Arabanın ikaz ışıklarından biri yanıp sönüyor. Partikül filtresi tıkandığını söylemişti Olgun Usta dün akşam kapıdan gösterdiğimde. "Bir an önce bakmamızda yarar var." demişti ayrıca. "İstersen yaylaya adam gönderir, oradan arabayı aldırırım." bile demişti. İşte bu yüzden sabah erken çıktık evden. Olgun Ustaya arabayı aldırması için telefon ettim.
Belediye'den denetime geldiler. Tuvaletlere engelliler için iki tarafa korkuluk istediler. Baca çıkışına dumanı önleyecek bir çözüm getirmemiz gerekiyormuş. Dün hep bu konuyla ilgilenmiştim zaten. Haşereye karşı hizmet veren bir şirket ile sözleşme yapmalıymışız. İlaçlamayı biz yapsak ya da dışarıya yaptırtsak olmaz mı? Sözleşme neyin nesi? Sözleşmeyi görünce "Tamam, haşere kontrolü yapıldı." denecek. Bu zorunlu tutmalar aklıma hep belediye ile ilaçlama şirketi arasında bir ilişki mi var sorusunu aklıma getirir. Çok mu kötü niyetliyim? Ama böyle düşünmemin bir sebebi var.
Yıllar önce kendi çapımda müteahhitlik yapmıştım. Köy Hizmetleri adında bir kamu kurumu vardı. Bu kurumdan çok sayıda içme suyu ve köprü ihalesi almıştık. Kuruma işveren manasına gelen "İdare" derdik. Sözleşmeler yapıldı, işe başlandı. Hakediş zamanı gelince İdarenin kontrol elemanı hakedişimizi dışarıda falanca bürodaki teknikerlere belli bir ücret karşılığında yaptırabileceğimi söyledi. Ben mühendisim, hakedişimi istediğiniz formatta kendim hazırlayabilirim desem de nafile. Anladım ki onları dinlemezsem zorluk çıkaracaklar. İşaret ettikleri büroya gidip tekniker çocuklarla tanıştım. Meğer onlar Köy Hizmetlerinin mevsimlik işçileriymiş. Sözleşmelerinin süresi bittiğinden işsiz kalmışlar. Arkadaşları da onlara bir şekilde iş yaratmış. Baktım çocuklar ekmek parası peşinde. "Tamam" dedim. "Ben size paranızı vereceğim ama hakedişleri kendim düzenleyeceğim." Düzgün çocuklarmış, diğer müteahhitlerden aldıklarının yarısını aldılar benden. Aslında diğer müteahhitler için bunlar biçilmiş kaftandı. Bir hakediş mühendisi çalıştıracaklarına bu büroyu kullanmaları onlar için daha avantajlı oluyordu.
Hava soğuk bugün. Güneş bulutların arkasında. Olgun Usta birini göndermiş arabayı almak üzere. Öğlen yemeğine bir masa rezervasyonumuz var. Üşümesinler diye şömine sobayı yakıyoruz. Gelecek olanlar eşimin yakınları. İstanbul'da yaşıyorlar. Beyefendi ile meslektaş olduğumuzu öğreniyorum. Aynı okul mezunuymuşuz üstelik. Sadece o benden on iki yaş büyük. Aşkın Şef'i arıyor durumu özetliyorum. Belediye denetime geldi, mezeler yapılacak, öğlene misafirimiz var. Ondan erken gelmesini istiyorum.
Misafirlerimiz biraz geç geliyor. Bir bakıma iyi de oluyor. Geldiklerinde mezelerin çoğu hazırlanmış durumda. Beyefendi ile ortak arkadaşlarımız varmış. Konularımız da ortak olduğu için uzun uzun sohbet ediyoruz.
Misafirlerimizi uğurladıktan sonra Zeytin'le oynuyorum biraz. Aşırı hareketli, sürekli üzerime sıçrıyor. Ceviz ağaçlarının altında avuç avuç ceviz topluyorum yerden. İyi silkilmedi bu sene. Ağaç üzerinde bırakılanlar düşüyor yere teker teker. Yukarı yayladaki ceviz ağaçlarının altı da doludur ama kim çıkacak onları toplamaya.
Akşama doğru hareketleniyoruz. Misafirlerin çoğu ilk kez gelenlerden oluşuyor. Her masa ile ayrı ayrı ilgileniyoruz. Salondaki şömine sobamız yanarken harika görünüyor. Sigara bağımlısı olan bazı misafirlerimiz ise veranda ve terasta oturmayı tercih ediyorlar.
Bugün de güzel insanlar tanıyoruz, güzel dostluklar kuruyoruz. Geç vakit Olgun Usta'nın kendisi getiriyor arabamı. Verandada bir çay içiyoruz. Hüseyin iyi çalıştı bugün. Beş altı masaya tek başına yettiğini gördüm. Gelenler kahvaltımızı soruyorlar. Sadece hafta sonları kahvaltı verebildiğimizi söylüyoruz.
Gelen misafirlerden bazıları haftanın bir günü canlı müzik koymamızı istiyorlar. Daha erken diyorum, parasını çıkartması lazım saz heyetinin. Ne parası deyip şaşırıyorlar. "Saz ekibine sakın para vereyim deme. Onlar gelir çalarlar, sen sadece yemesini içmesini karşılarsan yeter. İstek şarkılardan toplanan bahşişler yeter." diyor. Böylelikle bir şey daha öğreniyorum.
Son misafirlerimizi de uğurlayınca kapıyı pencereyi kapatıyorum.