Alışveriş ve diğer işlerimi hallettikten sonra yayla havasına koşuyoruz. Koşuyoruz mu desem yoksa şehrin bunaltıcı sıcağından kaçıyoruz mu, biemiyorum. Zira öğlen saatlerine kadar şehirde klimasız oturulmuyor. Gece boyunca ter damlalarının kulak ucumdan başımı koyduğum yastığa akışından rahatsız oluyorum fakat uykum ağır basıyor. Süs havuzuna suyun geldiğini görünce rahatlıyorum. Zira bu deponun dolduğuna işaret. Soğutucu dolaplarına şişeleri doldurduktan sonra yumurtaları toplayıp tavukları besliyorum. Beni görür görmez çığlık çığlığa peşime takılıyorlar. Onlardan birkaçı kümesin yanındaki kullanılmayan horoz kümeslerinden birini kendine folluk yapmış. Her gün yumurtalarını oraya bırakmayı alışkanlık haline getirmişler. Erken davranırsam yumurtaları alabiliyorum, gecikirsem Venüs onları affetmiyor.
Günün ilk misafirleri Denizli'den. Onlar da temiz yayla havasında konaklamanın harika bir şey olduğundan dem vuruyor. Üç kızı ile birlikte verandada oturan beyefendi oldukça konuşkan. İşim yoksa masaya oturmamı kendisiyle sohbet etmemi istiyor. Tekstil işi ile uğraşıyormuş. Denizli'ye yolum düşerse beklediğini belirterek telefonunu vermek istiyor. Müşteri ile olan normal bir ilişki gibi değil bu. Gelenlerin kendini borçlu hissederek "Bize de bekleriz." demesi garibime gidiyor.
Öğleden sonra canım Amy dinlemek istiyor. Misafirlerimiz nazik bir şekilde sesi biraz kısmamı rica ediyor. Anlıyorum ki Türkçe müzik çalmamı istiyorlar. Onları uğurladıktan sonra Rolling Stones 'tan "Angie"dinliyorum. Gençliğimin parçaları... Bob Dylan'dan "Like a Rolling Stone" tamamlıyor "Angie" yi. Evet, elbette Dire Straits geliyor peşinden. Romeo & Juliet.
Bugün keşkek günümüz. Dün misafirlerimizden birinin siparişi üzerine şefimizin yaptığı patlıcan balığı aklımızdan çıkmıyor. Sağ olsun bizleri kırmayıp öğle yemeğinde hazırlıyor aynısından. Az sonra ateşten yeni indirdiği keşkek geliyor önümüze. Şöyle bol tereyağlı, bol salçalı olunca pek de güzel gidiyor.
Venüs nerede bir gölge bulsa kıvrılıp yatıyor. Her zamanki azgınlığı yok nedense. Fifi rahat ediyor. Tavuklar dur durak dinlemiyorlar girmemeleri gereken bahçeye hatta bazen verandaya geliyorlar. Bugün onları kışkışlamaktan iflahım kesiliyor.
Akşam misafirleri anlaşmış olmalılar (!) Tabiri caizse baskına uğramış gibiyiz. Rezervasyon yaptırmadan gelen misafirlerimizden hangisine öncelik vereceğimiz kafamızı karıştırıyor. Her masadan en az bir kişi daha önce Taş Ev'e gelmiş kişiler. Güzel bir yere gidelim deyince akıllarına ilk gelen yer Taş Ev. Benim istediğim de bu zaten. Daha önce iki kez ağırladığımız yabancı bir şirketin üretimden sorumlu İtalyan müdürü Giovanni ile sohbet ediyoruz. Burada yedikleri mezeleri ve soluduğu havayı başka yerde görmediğini söylüyor. Onun bu değerlendirmesini önemsiyorum. Çünkü bu beyefendi işi gereği dünyanın pek çok ülkesini dolaşıyor. Türkiye'den ayrılmadan önce arkadaşları ile bir kez daha geleceğini söylüyor.
Verandada oturmayı tercih eden bir grup misafirimizi merak ediyorum. Masalarındaki hanımefendinin önerisi üzerine geldiklerini söylüyor hesabı ödemeye gelen genç adam. Kendisinin Avustralya'da yaşadığını, mekanı çok beğendiklerini söylüyor. Ayrılırlarken onun da Giritli bir aileye mensup olduğunu öğreniyorum. Son derece memnun ayrılıyorlar. Söyledikleri mezeleri kısa sürede midelerine indiriyorlar. O kadar hızlılar ki bütün ekip hayrete düşüyoruz. Karınlarının aç olmasının yanı sıra mezelerin lezzetinin de payı var elbette. Beyefendi ile Avustralyayı konuşuyoruz. Kocaman bir kıta ama sadece 24 milyon nüfusu varmış. Hala göçmen kabul edip etmediklerini soruyorum. Çok sıkı kontrolden geçiriyorlarmış artık. Özellikle Müslümanları vatandaşlığa kabul etme söz konusu olunca ince eleyip sık dokuyorlarmış. Işid gibi örgütlerin Müslüman kimliğe verdiği zarardan bahsediyor. Altı yıldır bulunduğu Avustralya onun vatanı olmuş her şeye rağmen. İşsizlik konusunda endişeden uzak bir yaşam sürüyorlar. Her kim işsizim diye başvuruda bulunursa devlet hemen ona bir iş ayarlıyormuş. İnsanları son derece saygılı ve sıcakmış lakin Müslüman olduğunuzu öğrendikleri vakit yüzlerindeki ifade değişiyormuş birden.
İşte böyle, dünyanın değişik ülkeleri hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Bilgiye ulaşmak için fazla bir çaba göstermiyoruz, bilgi ayağımıza geliyor.
Akşam misafirleri anlaşmış olmalılar (!) Tabiri caizse baskına uğramış gibiyiz. Rezervasyon yaptırmadan gelen misafirlerimizden hangisine öncelik vereceğimiz kafamızı karıştırıyor. Her masadan en az bir kişi daha önce Taş Ev'e gelmiş kişiler. Güzel bir yere gidelim deyince akıllarına ilk gelen yer Taş Ev. Benim istediğim de bu zaten. Daha önce iki kez ağırladığımız yabancı bir şirketin üretimden sorumlu İtalyan müdürü Giovanni ile sohbet ediyoruz. Burada yedikleri mezeleri ve soluduğu havayı başka yerde görmediğini söylüyor. Onun bu değerlendirmesini önemsiyorum. Çünkü bu beyefendi işi gereği dünyanın pek çok ülkesini dolaşıyor. Türkiye'den ayrılmadan önce arkadaşları ile bir kez daha geleceğini söylüyor.
Verandada oturmayı tercih eden bir grup misafirimizi merak ediyorum. Masalarındaki hanımefendinin önerisi üzerine geldiklerini söylüyor hesabı ödemeye gelen genç adam. Kendisinin Avustralya'da yaşadığını, mekanı çok beğendiklerini söylüyor. Ayrılırlarken onun da Giritli bir aileye mensup olduğunu öğreniyorum. Son derece memnun ayrılıyorlar. Söyledikleri mezeleri kısa sürede midelerine indiriyorlar. O kadar hızlılar ki bütün ekip hayrete düşüyoruz. Karınlarının aç olmasının yanı sıra mezelerin lezzetinin de payı var elbette. Beyefendi ile Avustralyayı konuşuyoruz. Kocaman bir kıta ama sadece 24 milyon nüfusu varmış. Hala göçmen kabul edip etmediklerini soruyorum. Çok sıkı kontrolden geçiriyorlarmış artık. Özellikle Müslümanları vatandaşlığa kabul etme söz konusu olunca ince eleyip sık dokuyorlarmış. Işid gibi örgütlerin Müslüman kimliğe verdiği zarardan bahsediyor. Altı yıldır bulunduğu Avustralya onun vatanı olmuş her şeye rağmen. İşsizlik konusunda endişeden uzak bir yaşam sürüyorlar. Her kim işsizim diye başvuruda bulunursa devlet hemen ona bir iş ayarlıyormuş. İnsanları son derece saygılı ve sıcakmış lakin Müslüman olduğunuzu öğrendikleri vakit yüzlerindeki ifade değişiyormuş birden.
İşte böyle, dünyanın değişik ülkeleri hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Bilgiye ulaşmak için fazla bir çaba göstermiyoruz, bilgi ayağımıza geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder