Yine hafta sonu, yine yorgunluk. Hayır ben kendi adıma değil, eşim adına üzülüyorum. O çok yoruluyor. Bırak diyorum, bırakmıyor. Cevabı hazır "Kim yapacak bu işleri." Aylarca hazırladığı reçellerin değerlendirilmesi, beğenilmesinden çok haz duyuyor. Bazı misafirler kahvaltı sonrası armut reçeli, erik reçeli veya beğendikleri ne varsa yanlarında götürmek istiyorlar. Bu iş için kavanozlar almıştık. Güya zamanımız olacaktı da onlara "Kaystros" etiketi yapıştıracaktık. O kadar çok reçel hazırlamışız ki daha kaç kahvaltıyı süsleyecek kestirmek mümkün değil. Kahvaltı işinin bütün yükü bizim ailede. Sabahın erken saatlerinde kaplara çeşit çeşit reçeller, tereyağları, zeytin çeşitleri, cevizli acukalar, okmalar ve diğer kahvaltılıklar hazırlanıp dolaplara kaldırılıyor. Karadutlu lor tatlısının reçeli ilave ediliyor servis öncesi. Bir de salatalık ve domates söğüş son anda hazırlanıyor.
Kız kardeşim arıyor. Organize Sanayi Bölgesine gelmişler. Otobüsü aşağıda bırakmak gerekip gerekmediğini soruyor. Aşağı derken ne demek istediğini anlamıyorum. Bahçe girişindeki demir kapının önünü kastetmiş olabilir. Kapının önüne kadar gelebileceklerini söylüyorum. O da ilk kez ziyaret edecek Taş Ev'i. Rezervasyonlu misafirler salonun manzara cephesindeki masaları doldurmuş. Zaten iki sıra masa İzmir Kız Lisesi mezunlarına tahsis edilmiş durumda. Hava sabahları serin olsa da öğlene doğru hızla ısınıyor. Fazla masaları avludan terasa taşımıştık. Teras ayrı bir cazibe merkezi oluyor. Salona rezerve ettiğimiz masalar terasa taşınıyor. Yazın güneşten bucak bucak kaçarken insanlar artık güneşin sırtlarına vurmasını istiyorlar. Veranda boyunca esen rüzgar bazı misafirleri rahatsız ediyor. Bu yüzden ağaçların arasında kalmış teras, manzara tarafında olmasa da daha fazla rağbet görüyor bu aralar.
Kız Liselilerin masası hazır. O kadar dolu ki masalar ekmek sepetini koymakta zorlanıyoruz. Servis tabakları küçültüldü. Eşimin yaptığı sıcacık patatesli börek yerinde servis edilecek. Liselerin arasındaki samimiyet, neşe ve arkadaşlık duygusu hiç eksilmemiş yıllar boyunca. Bol bol fotoğraf çekiyorlar. İçlerinden bir hanım kız kardeşime çıkışıyor, "Neden böyle bir güzel yer var da bize daha önce haber vermedin." diye. Aralarında minibüsü kullanan bir beyefendi dışında hiç erkek olmaması şaşırtıyor beni önce. Bu tür gruplar neden erkeksiz? Bu erkeklerin mi yoksa kadınların kabahati mi? Sonra jeton düşüyor. Kız Lisesinde erkek öğrenci ne arar? Aslında İstanbul'daki bazı kız liselerine erkek, bazı erkek liselerine kız öğrenci aldıklarını duymuştum. Ama bildiğim kadarıyla İzmir Kız Lisesi o dönem sadece kız öğrenci kabul ediyordu. Ne kadar garip bir durum değil mi? "Oğlum sen hangi liseyi bitirdin?" "Ben mi? Şey, Beşiktaş Kız Lisesi" Ben olsam kızarırdım bu cevabı verince.
Kahvaltıya dönelim. Kız Liseli grubun içinde saygı duyduğum biri var. Hülya Soyşekerci... Evde Yazar'ı taklit edeyim. Sanırım o böyle bir giriş yapmıştı yazısının birinde. Yanlış hatırlıyorsam da affeder beni o. O biiiir Edebiyat Uzmanı. O biir yazar. O biirr eleştirmen. Eşim ve kız kardeşimin üniversite arkadaşları. Çok okumak istediğim ama zamanım yetmediği için yeterince okuyamadığım. Sevgili Hülya Soyşekerci. O da benim günlüklerimi takip ettiğini söylüyor. Aman ne mutluluk, ne mutluluk benim için. Son dönemde yazım kuralı, imla kuralı hak getire. Bazen yazdıklarımı okuyunca yazarken uyuduğumu ve alakasız kelimeleri yazıya döktüğümün farkına varıyorum. İşte o zaman "Hadi oğlum, yatma zamanın geldi, iyice saçmalamaya başladın artık." diyorum kendi kendime.
Dün akşamdan beri dilimdeki aftların çektirdiği acı yetmezmiş gibi bir diş ağrısı başladı. Pazartesi gününe kadar bir şey yapamam. Ağrıyla yaşamaya alışmam lazım. Çok çaresiz kalana dek ağrı kesici falan da almam.
Kestane toplayıcılarını sabahın köründe almıştım. Artık orta yayla ve Taş Ev'in bulunduğu aşağı yaylada çalışıyor ekip. Bahçede ağaçların altı yine araba dolmaya başlıyor. Etrafta kestane silkiciler, toplayıcılar, harar taşıyıcılar... Gelen misafirlerin daha da çok ilgisini çekiyor bu manzara. Kestane, ceviz satışları patlıyor. Mutfaktaki terazide talebe göre kestane, ceviz tartılıyor. Bu arada önemli bir yanlışlık yapılıyor. Geçen seneden kalan cevizlerle yeni yılın cevizleri karıştırılıyor. Neyse ki elimizde misafirlerimizin isim isim ne kadar ceviz aldıklarına dair liste var. Konuklar ayrılmadan yanlışlıkla verilen cevizleri yenileriyle değiştiriyoruz.
Pos makinesi kullanımına alıştım artık ama bazen saçmalıyor. O saçmalayınca ben daha fazla saçmalıyorum. Bağlantı kurulmadı diyor. İptal ediyor yeniden giriyorum. Ekranda görülen rakamı kontrol ediyorum. İşlemi tamamlıyorum. Bir misafir grubu karttan ödeme yapmıştı. Hanımlar bu konuda daha dikkatli. Elindeki fişe bakmış ki hesabın iki katı ödenmiş. Tekrar geri yükleme yapması beni aşar. Farkı nakit olarak ödedim, özür üzerine özür dileyerek.
Kahvaltı sonrası gruplar terasa çıkıyor. Dedim ya eğlenceli bir grup. Oyun havası istiyorlar kardeşim aracılığıyla. "Yine ayarımız kaçmaya başladı." diyorum içimden. Hani ben klasik müzik dışında bir şey çalmayacaktım burada. "Biz de sadece rembetiko var." diyorum. Oğlum beni kızdırmak için "Ar gelir Osman Aga ar gelir, Safiye'me karyola dar gelir." türküsünü çalmaya başlıyor. Çıldırıyorum. Bırakıp kaçmak istiyorum. Şakası bile korkunç. "Taş Ev'in bütün karizmasını götürdünüz." diyorum. Gülüyorlar hep birlikte. Bizim Liselilerin havası ayrı. Terasta kendileri söylemeye, kendileri oynamaya başlıyorlar. Göz ucuyla terasa bakıp hemen iniyorum aşağıya.
Öğleden sonra haber veriyor Hüseyin. Yeni bir kestane toptancısı gelmiş, benimle görüşmek istiyor. Kafamdan tamamen çıkmış kestane. Eşimle bir ön görüşme yapıyorum. Artık beş lira verirlerse verelim diyorum. Aksi takdirde pazartesi günü kestane pazarında satmak durumunda kalacağız. Belki o kadar da veren olmayacak. Benim Taş Ev'den ayrılmam problem. Pazartesi diş doktoruna gitmem lazım. Kestaneleri getir götür, indir bindir hem ilave yakıt parası hem yorgunluk. "Tamam" diyor eşim bezginlikle,"Ne istiyorsan onu yap."
Yeni gelenler de Ödemiş'ten. İki ortak arkadaşlarmış. Uyumlu görünüyor. Bursa türüne üç lira diğerlerine beş lira fiyat biçiyorlar. Ufak büyük ayırmadan olduğu gibi kilosu beş liradan anlaşıyoruz. Kamyondan teraziyi çıkarıyorlar. Toplam dört yüz yirmi yedi kilo geliyor. İbrahim dört yüz kilo çıkar demişti dün. Parayı peşin verip yüklüyorlar araçlarına kestaneleri. Yarın da bir miktar döküntü çıkacak. Bir kısmı toprağa karışacak cevizler gibi. Ceviz ağaçlarının altında dolaşırken hergün ceviz topluyorum. Zamanında iyi silkelememiş ve toplayamamışlar.
Arada telefon geliyor rezervasyon için. Değişik diyaloglar oluyor aramızda. Bazıları fiyatları soruyor, bazıları yol tarifi. Biri daha arıyor.
"İyi akşamlar."
"İyi akşamlar efendim."
"Taş Ev mi orası?"
"Evet efendim, buyurun."
"Ben biraz balık aldım temizlettirdim, sizin orada pişirmemiz mümkün olur mu acaba?"
"Maalesef efendim, dışarıdan yiyecek ve içecek kabul edemiyoruz."
"İçkiler senden olacak ama" diyor.
"İçkiler senden olacak ama" diyor.
Amcam bozuluyor. Ne güzel keyif yapacaktı oysa. Ne çok kızmıştır şimdi bana. Ben kızmıyorum ancak, gülüyorum.
Bahçe öğleden sonra hıncahınç araba dolu. Tireliler gezmeyi de yemek yemesini de seviyor. İzmir'den de gelenler oluyor. Tavsiye üzerine gelenler beni en memnun edenler. Onları da memnun göndermek en büyük emelim. Yemeğini bitirenler ağaçların arasında dolaşıyor, sonbaharın güzelliklerini keşfediyorlar. Bir başkası geliyor en sıkışık zamanda. Arabaların arasına sokmuş arabasını. "İyi günler, biz ailecek geldik, ağacın altında şöyle bir piknik yapmak istiyoruz, var mı müsaade." "Yok artık." diyorum. "Eskiden hep gelir burada piknik yapardık suyun başında." diyor. Eee sahipsizdi eskiden. Şimdi sahibi var artık. "Arkadaşım, burası artık ticari bir müessese, maalesef piknik yapamazsınız artık burada. "
Yarın kestanecilerin işi bitecek. Toplayıcı sayısını azaltıyoruz. İlave bir işçi daha istiyorum. Aydınlatma kablolarını yer altına gömdürmek için. Depodan gelen su hattı da gömülecek. Yoksa kışın soğuk havalarda su donabilir. İşi bitenlerin paralarını ödüyor ve onları köylerine bırakıyorum. Allah acıyor da gece misafirleri çok geç vakte kalmıyorlar. Oğlumla oturup hesapları kontrol ediyoruz. Pazar sabahına hazırlıyoruz kendimizi.