KATEGORİLER

14 Ocak 2017 Cumartesi

AJVAR

13/01/2017 Cuma, Tire

Uzun bir aradan sonra güneşi gördük nihayet. Hava sıcaklığı da arttı. Yağışlarının etkisi ile demir kapının yanındaki duvar oturmuş bir miktar. Dün gece zor bela kilitlediğim kapı sabah bir türlü açılmıyor. Şeflerin ikisi birden yüklendikten sonra anahtarı döndürebildik. 

Temizlik işleri bittikten sonra havuz başında bir yandan güneşlenirken bir yandan cevizler kırılıyor. Depodan aldığım budama makasıyla Taş Ev'in yanı başındaki ortancayı budadıktan sonra ben de ekibe katılıyorum. Eşim telefon ediyor. Kendisine eşlik etmemi istiyor. Evden çarşıya az mesafe yok tabii. Üstelik ayağından da rahatsız. Önümdeki son cevizleri ayıklayıp yola çıkıyorum.

Son yağmurlar yolu tahrip etmiş. Aşağı inerken sık sık arabadan inip yolun durumunu fotoğraflıyorum. En kısa zamanda çukurların doldurulması lazım. Eğer belediye bu işe el atmazsa ben yapacağım sanırım. Belediye'de gelsin Taş Ev'i işletsin o zaman. Eskiden Köy Hizmetleri diye bir kurum vardı. Ondan öncesini de hatırlıyorum. Kısaltması YSE olan  Yol Su Elektrik. Bütün bu kurumları yap boz tahtasına çevirdiler. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün her devirde siyaset ile iç içe  olduğunu gayet iyi biliyorum. Seçim zamanı bu kurum aracılığıyla muhtarlara çimento yardımı adı altında rüşvet dağıtırdı iktidar partileri. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü kaldırdıklarında sevinmiştim bu yüzden. Daha sonra kuruma ait bina, ekipman ve ekiplerine vilayete bağlı il özel idareleri sahip oldu. Şimdi ise köy işleriyle sözüm ona büyükşehir belediyelerinin mahalli idareler müdürlükleri ilgileniyor. İt ite it kuyruğuna hesabı. Belediyelerin fen işlerine Muhtarlık İşleri Müdürlüğü adı altında garip bir teşekkül bağlandı, ellerinde ne teknik eleman ne de ekipman var. Onlar belediyenin fen işlerine bağlı bir kaç araçla kar yağdığında cenaze için köy yollarını açıyorlar (!) Kim daha fazla yalakalık yaparsa onun işi görülüyor. Memleketin ta içine ettiler sonuç olarak.

Yolun durumu benim için önemli. Çetin geçen kış koşullarında kar temizliği, buzlanmaya karşı tuzlama ve genel yol bakımı yapılması gerekiyor. Yol dediysem öyle yirmi otuz kilometre gelmesin aklınıza, topu topu bir kilometrelik bir kesim bu. Üstelik şehre en yakın ve turistik bir bölge Kaplan Köyü.

Aşağıda epey oyalanıyoruz. Biyometrik fotoğraf, muhtardan belge alınması vs. Bu arada zincirini değiştirmek üzere bıraktığım ağaç motorunu ve demir korkuluklar için gerekli asma kilitleri alıyorum.

Eşimle birlikte çıkıyoruz yaylaya. Şömine soba yanıyor. Misafirler arasında evlilik yıl dönümünü kutlamak için gelen bir çift var yine. Böyle özel gün kutlamaları için Taş Ev'in tercih edilmesi bir kez daha sevindiriyor beni. Ne var ki rezerve etme alışkanlığı olmadığından her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Hoş geldiniz demek üzere masaya gittiğimizde öğreniyoruz evlilik yıl dönümleri olduğunu. Hemen mumlar yakılıyor, çiçek kurularıyla masa süsleniyor.

Başka bir masada mezelerin tazeliğine, tatlıların güzelliğine methiyeler düzülüyor. Özellikle eşimin menüye yeni dahil ettiği Balkan mezesi "ajvar" ve "trileçe" bu konuda başı çekiyor. Daha ziyade sos olarak bilinen ajvara yapılan ufak dokunuşlar ile servis edilirken üzerine domates kurusunda olduğu gibi tereyağlı ceviz kullanılması bu mezeyi vazgeçilmez kılıyor.      

13 Ocak 2017 Cuma

ŞEHİR YIKANDI

12/01/2017 Perşembe, Tire

Yağmurla başladık güne. Havalar da bana benzedi. Bekliyorsun hiç yağmıyor, sonra bir başlıyor yağmaya hiç durmuyor. Neyse ki öğlene doğru kesildi. Yayla yollarında kardan eser kalmamış. Sadece yollar mı? Bahçedeki kar örtüsünü bile yıkayıp almış yağmur.

Aşkın Şef bugün havasında. Adeta şov yapıyor. Bir biri ardına yaptığı meze çeşitlerini teşhir dolabı almıyor. Eşimin yaptıkları var bir de. İnsan işini severek yapınca böyle oluyor demek. Şehir tertemiz görünüyor. Yağmur yolları, evlerin çatılarını hatta havayı bile yıkamış sanki. Görüş mesafesi oldukça fazla. Dağların çevrelediği her yer rahatlıkla görünüyor.

Genel tuvaletlerin dışındaki lavaboların muslukları donarak çatlamış. Her iki musluk da boydan boya yarılmış. Suyu açınca armatür gövdesinin her tarafından su fışkırıyor. İlk defa görüyorum bunu hayatımda.

Gecenin misafirleri geç vakte kadar oturuyorlar. Dünkü kar küreme işinden dolayı belim ağrıyor. Eğilip kalkarken daha da artıyor ağrılarım. Eve döndüğümde koltuk kollarına alıyor beni. Hemen sızıyorum. Bugün çok yorgunum.

12 Ocak 2017 Perşembe

BATI YAKASINDA YENİ BİR ŞEY YOK

11/01/2017 Çarşamba, Tire

Batı yakasında yeni bir şey yok. Defalarca kulaklarımda çınladı bu ses.

Güle oynaya çıktım evden. Hava güzel mi güzel, pırıl pırıl güneş. Öyle heyecanlıyım ki ekibi bir çeyrek saat önceden başlıyorum toplamaya. İyimserliğim zirve yapıyor. Dün konuşmuştum ya belediyenin ilgili elemanıyla. Hani bana söz vermişlerdi ya yolu açacaklarına. Sonra bir kez daha aramıştı da, yolun durumunu sormuştu ya. Tamam demiştim. Bu sefer beni üzmeyecekler. Gün boyu yağan yağmur, yukarıda kara dönmemişse, yoldaki karı önüne katmış ve ekibe pek iş bırakmamış bile olabilirdi.

Köye gelene kadar yol durumu gayet iyi. Köyün içinde de durum fena değil. Arabayı sapaktan ilk yokuşa vurduğumda yola hiçbir iş makinesinin değmediğini anlıyorum. Sadece bir vasıta geçmiş görünüyor benden önce. Artık işi biliyorum ya. Otomatikten manuele alıyorum vitesi. İkiye takıp ilk yokuşu tırmanıyorum. Bir iki ufak titremeyi saymazsak ilk kritik yokuşu çıkıyoruz. Yolun ilerleyen kısımlarında eğim azaldığı için daha rahat ilerliyoruz. Fatih Beyin damadının evinin önü ikinci kritik nokta. Burada görüş sıfır. Yol dar, üstelik yamaçtan kopan toprak yolun üzerine akmış. Şaşılacak bir durum ama gölgede kaldığı halde karlar neredeyse erimiş. Yolun üzerinden kar suları akıyor.

Nihat Efendinin virajına yaklaşıyoruz. Burası kritik yerler arasında bir numara. Gündüz saatlerinde yolun üzerinden akan sular gecenin soğuğunu yediğinde bir buz tabakası oluşur. Üstelik 300 derecelik bir viraj var burada. Bundan sonra geriye arabayı geçen gün kaydırdığım son düzlük kalıyor.

O da ne, araba patinaj yapmaya başlıyor birden. Kaderin verdiği izin buraya kadar. Zorlamaya gerek yok. Yer buz tamamen. Aşkın Şef, "Cambaz Ali'nin önündeki genişçe alana bırakalım arabayı." diyor. Arabanın içindeki erzakı alıp Taş Ev'e doğru yürümeye başlıyoruz. Yol üzerindeki kar iyice buz halini almış. Yürümek bile zor. Elli altmış metre sonra bahçe kapısına ulaşıyoruz. Dün yaptığım telefon görüşmeleri, yolu açacaklarına dair yetkililerin verdiği sözler geliyor aklıma. Falanca köyde cenaze varmış da bütün iş makineleri oraya sevk edilmiş. Ne cenazeymiş bu anlayamıyorum. Telefon ediyorum yetkiliye. "Hani bizim yolu açtıracaktınız dün akşam?"

Karşımdaki pişkin. "Dün akşam kepçeyi gönderdik oraya, yol açık olmalı" Siyaset böyle bir şey. Yalan, dolan. Kepçenin k si geçmemiş bu yoldan. Bozacı şıracıya veriyor telefonu. "Sizin oraya dün baktık, yol açık." Geriyorlar beni. Aptal yerine koyulmak en sinir olduğum şey. "Bahse konu yol aynı yol ise ben nasıl gidemiyorum 4x4 le?" Ağzıma geleni söylüyorum. Ve anlıyorum ki "Batı yakasında yeni bir şey yok."

"Arabam kaydı kenara çektim, hareket edemiyorum." diyorum. "Aman aman, arabayı siz bırakın gidin, iki saate kadar oraya ekibi yönlendireceğim." diyor. İnanayım mı? "Arabanın yanında bekliyorum." diyorum. "Yok yok, arabanın yanında beklemenize gerek yok, siz işinize bakın." Ne demek bu şimdi? Ben biliyorum, boşuna beklemeyin, size kepçe mepçe göndermeyeceğim.  

Elimi cebime atıyorum. Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. "Anahtar, anahtarlarım yok!" İhtimallerin iyisi arabada cebimden kayıp koltuğun arasına düşmesi. Kötüsü evde bırakmış olmam. Daha da kötüsü bir yerde düşürmüş ya da bırakmış olmam. Aşkın Şef "Ben gidip alayım." diyor. Peşinden gidiyorum. Ekip kapıda kalıyor. Arabada bulamıyoruz anahtarı. Evi arıyorum. Eşim kapının üzerinde bıraktığımı söylüyor. Yapacak bir şey yok. O buzlu yolda geri dönüp anahtarı alacağım. Köy Muhtarını arıyorum. Köyümüzün en büyük mülki amiri. Hani sonra bana haber vermedin demesin. Telefona cevap vermiyor önce. Birkaç dakika sonra dönüyor. Durumu anlatıyorum. İlgileneceğini söylüyor.

Arabama binip birinci vitese takıyorum. Ağır ağır, biraz ürkek karlı buzlu yoldan köye doğru inmeye başlıyorum. Hani karşıdan bir araba gelse yandığımın resmidir. Birkaç yüz metre sonra yolun kenarındaki düzlüklerden birine park ettikleri arabalarının önünde kar topu oynayan iki hanım ve çocukları çıkıyor karşıma. Herkesin derdi başka diyorum içimden. Yanlarından geçip köye bağlanan son viraja doğru yaklaşıyorum. Virajda bir minibüs görünüyor. Bana yol vermek için mi duruyor yoksa park mı etmiş anlamaya çalışıyorum. Minibüsün yanından geçebileceğim kadar yer yok. Asfalt tabakasının altı oyulmuş. Tekeri oraya indirirsem devrilebilirim. Hafifçe frene dokunuyorum.

Park halindeki aracın içinde hiç kimse yok. İki kişi arabanın etrafında dolanıyor. Durmak istiyorum ama kaymaya başlıyorum virajın başında. Kontrolü kaybettiğim anda kafamda alternatifler uçuşuyor. Ya arabaya vuracağım ya da sağ tarafta suların derinleştirdiği hendeğe düşeceğim. İkinci alternatif daha sıcak geliyor gözüme. Minibüsün etrafındaki adamalar kaydığımı görünce kaçışıyorlar. Ayağımı frenden hafif çekip ufak hareketlerle kısa kısa frene basıyorum. Minibüsle aramdaki mesafe gittikçe azalıyor. Artık son çırpınışlarım. Üzerimde paniğin zerresi yok. Kaderine razı büyük bir tevekkül içinde kaymaya devam ediyorum. Belki beş saniyeyi geçmeyen süre önümde uzadıkça uzuyor. Fren pedalından ayağımı çekip hafifçe dokunmalarım bazen yolu kavramamı sağlıyor. An kadar kısa süren bu kavramaların arkasından kısa süreli kızaklamalar ümidimi kırıyor. Geçen gün yukarıda geri geri kaydığım o birkaç saniye şimdiki duruma göre çok daha korkunçtu. Şimdi en fazla arabamın hasar göreceğini düşünüyorum. Ama bu durum bile bütün işi alt üst etmeye yeter görünüyor. Arabasız nasıl idare ederim onca zaman?

Yine de Allah'ın sevgili kuluyum. Bu kaçıncı oluyor bilmiyorum artık. Bu satırları okuyan ne düşünür acaba? Kurgu değil bu yazdıklarım. Ama adeta bir filmin içinde oynuyorum. Her zaman bu kadar şanslı olamam. Sadece iki metre kalmıştı aramda zınk diye durduğumda. Neydi beni orada durduran kuvvet? Tam da kaderime razı olduğum anda... Şans mı, kader mi bu yaşadıklarım? El freni kullanmadığım halde hazır durmuşken el frenini sonuna kadar kaldırıyorum. Tekerlekler kayınca el freninin işe yaramayacağını bildiğim halde.

Aşağı iniyorum. Biraz da korku var içimde. Geçen sefer arabadan indikten sonra kendiliğinden kaymıştı araba. Bu dik yokuşta aynı durum olabilir yine. Minibüsün başında duran adamların yanına gidiyorum. Benim gelişimi görünce kendilerini yana attıklarını söylüyorlar. Biraz geri çıkabilseler zor da olsa yanlarından geçebilirim. Ama onlar araçlarını yerinden oynatamadıklarını söylüyorlar. Arabadan çıkardıkları zincirleri arka tekerleklere takmaya başlıyorlar. Niyetleri zincirleri taktıktan sonra geri geri gidip yokuşun altında bana yol vermek. Fikir güzel de benim araba bulunduğu yerde o kadar sabredecek mi?

Bir ses duyar gibi oluyorum. Yukarıda kar topu oynayan hatunlar Allah vere oyunlarını bitirip dönmeye karar vermiş olmasınlar. Sese kulak veriyorum. İyi, gelen giden yok şimdilik. Ama kim gelirse gelsin beni son anda fark ederse kesin bindirir bana. Yolun en buzlu olduğu yer burası.

Korktuğum başıma gelmiyor. Minibüsün zincirlerini kısa sürede takıp aracı geri geri aşağı indiriyorlar. Ağır ağır virajı alıp kaymadan yokuşu iniyorum. Köyün altı açık. Evden anahtarı alıp geri dönüyorum. Fazlasıyla zaman kaybettim. Ekip kapıda beni bekliyor.

Dönüş yolu sorunsuz olmakla birlikte az önce takıldığım yerden ileri gitmeyi gözüm kesmiyor. Nihat Efendi'nin kapsının önündeki genişlikte arabamı park ediyor, yürüyerek bahçe kapısına geliyorum. Ekip kapıda beni bekliyor. Demir kapıyı açıp giriyoruz içeri. Her taraf bembeyaz. Bahçe içi yolumuz karla örtülmüş yine. Depodan kürekleri çıkarıp kar temizliğine başlıyoruz. Bugün böyle geçecek. Pazar alışverişleri dolaplara yerleştiriliyor. Bugün açığız ama yolumuz kapalı. Geçit vermez yola hangi misafir gelir ki.

Kızım arıyor. "Baba sen şeker hastasısın bak, hocama veriyorum seninle konuşmak istiyor." Bir anda karşımda kızımın hocası doktor hanımı buluyorum. Telefonda uzun uzadıya sohbet ediyoruz. Her gün bir kase yediğim dondurmanın bana zarar vereceğini söylüyor. Dondurmadan vaz geçemediğim için kızım taktik değiştirip hocasını aratıyor bu kez. Bana sigarayı bıraktırmak için yaptığı olağanüstü mücadele geliyor aklıma. "Tamam" diyorum "Bundan sonra dondurma sürmeyeceğim ağzıma. Sigarayı bıraktığım gibi dondurmayı da bırakacağım." Yerine bir şey koymak lazım bunun. Bir şeyi tutturduğum zaman suyunu çıkarmak gibi bir huyum var. Şimdi de ayva yiyorum. Sürekli elimde bir ayva var. Pazardan en kocamanlarından almıştım. Selçuk ayvaları ayva gibi sert değil. Yumuşak, sulu ve lezzetli. Ayva kötüyse, boğazıma takılır, hıçkırık tutar, sinir olurum. Bunlar öyle değil. Hiç ayva yerken görmediğim eşim bile "Bana da, bana da." deyip durmaya başladı.  

Muhtar arıyor. Kepçe göndereceklermiş yolu açmak için. "Bekliyoruz ama inanmıyorum artık bu sözlere." diyorum. Biri yine fısıldıyor kulağıma hafiften. "Batı yakasında yeni bir şey yok"

Aşkın ve Adnan Şefler ile birlikte bahçe yolunun üzerinde biriken karları temizlemeye başlıyoruz. Garip bir durum. İzmir'de bu işi yapacağımı rüyamda görsem inanmazdım. Yorucu bir iş bu. Bugün yolu açmamız şart. Bir müddet sonra avluya geçiyorum. Akşama kadar yüzlerce kürek kar atıyoruz. Yine de şaşırtmalarını bekliyorum, kulağım kepçenin sesinde...

Yolumuz kapalı. Muhtarı arıyorum. "Muhtar senin kepçe hala yok ortalarda." diyorum. Söylenip duruyorum. Burası şehrin içi sayılır. Ona da cenaze kaldırıyorlar, makineler o köye sevk edilmiş demişler. Ne cenazesiymiş bu, bütün belediye seferber...  Muhtar çaresiz.

Bahçe yolu ile avlumuz kardan temizlendi. Yoldan gelebilseler en az beş araç park edecek yerimiz hazır. Kapıları kapatıp çıkıyoruz. Hava henüz aydınlık. Belediye çalışanlarının mesaisi bitmiş olmalı. Daha kimse gelmez artık buralara.

Eve dönüyorum. Gün boyu kar küremekten her tarafım ağrıyor. Ayaklarım da bileklerime kadar ıslanmış. Gecenin saat on buçuğu. Telefonum çalıyor. Arayan belediyeden bir yetkili. "Nasıl" diyor "Yolunuz açıldı mı?" Kendi kendine açılmaz ki yol. "Gazetenin web sitesine yazdığınız eleştiriden sonra artık bir teşekkür yazısı yazarsınız herhalde."  diyor telefondaki ses. Az önce açmışlar yolu güya. Erken erken. Teşekkür mü? Teşekkür etmem diyorum. Dün söz verdiğiniz gibi kar henüz tazeyken açsaydınız elli metrelik yolu o zaman hakkederdiniz teşekkürü. O zaman don yapmaz yolumuz açık olurdu. Şimdi açmışsınız ne yazar. Bugün bahçe içinde yüz metrelik bir yol açtık üç kişi. Yarın altmış metrelik köy yolunu da açardık, ne olacak. Belki de siz bize teşekkür ederdiniz o zaman.

"Batı yakasında yeni bir şey yok." Kulaklarımdan gitmedi bugün bu ses. Aynı tas aynı hamam. Buradaki sözler bizim bildiğimiz sözlerden değil.

11 Ocak 2017 Çarşamba

YAYLADAN KAR MANZARALARI

10/01/2017 Salı, Tire

Sabah randevusuna gecikmemek için saati kurmuştum. Telefonu odada şarja bıraktığımdan dolayı alarm sesini duymasam da on beş dakika sonra kendiliğimden uyandım. Panjurları aceleyle açarken havanın durumunu merak ediyordum aslında. Mutfak penceresinden dışarı baktım. Karşımızdaki yeşil alandaki atlar yoktu bugün. Su birikintileri ve yerlerin ıslaklığı gece yağmur yağdığının işareti... Biraz daha dikkatli bakınca yağmurun çiselemeye devam ettiğini fark ediyorum.


Hemen hazırlanıp evden çıktım. Şehrin merkezinde meşhur pazarın kurulduğu gün bugün. Park yeri bulmak neredeyse imkansız. Ticaret Odasının yakınlarında boş bir yer bulabilsem iyi olacak. Büyük Şehir Belediyesinin mahalli işlere bakan müdürlüğü Ticaret Odasının hemen yanında. Tam girebileceğim kadar bir yer görüyorum yolun kenarında. İleriden dönüp yanaşıyorum. Arabayı park edip tam kapıdan aşağı adım atarken biri geliyor yanıma. Kamyon yanaşacakmış arabayı koyduğum yere. Yurt İçi Kargo servisinin önüymüş park ettiğim yer. Tartışmaya mahal yok. Arabama binip yeni yer arıyorum.

Her hafta aynı dert. Pazar alışverişi yapacağız bir de. Herkes halinden memnun, bir bana mı batıyor bu durum? Epey gittikten sonra yüksek bir kaldırımın üzerine çıkıyorum. Normal bir araba bunu yapamaz. Büyük Şehir Belediyesine ait binaya girip müdürü soruyorum danışmaya. İleride bir grup adamı işaret ederek, "İşte orada." diyor görevli. Grup kendi aralarında bir şey tartışıyor. Yanlarına yaklaştığımı görünce susup bakışlar birden bana dönüyor. Aradığım kişinin adını söyler söylemez içlerinden en uzun boylu olanı bir adım öne atılıp "Evet, benim." diyor. Kendimi tanıtıyor, Belediye Başkan Yardımcısının dünkü telefonunu hatırlatıyorum. "Evet, hatırladım. Buyrun yukarı çıkalım." diyor. Odasına geçiyoruz. Genç bir arkadaş. Güven veriyor. Yolların durumundan bahsediyorum. Uzun sayılabilecek bir sohbet ortamı doğuyor. Saygıyla dinliyor beni. İlgileneceğini söylüyor. Not alıyor. Teşekkür ediyor ve yanından ayrılıyorum.

Saate bakıyorum. Daha buluşma saatine on beş dakika var. Yağmur şiddetini arttırmaya başlıyor. Aşkın ortalarda gözükmüyor. Kasabın önünde bir on beş dakika daha bekliyorum. Yağmur dinecek gibi durmuyor. Kasap yaylanın durumunu soruyor. "Çok kar var mı yukarıda?" Yine mi kar. İnşallah yağmamıştır diyorum içimden. Şehirdeki sağanaktan medet umuyorum. "Belki yukarıda da yağmur vardır. Henüz çıkmadım yukarı."  

Aşkın Şef karşıdan görünüyor nihayet. Birer çay içiyoruz karşı kahvede, bir ihtimal yağışın biraz olsun hafifleme umudunu taşıyarak. Yağmur hiç oralı olmuyor bekleyişimizden. Bardaktan boşanırcasına yağıyor. Caddeler, sokaklar dere olmuş akıyor. Birer çay daha içtikten sonra çaresiz çıkıyoruz dışarı. Pazarcıların kurduğu branda ve naylon tentelerin altına gizlenerek ilerlemeye çalışıyoruz. İki kişi olunca daha çabuk bitiyor işimiz. Köşedeki Aygaz bayiine koyuyoruz eşyaları. Gidip arabayı getiriyorum.

Yayla yoluna çıkıyoruz. Kaplan Köyüne yaklaşırken beyaz örtü başlıyor. Henüz köye varmadan yollar kar tutmuş. Köyü ilk kez bu kadar yoğun kar altında görüyorum. Kızım arıyor telefonla. İzmir'de lapa lapa kar yağıyormuş. İnanılacak şey değil. Köyü geçtikten sonra bir kilometre kadar daha yolumuz var. Şu son yağmurlardan sonra delik deşik olan yol işte. Sapaktan yokuş yukarı çıkacakken bir an tereddüt ediyorum. Sadece bir araba geçmiş sanki yoldan. En az yirmi santim kar var yolda. Şansımı denemek istiyorum. Bu sefer vitesi manuele alıyor, üzerinde "winter" yazan düğmeye bastıktan sonra ikinci vitesle hareket ediyorum. Aracın göstergelerinde "winter" ışığı yanıyor. Bu düğmenin ne işe yaradığını tam bilmesem de zararı olmadığından emin gibiyim.   

Çukurlar karın altında kaybolmuş. Hava sıcaklığı sıfırın üzerinde olduğu için henüz kar yumuşak. Bu yol temizlenmezse gece ne olur, düşünmek dahi istemiyorum. Dün konuştuğum belediye yetkilisini arıyorum yine. Yolun durumu hakkında bilgi veriyor ve ilgilenmesini rica ediyorum. Yarın restoranımız yeniden faaliyette olacak. Hiçbir şey onu bu kararımızsan alıkoyamaz artık. Eski patronlarımdan birinin lafı geliyor aklıma. "Kar değil başınıza taş yağsa o iş devam edecek."

Yaylada bahçe kapısına kadar sorunsuz geliyoruz. Kapının önü karla kaplı. İçeri girmeyi gözüm yemiyor. Kapıyı açıp pazardan aldıklarımızı içeri taşıyoruz. Her taraf bembeyaz. Güzel bir görüntü ama beni esas düşündüren Taş Ev'e giden yolun kardan temizlenmesi. Gece don yaparsa işimiz daha da zorlaşacak.

Zeytin'e ve tavuklara yiyecek veriyor Aşkın Şef. Malzemeleri yerleştirdikten sonra kapıları kilitleyip ayrılıyoruz. Tek dileğimiz aşağıda yağan yağmurun gece yaylada da yağması ve yollarda biriken karı süpürmesi.

Eşimin MR çekimi var bugün. Tam zamanında arıyor. Pazardan aldığım balığı eve bırakıyorum. Sonra onu evden alıp birlikte hastaneye gidiyoruz. Yağmur durmaksızın devam ediyor. Akşama yine ziyafet var. İnsanın sevdiği yemeği hazırlayıp keyifle yemesi ne güzel. Balık işleri bende ama eşim boş durmuyor. Yeni mezeler, tatlılar deniyor. Ayva tatlısı süper olmuş. Bu işi biliyor bilmesine ama kendini yormaması lazım.  Doktor "Ayakta fazla kalmayın, dinlenmeniz lazım." dedi ya, o tam tersini yapıyor. Off, ne dik kafalı karım var. 

9 Ocak 2017 Pazartesi

VEBAL: VİCDANİ YÜK

09/01/2017 Pazartesi, Tire

Bugün resmi kurumlar çalışıyor. Devlet memurlarının şansından mı yoksa bizim şanssızlığımızdan mı bilinmez ne zaman ki onlara ihtiyaç var o gün ya hafta sonudur ya da bayram tatili. Çoğu zaman bayramın ilk günü hastalandığımı hatırlarım. Acilde vurulan iğne o an için acıları dindirse de bayramın bitmesi beklenir tedavi için. Bekleyecek durumu olmayanların vay haline.

Belediyeye gittim, önce Fen İşleri Müdürü ile görüştüm. Belediyenin internet sitesine Kaplan yolunun durumunu anlatan bir dilekçe yazdığımı söyledim. Gençten bir çocuk. Bu işlere Muhtarlık İşleri Müdürlüğünün baktığını, dilekçemin de oraya gitmiş olabileceğini söyledi. Koridorun sonundaki odaya yönlendirdi. Teşekkür edip ayrıldım yanından.

Koridorun sonunda iki oda var. Kapısının açık ancak içinin boş olduğu odanın kapısında Muhtarlık İşleri Müdürlüğü yazıyor. Hemen yanında diğer bir odada yedi sekiz kişi var. Kapısında muhasebe yazıyor. Köşedeki masada oturan hanımefendi ilgili. Telefon edip müdürü arıyor. Müdire dersem daha doğru sanırım. Aradığı üç dört yerden sonuç alamıyor. İçeri buyur ederek oturmamı istiyor. Karşı masalardan birisi merakını yenemeyip konuyu soruyor. Kendimi tanıttıktan sonra Kaplan yollarının şiddetli yağıştan sonra tehlikeli bir duruma geldiğini, görüşme konusunun bu olduğunu anlatıyorum. Taş Ev lafını duyunca genç kızın yüzünde bir gülümseme beliriyor. "Şimdi hatırladım, biz gelmiştik Taş Ev'e" diyor.

Beş dakika sonra geliyor müdire hanım. Yolun durumu nedeniyle restoranı  kapatmak zorunda kaldığımızı söylüyorum. O da bana dağ köylerinde karla mücadele kapsamında bütün araçların seferber olduğunu anlatıyor. Belediyenin internet sayfasına yazdığım dilekçenin eline henüz geçmediğini, birkaç güne kadar kendisine ulaşabileceğini söylüyor. Şaşırıyorum. Şehir merkezine en yakın köylerden biri Kaplan. Dağ köylerine ihtimam gösterilmesine diyeceğim yok ama şehir merkezi sayılabilecek bir noktada hayati önem arz eden yol kusurlarını kulak arkası etmek de kabul edilemez. Çukurköy' deki ekibi arıyor. Dönüş yolunda Kaplan üzerinden gelip yolun fotoğraflarını çekmelerini istiyor. Ekip Başı "Dönüş yolumuz üstünde değil." diyor. En geç yarın konuya el atacağına söz verirken Belediye Başkan Yardımcısı ile konuşmamı öneriyor bir de.

Bir kat yukarı çıkıyorum. Beyefendi odasında yalnız. Kendimi tanıtıyorum. Hatırlıyor beni hemen. Konuşmayı seviyor ama ben çözüm için yanındayım. Büyükşehir Belediyesine bağlı Mahalli İdareler Müdürü ile görüşürsem daha kolay çözüm bulunabileceğini söylüyor. Telefon edip benden bahsedecek. Bir türlü olmuyor. Telefon geliyor. Bilmem ne köyünün yolu bozulmuş. Telefon biter bitmez kapıdan içeri doğu şiveli iki adam giriyor. Onların yolu da bozulmuş bu son yağışlarda. Yolları dere yatağına dönmüş. Karayollarının bir menfezi yola açılıyormuş. "Karayollarına müracaat edeceksiniz." diyor. "Sizin işe ancak onlar bakar." Adamlar "Başkanım müracaat etmez miyiz? Tam iki yıldır ha bugün, ha yarın geleceklerini söylüyorlar ama ne gelen var ne giden." Tam bana sıra gelecek diyorum, telefonu çalıyor yine. Falanca köyün elektrik direkleri devrilmiş, iki gündür köyün elektriği yokmuş. Neredeyse yanından kalkıp gidesim geliyor. Telefonda konuyu uzattıkça uzatıyor.

Nihayet benim telefonuma geliyor sıra. Mahalli İdareler Müdürünü arıyor. Benden ve yolun probleminden bahsediyor. Yanına gelip kendisine ayrıntılı bilgi vereceğimi söylüyor. İzmir yolundaymış müdür. Yarın saat dokuz için randevu veriyor. 

Kaplan yoluna çıkıyorum. Bu sefer birkaç fotoğraf çeksem iyi olacak. Yolun kenarındaki ilk çukurda duruyorum. Telefonum çalıyor. Arayan belediyenin Muhtarlık İşleri Müdürlüğünden bir yetkili. Taş Ev'in önündeymiş. Bekleyin hemen geliyorum diyorum. Bu ekip "Yolumuzun üstünde değil, gelemeyiz." diyen ekip olmalı. İsteyince geliniyor, yeter ki niyet olsun.

Birkaç dakika sonra ekibin yanına varıyorum. Dağ köylerindeki sıkıntılı durumları anlatıyor ekibin başındaki arkadaş. Belediye meclisi üyesi görevinde bulunduğunu söylüyor. İşin içine siyaset girince bazı işler daha kolay halloluyormuş. Ama ben siyaseti daha farklı biliyorum. Çok söz az icraat. Dağ köylerinin birinden çektiği fotoğrafı gösteriyor telefonundan. "Yani sizin bu yol da bir şey mi?" dercesine. Gelin size göstereyim riskli yerleri diyor, önlerine geçiyorum. Yamaçlardaki hendeklerin greyderle açılması lazım. Yoksa yolu ne kadar onarırsan onar ilk yağışta yine aynı tahribat olacaktır. Menfez dolgularının yarısı açılmış. Korkuluk diye bir şey yok. Vatandaş cılız çalılarla işaret koymuş geçen vasıtalar düşmesin diye. Öyle bir yer ki burası eğer buradan bir araç düşerse kaç metre aşağı yuvarlanacağı bilinmez. "Büyük iş bu" diyor baş yetkili. "İhale edilmesi lazım burasının. Mevsim de müsait değil. Bak iki gün sonra kar geliyor yine."

"Şimdi siz bu tehlikeleri gördünüz ya, artık vebali üzerinizde." diyorum. "Ben görevimi yaptım. Hemen mi harekete geçersiniz sıraya mı koyarsınız size kalmış." Onlar bir yere yetişmek peşinde diğer çukurları görmüyorlar bile. Yanımdan geçip uzaklaşıyor arabaları. Bense geri dönüp bahçeye giriyorum. Zeytine yemeğini veriyorum. Taş Ev'i kapatalı beri o da kuru ekmeğe talim. Su kabı buz tutmuş. Buzu kırıyorum. Kana kana su içiyor. Genel tuvaletlerin dışarıda kalan lavabo çeşmeleri donmuş. İçeridekiler çalışıyor neyse ki.

Rezervasyon telefonlarından ve onlara verdiğim cevaplardan bahsetmeyeyim bugün. Yazımı okuyan eşim yine başlamasın söylenmeye.  

KÖTÜ ve GÜZEL

08/01/2017 Pazar, Kuşadası
İlk bakışta ne düşünür insan? Pazar günü, Kuşadası... Kışın ortasında bir kaçamak? Yok, yok durum hiç de sandığınız gibi değil. Gökyüzü pırıl pırıl, hava güneşli. Hava sıcaklığı fazla yüksek olmasa da güneşin değdiği yer ısıtıyor insanı. Böylesine harika bir gün benim kabusum oluyor. Meteorolojinin kurbanı oluyorum hayatımda ilk kez... 

Sabahtan beri eşimle "Nasıl olur da hafta sonu kapatırsın restoranı?" muhabbeti yapıyoruz.  Hiç bir gün hava sıcaklığının düşmesini, güneşin çekilip kara bulutların gelmesini, karın yolları kapatmasını bu kadar istememiştim. Tam aksine her geçen saat hava daha da güzelleşiyor. Birbiri ardına gelen telefonlar aramızdaki tartışmayı daha da alevlendiriyor.
"Taş Ev Restoran mı?"
"Evet, buyurun."
"Biz İzmir'den kahvaltı için gelmiştik. Şu anda kapınızın önündeyiz ama kapı kapalı (!)"
Canım sıkkın. Sen kalk yüz kilometre yol gel. Ve kapı duvar. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Dün gece facebook sayfamızda bir duyuru yapmıştım yapmasına ama herkes onu okumak zorunda değil. Durumu fark eden eşim söylenip duruyor, "Gördün mü bak?" dercesine. Ne demeli, ne demeli.
"Çok üzgünüz, kusura bakmayın, cuma günü aşırı yağış yolları tahrip etti. Kocaman kocaman çukurlar oluştu. Meteoroloji don olur gece deyince... "
"Kapalısınız yani, peki kahvaltı edebileceğimiz başka yer var mı yakınlarda?"
Bir kaç yer söylüyoruz. Dün gördüğümüz kadarıyla yollar gerçekten büyük tehlike arz ediyordu. Dayanamayıp soruyorum.
"Yol durumu nasıl, kötüydü değil mi?"
Verilen cevap bir kez daha yaralıyor yüreğimi.
"Yok canım, o kadar da kötü değil."

Derken bir telefon daha. Bu sefer arayan Tire'den. Açık olup olmadığımızı soruyor telefondaki ses. Güneş dışarıda ortalığı aydınlatıyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum." Kusura bakmayın." sözcükleri dökülüyor dudaklarımdan, kapalı olmamızın nedenini anlatmaya çalışıyorum. "Hiç mekan kapatılır mı? Hem de pazar günü." diyor eşim. Ben de aynı fikirdeyim. Ama kapattık işte. Allah kahretsin. İnsanlar kapıdan dönüyor. İnsanların çoğu rezervasyon yaptırmıyor burada. Bir kişi rezervasyon yaptırırsa on kişi rezervasyonsuz. Kim bilir kaç kişi döndü kapıdan.

Aşkın Şef arıyor. Yukarı çıkacaksam tavuklara bakmak için onu da alayım diye. Eşim dayanamıyor, "Topla personeli, gidelim açalım." Facebook sayfasında duyuru yapmıştım diyorum. Sakinleşecek gibi değil. "Ne olursa olsun, kaldırırsın duyuruyu, insanların kapıdan dönmesi hiç hoş değil."

Personeli arıyorum. Ekibin yeni elemanı hazır olduğunu söylüyor. "Aşkın Şef de beni evden alırsınız." diyor. Adnan Şef'in telefonu çalıyor ama cevap vermiyor. Ben hala kararsızım. Aslında kararlıyım. Verilen karar yanlış bile olsa kararsız kalmamak konusunda kararlıyım. Neden hava bu kadar güzel? Adnan Şef'ten haber yok. Belki de eşini alıp güzel havanın tadını çıkarmaya gitmiştir. Boşuna bekliyorum dönüşünü. Hala verdiğim kararın peşindeyim, hatalı olsa da. "Hava karardıktan sonra misafirler çukurları göremeyecek, başlarına iş açacaklar." diyorum. Eşim "Peki, o zaman ne halin varsa gör." diyor. Tekrar personeli arıyor, ilk karara döndüğümüzü söylüyorum.

Eşimle birlikte evden çıkıp Aşkın Şefi alıyoruz. Kaplan yokuşunda trafik yoğun. Kış aylarında güneş yüzünü göstermesin hele. Bütün şehir ayaklanır burada. Bahçe kapısından giriyoruz. Zeytin'i serbest bırakıyor, ona yemek hazırlamaya başlıyorum. İçeri bir araba giriyor. Sonra bir tane daha. Kapalıyız demenin hiç bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Gelenlere kahve ikram ediyoruz. Bir an önce kapıları kapatıp çıkmak istiyoruz. Bir kaçış sanki bu. Ama olmuyor. Bir araba daha giriyor içeri ben Taş Ev'in kapısını kilitlerken. Aşkın Şef söylüyor kapalı olduğumuzu bu kez.

Bundan sonra biz Taş Ev'e gidebiliyorsak eğer, asla kapatmayacağız iş yerini. Kızımı arıyorum birlikte bir yerlere gidelim diye. Yolda olduğunu söylüyor. Kısa bir süre sonra o arıyor. Eşim alıyor telefonu. "Bu vakitten sonra İzmir'e gidecek halim yok." diyor. Konu aynı. Beni kızıma şikayet ediyor. Canım sıkılıyor artık bu muhabbetten. Kızım "Eğer gittiğim yeri kapalı görürsem bir daha hiç gitmem." demiş. Bu tahrik edici cümle konuyu yeniden alevlendiriyor. Sadece eve gitmemek için Selçuk yönünde ağır ağır ilerliyoruz. "Tamam" diyorum. "Hata yaptım, ama yapacak bir şey yok." Konuşmuyoruz artık bu konu üzerinde.

Kuşadası'na çeviriyoruz yönümüzü. Orada karnımızı doyurup hemen dönüş yolculuğuna başlıyoruz. Hava güneşli. Bu saatlerde hava sıcaklığı sıfırın altında üç dört olmalıydı. Saat akşam beşe doğru arabanın dış hava sıcaklık göstergesi artı dört dereceyi gösteriyor. Dönüş yolunda Belevi pazarında alışveriş yapıyoruz. Oradan çıkıp yol üzerindeki Belevi Gölünün fotoğrafını çekiyorum. Hayatımda ilk kez böylesine güzel bir gün benim için kabir azabına dönüyor.
 

7 Ocak 2017 Cumartesi

KARARSIZ BİR DURUM

07/01/2016 Cumartesi, Tire

Her zamanki gibi yola çıkıyoruz. Kafamda bir sürü senaryo. Aşırı yağıştan sonra yollarda ve yaylada bizi bekleyen olası hasarlar, Taş Ev'in durumu. Köyden yukarı doğru ilerliyoruz. Dün derelerin aktığı yolun üzerinde selin getirdiği taş, toprak birikintileri üzerinden geçiyoruz. İlk yokuşu tırmandıktan sonra yol kenarlarındaki hendeklerin yamaçlardan akan malzemeyle dolduğu görülüyor. 

Hava sıcaklığı sıfırın üzerinde. Gece iyice düşmesi bekleniyor. Dağ köylerinde kar yolları kapatmış. Dün gecenin çılgın sel suları yol kenarlarında derin çukurlar açmış. Bu çukurlar çok büyük tehlike. Gece bunları fark etmek neredeyse imkansız. Hele yağmur suları ile dolduğunda derinliğini tahmin etmek oldukça güç. Menfez geçişlerinde dolguların yarısı göçmüş, zaten dar olan yol daha da daralmış. Taş Ev'e yaklaşırken durum daha da kötüleşiyor. Keskin virajın bulunduğu evin önünde heyelan meydana gelmiş. Yolun yarısı malzemeyle kapanmış. Yol sathı üzerinde hızla akan sel sularının meydana getirdiği çukurlar artıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse daha fazlasına hazırlıklıydım. Dün geceki yağmuru gördükten sonra azgın suların geçtiği yolun bazı bölümlerinde çok daha ciddi hasarların olabileceğini, hatta yer yer ulaşım imkanının ortadan kalkacağını bekliyordum.

Dün gece bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında bahçe kapısının kilidine soktuğum anahtarı bir türlü döndürememiştim. Bu yüzden gece boyu açık kaldı demir kapı. Bu afatta kim gelirdi ki kapıya. Hem içeride kahraman Zeytin'imiz var nasıl olsa. Sabah kapıyı açarken gündüz gözüyle biraz daha zorladım. Anahtar bütün çabama rağmen yine dönmedi. Taş duvarın alt kısmı dünkü yoğun yağışa dayanamamış bir miktar oturmuş olmalı.

Bahçe girişinin kapısını güçlükle sürdüm. Rayın üzeri akan toprak ve mille yer yer kapanmış. Taş Ev'in kapısını açtım. İlk bakışta ciddi bir hasar görünmüyor. Sadece teras ile salon arasındaki derzden bir miktar su akmış vitrin dolabının üstüne. Depo olarak kullandığımız konteynırlardan birinin anahtarı dönmüyor. Altındaki dolgu oturmuş onca yağmurdan sonra. Sanayiden bir kriko bulup altını desteklemeli.

Hayatımın hiç bir döneminde bu kadar sık hava durumuna baktığımı hatırlamıyorum. Hafta sonu ve haftanın ilk günleri aşırı soğuk, kar, yağmur ne ararsan var görünüyor. Muazzam bir kararsızlık... Bu soğukta, bu yolları aşıp kim gelir Taş Ev'e. Hiç kimse gelmese de açık tutmak mı gerekir yoksa? Ya gelen misafirlerden biri bize gelirken arabasının tekerleği o koca çukurlardan birine düşse daha mı iyi? Ya da gece akan sular donar da yollar buzlanırsa... Onca insanın vebali az mı? Beş günlük hava tahminleri saat başı değişiyor. Halen hava sıcaklığı iki derece. Her saat süratle düşüp sıfırın altına gireceği tahmin ediliyor. Hele pazar gecesi sıfırın altında on bir derece olacağını bildirenler var. Her geçen saat en düşük hava sıcaklığı değişiyor. Gece sıcaklığın sıfırın altında sekiz olması sıfırın altında on bir olmasına göre ne kadar daha iyi?

Bahçede hava tertemiz. Üşümüyorum. Hafif kar atıştırıyor. Tamam artık kararımız kesin. Kapatıyoruz. Vitrin dolapları temizlensin. Eve alacaklarımızı alalım. Çarşamba gününden sonra yağmurlu görünse de sıcaklık artmaya başlıyor. O zamana kadar yollar da onarılır belki.

Eşim odamızdaki fazla eşyaları topluyor. Aşkın Şef vitrin dolabını boşaltıyor. Zeytin bu işten en kazançlı çıkanı. Ona güzel bir ziyafet sofrası hazırlanıyor. Şef, yanına bir de otuz beşlik koyalım mı? diye espri yapıyor. İçimde kapatmanın verdiği huzursuzluk ile doğru olduğunu düşündüğüm karar çarpışıyor.

Bu arada ben de yanıma bir keser ve ahşap kamalar alıp ana kapıya gidiyorum. Kapıyı çerçeveleyen profil ile taş duvar arasını beslersem kilit çalışmaya başlayacak sanırım. İki tane kamayı araya çakıyorum. Kilit içinde anahtar rahatlıkla dönmeye başlıyor.

Alacağımızı alıyor, yola çıkıyoruz. Eşimi eve bıraktıktan sonra Aşkın Şefle birlikte sanayiden bir kriko temin ediyoruz. Vakit kaybetmeden yaylaya dönüyoruz yine. Konteynırı altına yerleştirdiğimiz krikoyla kaldırıp altını besliyoruz. Kapının kilidi çalışmaya başlıyor.

Bir ara güneş çıkıyor. Eşim telefon ediyor, "Kapatmakla hata ediyoruz." diyor. Şüphesiz haklı olabilir. Ama biz hava durumu gibi karar değiştiremeyiz. Birazdan kar yağmaya başladığında "Keşke kapatsaydık." mı diyeceğiz? Mayıs ayına geliyor Ramazan. Buraların en güzel ayı. Bu soğuk havalarda kapatıp Mayıs ayında açmak daha iyi sanki.

Velhasıl bu yıl tecrübe yılı. Öğleden sonra misafirlerden biri telefon ediyor. "Kapıya kadar geldik, kapalıydı kapınız." Üzülüyoruz. Henüz duyuru bile yapmadık Facebook sayfamızdan. Eve döndüğümde hemen bir duyuru hazırlıyorum. Çarşamba gününe kadar hava ve yol şartlarından dolayı misafirlerimizin emniyetini düşünerek kapalı olacağımızı belirtiyorum.  

Böyle iç karartıcı, kararsız durumlarda derin bir nefes alıyorum. Doğru karar verdiğimizi umuyorum. Eşim hala "Yarın kahvaltı için misafir gelirse ne yaparız? diye soruyor. Haksız değil bir yönden. Ta kalkıp İzmir'den geliyorlar. Ben meteorolojinin yalancısıyım. Eksi beş derecede hem de bu yollardan gelen olur mu ki? Kapatmasa mıydık?