Dünden farkı yok bugünün. Nedense bana daha soğuk geliyor. Sabah kapıya varmadan Hüseyin karşımda belirdi. Bu aralar horoz ve tavuklarının yanından ayrılmıyor. Gelir gelmez Zeytin'i çözüyor. Özgürce dolaşıyor geniş arazide bizimki, tam istediği gibi. Bir o yana bir bu yana deparlar atıyor. Sonra gelip önümde yatıyor. Elini uzatıp ayağımın üzerine koyuyor. Sevmemi okşamamı bekliyor. Masaj yaparmışçasına boynunu, kollarını ovuyorum. Sırt üstü ayaklarını gerip "Biraz daha, biraz daha" diyor adeta.
Adnan Şef'in gelmesini bekliyorum. Alışverişsiz gün geçmiyor. Koca şantiyelerde bile mubayaa dediğimiz satın alma işini haftada bir güne indirmiştim. Zaman zaman iş makinelerinin beklenmeyen arıza durumlarındaki acil parça ihtiyaçları dışında pek bozmuyorduk kuralı. Burada bunu uygulamak çok zor görünüyor. Ancak haftada iki günü zorlayabiliriz belki.
Dün cüzdanını düşüren beyefendi gelip emaneti teslim aldı. Günün ilk telefonu Google Amca'dan. Telefondaki ses amcanın kızı olmalı. Önce hayırlı olsun güzel bir mekan açmışsınız falan diye gurur okşayıcı sözlerle başladı. Şanslı on restorandan biri olarak reklam kampanyasından yararlanabilirmişim. Arama motoruna anahtar kırk kelime yazıldığında sayfanın sağ üst köşesinde restoranımız için hazırladıkları reklam çıkacakmış. Bütün İzmir ve civarı tarafından tanınmak tesisimiz için çok iyiymiş. Kampanya fiyatları şöyleymiş, istersem Avea veya Vodafon sabit faturalarına eklenebilirmiş. Siz güzel anlattınız sağ olun var olun da, bütün bunları bana e-mail yoluyla gönderseniz de ben ona göre kararımı versem." deyince amcanın kızı şaşırıyor. "Sözüm size değil ama biliyorsunuz telefonla yapılan işlerde dolandırıcılık çok oluyor. "E-mail adresimi veriyorum adının Şerife olduğunu söyleyen hanımefendiye. Ne e-mail geliyor ne de telefon.
İyi koku takip eden bazı uyanıklar birkaç tatlı sözle geçim yolu bulmuşlar eğer gerçek dolandırıcı değillerse bile. Bugün benim onları kabul günüm. Birkaç saat sonra biri daha arıyor telefonla. Efendim çok güzel bir yer açmışım. İzmir'de herkes Taş Ev'i konuşuyormuş. Ege TV olarak bir tanıtım filmi çekeceklermiş. Böyle güzel bir mekandan başlamak istiyorlarmış. Bilmem ne firması sponsor olarak bütün masrafları karşılayacakmış. Ne zaman bizi rahatsız edebilirlermiş? Kim olsa havaya girer. Vay, ben neymişim? Reklam yapmadan bu kadar tanındıysak eğer, reklam yaparsak kim bilir ne kadar artar gelirimiz? Adının İlhan olduğunu söyleyen beyefendi bizden sadece tanıtım filmi çekim ücretini talep edeceklerini, Ege TV de filmin ücretsiz yayınlanacağını, bize başka bir masrafı olmayacağını anlatıyor ve bir kez daha soruyor. Çekim için İzmir'den geleceğiz, epey yolumuz var, siz hangi gün müsait olursunuz? Bu filmi daha önce gördüğüm için kararım belli ama sadece meraktan soruyorum. "Peki, size ödemem gereken ücret ne olacak?" Doğrudan şu kadar demek yerine lafları süslemeye devam ediyor bizimki. "Sponsor firma geri kalan bütün masrafları karşılıyor. Bizim sizden talep edeceğimiz yalnız film çekim ücreti. Sizden bu hizmetin karşılığı olan 300 TL yi talep edeceğiz sadece." Teşekkür edip konuşmayı bitirmek istiyorum. "Yanlış anlamayın efendim, bu sadece çekim ekibine verilecek para, sizden reklam ücreti adı altında başka bir ücret talep edilmeyecek." Kapatıyorum telefonu. Bu tecrübe nereden mi? Ankara'dan. Şöyle ki:
Eşim emekli olunca butik bir pastane açıyoruz Ankara'da. Diksiyonu düzgün bir hanımefendi telefon ediyor. "Efendim, sizin methinizi duyduk. Fox TV İstanbul merkezden arıyoruz. Sizin gibi sektör temsilcilerini halka tanıtmak adına çekim yapıyoruz. Fox TV sektörel tanıtım kuşağında değişik saatlerde yayınlanmak üzere sizin gibi küçük girişimcilerle röportaj yapmak sizleri halkımızla buluşturmak arzusundayız. Ne zaman müsait olursunuz?"
Fazla uzatmak istemiyorum. Aynı çete, aynı oyun. Acemiliğimizde tamam dedik, reklama ihtiyacımız var. Bir kameraman, bir de ağzı laf yapan bir hanımefendi geldi arabalarıyla. Yarım saat röportaj yapıp parayı aldılar. "Fatura isterseniz KDV eklemek durumundayız." demeyi de ihmal etmediler. TV de yayınlandı mı peki? Elbette hayır.
Diş doktorumu arayıp randevu alıyorum nihayet. Öğleden sonra şehre iniyorum. Kasabımıza siparişi verdikten sonraki durağım doktor. Sağ alt çenemi iğnelerle iyice uyuşturuyor. Dudağımın ucunu hiç hissetmiyorum. Rezervasyonlar başlıyor. Dün geceden sonra iyi moral oluyor bu. İlk arayan bir beyefendi. Söze girişini beğenmiyorum başta. "Kaystros Taş Ev Restoran mı?" Evet cevabımı alır almaz ikinci soru geliyor. "Sizin orada Digitürk var mı acaba?" "Maalesef yok efendim." diyorum. "İyi o zaman, ben de bunu duymak istiyordum. Kız arkadaşıma evlilik teklif etmek istiyorum, uygun bir masa hazırlayıp süsleyebilir misiniz? Bir de masada mum olursa sevinirim." "Elbette efendim, en güzel masa istediğiniz gibi hazır."
Yarın öğlen yemeğine doktorlar geliyor. Metrekareye düşen doktor sayısı ile rekor kıracağız.