlere kadar akıl verenlere sabırla cevap vermeye çalışıyordum.
Bu projede özne benim. Yani müziğinden, yemeğine, mekanından servisine kadar önce benim hoşnut kalacağım bir yer düşlüyorum. Böyle bir yerde yemek yemek ister miyim? Bu soruya "Evet" cevabı verebileceğim ölçüde hedefime yaklaştım demektir. Benim hoşnut olamayacağım bir yer arayanlar için uygun yer değil burası. Pek çok kişiye söylediğim üzere karın doyurma yeri değil burası, keyif yapmak isteyenler gelsin. Öyle de oluyor zaten. On ayda iyi yol aldığımızı düşünüyorum.
Akşam kapanış saatlerine yakın üç genç geliyor. Verandaya oturuyoruz. Fonda harika müzikler çalıyor. Tiyatroyu, sinemayı, kitapları, müziği konuşuyoruz. Sohbetimiz felsefi bir boyuta evriliyor. Çocuklar eğitimli, idealist, yaratıcı. Saatlerce konuşuyoruz. Taş Ev'in tarihinden "Yanni'nin Bahçesi" nden bahsediyoruz. Adı unutulmaya yüz tutmuş bir Rum yaşarmış bu topraklarda. Yukarı yaylada kayrak taştan duvarları bile kalmamış ufak bir kilisenin sorumlusuymuş. Mübadele esnasında kaderi onu kim bilir nerelere savurmuştur acaba? Selanik, Karaferiya bölgesinden zorunlu göç nedeniyle gelen dedelerimiz evlerini, bahçelerini, hatıralarını nasıl orada bıraktılarsa Yanni de her şeyini terk etmeye, aynı dili konuştuğu başka bir ülkeye gitmeye zorlanmış. Biz nasıl dedelerimizin güzel günler geçirdiği yeşil Karaferiya'yı (günümüzdeki adı Veria) merak ediyorsak, Yanni'nin torunlarının aklına düşmüyor mu dedelerinin yaşadığı bu güzel topraklar?
Taşlar... Yanni'nin sırtını dayadığı Taş Ev'in taşları, şekilsiz, düzensiz, yaşlı, yorgun. Mutlu, neşeli, kederli günlerin geride kalan şahitleri. Dilleri yok anlatsınlar o günleri. Hayal ediyorum taşlara bakıp. Karısı var mıydı Yanni'nin? Adı Marika olmasın? Çocukları?
Dalıp gidiyoruz. Dedim ya çocuklar eğitimli. Orhan Kemal'i çok severim diyor biri. Yaşar Kemal'in anlatım tarzı ile mukayeseler yapılıyor. "Taş Ev ressamların, şairlerin, yazarların yeri" diye çıkıyor ağzımdan bir anda, restoran olduğumuzu unutarak. "Yok onu demek istemedim, sanat atölyesi değil elbette burası, haklısınız. Ama ne güzel olurdu değil mi misafirlerimiz burada sanat konulu sohbetler yapsa. Bu açıdan çok zevk aldım sizlerle sohbet etmekten."
Nihilizm'den bahsediyor İstanbul'daki üniversitelerden birinin oyunculuk bölümü mezunu genç. Duyduğum ama ayrıntıları aklımdan uçup gitmiş bir düşünce tarzı. Bu konuda bir şey sormaya utanıyorum. Eve gittiğimde ilk yapacağım şey "Nihilizm" felsefesini araştırmak.
Bilgisayarımı açıp İnternet'ten araştırıyorum. İlk çağ filozoflarından Yunan Gorgias bu görüşün temsilcilerinden biriymiş. Türkçeye "Hiççilik" ya da "Yokçuluk" olarak çevrilen düşünce tarzı bana çok absürd gelmiyor. Her şeye şüpheyle bakan ben, şüpheciliği temel alan bu felsefeye yakın hissediyorum kendimi. "Herkesin üzerinde uzlaşı sağlayarak var diyebileceği bir varlık yoktur, bir şey bir biçimde var olsa bile o bilinemez, bir şey bir biçimde var olsa ve bilinse bile bu bilgi başkasına aktarılamaz." Düşüncelerimizi aktardığımız dil, güvenilir değildir. Bu yüzden tam olarak iletişim sağlanamaz. Üstün insan olabilmek için eski değerleri bırakıp yeni değerler yaratmak gerekir. Nihilizm felsefesinin en önemli temsilcilerinden Nietzsche "İnsan değer yaratabileceği ölçüde özgürdür." Ona göre mevcut ahlak sistemini zayıf insanlar oluşturmuştur, bu ahlak sistemi köle ahlakıdır.
19. Yüzyılda Rusya'nın genç ve entelektüel kesiminde taraftar bularak tanınan bu görüş, büyük felsefi akımlar arasında kendine yer bulmuş. Nihilizm, metafizik ve ahlaki değerleri yok sayan, mevcut olan değerlere ve düzene karşı çıkan, hiçbir iradeye boyun eğmeyen görüşlerin genel adıymış. Bilimsel akılcılığı savunan bu düşünce tarzından etkilenenlerden biri de Neyzen Tevfik. İnsanın ruh ve bedenden oluşan yapısını reddettiği için dinlerin şiddetli tepkisine yol açan bir görüşmüş. İşte böyle, güzel bir sohbetin ardından bilgilerimizi tazeliyoruz.
Sonuç olarak aşırıya kaçıp kafamızı karıştıran derin konuların yanında "Nihilizm" düşüncesinin insan ilişkileri üzerinde yaptığı değerlendirmeleri çok doğru buluyorum. Bir toplumda ortak dil kullanılmasına rağmen iletişimin sağlanması gerçekten mümkün değilmiş gibi görünüyor. Önce anlatan kişinin meramını kelimelere döküp bütün düşüncesini ve hissiyatını tam olarak karşıya yansıtması oldukça zor. Kelimeler kifayetsiz kalıyor bunun için. Var sayalım, anlattı. İkincisi dinleyicinin anlatılanın ne kadar anladığı, doğru anlayıp anlamadığı hususu sağlıklı ilişki kurulmasında can alıcı bir nokta. Hem hakkını vererek anlatmak hem denileni tam olarak kavramak mümkün değil iken bir de işin içine yalan, dolan, riyakarlık, şakşakçılık, yalakalık girince köle ahlak düzenine mahkum kalıyoruz.