Sabah alışverişinden sonra ilk durağım servis. Ne yazık ki pos cihazı bir türlü olmuyor. Merkezden destek alacaklarmış. Eşim ve oğlumu biraz dinlenmeleri için evde kalıyorlar, yalnız çıkıyorum yaylaya. Bunaltıcı sıcak var. Dün akşam geç dönünce yazacak takat kalmıyor. Facebook sayfalarında gezinmeye devam ediyorum. Güzel müzik paylaşımları var. Bir de hünerli hayvan dostlarımızın gösterileri. Küçük kedi yavrusu ile civcivin oynaşması gülümsetiyor. Sayfayı her aşağı sürüklediğimde bu son diyorum ama karşıma daha ilginç bir şey çıkıyor. Zaman su gibi akıyor.
Nihayet sakin bir gün yaşıyoruz. Bayram süresince biriken günlüklerimi yazma imkanı veriyor bu sakinlik. Bayramdan sonra menüde yapmayı düşündüğüm düzenleme var aklımda. Açıldığımız günden bu yana fiyatlarda artış yapmadık. Kasabından mandıra ürünlerine, fırınından manavına en az iki kez zam gördük. Fiyatlarımızın piyasaya göre düşük kaldığını misafirlerimizin tepkilerinden anlamak mümkün. Birkaç gün önce üç kişilik arkadaş grubunu ağırlamıştık. Hesabı ayrı ayrı ödemek istediler. Çıkardığım hesaba inanamayıp "Bu toplamı mı yediklerimizin? Emin misiniz?" diye ısrarla sordular defalarca.
Çarşıda karşılaştığım bir bankanın müdürü, şubedeki çalışma arkadaşları ile cuma gününe geleceklerini söylüyor. Akşam misafirlerini ağırlıyoruz. Çok yorucu bir gün olmaması soluk almamızı sağlıyor.
30/06/2017 Cuma, Tire
30/06/2017 Cuma, Tire
Bugün çok çok özel bir gün. Evet, evlilik yıl dönümümüz. Ne var ki işler de çok yoğun. Eşime sürpriz hazırlamayı düşünürken yukarıdan telefon geliyor. Kahvaltı için misafirler gelmiş. Dönüp eşimi alıyor, yaylaya çıkıyoruz. Hafta arası kahvaltı vermiyoruz ama gelenler geriye çevirmeyeceğimiz insanlar. Bankanın misafir grubuna hazırlıklar devam ederken ardı ardına rezervasyonlar geliyor.
Boğucu bir sıcak var. Yaylada bile yaprak kımıldamıyor. Kahvaltıdan itibaren bir saniye boş oturmuyoruz. Pos makinesinin serviste olması sıkıyor canımı. Gelen misafirlerimiz durumu anlayışla karşılıyor, ödemeleri nakit olarak yapıyorlar. Yanında nakit bulundurmayanların isim ve telefon numarasını alıp "Bir sonra geldiğinizde ödersiniz." diyorum. Karşılıklı mahcup hissediyoruz kendimizi birbirimize karşı. "Kusura bakmayın" demeleri beni daha çok üzüyor. "Ne demek efendim, hata bizim, ama elden ne gelir, acelesi yok sonra ödersiniz." Genç bir çifti uğurlarken "Cihazınız gelince bizi arayın, kaldığımız yerden devam ederiz, zira burayı çok sevdik." diyor.
Yeni bir şişe soğutucu dolaba ihtiyacımız var. Parasını ödedikten birkaç saat sonra servis getirip kuruyor. Hizmetteki sürat şaşırtıyor. Böylelikle hiçbir markanın soğutucu dolabına ihtiyacımız kalmıyor. İstediğimi istediğim yerden alırım artık.
Akşamın çat kapı misafirleri gelince veranda ve bahçe doluyor. Bankacı grubun masalarını düzenlemeye başlıyoruz. Onların işi kolay, önceden kararlaştırdığımız bir menü alacakları için. Servisler açılıyor, mezeler masalara yerleştiriliyor. Bütün şube çalışanları gönüllerince yemeklerini yerken içkilerini yudumluyorlar ağaçların altında. Bugün tüm zamanların cuma günü rekorunu kırıyoruz. Demek ki, ticaret böyle bir şey. Dünkü sakinliğin ardından bugünün hareketliliği tam bir tezat oluşturuyor. Mutfak ve servis misafirlerden tam not alıyor.
Arada bugünün evlilik yıl dönümümüz olduğu aklıma düşüyor. Çaresizliğime üzülüyorum. Eşim de yoruluyor ama o halinden memnun. Misafir ağırlamak onun ruhunda var. Ne bel ağrısını düşünüyor ne ayak ağrısını. O telaş içinde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Saat 22.04'te bir araba daha giriyor bahçeye. Ben servisimizin kapandığını söylemeye hazırlanırken eşimin geleni geri çevirmeye hiç niyeti yok. Çaresiz kabul ediyorum. Verandada boşalan masalardan birine oturuyorlar. Soğukların yanı sıra sıcakları hemen söylüyorlar. Misafirler hallerinden memnun. Şehir yanarken burada tatlı tatlı esmeye başlayan rüzgarı kaçırmak istemiyorlar. Saat 24.00 te müziğin sesini kısıyorum. Ekibi gönderdiğimizde grupla birlikte daha üç masa var oturan. Yarım saat sonra grup misafirlerini uğurluyoruz. Geç gelen konuklar içkilerinin yarısında henüz. Sabırla bekliyoruz. Kalkın artık demeye dilimiz varmıyor. Eşimin ısrarıyla servis saati bittikten sonra kabul ettiğimiz misafirlerimiz saat 01.30' a kadar oturuyorlar. Eşim bu vakte kadar kalmamızın sebebini kendinden görüp beni yalnız bırakmıyor. Böylelikle orijinal bir evlilik yıl dönümü geçiriyoruz.
01/07/2017 Cumartesi, Tire
Ayın ilk günü. Sıcak kavurmaya devam ediyor. Oğlumun biletini alıp çıkıyoruz yaylaya. Bugün akşam yolcu edeceğiz onu. Bugün de hareketli başlıyor. Öğleden sonra gelen konuklarımız açıldığımız günden beri bizi tercih ediyor.
Her gün aksatmadan yazdığım günlük bedenimin yorgun düşmesinden dolayı aksıyor. Dolayısıyla önemli ayrıntılar zihnimden kayboluyor. Bu iyi bir şey değil. Lakin Ödemiş'ten gelen misafirleri unutmam mümkün değil. Veranda ve bahçe dururken salonda oturmak istiyorlar. Yukarıda ne kadar katlanır cam varsa hepsini açıyorum. Masayı mezelerle donatıyoruz. Rakısından şarabına, birasından sodasına kadar her türlü içki geliyor masaya. Sıcaklardan sonra meyve ve tatlılarıyla devam ediyorlar eğlenceli sohbetlerine. Arada özel olarak istedikleri müzik parçalarını memnuniyetle kabul ediyorum. Bir diskjokeyliğimiz kalmıştı yapmadığım, Allah onu da nasip etti. Bu masa açıldığımız günden bu yana en yüksek hesabı bırakıyor. Eşime takılıyorum, "Her gün böyle iki masa olsa yeter." Misafirlerimiz Taş Ev'i kendi evleri gibi görecek kadar rahatlar. Böyle hissetmeleri bizi memnun ediyor. Bazen aşağı inip biralarını kendileri yukarı çıkarıyorlar. Adisyon defteri arkalı önlü doluyor, ilk defa ikinci bir sayfa açıyorum aynı masaya.
Bu arada yaşlıca bir çift geliyor. Teşhir masasındaki bizim kara kızların yumurtaları dikkatini çekiyor hanımefendinin. Otuz adet yumurta hazırlamamızı istiyorlar. Epey bir kararsızlıktan sonra kiraz ağacının altındaki masaya oturuyorlar. Beyefendi subay emeklisi yanlış hatırlamıyorsam. Yakın zaman önce yine gelmiş çay içmişlerdi. Epey bir sohbet etmiştik ama ayrıntıları aklımda kalmamış. "Önce birer çay içelim." diyorlar, "Yemekleri daha sonra söyleriz." Asıl niyetleri şehrin bunaltıcı sıcağından bir nebze olsun kurtulmak. Müziğin sesini biraz kısmamızı istiyorlar. Salondaki misafirlerin taleplerine ters bir durum ama yine onların dediğini yapıyorum. Yemek yemek gibi bir niyetleri de yok belli. Menemen, sahanda yumurta ve bir de keşkek söylüyorlar. Bir müddet sonra oturdukları yerden kalkıp daha manzaralı bir masaya geçiyorlar. Siparişleri yerine getiriliyor. Tam servis edilecekken beyefendi giriyor içeri. "Kusura bakmayın biz kalkmak istiyoruz." Şaşkın bir vaziyette "Yemekleriniz hazırlandı, kalkmanıza nedir sebep?" diyorum. "Yukarıda içki içiyorlar, biz rahatsız olduk." Çaresiz kabul ediyorum, misafirin her zaman haklı olduğu felsefesine uygun olarak. Düşünüyorum bir yandan. Empati yapıyorum. Ben olsam ne yapardım. Öncelikle burası alkollü içki servisi yapılan bir lokanta. İçki içilen bir yer istemiyorsam park ve bahçeler müdürlüğüne ya da çay bahçesine giderdim. Daha önemlisi, diyelim ki hata yaptım içki içilen bir yere düştüm. Hemen kalkmam gerekiyorsa en azından siparişini verdiğim ve benim için hazırlanan yemeklerin parasını verirdim. Hani ben yine yemedikleri yemeğin parasını alacak kadar çiğ değilim ancak böyle bir nezaket de beklemek hakkım. Eski subayların hele kurmayların nezaket kuralları ve nerede nasıl oturup kalkılması hususunda eğitimden geçirildiklerini biliyorum. Şimdiki subaylar içkili lokantaya geliyor, "Burada namaz kılabileceğim bir yer var mı?" diye soruyorlar. Bunları yazarken rahatlıyorum. Kızıyor muyum? Hayır. Her şeye hazırlıklı olmam gerektiğine olan inancım bana geniş bir tolerans kabiliyeti veriyor. Üzülüyor muyum? Evet. Dili, dini, siyasal görüşü ne olursa olsun Taş Ev'de misafir ettiğimiz insanların seviyeli olmasından mutluluk duyuyorum. Aksi durumlar üzüyor beni elbette. Kişisel olarak milli kıyafetimizle alakası olmayan ve belli bir görüşü taşıdıklarını haykıran kıyafetler rahatsız ediyor beni. Ancak böyle kıyafetlerle gelen son derece yüksek kültür seviyesine sahip insanları da ağırlıyoruz burada. Hizmette kusur etmiyoruz kişisel rahatsızlıklarımızı bir yana bırakıp. Hatta bu sıcaklarda üzülüyorum onlara. Her zaman düşünürüm, erkekler başına geçirse o örtüleri ne kadar dayanırlar acaba?
Tam kapanış saatinde üç kişi daha geliyor. Kıramıyoruz dakika farkıyla. Hemen sıcak siparişlerini alıp servisi kapatıyor, ekibi gönderiyoruz. Saat 23.00. Üç araba dolusu insan, çoluk çocuk bir düğün alayı gibi bahçeye giriyor. Nazik bir şekilde servisimizin kapandığını söylüyoruz. Onlar çıkar çıkmaz iki çift daha geliyor motosikletleriyle. Anlaşılan şehirden bunalan kapağı atıyor yaylaya. Motosikletlileri de nazikçe uğurluyoruz. Kalan tek masanın kalkmaya niyetleri yok gibi. İçlerinden biri yakından tanıdığım biri. "Açıkça söyleyeyim." diyor, "Buradan kalkıp şehrin cehennem sıcağına gitmeyi istemiyoruz." Gece yarısını geçtikten sonra uğurluyoruz misafirlerimizi. Işıkları kapatıp bahçe kapısından çıkarken bir arabayla burun buruna geliyoruz. İnip demir kapıyı kilitlerken gelenler kapattığımızı anlıyor, geri geri giderek hiçbir şey söylemeden uzaklaşıyorlar. Gelen her kimse ya uykusu kaçmış ya da sıcak başına vurmuş olmalı.
İstanbul'da sıcaklık ve nem bir arada olunca nefes almak güçleşiyor. Benim gibi şekeri, tansiyonu ve kalbi olanlar için çok zor. Onun için dışarı adım adım atmıyoruz. Karpuz, peynir ekmekle övünlerimizi geçiştiriyoruz. İlaç kullanmamış olsak hiç de yemek yemeye ihtiyacımız olmayacak gibi.
YanıtlaSilAllah şifa versin. Son 90 yılın en sıcak günleriymiş. Kış da çok sert geçti, yaz da böyle sıcak geçerse sıkıntı büyük.
Sil