KATEGORİLER

24 Şubat 2017 Cuma

GOLDEN

23/02/2017 Perşembe, Tire
Sabah yukarı çıkarken bize mutfak işlerinde yardımcı olacak bir elemanı alacaktık yanımıza. Onu bize öneren esnaf vatandaş "Valla geleceğim dedi ama gelmedi." deyip devam ediyor, "Boş ver onu, daha iyisini buluruz." Oysa daha dün sabah işte nasıl tecrübeli olduğunu, çalışmaya ihtiyacı olduğunu ballandıra ballandıra anlatmıştı. Şaşırmıyorum artık bu durumlara. Sözün peynir ekmek gibi yendiği başka bir yer görmedim. Bu marazi olayın sosyolojik bakımdan incelenmesi gerektiğine inanıyorum. Küçük yerleşim yerlerinin özelliği midir bu? Eşim otuz yıl önce her şeyin farklı olduğunu söylerken zamanla halkın bir bölümünün yozlaştığını düşünüyor.

Bir taraftan temizlik işleri devam ediyor, Aşkın Şef ise mutfakta meşhur şiş köftelerini hazırlıyor. Şömine sobamız aç kurtlar gibi kocaman kütükleri yutarken odun stokumuz  hızla azalıyor. Bugün de yakacak odun için hazırlık yapmam lazım.

Şefe personel için çoktandır yapmadığı kremalı mantarlı spagetti hazırlamasını söylüyorum. Kısa süre içinde hazırladığı, üzerinde dumanları tüten koca bir tepsi makarnanın yaydığı koku iştahımızı kabartıyor. Oturup afiyetle yiyoruz.

Yaşam biçimine dönüşmüş yaygın bir inanç var halkımız arasında. Perşembe akşamlarına cuma akşamı deyip alkol almıyorlar. Haftanın altı günü su gibi içki içen insanımız bir günü yaratıcıya tahsis ediyor. İnancı gereği günaha girmemek için alkolden uzak durmayı anlayabilirim. Ne var ki bu yasağı haftanın belli bir gününe indirmek hangi kitapta yazılı bilmiyorum. Artık o hale gelmiş ki, insanlar birbirinden çekinir hale gelmiş. Adamın o akşam içki içmek istiyor canı, fakat toplum baskısını, "Cuma akşamı içki içerken görmesinler." korkusunu yenemiyor. Bu nedenle dünkü yoğunluk yok bu gece. Dün kapanış saatimiz bir sonraki güne taşarken bugün saatinde kapatıyoruz mekanı.

Geceyi golden ile birlikte geçirmiş kızım. Ona güzel bir ad bulmak lazım. Bebek mamaları ile besleniyor şimdilik. Yarın sabah oğlumun yanından dönen eşim benden önce görecek bu şirinlik muskasını.

23 Şubat 2017 Perşembe

EN ÖNEMLİ SORUNUMUZ SONA ERDİ HAMDOLSUN

22/02/2017 Çarşamba, Tire

Bugün sabah bir vesile ile Fırat'ın küçük kızını gördüm. Çok şirin bir şey. Babasını görünce gözlerinin içi gülüyor. Üşümesin diye eve kömür bıraktık. Yaylaya çıkıp bahçeden içeri girer girmez bir tuhaflık sezdim. Şefin tavukları kümesin dışında dolaşıyordu. Taş Ev'in kapısını açmadan oraya yöneldik. Dışarıda dolaşan tavuklardan biri eksik. Hemen dünkü köpekler geldi aklıma. Aç köpekler yine tavuğun birini parçalamış. Neyse ki diğerleri kurtarmış canını. Kümesin köşesindeki teli aralayıp içeri girmiş olmalı köpekler. Bahçeyi çevreleyen tel çitte de açılmalar var. İlk işimiz onları kapatmak olmalı.

Öğlen bir bankanın müdürü misafir getireceğini söylemişti. Çok geçmeden geldiler. Onların kalkmalarının ardından Aşkın Şef işini bitirir bitirmez bahçenin alt tarafına iniyoruz. Fırat gelen misafir olursa haber verecek bize. Büyük bir  gediği kapatmak için rüzgardan devrilen bir ağacın gövdesinden yararlanıyoruz. Yanımda götürdüğüm ağaç motoru ile dalları kesiyorum. Güzelce kapatıyoruz boşlukları. İkincisine geçmeden Fırat arıyor, misafir geldiğini haber veriyor. İşi bırakıp çıkıyoruz yukarı. Akşam rezervasyonları geliyor. Arnavut ciğeri çok rağbet görüyor bu aralar. Şef ciğer alınacağını söylemeyi unuttuğu için bir kez daha şehre inmem gerekiyor. 

Şehirden çabuk dönüyorum. Kızım dört haftalık bir golden retriever almış biraz büyüdükten sonra bize bırakacak. Whatsapp tan resimlerini gönderiyor, şirin mi şirin.

Taş Ev'in misafir portföyü tam istediğim gibi gelişiyor. Bu akşam bir düğün yemeği, bir evlilik yıl dönümü ve bir de doğum günü kutlama yemeği. Özel günler için tercih edilen mekan oldu Taş Ev.

Esnaf piyasada kriz yaşandığına işaret ederken işlerin eskisi kadar iyi olmadığını söylüyor. Bundan biz ne kadar etkileniyoruz? Etkileniyor muyuz? Anlamamız mümkün değil. Biraz daha zamana ihtiyacımız var. Kızım whatsapp tan ufaklığın resimlerini göndermeye devam ediyor. Ona güzel bir isim bulmalıyız. Anneannesi onu biberonla beslediğinden süt annesi oluyormuş.

Gelen misafirler havalar ısınınca tesisi genişletmek, kapasiteyi artırmak zorunda kalacağımıza işaret ediyor. Ben ise ısrarla buna karşı olduğumu söylüyorum.

Haberlerden izlediğime göre Türkiye'nin en büyük sorunu çözülmüş. Bu konuda yıllardır mücadele eden hükümetimizi kutlamak gerek. Türk Silahlı Kuvvetlerinde bundan böyle kadın subay ve astsubaylar baş örtüsü takabilecek. Ülkemizde demokrasi adım adım gelişiyor (!) Ümit ediyorum ki bazı komutlar da en kısa zamanda değiştirilir ve ülkemizin bir ayıbı daha temizlenmiş olur. Mesela komutan ya da önemli bir misafir birliği ziyaret sırasında ne diyor askere hitaben? "Merhaba Asker." Ne kadar gerici bir söylem, bakar mısınız? Hükümetimizden beklentimiz bu tür komutlardan dilimizi arındırması. İnsanın içinden kabaran iman duygusu yansımalı bu tür diyaloglarda. "Selamün Aleyküm Asker." diye seslenmeli ziyaretçi büyüğümüz. Askerimiz avazı çıktığı kadar bağırmalı "Aleyküm Selam" derken. Bak işte o zaman göreceksiniz. Ne şehit cenazesi gelecek, ne de kadına şiddet uygulanacak. Kişi başına düşen milli gelirimiz tavan yapmazsa ne olayım?

Biz kadın askerin başını örtebileceğine dair devrim niteliğinde karar çıkartırken elin uğraştığı şeye bakın. NASA, galaksimiz dışında insan yaşamı için uygun olabilecek yedi gezegen keşfetmiş. Bu tür ıvır zıvır şeylerle uğraşacaklarına gitsinler önce ordularına biraz iman aşılasınlar.

Keten helva yandıkça yanıyor. Güzel yurdum her geçen gün milli şuurunu kaybederken Araplaşıyor. Atatürk bu ülkeye fazlaymış meğer.


22 Şubat 2017 Çarşamba

YANDI GÜLÜM KETEN HELVA

Uzun zaman oldu sohbet etiketiyle yayın yapmayalı. Ülkemizde yapılan siyaseti etik bulmuyorum. O yüzden siyasetle aram iyi değil. Bu ülkede siyaset deyince halkı aptal yerine koyacak derecede aldatma, iktidara gelince çevresini ve destekçilerini ihya etme, halkın ve ülkenin çıkarlarını değil de iktidarını koruyan partililer, iktidara gelmeyi projeler üreterek değil, iktidarın hatalarını öne çıkarmak suretiyle sağlayacağını düşünen muhalefet, çarpık parti içi demokrasi, liderler sultası, menfaat gördükleri ya da gazabından korktukları iktidarın kulu kölesi olmuş medya organları, yüksek öğrenim kurumları, asker, yargı ve siyasi kişilikler geliyor aklıma...

Yaklaşan referandum ile ilgili olarak düşüncelerimi aktarmak ve bu kadar iğrenç gördüğüm siyaset üzerine yazmak, biraz içimi dökmek istedim. Siyasetin halkı aldatmak olduğunu söyledim ya, çok uzaklara gitmeyin. Düne kadar Hoca Efendi deyip diz çöktükleri Amerikan maşasını ana muhalefet partisi ile aynı cephede göstermek suretiyle kandırıyorlar halkı. Ne ABD'yi ne de Avrupa ülkelerini ikna edebildiler ama anası yavrusu bütün muhalefeti ve halkın neredeyse tamamını darbe senaryosu ile kandırdılar. Cumhurbaşkanı demokrasi havarisi oldu böylece, ne ayakkabı kutularına sığdıramadıkları milyonlar kaldı akıllarda ne de savcısı olup güç birliği içinde derdest ettikleri milli ordumuz. Kandırılan halk olunca ceremesini bir şekilde halk ödüyor ve yine halk ödeyecek. Gel gelelim cumhurbaşkanı kandırılınca cezası yok. Önce Erbakan kandırdı (yok kandırmadı bana göre, eski Hocasının Anti-Amerikancı söylemleri ile  iktidara gelemeyeceğini anladı sadece) gömlek değiştirdi, sonra Fetö kandırdı (aslında kandırmadı, sadece orduyu çökertmek için bir oyundu bu), daha sonra PKK kandırdı (bence PKK de kandırmadı, iktidarda kalmak için ABD ve AB'nin ülkeyi bölme planlarına hizmet etti). Her kandırılması ülkeye büyük zararlar verdi, bir sürü cana mal oldu. Çoluk çocuk siyasete girmeden önceki refah düzeyleri ile şimdiki saltanatları arasındaki farka hiç girmeyelim. Siyaseti bu yüzden sevmem işte.    

Ana muhalefetin tutulacak bir yanı yok. İktidar hata üstüne hata yapıyor. Dış politika, ekonomi alt üst olmuş, gelir adaletsizliği alabildiğince artmış, yurdum insanları ortadan bıçakla kesilmiş gibi kutuplara ayrılmış. Muhalefet ülke bu haldeyken bile bir varlık gösteremiyor. Lider aynı lider. Madem bir varlık gösteremedin. Bu işi kıvıramadım de çekil. O koltuk muhalefette bile olsa ne kadar yapışkan bir şeymiş öyle.

Yavru muhalefet deseniz onun muhterem lideri bana göre bir açık verdi. Ne olduğunu bilmiyorum ama kesinlikle bir açığı var. Başta ABD olmak üzere iktidarın kapanına kısıldı. Düne kadar başkanlığa geçit vermeyen lider iktidar partisinden daha istekli cumhurbaşkanının başkanlığına şimdi.

Size bir şey söyleyeyim mi? Referandumda neyi tercih edeceğimizi neredeyse kimse bilmiyor. Ben de bu yazıyı yazmaya başlamadan az önce okudum 18 maddelik anayasa değişiklik teklifini. Eskiden ne imiş, referandumda evet çıkarsa ne olacakmış, halkımızın % 99'u bilmiyordur tahminim. Bilmiyor derken, açıp okumamıştır yani. Medyada söylenenleri saymıyorum. Çünkü yandaş medya başka anlatır bu referandumu, az da olsa iktidarın desteklediği değişikliklere karşı duran medya başka. Doğrusu açıp okumaktır elbette.

Az gelişmiş toplumlarda demokrasinin diktatörlüğe kapı açabileceği hususunu birkaç kez işlemiştim daha önce. Taze bir örnek, Aliyev. Karısını cumhurbaşkanı baş yardımcısı seçmiş. Kararını açıklarken bakanlar ayağa kalkıp alkışlıyorlar. Bizde durum farklı mı? Çok değil üç beş yıl sonra Emine Hanım başkan baş yardımcısı. Demokrasi hakkında Hitler'in bile haklı eleştirileri vardı. Kavgam isimli kitabını okurken adama hak vermiştim.

Referandumda oylanacak olan anayasa değişiklik maddeleri değil aslında. Mevcut cumhurbaşkanı oylanacak. Eğer muhalefetin oyları daha fazla olsaydı bu referandumda iktidar hayır, muhalefet evet derdi. Kimse anayasayı iplemezdi anlayacağınız.

Benim anlamakta zorlandığım hususu, hakkını vermek gerekirse ana muhalefet de dile getiriyor. O da şu: Böylesine bir gücü elinde bulunduran cumhurbaşkanı daha fazla ne ister. Başbakan elinde, istediği zaman git der, önceki gibi gider. Parti zaten elinde, bakanından milletvekiline. E, yargı elinde, istemediği bir karar çıktığında hemen ayar çekiyor, durumu yüksek yargı düzeltiyor hemen. Öğretim üyeleri deseniz hemen hepsi onun yalakası. Kim bilir belki rektör olacaklar, belki de ayaklarının kaydırılmasından korkuyorlar. Polis, asker elinde. Ne kaldı geriye? Muhalefet mi? Yavru muhalefeti de bir Bizans oyunuyla aldı yanına. Ana muhalefet acemi bir senaryoyu darbe sanarak cumhurbaşkanının gücüne güç kattı. O da oyuna geldi belki farkında, belki değil. Farkındaysa eğer. O zaman açıklaması şu: Ana muhalefeti hep darbeci suçlaması ile sıkıştıran iktidarın eline yeni bir koz vermek istememiş olabilir. Eğer durum böyleyse yazıklar olsun. Ana muhalefet "Kardeşim sen bunlara yataklık yapmadın mı? Sen yargıyı, orduyu bunlarla doldurmadın mı? Beni kandırdılar demekle olmaz. Hadi ver bunun hesabını bakalım." demesi gerekmiyor muydu? Bunlar madem seni devireceklerdi, yaverleriniz bile onlardanken o kadar zor muydu sizi ortadan kaldırmak? Boğaz Köprüsüne iki tank göndermekle nasıl darbe olurmuş? Meclise düşen bombalar Aksaray'a niye düşmez? Emine hanım yeni temizlettim, iş çıkarma başıma mı diyecekti yoksa?

Ben -isterseniz ayıplayın- bu ülke şartlarında demokrasiyi benimsemiyorum. Tek adamlık eğer adam Atatürk gibi bir adamsa sonuna kadar desteklerim. Ama tek adam hep kandırıldığını iddia eden ama sadece halkı kandıran bir adamsa eğer, sonuna kadar "hayır" dır oyum. Eğer sonuç "evet" çıkarsa yandı gülüm keten helva...       

21 Şubat 2017 Salı

YAŞASIN SALI GÜNLERİ PARK SORUNUM BİTİYOR

21/02/2017 Salı, Tire

Niyetim saat on bire kadar yatıp dinlenmekti. İnsan bedeni alışmaya görsün. Saat yedide gözlerim açıldı. Saat dokuz olmadan evden çıktım. Bugün tatil günümüz. Salı Pazarı beni bekliyor. Arabamı park edecek harika bir yer keşfettim. Şimdi bulduğum yeri söylersem bana yer kalmaz. Biraz bencillik yapmak zorundayım. Şimdi park ettiğim yer pazarın tam ortasında. Eğer biraz da erken çıkabilirsem salı günlerinin korkulu rüyası, park sorunum çözümlenmiş olacak böylece.

Kasaba yarın sabah alacağım et siparişlerimi verdim. Banka işlerini hallettim. Elimdeki listeye göre pazar alışverişini de tamamladım. Çöp torbası, tuvalet kağıdı, peçete, ambalaj malzemelerini alabileceğim başka bir yer buldum. Daha önce alışveriş yaptığım yeri bıraktım. Bu kararımda etkili olan gelişi güzel söylenen bir sözdü. Bazı sözler benim o kişi hakkında kısa sürede kanaat sahibi olmama ya da onun hakkında kanaatimin değişmesine sebeptir. Ne demişti zat-ı muhterem? "Ben on yedi yıldır falanca restorana gitmiyorum. Benden alışveriş yapmayana gitmem." Bu ne demek şimdi? Yani sana gelmem için benden alışveriş yapman gerekiyor. İşte ben buna gelemem. Ne sen bana gel ne de ben sana.

Üzerinde Taş Ev'in logosu bulunan ıslak mendil sipariş ettim bir de. Bahar yaklaşırken biraz daha düzeltmek lazım façamızı. Bir sonraki aşamada kullandığımız tabaklar da logolu olacak artık. Silor salatalık yine sekiz lira bu hafta. Domates ise inanılmaz derecede ucuzlamış. Geçen hafta halden 2,5 TL ye aldığım domatesi pazardan 1,00 TL aldım. Hatta kilosunu 0,75 TL'ye satan yerler bile gördüm sonra. Ucuzluğun nedeni Rusya pazarının kapanmasıymış. Yine ne yaptılar acaba? Hormonlu domatesleri kabul etmedi adamlar da bize mi yediriyorlar?

Yazar kasalı pos cihazına ikinci banka işletmiş ama sorun yaşıyorduk. Bayisine uğrayıp bu durumu hallettim. Bir de fare aldım bilgisayar için. Beni deliye çevirmişti dün akşam. Bir santim yürüyecek diye büyük enerji harcıyordum. Sonunda çıkarıp attım faresiz kullanmaya başladım bilgisayarımı. Üzerinde "Made in PRC" yazısını gördüm. Daha bir ay olmamıştı kullanmaya başlayalı. Yeni fare için Çin Malı olmasın dedim Ozan'a. "Çin Malı dışında fare yok ki." deyince şaşırdım. Adamlar piyasayı tamamen ele geçirmişler. Biraz da kaliteye önem verselerdi keşke.

Muhasebeye uğradım, elimdeki fatura, z raporu ve pos çıktılarını bıraktım. Arabayı yakın yere park ettiğim için patates ve soğanı bile bugünden aldım. Oradan çıkıp içecek eksiklerini tamamladım. Zamanım olduğu için rahat hareket ediyordum. Gittiğim yerlerde çay kahve tekliflerini geri çevirmeyince saatler sürdü pazar işi.

Arabanın arkası iyice dolunca yaylaya çıktım. Evvelsi gün dolaşırken alt taraftaki çevre çitinin altının iyice oyulduğunu görmüştüm. Bir an önce kapatmak lazım orayı. Taş Ev'e malzemeleri indirirken tavuk kümesinin etrafında iki sokak köpeğinin dolaştığını gördüm. Belli ki çitteki boşluktan girmişler içeri. Bir kaç güne kadar kırk tavuk gelecek Afyon'dan. O zamana kadar bu işi halletmemiz şart.

Malzemeleri yerleştirdikten sonra eşime telefon ediyorum. Yatıp istirahat edince ağrısı olmuyormuş. Akşama da oğluşu ona yemek ısmarlayacakmış. Burada yalnız kalınca canım yemek dahi istemiyor. Ben de gidip her zamanki yerimizden bir kokoreç yemeyi düşündüm. Pazardan üç kilo ayva almıştım. Şimdi ayva hastalığı başladı bende. Akşamdan beri tam üç tane ayva yedim. Selçuk ayvası sulu ve yumuşak. Onun dışındaki ayvalar boğazımda düğümleniyor. Bazen boğulacak gibi olsam da yine vazgeçemiyorum. Başka meyveye bağlılığım yok ancak ayva görünce dayanamıyorum.

Dinlenmek için yarım gün bile fazla geliyor. Şimdiden Taş Ev'i özledim. Yalnız olmamın da etkisi var belki de... Eşim gideli bir gün oldu daha. Bir yandan orada dinlenmesini isterken diğer yandan yolunu gözlüyorum.

DEMİRBANK HAYIRLI İŞLER DİLER

20/02/2017 Pazartesi, Tire

Tarihi yazarken Demirbank'ın yıllar boyu kesintisiz her sabah devam eden reklamı geldi hatırıma. Aynen şu sözlerle seslenirdi radyoda sabah 07.00 haberlerinden önce. "Bugün 20 Şubat 2017. Demirbank hayırlı işler diler. Demirbank." Demirbank gitti gideli işlerin de hayrı kalmadı. 

Fırat annesini almaya gideceği için geç gelecekti bugün. Gündüz saatlerinde kimsenin gelmeyeceğini düşünerek dip temel temizliğe giriştim. Bir ara mıntıka temizliği bile yaptım. Neler neler çıkmadı karşıma. İçmiş olduğu biraların verdiği rehavetle galeyana gelip şişeyi bahçeye fırlatanlar mı ararsın yoksa servant masasına ayak dayayanlar mı, ne ararsan var. Terasa sigara içmeye çıkıyor misafirler. Loş bir ışık var orada. Elindeki bira boşalınca şişeyi masaya bırakacağına sallıyor aşağı. Başkasının önünde yapamaz. Belki de arkadaşlarına yapıyor bu gösteriyi. Geçen sene havalar sıcakken verandada oturanlar aşağı çatal bıçak atıyorlardı. Hadi diyordum, belki çocuktur aklı ermez. Peki önündeki kürdanları parça parça kırıp ortalığa dağıtanlara ne buyurulur? Bazı davranış sahiplerinin çocukluğuna inmek isterdim. 

Bugün nedense üşümüyorum. Fırat ise tam aksine havanın soğuduğunu söylüyor ve şömine sobayı tutuşturuyor. Telefonuma iki mesaj düşüyor. Biri sabit diğeri mobil hattan arama kaydı bunlar. Taş Ev'de bazı bölgelerde telefon çekmediği için ulaşılmaz görünüyorum. Neyse ki arayan numaralar telefonuma mesaj olarak gönderiliyor. Sabit hattın kodundan Ankara'dan arandığım belli. Önce mobil hattın numarasını çeviriyorum. Bir kadın sesi. "Biraz bekletebilir miyim?" Karşıdan konuşma sesleri geliyor ama anlamak zor. Hanımefendi yaklaşık otuz saniye sonra beklettiği için özür dileyerek dönüyor. "Beni aramışsınız az önce" dememe fırsat bırakmadan Anayasa Mahkemesinden aradıklarını söyleyip "Orası Kaystros Taş Ev mi?" diye soruyor. Evet, derken Anayasa Mahkemesi? Ne alaka? Şaşkınlığım geçmeden, ikinci soruyu patlatıyor "Sizin yeriniz nerede?" Kısa bir diyalog geçiyor aramızda.
- "Kaplan Köyünde"
- "Neresi orası?"
- "Tire, Kaplan Köyü"   Bir an Anayasa Mahkemesini unutuyorum. "Affedersiniz siz nereden arıyorsunuz?"
- "Ankara'dan"
- "Bizim yerimiz İzmir, Tire'nin Kaplan Köyünde"
Uzak gelmiş olmalı ki telefonun ucundaki hanım olayı bitiriyor.
-" Pardon, yanlış oldu sanırım."

Muhtemelen facebook ya da web sitesinden Taş Ev'i görmüş ancak Ankara yakınlarında bir yer tasavvur etmiş olmalı.

Dünkü yoğunluğun ardından oldukça sakin geçiyor bugün. Hava raporuna göre sağanak yağışlı olması beklenirken ara sıra zoraki atıştırıyor. Yerler ıslatmıyor bile. Kaplan Köyüne bile sadece birkaç araç çıkıyor. Havalar ısınınca tatil günümüzü Pazartesi yapmalı. Hem pazarın yorgunluğunu atmalı, hem de salı gününün dışarıdan gelen misafirlerini ağırlamalı. 

20 Şubat 2017 Pazartesi

DEĞİŞİK BİR TAT "GALGITMA"

19/02/2017 Pazar, Tire

Eşimle birlikte elemanları toplayıp yola çıkıyoruz erken saatlerde. Şehir henüz uyanmamış. Domates alacak bir yer bulmalıyım. Yolumuzun üzerinde yerel bir marketler zinciri var. Diğer marketlere göre erken açıyor. Oradan acil ihtiyaçlarımı karşılıyorum. Güzelim domatesleri hal ve pazar fiyatının altında bir fiyata satın alacağımı tahmin edemezdim. Bir kasa domates alıyorum.

Yaylaya çıkar çıkmaz hepimiz hummalı bir şekilde çalışmaya başlıyoruz. Herkes yapacağı işi biliyor artık. Kahvaltı etmeden gözü açılmayanlar var aramızda. Omlet sabah kahvaltısının vazgeçilmezi. Yumurtasız olmuyor maalesef. Gözüm yumurtaların olduğu yere kayıyor. Kalan yirmi tane kadar yumurta kahvaltı misafirlerine bile yetmeyebilir. Dün Aşkın Şefle konuşmamız geldi aklıma. Gerekirse onları kullanırız demişti. Kümesteki tavuklar yedi yumurta bırakmışlar. Eşim eğer yumurtalar yerinde duruyorsa birkaç tane yumurta kullanmama izin veriyor. Merakla kümese bakıyorum. Yumurtalar dokuza çıkmış (!)

Hava soğuk değil. Güneş bir görünüp bir kayboluyor. Her ihtimale karşı sobayı yakıyor bizimkiler. İlk rezervasyon telefonu geliyor. Arkasından bir tane daha. Bugün yoğun geçeceğe benzer. Bünyamin'e de ulaşamadık. İş başa düştü yine. Eksik elemanla altından kalkabilecek miyiz? Alp "Sorun yok, hallederiz." deyip moral veriyor.

Eşim oğlumuzun yanına gitmek üzere akşam yola çıkacak. Kahvaltı saati bittikten sonra rahatsızlığı nüksediyor. Onu alıp eve bırakıyorum. Öğleden sonra Taş Ev müze gibi hizmet vermeye başlıyor. Fotoğraf çektirmeye ya da methini duydukları bu mekana keşif yapmaya geliyor insanlar. Kimi bir çay ya da kahve içiyor kimi tatlılarımızı deniyor. Bazıları eşofmanla geliyorlar, bazıları ise kıyafetlerinin uygun olmadıklarını söyleyip arabadan inmiyorlar. Hatta eşofmanlı bir misafirimiz "Kıyafet zorunluluğu var mı?" diye soruyor ciddi ciddi. Ben espri olsun diye "Fraksız alamıyoruz efendim." diyorum, adam ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzüme bakıyor.

Gündüz saatlerinde beklediğimiz yoğunluğu yakalasak da gelen misafirlere kafe tarzında hizmet veriyoruz. Bu durum tahmin ettiğimiz cironun altında kalmamıza sebep oluyor. Günün ilerleyen saatlerinde Torbalı'dan bir çift geliyor. Eskiden Ticaret Odası Başkanlığı yapmış beyefendi. Taş Ev'e hayran kalıyorlar. Bütün tanıdıklarına telefon edip harika bir yer keşfettiklerini anlatıyorlar. Hanımefendi artık sık sık buraya geleceklerini ve geniş çevrelerine de önereceklerini söylüyor. Sıcak dostluk kuruyoruz meslektaşım beyefendiyle. Kartını veriyor. Taş Ev'den zor ayrılıyorlar.

Akşam saatlerinde yoğunluk başlıyor. Yemek misafirleri peş peşe sökün ediyor. Bir kısmı rezervasyon yaptırıyor, bir kısmı çat kapı gelip şansını deniyor. Masalar doluyor, boşalıyor. Mutfak oldukça yoğun. Eleman eksikliğini kapatmaya çalışıyorum. Bir yandan yukarı çıkıp misafirlerle ilgilenirken sık sık tuvaletleri kontrol ediyorum. Taş Ev'in misafirleri tuvaletleriniz çok temiz dedikçe gaza gelip kontrol aralıklarım daha da sıklaşıyor. Saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bütün elemanlar işlerini yapıyorlar. Malzemeler tükeniyor. Aşkın Şef garsona sesleniyor. "Izgara köfte siparişi alma artık, sadece bir porsiyon kaldı. Bonfile, pirzola ve kuzu şiş söylesinler." Taş Ev'in müdavimi olan misafirler bir kez daha memnun ayrılırlarken yeni gelen misafirler yemek ve mezelerin çok güzel olduğunu belirtiyor.

Aşkın Şef'in menüye yeni eklediği patates mezesine isim bulmakta zorlanıyoruz. Bugün ilk sipariş gelince çocuklar gibi seviniyor. Bebek patatesten yapılan bu mezeyi internette araştırıyorum. Bu yemeğin Denizli yöresine ait olduğu çıkıyor ortaya. Ufak tefek farklılıklar olsa da şefin yaptığı buna benzer bir şey. Bölgesel olarak "galgıtma" ya da "hoplatma" derlermiş adına. Haşlanmış bebek patatesleri yağda pişirirken tavayı hoplatarak ters yüz ettiklerinden dolayı bu isimlerle anılırmış. Denizli yöresinde patateslerin kabuklarını soymadan yapılırken bizim şef onları soyup mısır ununa batırdıktan sonra tavada kızartıyor. Çatal kullanılmaması gerekiyormuş patateslerin dağılmaması için. Güzelce kızardıktan sonra sarmısaklı yoğurt ve domates sosu ile servis ediliyor bu meze. Hemen fotoğrafını çekiyorum paylaşmak için.   

Yoğunluk nedeniyle sıcak su ihtiyacı artıyor. Mevcut termosifon ihtiyacı karşılayamıyor. Duvara monte elektrikli ısıtıcıları öneriyor şef. İlk fırsatta bunu düşünmem lazım. Aşkın Şef hazırladığı ızgaraların fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşıyor. Ben de onları Taş Ev'in facebook sayfasına taşıyorum. Tatlı bir rekabet başlıyor aramızda. Senin sayfan mı yoksa benim sayfam mı daha çok tıklanacak. Geceyi sorunsuz tamamlıyoruz. Aşkın Şef'in o telaş içinde keşkek kasesini elinden kaydırıp kırmasını ise nazara bağlıyoruz.

18 Şubat 2017 Cumartesi

İYİYİM, İYİYİM

18/02/2017 Cumartesi, Tire

Eşim beni yalnız bıraktı bugün. Oysa Kahvaltının Efendisiydi kendisi. Belinden rahatsızlandığı için gelemeyeceğini söyledi. Onsuz ilk kahvaltım olacak. Gelirken Fırat ve Alp'i aldım yanıma. Hemen bir iş bölümü yaptık. Önce neyin nerede olduğunu öğrenmem lazım.

Açılış saatimizden hemen sonra ilk araba geliyor. Hemen yumurtaları koyuyorum tencereye. Sırayla, reçeller, karadutlu lor, okma, zeytin, peynir vs. hepsini hazırlıyorum. Çaylarımız da hazır, nohut mayalı ekmeğimiz kızarmış. Dün akşam Aşkın Şef'in hazırladığı gözlemeleri ısıtıp gönderiyorum. Yine de listeye bir bakayım. Eyvah tereyağı eksik. Kaymaklı balına kadar her bir şeyi göndermişim de tereyağını atlamışım. Hemen onu da hazırlayıp gönderiyorum. Böylelikle ilk sınavımızı başarıyla vermiş oluyoruz.

Dün sadece üşüyüp titriyordum. Blog ve facebook dostlarından bir sürü öneri aldım soğuk algınlığımı kısa sürede atlatmam konusunda. Bugün düne göre çok iyiyim. Hatta o kadar iyiyim ki, yedi araba odun hazırladım. Üşümüyorum da üstelik. Bilgisayarımı yukarı, salona taşıdım. Şömine sobanın yanındaki masaya kuruldum.

Öğleden sonra eşime telefon ettim. Halini hatırını sordum. İstirahat ettiği sürece iyi olduğunu söyledi. Evde yine yapacak bir şeyler buluyor. Bu sebeple ev onun için dinlenecek bir yer değil. Yarın oğlumuzun yanına gidecek. Evde dinlenemiyor, belki orada dinlenir artık.

Hava kış mevsimi için güzel sayılır. Güneş yüzünü bir gösteriyor bir saklanıyor bulutların arkasına. Şömine sobamız sabahtan beri aralıksız yanıyor. Akşam rezervasyonları geliyor.

Akşama doğru Show TV adına işletmemizi tanıtacak "Gezelim Görelim" tarzında bir program yapmak üzere geldiklerini söyleyen iki genci karşımda buluyorum. Tecrübe böyle bir şey işte. "Biz reklam yapmıyoruz prensip olarak." diyorum. Bizim reklamımızı memnun kalan misafirlerimiz yapıyor. Bu şekilde yeni bir meslek grubu doğduğunu, aslında Show TV'nim falan tamamen hikaye olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde anlatmıştım. Nezaketen ilgilenmediğimi söylüyorum. Terasta yaptığımız bu görüşme esnasında garson iki kahve getiriyor. Kahve söylememiştik oysa. Getirilen kahvelerin diğer misafirlere ait olduğu çıkıyor ortaya. Nasiplerinde varmış madem, kahve ikram etmiş oluyoruz bizi kandırmaya gelenlere...

Telefon ediyorlar. "Açık mısınız?" diye soruyorlar. Demek kapalı gibi bir halimiz var. Bugün gelen misafirlerimizden biri de arabayla bahçeye girdi ve dönmeye çalışırken tesadüfen fark ettim. Yine aynı şey. "Kapalı sandık, dönüyorduk." Bahçe kapısına kocaman bir levha asıp açık olduğumuzu belirtmek lazım.

Saatler ilerledikçe hava sıcaklığı düşüyor. Yazı o kadar özledim ki. Dün meşhur Tire pazarında salatalığın kilosunu 8 TL gördüm ya. Nasıl istemem yazın gelmesini. Evet, biraz sıcaklardan bunalacağız ama üşümekten iyidir yine de.  Hem burası yayla o kadar sıcak olmaz değil mi?