Batı yakasında yeni bir şey yok. Defalarca kulaklarımda çınladı bu ses.
Güle oynaya çıktım evden. Hava güzel mi güzel, pırıl pırıl güneş. Öyle heyecanlıyım ki ekibi bir çeyrek saat önceden başlıyorum toplamaya. İyimserliğim zirve yapıyor. Dün konuşmuştum ya belediyenin ilgili elemanıyla. Hani bana söz vermişlerdi ya yolu açacaklarına. Sonra bir kez daha aramıştı da, yolun durumunu sormuştu ya. Tamam demiştim. Bu sefer beni üzmeyecekler. Gün boyu yağan yağmur, yukarıda kara dönmemişse, yoldaki karı önüne katmış ve ekibe pek iş bırakmamış bile olabilirdi.
Köye gelene kadar yol durumu gayet iyi. Köyün içinde de durum fena değil. Arabayı sapaktan ilk yokuşa vurduğumda yola hiçbir iş makinesinin değmediğini anlıyorum. Sadece bir vasıta geçmiş görünüyor benden önce. Artık işi biliyorum ya. Otomatikten manuele alıyorum vitesi. İkiye takıp ilk yokuşu tırmanıyorum. Bir iki ufak titremeyi saymazsak ilk kritik yokuşu çıkıyoruz. Yolun ilerleyen kısımlarında eğim azaldığı için daha rahat ilerliyoruz. Fatih Beyin damadının evinin önü ikinci kritik nokta. Burada görüş sıfır. Yol dar, üstelik yamaçtan kopan toprak yolun üzerine akmış. Şaşılacak bir durum ama gölgede kaldığı halde karlar neredeyse erimiş. Yolun üzerinden kar suları akıyor.
Nihat Efendinin virajına yaklaşıyoruz. Burası kritik yerler arasında bir numara. Gündüz saatlerinde yolun üzerinden akan sular gecenin soğuğunu yediğinde bir buz tabakası oluşur. Üstelik 300 derecelik bir viraj var burada. Bundan sonra geriye arabayı geçen gün kaydırdığım son düzlük kalıyor.
O da ne, araba patinaj yapmaya başlıyor birden. Kaderin verdiği izin buraya kadar. Zorlamaya gerek yok. Yer buz tamamen. Aşkın Şef, "Cambaz Ali'nin önündeki genişçe alana bırakalım arabayı." diyor. Arabanın içindeki erzakı alıp Taş Ev'e doğru yürümeye başlıyoruz. Yol üzerindeki kar iyice buz halini almış. Yürümek bile zor. Elli altmış metre sonra bahçe kapısına ulaşıyoruz. Dün yaptığım telefon görüşmeleri, yolu açacaklarına dair yetkililerin verdiği sözler geliyor aklıma. Falanca köyde cenaze varmış da bütün iş makineleri oraya sevk edilmiş. Ne cenazeymiş bu anlayamıyorum. Telefon ediyorum yetkiliye. "Hani bizim yolu açtıracaktınız dün akşam?"
Karşımdaki pişkin. "Dün akşam kepçeyi gönderdik oraya, yol açık olmalı" Siyaset böyle bir şey. Yalan, dolan. Kepçenin k si geçmemiş bu yoldan. Bozacı şıracıya veriyor telefonu. "Sizin oraya dün baktık, yol açık." Geriyorlar beni. Aptal yerine koyulmak en sinir olduğum şey. "Bahse konu yol aynı yol ise ben nasıl gidemiyorum 4x4 le?" Ağzıma geleni söylüyorum. Ve anlıyorum ki "Batı yakasında yeni bir şey yok."
"Arabam kaydı kenara çektim, hareket edemiyorum." diyorum. "Aman aman, arabayı siz bırakın gidin, iki saate kadar oraya ekibi yönlendireceğim." diyor. İnanayım mı? "Arabanın yanında bekliyorum." diyorum. "Yok yok, arabanın yanında beklemenize gerek yok, siz işinize bakın." Ne demek bu şimdi? Ben biliyorum, boşuna beklemeyin, size kepçe mepçe göndermeyeceğim.
Elimi cebime atıyorum. Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. "Anahtar, anahtarlarım yok!" İhtimallerin iyisi arabada cebimden kayıp koltuğun arasına düşmesi. Kötüsü evde bırakmış olmam. Daha da kötüsü bir yerde düşürmüş ya da bırakmış olmam. Aşkın Şef "Ben gidip alayım." diyor. Peşinden gidiyorum. Ekip kapıda kalıyor. Arabada bulamıyoruz anahtarı. Evi arıyorum. Eşim kapının üzerinde bıraktığımı söylüyor. Yapacak bir şey yok. O buzlu yolda geri dönüp anahtarı alacağım. Köy Muhtarını arıyorum. Köyümüzün en büyük mülki amiri. Hani sonra bana haber vermedin demesin. Telefona cevap vermiyor önce. Birkaç dakika sonra dönüyor. Durumu anlatıyorum. İlgileneceğini söylüyor.
Arabama binip birinci vitese takıyorum. Ağır ağır, biraz ürkek karlı buzlu yoldan köye doğru inmeye başlıyorum. Hani karşıdan bir araba gelse yandığımın resmidir. Birkaç yüz metre sonra yolun kenarındaki düzlüklerden birine park ettikleri arabalarının önünde kar topu oynayan iki hanım ve çocukları çıkıyor karşıma. Herkesin derdi başka diyorum içimden. Yanlarından geçip köye bağlanan son viraja doğru yaklaşıyorum. Virajda bir minibüs görünüyor. Bana yol vermek için mi duruyor yoksa park mı etmiş anlamaya çalışıyorum. Minibüsün yanından geçebileceğim kadar yer yok. Asfalt tabakasının altı oyulmuş. Tekeri oraya indirirsem devrilebilirim. Hafifçe frene dokunuyorum.
Park halindeki aracın içinde hiç kimse yok. İki kişi arabanın etrafında dolanıyor. Durmak istiyorum ama kaymaya başlıyorum virajın başında. Kontrolü kaybettiğim anda kafamda alternatifler uçuşuyor. Ya arabaya vuracağım ya da sağ tarafta suların derinleştirdiği hendeğe düşeceğim. İkinci alternatif daha sıcak geliyor gözüme. Minibüsün etrafındaki adamalar kaydığımı görünce kaçışıyorlar. Ayağımı frenden hafif çekip ufak hareketlerle kısa kısa frene basıyorum. Minibüsle aramdaki mesafe gittikçe azalıyor. Artık son çırpınışlarım. Üzerimde paniğin zerresi yok. Kaderine razı büyük bir tevekkül içinde kaymaya devam ediyorum. Belki beş saniyeyi geçmeyen süre önümde uzadıkça uzuyor. Fren pedalından ayağımı çekip hafifçe dokunmalarım bazen yolu kavramamı sağlıyor. An kadar kısa süren bu kavramaların arkasından kısa süreli kızaklamalar ümidimi kırıyor. Geçen gün yukarıda geri geri kaydığım o birkaç saniye şimdiki duruma göre çok daha korkunçtu. Şimdi en fazla arabamın hasar göreceğini düşünüyorum. Ama bu durum bile bütün işi alt üst etmeye yeter görünüyor. Arabasız nasıl idare ederim onca zaman?
Yine de Allah'ın sevgili kuluyum. Bu kaçıncı oluyor bilmiyorum artık. Bu satırları okuyan ne düşünür acaba? Kurgu değil bu yazdıklarım. Ama adeta bir filmin içinde oynuyorum. Her zaman bu kadar şanslı olamam. Sadece iki metre kalmıştı aramda zınk diye durduğumda. Neydi beni orada durduran kuvvet? Tam da kaderime razı olduğum anda... Şans mı, kader mi bu yaşadıklarım? El freni kullanmadığım halde hazır durmuşken el frenini sonuna kadar kaldırıyorum. Tekerlekler kayınca el freninin işe yaramayacağını bildiğim halde.
Aşağı iniyorum. Biraz da korku var içimde. Geçen sefer arabadan indikten sonra kendiliğinden kaymıştı araba. Bu dik yokuşta aynı durum olabilir yine. Minibüsün başında duran adamların yanına gidiyorum. Benim gelişimi görünce kendilerini yana attıklarını söylüyorlar. Biraz geri çıkabilseler zor da olsa yanlarından geçebilirim. Ama onlar araçlarını yerinden oynatamadıklarını söylüyorlar. Arabadan çıkardıkları zincirleri arka tekerleklere takmaya başlıyorlar. Niyetleri zincirleri taktıktan sonra geri geri gidip yokuşun altında bana yol vermek. Fikir güzel de benim araba bulunduğu yerde o kadar sabredecek mi?
Bir ses duyar gibi oluyorum. Yukarıda kar topu oynayan hatunlar Allah vere oyunlarını bitirip dönmeye karar vermiş olmasınlar. Sese kulak veriyorum. İyi, gelen giden yok şimdilik. Ama kim gelirse gelsin beni son anda fark ederse kesin bindirir bana. Yolun en buzlu olduğu yer burası.
Korktuğum başıma gelmiyor. Minibüsün zincirlerini kısa sürede takıp aracı geri geri aşağı indiriyorlar. Ağır ağır virajı alıp kaymadan yokuşu iniyorum. Köyün altı açık. Evden anahtarı alıp geri dönüyorum. Fazlasıyla zaman kaybettim. Ekip kapıda beni bekliyor.
Dönüş yolu sorunsuz olmakla birlikte az önce takıldığım yerden ileri gitmeyi gözüm kesmiyor. Nihat Efendi'nin kapsının önündeki genişlikte arabamı park ediyor, yürüyerek bahçe kapısına geliyorum. Ekip kapıda beni bekliyor. Demir kapıyı açıp giriyoruz içeri. Her taraf bembeyaz. Bahçe içi yolumuz karla örtülmüş yine. Depodan kürekleri çıkarıp kar temizliğine başlıyoruz. Bugün böyle geçecek. Pazar alışverişleri dolaplara yerleştiriliyor. Bugün açığız ama yolumuz kapalı. Geçit vermez yola hangi misafir gelir ki.
Kızım arıyor. "Baba sen şeker hastasısın bak, hocama veriyorum seninle konuşmak istiyor." Bir anda karşımda kızımın hocası doktor hanımı buluyorum. Telefonda uzun uzadıya sohbet ediyoruz. Her gün bir kase yediğim dondurmanın bana zarar vereceğini söylüyor. Dondurmadan vaz geçemediğim için kızım taktik değiştirip hocasını aratıyor bu kez. Bana sigarayı bıraktırmak için yaptığı olağanüstü mücadele geliyor aklıma. "Tamam" diyorum "Bundan sonra dondurma sürmeyeceğim ağzıma. Sigarayı bıraktığım gibi dondurmayı da bırakacağım." Yerine bir şey koymak lazım bunun. Bir şeyi tutturduğum zaman suyunu çıkarmak gibi bir huyum var. Şimdi de ayva yiyorum. Sürekli elimde bir ayva var. Pazardan en kocamanlarından almıştım. Selçuk ayvaları ayva gibi sert değil. Yumuşak, sulu ve lezzetli. Ayva kötüyse, boğazıma takılır, hıçkırık tutar, sinir olurum. Bunlar öyle değil. Hiç ayva yerken görmediğim eşim bile "Bana da, bana da." deyip durmaya başladı.
Muhtar arıyor. Kepçe göndereceklermiş yolu açmak için. "Bekliyoruz ama inanmıyorum artık bu sözlere." diyorum. Biri yine fısıldıyor kulağıma hafiften. "Batı yakasında yeni bir şey yok"
Aşkın ve Adnan Şefler ile birlikte bahçe yolunun üzerinde biriken karları temizlemeye başlıyoruz. Garip bir durum. İzmir'de bu işi yapacağımı rüyamda görsem inanmazdım. Yorucu bir iş bu. Bugün yolu açmamız şart. Bir müddet sonra avluya geçiyorum. Akşama kadar yüzlerce kürek kar atıyoruz. Yine de şaşırtmalarını bekliyorum, kulağım kepçenin sesinde...
Yolumuz kapalı. Muhtarı arıyorum. "Muhtar senin kepçe hala yok ortalarda." diyorum. Söylenip duruyorum. Burası şehrin içi sayılır. Ona da cenaze kaldırıyorlar, makineler o köye sevk edilmiş demişler. Ne cenazesiymiş bu, bütün belediye seferber... Muhtar çaresiz.
Bahçe yolu ile avlumuz kardan temizlendi. Yoldan gelebilseler en az beş araç park edecek yerimiz hazır. Kapıları kapatıp çıkıyoruz. Hava henüz aydınlık. Belediye çalışanlarının mesaisi bitmiş olmalı. Daha kimse gelmez artık buralara.
Eve dönüyorum. Gün boyu kar küremekten her tarafım ağrıyor. Ayaklarım da bileklerime kadar ıslanmış. Gecenin saat on buçuğu. Telefonum çalıyor. Arayan belediyeden bir yetkili. "Nasıl" diyor "Yolunuz açıldı mı?" Kendi kendine açılmaz ki yol. "Gazetenin web sitesine yazdığınız eleştiriden sonra artık bir teşekkür yazısı yazarsınız herhalde." diyor telefondaki ses. Az önce açmışlar yolu güya. Erken erken. Teşekkür mü? Teşekkür etmem diyorum. Dün söz verdiğiniz gibi kar henüz tazeyken açsaydınız elli metrelik yolu o zaman hakkederdiniz teşekkürü. O zaman don yapmaz yolumuz açık olurdu. Şimdi açmışsınız ne yazar. Bugün bahçe içinde yüz metrelik bir yol açtık üç kişi. Yarın altmış metrelik köy yolunu da açardık, ne olacak. Belki de siz bize teşekkür ederdiniz o zaman.
"Batı yakasında yeni bir şey yok." Kulaklarımdan gitmedi bugün bu ses. Aynı tas aynı hamam. Buradaki sözler bizim bildiğimiz sözlerden değil.