KATEGORİLER

21 Aralık 2016 Çarşamba

KIŞ BAŞLIYOR MUYMUŞ?

21/12/216 Çarşamba, Tire

Google'ın Doodle'ı ile açtım gözümüzü bu sabah. Kışın başlangıcıymış bugün. Ne yani şimdiye kadar boşuna mı üşüdük o kadar? Güya iki üç derece ısınacaktı havalar. Bu önyargı ile rahat çıktım evden. Öğleye doğru yaylaya geldik. Bütün ağaçlar elbiselerinden arınmış çırılçıplak geldi gözüme. Koca koca ağaçlar kuru insan figürleri gibi ellerini apış aralarına sokmuş soğuktan titriyorlar adeta. Şömine sobamızı yaktı Hüseyin. Kestane odunları ısıtmıyor hiç. Yandığında kapı pencere açtıran sobamıza ne oldu. Bütün hüner ağacın cinsinde miymiş? İki ceviz odunu atınca biraz daha canlanıyor alevler.

Yerler siliniyor, paspaslanıyor. İçeri girmek yasak. Bahçeyi dolaşıp mıntıka temizliği yapıyorum. Bu hafta toplantı yok. Ne söyleyeceğim ki toplantıda. Hüseyin'in yaptıklarında sonra. Elimde kocaman bir çuval. Naylon poşetler, sebze kartonları, kömür kutuları, çuvallar, kağıtlar, plastik kaplar ne gördüysem topluyorum. Topladıklarımın bir kısmını fırtına diğer kısmını Zeytin taşımış olmalı. Yukarı çıkarken Hüseyin'le karşılaşıyorum. Sobaya odun hazırlıyor. "Son toplantıda mıntıka temizliği yapılacağından söz etmiştim ya, işte onu yapıyorum." diyorum. Utanıyor mu biraz, bilmiyorum. Elimde topladığım atık malzemeleri dışarıdaki çöp konteynırına taşıyorum.

İçeri giremiyorum daha yerler kurumamış. Yukarıdaki salon da öyle. Bir kaç fotoğraf daha çekiyorum. Yaprakları dökülmüş kestane, ceviz, elma ve kiraz ağaçlarının dayandığı çam ormanı adeta onlara yeşil bir fon oluşturuyor. Ağaçların dallarında yaprak kalmayınca avludaki yaprak temizleme işi de olmuyor. Taş Ev'in fotoğrafını çekiyorum bu sefer. Yapraklar önünü kapatıyordu önceleri. Bundan ötürü karşıdan tamamı görünmezdi hiç.   

Elimde adını dahi unuttuğum bitmeyen kitabımı bırakacağım artık. Daha önce Glenn Meade'nin "Buz Kapanı" adındaki macera türündeki bir roman okumuş çok hoşuma gitmişti. Şimdi aynı yazarın aynı türdeki bir başka kitabı "Brandenburg" isimli roman geçiyor elime. Muhtemelen oğlum almıştır. O sever böyle gerilim macera türü şeyleri. 

Yayladan aşağı doğru bakınca bütün şehir evlerine kapanmış hissini uyandırıyor. Çevre yolunda trafik bile işlemiyor doğru dürüst. Kapının yanı başındaki havuza doğru yürüyorum. Havuzu dolduran boru donmuş. Su akışı kesilince havuzun içindeki su da donmuş. Deponun üzerinden taşan sular da öyle. Geçen hafta aldığımız önlemler sayesinde Taş Ev'in suyu kesilmiyor.

Dün boş vaktim vardı biraz ya. Yaşamı sorguladım kendi kendime. Şu Rus Elçisinin vurulmasından sonra. Olayın geçtiği binayı biliyorum. Kim bilir kaç kez geçtim önünden. Birkaç resim sergisini de gezmiştik orada yanlış hatırlamıyorsam. Karlov, yani Rusya'nın elçisi, bize emanet edilen. Suikasta uğramasından bir saat önce. Bilebilir miydi başına gelecek olanı? Merak ettiğim şey, bir saat önce vurulma anından, neler vardı acaba aklında. Google Amcaya müracaat ettim. Yaşamın anlamı, neden geldik dünyaya nev'inden bir kaç sözcük sıraladım. Çıkan yazıların büyük kısmı İslam dini adına yapılan açıklamalar, yorumlar. Bir kaç tane de yaradılışı baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesine dayandıranlar. Dini, imanı bir tarafa bırakıp bilimsel bir açıklama, bir görüştü aradığım. Bulamadım. Zaten bilimin bilinmezlerini bildirmekte bire birdir dini açıklamalar. Çünkü bilimsel ispat gerektirmez. Ol dedi oldu. İnternette bir şey bulamayınca canım sıkılıyor. Madem bir şey yok ben yazayım dedim. Vakit geç oldu, vaz geçtim.

Oturduğum yerden başımı sağa çeviriyorum. Pencereden bakınca yolun sağına dizilmiş bir çift konteynır ilişiyor gözüme. Gelen misafirlerin en büyük merakı bu konteynırlar. Ne işe yaradıklarını soruyorlar. Biri ardiye diğeri yaşam ünitesi deyip başlıyorum anlatmaya. Bahar gelince bu şantiye görüntüsünü bir şekilde kamufle etmemiz şart.

20 Aralık 2016 Salı

SALI TATİLİ

20/12/2016 Salı, Tire

Kapalıyız bugün. Tam anlamıyla tatil yaptım sonunda. Erkenden yolcu ettim eşimle oğlumu. Pazar alışverişine çıkmadan önce hale gittim. Soğuktan korumak için bütün sebze ve meyvelerin üzerine branda çekilmiş. Arabanın bagaj kapısını açınca koca ceviz kütüğünü görüp Ünal Ustaya gitmem gerektiğini hatırladım.

Ünal'a telefon ettim. Uzun uzun çaldıktan sonra açtı telefonu. Çayı hazırla geliyorum dedim. Az sonra kapıda karşıladı beni. Epeydir görüşmediğimiz için birbirimize sitem ettik şaka yollu. "Güzel haberlerini alıyoruz." Taş Ev'in dedi. Arabanın arkasındaki ceviz kütüğünü göstererek bunu dilim dilim keserek peynir ya da et servisi için kullanmak istediğimi söyledim. Kütüğü biraz inceledikten sonra biraz ilerideki büyük atölyelerine götürmemi istedi. Çok zaman kaybetmeden Selim Ustanın bulunduğu diğer atölyeye gittim. Bütün ortaklar oradaydı. Ağacın kesildikten sonra üç dört hafta kuruması gerekiyormuş. "Aksi halde eğilir bükülür kullanamazsın." dediler.

Kütüğü bırakıp pazara gitmek üzere hareket ettim. Her zaman yer bulabildiğim tarihi camilerin yer aldığı dar sokaklara çıkan arka tarafta park edecek yer bulamadım. Dönüp stadın yakınlarında yer aradım yine yok. Bu nasıl akıldır bilmiyorum. Herkes için mi bu sıkıntı yoksa sadece ben mi çekiyorum. Yolda Kaymakamlık, Mal Müdürlüğü vs. kamu kurumlarının park yerleri var. Oralarda yakını olanlar bir şekilde park ediyor olmalılar. Kimin görevi şu park sorununu çözmek? Kendi açısından bunu problem görmeyen birinin olmalı.

Neyse ki sağ taraftaki aracın hareket etmesi sayesinde bana gün doğdu.  Oradan bir dakika geç ya da erken geçsem bu şansım olmayacaktı. Hemen boşalan yere soktum arabamı. Pazara oldukça uzak mesafe ama bunu bulduğuma şükrettim.

Geçen seneden beri pazarcılardan biri Selçuk ayvası getiriyor. Aynı yerden biraz ayva aldım. Aldıklarımı yaylaya çıkarırken yolun sağında ve solundaki zeytinlikleri seyrediyordum. Yamaçlara geniş yaygılar serilmiş, zeytinler silkeleniyor. Bazıları klasik yöntemle, yani sırıkla ağaçları silkelerken tek tük de olsa zeytin silkme makineleri kullanılıyor.

Bahçe kapısını açıp içeri girerken Zeytin havlayarak selamlıyor beni. Gelişim onu sevindirmiş olmalı. Pazar alışverişimi dolaplara yerleştirirken Zeytin'e de yiyecek bir şeyler hazırladım. Yanına gidip sevdim biraz. Yemeğini verdim. Çok acıkmış olmalı ama kötü huyu yine nüksetti. Yemeğini önüne verince geri alacağımı düşünüp hırlamaya bana göz dağı vermeye başladı. Arkamı dönüp uzaklaştım. Zira zincirinin kilit kısmını çeke çeke bozmuştu. O sinirli haliyle ne yapacağı belli olmaz.  

Dönüş yolunda şehre hakim bir genişlikte durup şehri seyrettim. Birkaç poz alıp yoluma devam ettim. Canım bir şeyler yazmak istiyor. Ama istemekle olmuyor. Birkaç gündür Azra Kohen'e takıldı kafam. Eşimin okuduğu gazetenin pazar ekinde Ayşe Arman'la bir röportajı çıkmış. Bazı fikirlerini kendime yakın bulsam da çoğu deli saçması geldi. Yanlış anlaşılmasın delileri sever ve sayarım. Amacım hakaret değil asla. Şu meşhur kitap dizisi Fi, Çi ve Pi yi okumadan bir şey söylemek zaten haksızlık olur. Benim değerlendirmem bahsettiğim röportaj ve çok sayıda yoruma dayalı. Helal olsun kadına. Eğer başarının bir ölçüsü çok satmak ise bu işi güzel kotarmış. Kitabın içinde özellikle öne çıkan seks temalı bölümler okuyucuyu fena sarmış olmalı. Bir zamanlar güldürü tiyatrosu ve parodilerde fazlasıyla prim yapan bel altı konularını hatırlattı bana. Blog dünyasında şu kitap dizisini okuyan varsa yorumlarına bakayım hemen.

Az önce oğlum aradı. Kocaeli'ne varmış ve otellerine yerleşmişler. Şehir hakkında ilk intibaları kalabalık ve dar sokaklar... Park yeri deseniz orada da durum buradan farksızmış.

19 Aralık 2016 Pazartesi

MENÜNÜN AĞIR ABİSİ

19/12/2016 Pazartesi, Tire


Yayladan daha yaman şehrin soğuğu. Arabaların camları donmuş, üstlerine kırağı yağmış. Camdaki buzları eritmek için her iki aracı da çalıştırıyoruz. Eşimin arabasının kliması arızalanmış. Sabah erkenden ustaya götürmek istiyoruz ancak buzlar çözülmüyor bir türlü. Tırnaklarımızla camın üzerindeki buzdan film tabakasını çizerek açtığımız pencereyi büyütüyoruz. Nihayet önümüzü zar zor görebilecek hale geliyor. Olgun Usta kısa bir kontrolden sonra bizi oto elektrikçisine gönderiyor. Oto elektrikçisi de işin içinden çıkamıyor. Gösterge panelinde problem olduğunu söyledikten sonra arabayı kendi servisine ya da Ödemiş'e götürmemizi salık veriyor. Olgun Usta'ya dönüyoruz. "Benim bir elektronikçim var." diyor, "Akşama hallederim." Olgun Usta işini iyi bilir ama parayı sever diyorlar. Yarın yola çıkılacağı için çaresiz kabul ediyoruz.

Adnan Şefi alıp birlikte yaylaya çıkıyoruz. Yayla yolları kırağıyla bezenmiş. Bahçe kapısı kapalı. Hüseyin ağaç kesim motorunu alıp yukarı yaylaya çıkmış olmalı. Öğlene doğru arıyor, Hızara benzin ve bıçkı yağı aldığımı söylüyorum. Yemeğini yedikten sonra yukarı yayladaki ağaç kesim işine devam ediyor.

Öğlen bir fırsatını bulup şehre iniyorum. Ne zamandır ihmal ettiğim Aşkın Şefin siparişi kireci almak ve Hüseyin'in baltasına sap yaptırmak için değil sadece. Gitmişken unuttuğum bilgisayarımı da alıyorum. Toplu konut pazarına uğruyorum ama almaya değecek bir şey yok. Soğuk hava bütün yeşilliklerin tazeliğini kaybettirmiş.

Gani Ustayı aradım. Yukarı yaylada Hüseyin'in kestiği kocaman bir ceviz ağacını aşağı çekmek için traktörünü getirmesini söyledim. Az sonra geliyor. Ben yaylaya döndüğümde bütün odunlar aşağıya indirilmiş bahçenin uygun bir köşesine yığılmış bile. Gani Usta ile Hüseyin avluda yorgunluk çayı içiyorlar.

İzmir'den dayımız arıyor. Çeşme'deki evin sözleşme taslaklarına bakıp bakmadığımı soruyor. Bana gönderdikleri sözleşme üzerinde konuşuyoruz biraz. Lafın arasında sıradan bir şeymiş gibi bir vefat haberi veriyor yakınlardan. İnsanlar yaptıklarıyla birlikte gidiyorlar eninde sonunda. Gidenler can yakıyor bazen. Bazen doğal karşılıyoruz. İyi ya da kötü izler bırakıyorlar arkalarından.

Akşam siparişlerinden biri çoktandır fotoğrafını çekmek isteyip bir türlü denk getiremediğim Taş Evin ağır abisi "Kaşarlı Mantarlı Bonfile". Aşkın Şefi uyarıyorum "Bu sefer yukarı göndermeden fotoğrafını çekeyim artık."

Sabahtan akşama kadar Türkçe Pop Müziği çaldık . Kafam şişti desem yeridir. Listedekilerin çoğu ismini bilmediğim hatta ilk kez dinlediğim şarkıcılara ait. Sessizce inip müziğin sesini kıstım önce. Sonra Yann Tiersen'in Amelie'sini başlattım. Ruhum dinlendi... 

18 Aralık 2016 Pazar

ORİGAMİ

18/12/2016 Pazar, Tire

Kış kışlığını yapıyor. Yerler yer yer buz tutmuş. Çeşmeden akan kaynak suyu ellerimi donduruyor. Hüseyin erkenden gelip işe koyulmuş. Adnan Şefi almaya gidiyorum. Bu soğukta acaba kim çıkar evinden?

Aşağı inerken yol kenarında toplanan işçi kadınları görüyorum. Bayır araziye sağlı sollu yayılmış zeytin ağaçları silkinip toplanmayı bekliyor. Arabanın sıcaklık göstergesi dışarıda havanın sıfırın altında iki olduğunu gösteriyor. O eller zeytini nasıl tutacak bu soğukta bilinmez.

Yaylaya döndüğümde henüz gelen giden yok.  Salonu ısıtmak için o muhteşem şömine sobamız bile zorlanıyor. Hüseyin'in hazırlamış olduğu odun dev bir kestane ağacının parçaları. Henüz gövde tam manasıyla kurumadığından zorlukla ateş alıyor. Yukarı yaylanın kuru ceviz ağaçlarından hazırlık yapmayı öneriyor Hüseyin. Eğer böyle giderse bugün doğru dürüst ısınamayacak bu salon. Depoya stokladığımız kuru odunlardan getiriyor. İki parça atınca şömine canlanıp eski haline dönüyor.

Sabah misafirlerimiz bugün için beklentilerimizin altında. Hava ve yol durumu etken buna tabii. Vardır her işte bir hayır diyoruz. Yine de akşama doğru hareketlenme başlıyor. Gelen misafirlerden bir hanımefendinin merdiven çıkması mümkün gözükmüyor. Yanındakilere "Siz yukarı çıkın, ben aşağıda bir yerde otururum." diyor. Aşağısı soğuk, bütün yerlerimiz yukarıda. Geri dönmek zorunda kalıyorlar. Ben de engelli olmanın yarattığı eksikliği içimde hissediyorum.

Uzun zamandır haberlerden bihaberim. Çok şey kaybettiğimi düşünmüyorum aslında. Buna karşın terör olaylarından öyle ya da böyle haberdar oluyoruz. Terörü bu ülkede normal yaşantımızın bir parçası haline getirenlerin kitabi söylemlerinden en az teröristler kadar nefret ediyorum.


Kızım arıyor, uzun uzun konuşuyoruz. Origami yapmış Taş Ev'i süslemek için. "Gelirken yanımda getireceğim." diyor. Akşam hava kararıyor "Genel tuvaletlerin ışığı yanmıyor." diyor Hüseyin. Hemen koşup panodaki anahtarı gösteriyorum ona. Birkaç gündür hidroforu devre dışı bırakıyorum, kazanı donup çatlamasın diye. Tuvaletlerin aydınlatmasına da aynı anahtar kumanda ettiğinden kapalı kalmış. İki üç gün evvelki suların donmasından sonra bir daha aynı durumun tekrarlanmaması sevindirici.

17 Aralık 2016 Cumartesi

GERİ SAYIM BAŞLADI

17/12/2016 Cumartesi, Tire

Hava soğuk mu soğuk. Kapının önünde uzayan hortumun içindeki su buz tutmuş. Eşimi hummalı bir şekilde kahvaltı hazırlığına girişmiş halde bırakıp sabahın seher vaktinden hallice düştüm şehrin yollarına. "Acaba açmış mıdır?" sorusu kafamda dolanırken uğradım matbaaya. Matbaanın çalışanları salonun orta yerindeki yakmaya çalıştıkları sobanın başına toplanmışlar. Yeni basılan kartvizitlerimi teslim ediyorlar. Yılbaşı program afişini soruyorum. Bugün hazırlanacağını söylüyorlar.Onları sobanın başında bırakıp alışverişime devam ediyorum. Planladığım saatte Adnan Şef'i aldığım yerde oluyorum. Adnan Şef'le birlikte fırından ekmeğimizi alıp yaylaya çıkıyoruz.

Zeytin'i bana doğru koşarken görüyorum. Bahçe kapısı açık. Belli ki Hüseyin gelmiş. Gelmese  şaşırmazdım.

"Günaydın" diyor. Soğuk bir "Günaydın" dökülüyor dudaklarımdan.

Açılış saati ile birlikte kahvaltı misafirleri birbiri arkasına gelmeye başlıyor. Daha dün eşime "Bunca hazırlığa ne gerek var, bu soğuk havada kim gelir dağ başına ." demiştim. Onun cevabı her zamanki gibi hazır. "Ya gelirlerse." Eşimden gelecek "Gördün mü, haklı mıymışım?" tepkisine hazırladım kendimi. Neyse ki fazla bekletmeden ağırladık sabah misafirlerimizi.

Öğleden sonra matbaacı yılbaşı programı afiş dizaynını gönderdi. Salonda terasa açılan kapının yanındaki masayı kendimize ayırdım. Dışarının soğuğundan sonra şöminenin sıcaklığı iyi geliyor.

Bu geceki misafirlerimiz Taş Ev'e ilk kez konuk oluyor ve ilk kez dışarıdan konuk getiriyor. Gelenler hakkımızda iyi şeyler duymuşlar. Yolumuzdan şikayet etmelerine rağmen çok memnun ayrılıyorlar. Yol konusu gerçekten önemli ama şimdilik yapacak bir şey yok. En fazla bir dilekçe yazıp iyice derinleşen çukurları doldurtmak lazım. Eskiden yerel belediyelerin işiyken bu, şimdi Büyükşehir Belediyelerine kaldı. Saçma sapan bir yönetim anlayışı işte.

Bugün ilk yazdığım günlüğün sene-i devriyesi. Geçen sene bu zamanlar Taş Ev'in daha camları bile takılmamış. Yağmur yemesin diye kocaman çerçevelere gerilmiş kalın naylonlarla korumaya çalışıyoruz. Bir kestane gömüsü açmışız tam 1.700 kg. Bu sene çıkan bütün kestane bile o kadar yoktu. Ferforje işleri için ustalarla cebelleşiyorum. Yakup Usta giriş kapısının yan duvarlarını örmeye başlamış. Hepsi bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden...

16 Aralık 2016 Cuma

BİR YIL DAHA GEÇTİ

16/12/2016 Cuma, Tire
Bugün tam bir yıldır günlük yazmış olacağım. Genellikle aynı gün ya da günün bittiği gece yazmaya çalıştım. Yaşadıklarım hafızamdan silinmeden kayıt düşmem açısından önemliydi bu. Gecikerek yayınladığım günceler ise internet bağlantısının sekteye uğradığı günler oldu. Ancak yine de notlarımı en fazla bir gün gecikmeyle bilgisayarıma yazmıştım.

Şöyle dönüp geriye bakınca bir yılın hem kısa, hem de uzun bir süre olduğunu görüyorum. Günlük olayı bir çok bakımdan işe yaradı. Kızım trafik kazası nedeniyle ödenen kasko bedeline değer kaybı için sigorta şirketine dava açmış ve kazanmıştı. Ben de aynı yoldan gideyim dedim. Kazayı ne zaman yaptım? Açtım, günlüğüme baktım. Hem kazanın tarihini hem de resmini bulup, avukata gönderdim. Bazen iyi oluyor eski tarihli yazılarımı okumak. Hemen hemen hiç boş günüm yokmuş geçtiğimiz sene boyunca. Şimdi yeni bir merak doğdu içimde. Günlüğümü yazarken geçen senenin aynı günü ne yapmışım dönüp bakmayı düşünüyorum.

Önümüzdeki günlerde geçirdiğim bir yılın değerlendirmesini de yapmak isterim. Bakalım zaman ne gösterecek... Gözümüzden kaçan ya da kaçırmaya çalıştığımız bir husus daha var ki o da ömrümüzden bir yılı daha tüketmiş olmamız.

Sabah daha erken bir saate kurdum saati. Küçük Pazardan alacaklarım var zira. Elemanları bekletmemek için acele etmem lazım. Pazarı çabuk yaptım. Salı Pazarına göre daha rahat park imkanı var. Bunun yanı sıra erken çıkmam da avantaj oldu. Adnan Şef ile buluşma yerimize geliyorum. Birkaç dakika sonra yayla yolundayız. Yolu yarılamışken çalan telefonumun ekranında Aşkın Şef yazıyor. Kapıda bizi bekliyormuş. Dünden belliydi Hüseyin'in gelmeyeceği. "Az sonra oradayız." diyorum. 

Hüseyin hakkında bir şeyler yazmak gelmiyor içimden. Yazsam da iyi şeyler olmayacak zaten. Devamlı bir misafirimiz onun yüzünden gelmez artık bir daha. Kendi adımıza da bir öğreti oldu dün yaşadıklarımız. Mesai saatinde personel alkol alamaz kuralını biraz daha katılaştırmak gerekliymiş. "Çalışan, misafir olarak bile gelse alkol alamaz." daha doğru bir kuralmış meğer.

Pazar alışverişini boşaltıyoruz mutfak tezgahına. Adnan Şef temizlik işine girişirken Aşkın Şef yeni mezeler hazırlamaya başlıyor. Ben de bahçeyi boylu boyunca dolaşıyor, etrafta ne kadar kirlilik yaratan nesne varsa büyük bir çuvala topluyorum. Taş Ev'in altında unutulmuş bir muşmula ağacındaki meyveleri kopartıp keyifle yiyorum.

Hava düne göre sanki biraz daha iyi. Sular donmamış bu kez. Bunun sebebi sadece havanın ısınması mı acaba? Musluklardan birini açık bırakmıştım, o mu sebep yoksa? Geceleri hava sıcaklığının sıfırın altına düştüğü kesin. Bahçede atık poşetlerin içinde kalan yağmur suları buz kalıbı olmuş dökülüyor. Her akşam hidroforu kapatsam iyi olacak.

Salonu biraz daha süslüyorum. Bahçede dolaşırken Handan Hanımın önerdiği kuru dallardan topluyorum. Biraz kurdele almam gerekir bunları bağlamak için. Dalları şimdilik kapıdaki kayısı ağacının dalları arasına sıkıştırıyorum.

Zeytin büyüdükçe kontrolü zorlaşıyor. Çeke çeke boynundaki zincirin kilidini bozmuş Uğraştım ama açamadım. Zaten açmama da müsaade etmedi. Yerinde duramıyor. O kadar proteinden sonra gayet normal tabii bu durum.


15 Aralık 2016 Perşembe

SULARIMIZ DONDU AMA SALONUMUZ SICAK

15/12/2016 Perşembe, Tire

Yine taş olmayan evimizde geçiriyoruz geceyi. Sabahları çok erken kalkmamak hoşuma gidiyor. Eşimin seslenmesi ile gözlerimi açıyorum. "Keşke daha önce uyandırsaydın." diye iç geçiriyorum. Bugün de eşim olmadan çıkıyorum yaylaya. Hava çok soğuk. Buraların soğuğu ne Ankara'nı soğuğuna ne de Erzurum'un soğuğuna benzer. Adamı hemen hasta eder. Önce bir güzel üşütür, hapşırmaya başlarsın. Fark edersin hasta olacağını ama iş işten geçmiştir.

Hemen hazırlanıp evden çıkıyorum. Yolda arabama yakıt alıyorum. Kasaptan da et almam gerek. Telefon edip etleri hazırlamalarını söylüyorum. Ne kadar söylesem boş. Sabah yoğunluğunda sıra gelmemiş daha. Ben gittikten sonra hazırlıyorlar siparişimi. Adnan Şef'i arıyorum. Az sonra geliyor, birlikte hale gidip bir kasa domates alıyoruz. Ekmeğimizi alıp yaylaya çıkıyoruz.

Arabanın göstergesinden harici sıcaklığı -2 derece olarak okuyorum. Dün çıkmadan önce hidroforu kapatmıştım, buz tutup tankı çatlamasın diye. Galiba bunu iyi düşünmüşüm. Zira çeşmelerden su akmıyor. Hatlar donmuş hep. Beklediğim bir şey bu. Hemen Hüseyin'e açıkta kalan su hatlarını toprağın altına gömmesini söylüyorum. Su deposunun olduğu yere gidiyoruz. Depodan taşan su havuza akıyor. Akan su donmamış. Deponun altındaki vanalar donmuş olmalı. Üstlerini örtmesini istiyorum. En azından gece boyunca bir çeşmeyi açık bırakmakta fayda var, donmayı önlemek için. Bu akşam denemeli bunu.

Suların çözülmesini beklemekten başka yapacak bir çaremiz yok. Havuz başı güneşli. Aşkın Şef bir çuval ceviz getiriyor depodan. Bir yandan cevizler kırılıp ayıklanırken havuz başında güneşleniyoruz. Soğuk havaya rağmen üzerimizdeki güneş sırtımızı yakıyor. Bir saat kadar sonra çeşmeler akmaya başlıyor. Hüseyin dışarıda tesisatı toprak altına gömerken nasıl olsa bu soğukta kimse gelmez diye salondaki şömine sobayı yakmayı ihmal ediyor. Beklemediğimiz bir anda iki arabalık bir aile geliyor. Bir de küçük çocukları var yanlarında. Neyse ki şömine sobamız çabuk ateş alıyor ve salonu ısıtıyor. Misafirlerimizi üşütmeden ağırlıyoruz. Daha önce misafir ettiğimiz aile İzmir'den gelen anne ve babalarını getirmişler bu sefer.

Akşama Ödemiş'ten misafirlerimiz olacak. Ödemiş, Bayındır ve Torbalı'dan gelen misafirlerimizin sayısı az değil ve bizden fazlasıyla memnun kalıyorlar.

Hüseyin boruların gömme işini bitirdikten sonra odun kesiyor. Akşamın erken saatlerinde izin istiyor. Gittikçe mesai süresini kısalttığı için çıkışıyorum. "Aramızda bir saatin lafımı olur amca?" deyince kopuyorum ama ona belli etmiyorum.

Şehre inmem gerek. Hazır inmişken biraz daha yılbaşı süsü alayım diyorum. Uğradığım yerlerde fiyatlar pahalı. İncik boncuk şeylere dünya kadar para istiyorlar. Yılbaşından sonra kimse dönüp bakmayacak. Bir de buraya bakayım diye Migros'tan içeri giriyorum. Arkamdan biri sesleniyor. Tesadüfen eşimle karşılaşıyorum. Birlikte çıkıp onu eve bırakıyorum. Yaylaya döndüğümde biraz süslerle uğraşalım diyoruz. Misafirler gelmeye başlayınca apar topar toplanıyoruz.   

Misafir siparişlerinden biri depoda. Ancak anahtarı bulamıyoruz. Hüseyin'i arıyorum. Anahtarı yanında götürmüş. "Akılsız başın cezasını ayaklar çeker." deyip anahtarı getirmesini istiyorum. Arkasında arkadaşı olduğu halde motosikletine atlayıp geliyor ayakları yorulmadan. Depoyu açıp anahtarı yerine bırakıyor. Bir numaralı masayı boş görünce "Bu masa benim bu gece, müsaade edersen." diyor. Bir otuz beşlik söyleyip arkadaşıyla geçiyor masanın başına.

Hava dışarıda soğuk. Salonumuz sıcacık, fonda Dalida'dan "Parole Parole". Misafirler mutlu...