İnsanoğlu kuş misali; sabah kahvaltısını İzmir'de kızımın evinde yaptık, öğleden sonra Prag'a uçtuk. Birkaç gün önce yanlışlıkla e-maillerimi sildiğim için başımda dolaşan kara bulutlar çok geçmeden yerini iyimser bir havaya bıraktı. Önce Pegasus Havayollarını takdir etmek lazım. Hurafelere inanmam ama nazar olayına biraz farklı bakarım. Bazılarının yaydığı negatif enerji en sıradan işi bile çözülmez yumak haline getirir. Bu yüzden kötü nazarlara karşı yaradana sığınıp yazmaya devam edeyim.
Pegasus'tan bahsediyordum. Öncelikle bütün uçuş bilgilerimi içeren bir hatırlatma e-postası gönderdiler adresime. Öyle hora geçti ki bu. Neredeyse hangi gün yola çıkacağım, hangi gün döneceğim bilgisi bile yoktu elimde. Üstelik bunu benim talebim üzerine değil standart bir uygulama olarak yapmışlardı. "Pegasus ile seyahat tarihiniz yaklaştı." diyerek önce İstanbul aktarması dahil bütün uçuş bilgilerimi verdiler daha sonra "İsterseniz hemen on-line check-in işleminizi başlatabilirsiniz" diye mesaj gönderdiler. Bu işler tamamlandıktan sonra elektronik biletlerimizi dün yazıcıdan çıkartmıştım.
Sabah tam vaktinde Adnan Menderes Havalimanına getirdi kızım bizi. Bagajımızı verdikten sonra iç hatlardan Sabiha Gökçen Hava Limanına doğru rötarsız hareket ettik. Alanında THY den çok Pegasus uçağı vardı. Güzel bir uçuştan sonra İstanbul'a tam zamanında indik. Oradan dış hatlara geçtik. Ben çıkış harçlarını alırken eşim D&R'a takıldı. İşimi hallettikten sonra D&R da buluştuk, yolda okumak için gazete ve eşimin seçtiği Franz Kafka kitabını aldık.
Uçağın kalkış saatine bir buçuk saatten fazla bir zaman vardı. Pasaport kontrolünden geçip duty free dükkanlarının arasından yiyecek katına çıktık. Bir yandan birşeyler atıştırırken gazetelerimizi okuduk. Bu sefer bir değişiklik yaptım ve gazetenin pazar ekinden başladım okumaya. Hemen hemen her sayfasını satır satır okudum. Bu kadar okunacak şey beklemiyordum açıkçası. Fehmi Korunun cemaat ve hükümet ilişkilerinde üstlendiği arabulucuk rolünün bir fiyaskoya döndüğü olayları konu alan bir röportaj. Arkasından Ayşe Arman'ın Ortanca Hanım'la yaptığı başka bir röportaj daha. Gülse Birsel'in Boğaziçi Üniversitesi'nce onur konuğu seçilmesi üzerine hoşuma giden esprileri, derken Mehmet Yaşin'in "Balıklar azaldı ama kabahat bizim" diye dert yandığı yazısının sol tarafında Vedat Milor'un şarap ve peynir ikilisinin damakta bıraktığı tatlara üçüncü olarak zeytin yağını da eklemesi.
Uçağa biniş saati gelmişti. Kapıyı öğrendikten sonra o tarafa yöneldik. Yolda eşimle tatlı tatlı tartışıyorduk bir yandan. "Bak hayatım, Gülse de "Mid-term" demiş. Bence de doğru, ne yapsın kadıncağız. Bizde "mid-term'e mid-term" denir. Siz de de vize diye bir şey duyuyorduk. Biz de, vize denilince ülkeye girebilmek için alınan yazıdan başka birşey anlamıyorduk.
Kapıya doğru ilerlerken eşime muziplik yapmaya devam ediyorum. "Bak şimdi mesela," diyorum. "Gate'in Türkçe karşılığı yok, check-in 'in de" "Kapı dersen olmaz o "door" diyorum. "Check-inde işler daha da karışık; uçağa binmek için yapılan biniş işlemleri, otele yerleşmek için yapılan giriş işlemleri İngilizcede hep "check-in" anlamına geliyor. "Ne olur yani, check-in yerine biniş/giriş işlemleri deseler?" dedi ve son noktayı koydu her zamanki gibi...
Aslında Pegasus'u ve benim şansımın dönüşünü anlatıyordum. Evet, belki biraz da şansları vardı ama bütün yolcular saatinden önce uçağa binmiş ve kuleden erkenden uçuş izni koparmıştı pilot. Yine keyifli bir uçuş ve rötarsız Prag hava limanına iniş.
Otel reservasyonunu kızım kendi booking.com hesabından yapmış ama benim bilgilerimi vermiş. Otelden birkaç gün önce bir mail aldım. O e-mail'de de yaptığımız rezervasyona ait bütün bilgiler yer alıyordu. Kibar bir dille otele varış saatimizi soruyorlardı. Hemen yanıtladım ve ilgilerine teşekkür ettim.
Uçuş boyunca kah uyduk, kah uyandık. Zaman su gibi aktı. Bir ara gözümü açtığımda ekranda uçuş yüksekliğimizin 11.500 m, hızımızın 800 km/sa ve dışarıdaki hava sıcaklığının eksi 63 derece olduğunu gördüm. Prag'ta hava güneşli ve hiç beklemediğimiz kadar sıcaktı.
Bagajımızı alıp pasaport kontrolünden geçtik. Gezi bloglarında sıkça konu edilen Çek vatandaşlarının sinirli ve ilgisiz tavırlarını ilk günümüzde görmedik. Tam tersine pasaport kontrol görevlisinden yoldan geçen vatandaşa kadar herkes güleryüzlü ve yardımseverdi.
Terminal çıkışında yaklaşık elli metre yürüdükten sonra otobüse binip şehir merkezine geldik. Metro biletlerinin satıldığı büfeler gözümüze ilişmediği için yoldan geçen birilerine toplu taşıma biletlerini nereden satın alabileceğimizi sorduk. Hemen yardımcı olup tarif ettiiler. Kısa bir mesafe yürüyüp metroya bindik ve neredeyse otelimizin önünde indik.
Otelimize yerleştikten sonra aynı güzergahın tersi istikametine doğru giderek Prag'ın hareketli semtlerinden birinde yer alan Vaclav Meydanı civarını gezdik. Bohemya kristalleri, deri çantalar, hediyelik eşya ve kuklaların satıldığı pekçok dükkan vardı. Her çeşit dünya mutfağının yanı sıra bu meydan boyunca sağlı sollu restoranlar Çek geleneksel mutfağından örnekleri müşterilerine sunuyorlar. En az iki yüz yıldır hizmet veren tarihi binalar bütün azametiyle insanları büyülüyor.
Prag şehir merkezinde kolay anlaşılır bir metro ağının yanı sıra şehre olağan üstü hava katan çok sayıda tramvay çalışıyor. Şehrin ortasından geçen Kuğulu Vlatala nehri üzerindeki köprülerin sadece birinden geçtik. O da havaalanından bizi getiren otobüsle. Bunun dışında nehri hiç göremedik bugün. Şehirdeki binaların mimarisi alışık olduklarımıza benzemiyor. İlgimizi çeken diğer bir husus; bütün bu tarihi binalar ya sanat merkezi ya da bakanlık binası olarak hizmet görmeye devam ediyor olsa da zamanın olumsuz etkilerine karşı çok iyi korunduğunu söylemek mümkün değil. Bu güzelim binaların bakımlarının gerektiği gibi yapılmadığı acı bir gerçek.
Hava karardığında eşimin ayakları da ağrımaya başlamıştı. Yine metroya binip otelimize döndük. Benim aklımın bir köşesinde methedilen meşhur çek biraları duruyordu. Bu gecelik nefsimi köreltmek için bir tane aldım marketten. Gerçekten söylenilen kadar güzelmiş.
Otelde şimdilik internet güzel çalışıyor. Bu kadarını beklemiyordum yine. Beklenti çıtasını fazla yükseltmeyince insan daha kolay mutlu oluyor. Dediğim gibi bugün herşey planladığım gibiydi. Yarın tempolu bir gün bizi bekliyor. Program yoğun ama ne kadarına yetişebilirsek bakacağız artık.