Google'ın Doodle'ı ile açtım gözümüzü bu sabah. Kışın başlangıcıymış bugün. Ne yani şimdiye kadar boşuna mı üşüdük o kadar? Güya iki üç derece ısınacaktı havalar. Bu önyargı ile rahat çıktım evden. Öğleye doğru yaylaya geldik. Bütün ağaçlar elbiselerinden arınmış çırılçıplak geldi gözüme. Koca koca ağaçlar kuru insan figürleri gibi ellerini apış aralarına sokmuş soğuktan titriyorlar adeta. Şömine sobamızı yaktı Hüseyin. Kestane odunları ısıtmıyor hiç. Yandığında kapı pencere açtıran sobamıza ne oldu. Bütün hüner ağacın cinsinde miymiş? İki ceviz odunu atınca biraz daha canlanıyor alevler.
Yerler siliniyor, paspaslanıyor. İçeri girmek yasak. Bahçeyi dolaşıp mıntıka temizliği yapıyorum. Bu hafta toplantı yok. Ne söyleyeceğim ki toplantıda. Hüseyin'in yaptıklarında sonra. Elimde kocaman bir çuval. Naylon poşetler, sebze kartonları, kömür kutuları, çuvallar, kağıtlar, plastik kaplar ne gördüysem topluyorum. Topladıklarımın bir kısmını fırtına diğer kısmını Zeytin taşımış olmalı. Yukarı çıkarken Hüseyin'le karşılaşıyorum. Sobaya odun hazırlıyor. "Son toplantıda mıntıka temizliği yapılacağından söz etmiştim ya, işte onu yapıyorum." diyorum. Utanıyor mu biraz, bilmiyorum. Elimde topladığım atık malzemeleri dışarıdaki çöp konteynırına taşıyorum.
İçeri giremiyorum daha yerler kurumamış. Yukarıdaki salon da öyle. Bir kaç fotoğraf daha çekiyorum. Yaprakları dökülmüş kestane, ceviz, elma ve kiraz ağaçlarının dayandığı çam ormanı adeta onlara yeşil bir fon oluşturuyor. Ağaçların dallarında yaprak kalmayınca avludaki yaprak temizleme işi de olmuyor. Taş Ev'in fotoğrafını çekiyorum bu sefer. Yapraklar önünü kapatıyordu önceleri. Bundan ötürü karşıdan tamamı görünmezdi hiç.
Elimde adını dahi unuttuğum bitmeyen kitabımı bırakacağım artık. Daha önce Glenn Meade'nin "Buz Kapanı" adındaki macera türündeki bir roman okumuş çok hoşuma gitmişti. Şimdi aynı yazarın aynı türdeki bir başka kitabı "Brandenburg" isimli roman geçiyor elime. Muhtemelen oğlum almıştır. O sever böyle gerilim macera türü şeyleri.
Yayladan aşağı doğru bakınca bütün şehir evlerine kapanmış hissini uyandırıyor. Çevre yolunda trafik bile işlemiyor doğru dürüst. Kapının yanı başındaki havuza doğru yürüyorum. Havuzu dolduran boru donmuş. Su akışı kesilince havuzun içindeki su da donmuş. Deponun üzerinden taşan sular da öyle. Geçen hafta aldığımız önlemler sayesinde Taş Ev'in suyu kesilmiyor.
Dün boş vaktim vardı biraz ya. Yaşamı sorguladım kendi kendime. Şu Rus Elçisinin vurulmasından sonra. Olayın geçtiği binayı biliyorum. Kim bilir kaç kez geçtim önünden. Birkaç resim sergisini de gezmiştik orada yanlış hatırlamıyorsam. Karlov, yani Rusya'nın elçisi, bize emanet edilen. Suikasta uğramasından bir saat önce. Bilebilir miydi başına gelecek olanı? Merak ettiğim şey, bir saat önce vurulma anından, neler vardı acaba aklında. Google Amcaya müracaat ettim. Yaşamın anlamı, neden geldik dünyaya nev'inden bir kaç sözcük sıraladım. Çıkan yazıların büyük kısmı İslam dini adına yapılan açıklamalar, yorumlar. Bir kaç tane de yaradılışı baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesine dayandıranlar. Dini, imanı bir tarafa bırakıp bilimsel bir açıklama, bir görüştü aradığım. Bulamadım. Zaten bilimin bilinmezlerini bildirmekte bire birdir dini açıklamalar. Çünkü bilimsel ispat gerektirmez. Ol dedi oldu. İnternette bir şey bulamayınca canım sıkılıyor. Madem bir şey yok ben yazayım dedim. Vakit geç oldu, vaz geçtim.
Oturduğum yerden başımı sağa çeviriyorum. Pencereden bakınca yolun sağına dizilmiş bir çift konteynır ilişiyor gözüme. Gelen misafirlerin en büyük merakı bu konteynırlar. Ne işe yaradıklarını soruyorlar. Biri ardiye diğeri yaşam ünitesi deyip başlıyorum anlatmaya. Bahar gelince bu şantiye görüntüsünü bir şekilde kamufle etmemiz şart.