Tam 454 gün aksatmadan günü gününe yazdığım günlük ilk kez sekteye uğruyor. İki elim kanda olsa bile yazmaya kararlıydım oysa. Ne yurt dışı seyahatleri ne hastalıklar ne de başka bir sebep mani olamadı bu kararlılığıma. Ne var ki her şey insanoğlunun elinde değil. Vücudum yenik düştü. Cuma gününden bugüne kadar her akşam yazmak için bilgisayarın başına oturuyorum, göz kapaklarım kapanıyor, daha bir satır yazamadan sızıp kalıyorum.
Günler birbirini kovalarken salı gününü iple çekiyordum. Bugün salı, tatil günümüz. Ve ben tekrar günlüğüme kavuşuyorum.
Günlük günü gününe yazılmalı. Daha önce bir iki gün gecikmeli yazmıştım ancak taslak olarak o güne dair olup biteni not etmiştim. Bu sefer öyle bir kayıt da tutmadım. Hal böyle olunca bazı önemli detaylar kaçıyor elbette. Cuma'dan bu yana içinden azgın suların aktığı bir tünelden geçiyor gibiyim. Yorgun muyum? Hayır, bu sözcük benim kelime hazneme dahil değil. Halimden memnun muyum? Evet, son derece memnunum. Çalışmak, çok çalışmak tam bana göre çünkü. Peki, neler yaşadım bu günlerde hatırlamaya çalışalım.
31/03/2017, Cuma. Hafta içi günlerden sonuncusu. Genel olarak sakin başlayan hafta aynı sakinlikle bitecek derken rezervasyonlar birbirini izliyor. Garsonu gönderince servis işi tamamen bana kaldığı için kara kara düşünmeye başlıyorum. Beni düşündüren misafirlerin hepsinin memnun ayrılması Taş Ev'den. Şef durmadan eksik malzeme bildiriyor. Şehre alışveriş için indiğimde eşimi de alıyorum yanıma. Rezervasyonsuz gelen misafirlerle salon doluyor. Önce soğuk siparişlerini alıyorum. Yirmiyi aşkın soğuk mezenin sergilendiği vitrinli soğutucudan misafirlerin damak tadına uyanları not ediyorum. Daha sonra yukarıda masalarını gösterip servislerini açıyor, menüyü önlerine bırakıyorum. Önce içecek, arkasından ara sıcak ve sıcak siparişlerini alıyorum. Bu hizmeti defalarca yapınca otomatiğe bağlanıyor insan, adeta araba kullanıyormuş gibi. Uzun yılların tecrübesine sahip sürücüler koltuğa oturunca düşünmeden nasıl gaz pedalına basıyor, vites değiştiriyor ve direksiyonu yönetiyorsa ben de ne zaman ne yapacağımı biliyorum artık.
Bugün dediğim gibi sıra dışı yoğunluk yaşıyoruz. Misafirlerin bazılarının hesabını alıp uğurlarken yenileri geliyor. İşin doğrusu bahçe kapısından girdikleri andan itibaren misafir araçlarına park yeri göstermeye, ayrılırken emniyetle yerlerinden çıkmaları için onlara yardımcı olmaya çalışırken bazen yetişemediklerim oluyor. Mutfaktan servise çıkarken bir anda kapıdan içeri giriyor misafirler. Hemen onları karşılıyor, salona doğru yol gösteriyorum. Gelenlerden bazıları Aşkın Şefi iyi tanıyorlar. Ben başka işle meşgul olduğum zamanlarda, soğuk siparişlerini doğrudan ona söylüyorlar. Şef onlara önerilerini sunuyor.
Akşamın son misafirleri bu kez rezervasyonsuz gelen ve bizi defalarca onurlandıran bir aile. Eşimle sarılıp kucaklaşıyorlar. Dışarıdan misafirleri var yanlarında. Oldukça geç vakitlere kadar kalıyorlar. Yarın sabahın erken saatlerinde rezerve grup kahvaltısını düşünüyorum kara kara. Erken gelmek lazım biraz daha. Kaba temizlik misafirler ayrıldıktan sonra yapılsa da ince temizlik sabaha kalıyor.
01/04/2017, Cumartesi. İzmir'den gelen bir kadın grubunu ağırlıyoruz. Böyle hemcins gruplar bana hala tuhaf geliyor. Bazıları eşlerini kaybetmiş, bazıları eşlerinden ayrılmış, kabul. Ancak hepsi mi yalnız bu hanımların emin değilim. Kahvaltıya hazırlıklıyız. Gelenler hem doğaya, hem mekana hem de kahvaltıda sunulan lezzet çeşitlerine hayranlıklarını gizlemiyorlar. Uzunca bir süre misafir ettiğimiz grup, kahvaltıdan sonra terasta güneşlenirken keyifli sohbetlerine çay ve kahve ikramları eşlik ediyor. Bugün dışarıdan iki üç eleman desteğiyle daha rahat gibiyim. Üstelik kızım da Venüs'ü alıp gelmiş. Venüs gelenlerin yeni gözdesi. Fifi ile başta yadırgıyorlar birbirlerini. Birkaç saat sonra dost oluyorlar. Arada malzeme eksilince hesap işlerini kızıma bırakıp şehre gidip geliyorum. Öğleden sonraki hareketlilik nedeniyle ekmek azalıyor. Fırıncı hanım, "Demiştim ben, bu ekmez yetmez size, bugün çok iş olur sizin orada" diyor, samimi bir şekilde gülümseyerek.
Akşam kimler geldi, kimler geçti. İlk kez gelenler, yanlarında misafirlerini getirenler, devamlı konuk ettiklerimiz... Salon, veranda, avlu ve teras. Dört ayrı mekanda hizmet veriyoruz. Bir ara şömine sobayı tutuşturuyorum. Geceye doğru serinleyen havayı kırıyor.
Gün boyunca yeni rezervasyonlar ve muhtelif iş görüşmeleri oluyor. Torbalı'dan öğretmen olduğunu söyleyen bir hanımefendi arıyor. Samimi geçen sohbetimizde eşine sürpriz bir yemek vermek istediğini, yanlarında çocuklarını getirmelerine müsaade edilip edilmediğini soruyor. Geçen hafta Seferihisar'da porsiyonu 65-70 liraya yedikleri et ızgarasından sonra özür dileyerek fiyat soruyor. Özellikle eşimden pasta hazırlamasını istiyor. Eşimin zevkle hazırlayacağından eminim.
02/04/2017, Pazar. Kahvaltıyla başlıyoruz güne. Bir garson takviyesi daha almıştık aslında. Bizim şefi arayıp hastalandığını, bu sebeple gelemeyeceğini söylemiş son anda. Sağı solu arıyorum, herkes çalışacak bir yer bulmuş. Bugün Lion Club başkanlarını ağırlıyoruz. Zorlu bir gün. Yeni bir tecrübe, hem de ne tecrübe. Salonda yemek öncesi toplantı yapacaklar. U tipi masa düzenine geçiyoruz. Masaları düzenlemek epey zamanımızı alıyor. Salonda başkanın oturduğu kenar boyunca sandalyeler tek taraflı konulunca elli kişilik salon kırk bir kişiye ancak yetiyor.
Başkanla sürekli görüşme halindeyiz. Beklenenden önce geliyorlar. Şehirden onları karşılayacağıma söz vermiştim. Alışveriş için bir saat kadar önce aşağı inerken bir anda beynimde şimşekler çakıyor. Dün minibüsçüleri arayacaktım. Nasıl atladım bunu? Eyvah, ki ne eyvah. Hemen telefonu tuşluyorum. Minibüsçü dün telefon etmeyince vaz geçtiğimi düşünmüş haklı olarak. "Ben şimdi Aydın'dayım, bir bakayım birilerini bulabilirsem." deyince bende heyecan zirve yapıyor. En kötü ihtimalle gider minibüs durağından iki minibüs çeviririm istedikleri paraya bakmadan. Ama ya bulamazsam? Düşünmek bile istemiyorum. Minibüsçüyü arıyorum, bir tanesinin yola çıktığını söylüyor. Arabamın yakıt ışığı yanıyor. Bir de yolda kalır mıyım endişesiyle akaryakıt istasyonunda depoyu dolduruyorum. Başkan arıyor, "Biz geldik turist otobüslerinin park ettiği yerdeyiz." Aklım minibüslerde, "Geliyorum, beş dakika sonra yanınızdayım." diyorum. Tekrar minibüsçüyü arıyorum. İkincisini de ayarladığını, yola çıktığını söylüyor ama dün aramayıp onu çok zora soktuğumu söylüyor. Başkan arıyor, "Biz çarşıya doğru ilerliyoruz, biraz dolaşıp otobüslere dönmek istiyoruz." Grubu karşılıyorum, ellerini sıkarken başkan beni arkadaşlarına tanıtıyor. Birlikte yürümeye başlıyoruz. İlk karşımıza çıkan "Karambol" sahası. Tarihi karambol oyunu ile ilgili bilgiler levhada yazılı. Çocuklar oyun oynuyor. Her zaman boş olur burası oysa. Tahtakale'ye doğru ilerliyoruz.Meşhur şiş köftecilerin çığırtkanları kalabalık turist grubunu görünce aç kalmış martılar gibi cıyak cıyak bağırıyor. Hiç de hoş bir görüntü değil bu. Bir tanesi beni rehber zannediyor. Lokantasına davet ediyor. "Kaplan Taş Ev'in misafirleri." deyince geri çekiliyor Pazar günü olduğu için esnaf dükkanları kapalı. O canlı hayat yok bugün.
Döndüğümde iki büyük minibüsü görünce derin bir oh çekiyorum. Lion'lara kılavuzluk ederek yola çıkıyorum. Başkan benim arabama biniyor. Kalabalık grup bahçeye yayılıyor. Birbiri ardına fotoğraf çekiliyor, kadınlı erkekli grup güneşin ve doğanın tadını çıkarıyor. Grubun bütün üyelerinin teker teker bir kez daha ellerini sıkıp "Hoş geldiniz" diyorum.
Masalarına geçiyor misafirler. Toplantı başlıyor. Mutfakta hazırlık tamamlanmış görünüyor. Kırktan fazla ordövr tabağı tezgahta güzel bir görüntü veriyor. Toplantı olmasaydı masalara taşınmış olacaktı. Neyse ki mutfağa konulan bir masa sayesinde sorun çözülmüş. Salatalar da hazır. Toplantı bittikten sonra tabaklar yukarı çıkarılıyor. Bize her hafta sonu gelen öğrenci kızımız çok başarılı. Sıcak ve içecek siparişlerini almaya başlıyorum. Başkan beş dakika müsaade istiyor. Sonradan aklına gelen birkaç sözü daha var topluluğa. O konuşurken bekliyorum. Konuşma uzadıkça zaman daralıyor. Ayrı ayrı siparişlerin alınması, sonradan yapılan değişiklikler yeni bir tecrübe kazandırıyor. Eşim yardıma koşuyor. O da siparişleri almaya başlıyor. Bu iş en sevdiği işlerden biri. Edindiğim en büyük tecrübe, gruplar için menüden başka bir çözümün olmaması gerektiği. Kırk kişiden sipariş alınması, kırk masaya ayrı ayrı bakmakla aynı. Sadece o da değil elbette. Özellikle alkollü içki siparişleri başımı ağrıtıyor. Yetmişlik söyleyip bir kaç arkadaş bölüştükten sonra ayrı ayrı hesap ödenmesi sorun oluyor. Eşimin ayrı sipariş alması, sabırsız davranıp diğer elemanlardan istekte bulunanlar kontrolü kaybetmeme sebep oluyor. Sadece bu mu? Verandada, avluda hatta terasta grup harici misafirler var. İçlerinden bazıları dışarıdan misafirlerini getireceğini söyleyip dünden rezervasyon yaptırmış. Neyse ki eşim onlarla özel olarak ilgileniyor. İsim isim siparişler adisyonlara geçiyor. Aynı anda elliye yakın adisyonun içinden nasıl çıkılır? Yemeklerden sonra tatlı sipariş edilmeye başlanıyor. Ödemeye sıra gelince ani bir karar verip Aslanlara güveniyorum diyerek adisyonu bir tarafa bırakıyor, beyana esas hesapları alıyorum. Herkes önümde kuyruk olmuş sırasının gelmesini bekliyor.
"Ben Tire şiş köfte, patlıcan ezme yedim, bir de ellilik rakıyı dört kişi içtik. Ordövr tabağı, salata, keşkek herkes için standart sanırım." Pos cihazını yukarı aldım. Bazıları nakit bazıları kredi kartı veriyor.
"Bir de minibüs için kişi başı beş TL alıyoruz başkanla anlaşmamız gereği."
"Biz iki kahve, üç çay söylemiştik."
"Çay ve kahveler ikramımız efendim, afiyet olsun."
Hesabını ödeyen bahçeye çıkıp yürüyüş yapıyor, sohbet ediyor, fotoğraf çekiliyor. Elemanlar güzel çalışıyor. Gelmeyen elemanın eksikliği hissedilmiyor fazla. Gecikmeler olmuyor değil. Fakat butik tarzda çalışan hangi işletme olursa olsun, elli kişi aynı anda gelip ayrı ayrı sipariş alırsa zorlanır. Sürpriz bir şekilde hemen herkes şiş köfte istiyor. Tire'nin meşhuru ama bana göre ızgara köfte ondan daha güzel. Israrla şiş köfte istiyorlar. Şiş köfte tükendikten sonra bazı misafirler köfte çeşitlerinden sipariş veriyor. Akşama doğru köfte çeşitlerini yok satıyoruz. Bütün tatlılar tükeniyor. Akşam oluyor hız kesmeden devam ediyoruz. Köftemiz kalmadı ama diğer ızgara çeşitlerimiz mevcut. Kapanışa yarım saat var. Bir telefon geliyor, şehirdeki bir kurumun müdürü tenezzül edip kendisi aramak yerine elemanına aratıyor. Babası kayınpederimin yakın dostuymuş bir zamanlar. Daha önce yine bir grup arkadaşıyla geleceklerinden söz etmiş, hatta gününü bile söylemiş, daha sonra haber vermeyerek inceliğini göstermişti. O günden beri özellikle eşim çok kızgın ona. Eşimi aşağı gönderdikten sonra bir an önce kapatmak istediğim bir anda gelen bu telefon, açıkçası pek hoşuma gitmiyor. Kabul etmemek doğrusu böylelerini. Mekana saygısızlık olmasın diye kabul etmek zorunda kalıyorum. Yine gelmiyor. Umurumda değil zaten. Fakat dalga geçer gibi geliyoruz deyip, gelmemek, ya da gelemeyeceğini haber vermemek bahse konu müdüre yakışan bir davranış oluyor (!)
03/04/2017 Pazartesi. Artık bugün sakin olacağını tahmin ediyorum. Yarın tatil günümüz olduğu için fazla ekmek almaya gerek yok. Dün gece masaları normal oturma düzenine göre tanzim edip temizlik işlerini tamamladığımız için güne rahat başlıyoruz. Bodrum'dan yola çıkıp Kuşadası üzerinden İstanbul'a doğru geze geze yolculuk yapan bir çiftin yolu Taş Ev'e düşüyor erken saatlerde. Mutfaktaki yardımcı hanımefendi oğlunun okulunda işi olduğu için sabahtan izinli. Biraz sonra taksi tutup gelecek. Taş Ev'e bayılıyor misafirlerimiz. Terasta yemeyi tercih ediyorlar öğlen yemeklerini. Uzunca sohbet ediyoruz bir yandan hizmet ederken. Bolca kartvizitimizi alıyorlar. Son derece mutlu bir şekilde uğurluyorum onları.
Bugün yalnızım serviste. Akşam rezervasyonları hazırlıklı olmamızı gerektiriyor. Eşim telefonunu yukarıda bırakmış. Hem onu bırakırım hem de fazladan bir kaç ekmek alırım diye geç kalmadan şehre iniyorum. Döndüğümde terasta iki genç oturuyor. Aşkın Şef gereken ilgiyi göstermiş. Beyefendi Orta Anadolu'nun bir şehrinde öğretim üyeliği yapan bir doçent. Eşi ise avukat. Onlarla da sıcak bir sohbete dalıyoruz. Tire'ye yerleşmeyi düşünüyorlarmış. O da benim gibi hanım köylü olmaya aday bir genç.
Akşama bir doğum günü rezervasyonumuz var. Beni telefonla arayan hanımefendi eşine sürpriz yapacağını söyleyerek bir de pasta hazırlamamızı rica ediyor. Geç vakit haber verdiklerinden eşim pastayı yetiştiremez. Aşağı indiğimde pastaneden hazır bir pasta alıyorum. Hava henüz kararmadan önce sürpriz misafirimizle bahçe kapısında karşılaşıyoruz. Benim en çok önem verdiğim misafirlerin başında geliyor. Meslektaşım olan bu beyefendinin, iş adamı arkadaşları arabalarıyla peşi sıra geliyorlar. Onlara her zaman oturdukları köşe masayı gösteriyorum. Aslında terasta oturup güneşin batışını izlemek niyetleri. Biraz geç kaldıkları için güneş az önce gözden kaybolmuş. Servisi dışarı taşırken havanın serinlediğini görüp fikir değiştiriyorlar. Servislerini içeri alıyorum.
Doğum günü misafirlerimizden en küçüğü iki aylık bir bebek. Uslu uslu beşiğinde uyuyor. Bu misafirlerimiz ilk kez bizi şereflendiriyorlar. Miniğin ablası akıllı bir kız. Ona "Hoş geldiniz hanımefendi." diyorum. Annesinin ikaz etmesiyle cevap veriyor. "Hoş bulduk." Mutlu bir aile. Siparişleri alıyorum. Küçük hanım her çocuk gibi parmak patatesi seviyor. Yanlarındaki masaya iki genç geliyor. Fazla soğuk ve sıcak siparişlerini veriyorlar içkilerinin yanında. İş adamlarının masasına daha fazla ilgi göstermem gerek. Bu arada Aşkın Şef benim sıkıştığım yerde servise çıkıyor. Keşkeği gençlere o götürüyor. Bir müddet sonra gençlerin yanına gidip sıcak siparişlerini almak istiyorum. Daha önce aldığım sipariş nasıl olduysa çıkmış aklımdan. Özür dileyerek yeniden not alıyorum. Olgunlukla karşılıyorlar. Hemen Şefe bildiriyorum bir an önce hazırlanması için.
İş adamları yemeklerini bitirdikten sonra kahvelerini götürürken şirinlik olsun diye yanında nane likörü ikram ediyorum. Kendimi affettirmek için gençlere de aynısından sunuyorum. Şakalaşıyoruz, affettiklerinden emin olmam beni rahatlatıyor.
Gençler yemeklerini yedikten sonra hesap öderlerken doğum günü pastasını süsleyen Şef, yukarı çıkıp çat patları yanan süslü pastayı ikram ediyor aileye. Yukarıdan alkış sesleri geliyor. Pasta büyük gelince, diğer misafirlere de ikram edelim diyorlar. Benim onur konuğum kalkıp bebeğe sevgi gösterisinde bulunurken kendilerine yapılan pasta jesti için teşekkür ediyor. Masalar arasında güzel bir kaynaşma olması ve sıcak bir atmosferin doğması benim çok hoşuma gidiyor.
Doğum günü ailesini son derece mutlu bir şekilde uğurluyoruz. Küçük hanıma soruyorum. "En çok hangi yemeği sevdin?" Ben patates diyeceğini beklerken o, "Hepsini." cevabıyla beni şaşırtıyor.
Gecenin son misafirleri gece yarısına kadar sohbete devam ediyorlar.
04/04/2017 Salı. Artık günlüğüme dönebilirim. Uzunca bir yazı olacak bugün. Sadece o işim olsa keşke. Sabah eşimle karar veremiyoruz bir türlü. Erkenden pazar alışverişini yapıp İzmir'e mi gitsek? Yine işi düşünüyoruz. Son aldığımız endüstriyel bulaşık makinesi özellikle bardaklarda su izi bırakıyor. Daha öncekinden çok memnun kalmıştık. Bir ara etiketinin fotoğrafını çekmiştim. Eşim internet alışverişini çok seviyor. Gerçekten de tanınmış alışveriş sitelerinde mal teslimindeki sürat beni hayrete düşürüyor. Yeni bir mutfak robotu siparişinden sonra aynı markanın sitesinden 30 kiloluk bir bulaşık deterjanı sipariş ediyorum. İnternet bankası üzerinden EFT yapıyorum ücretini. Telefonla görüştüğüm Levent beye bilgi veriyor, e-posta ile fatura bilgilerini ulaştırıyorum.
Eşim pasta, tatlı işleri için acil siparişler veriyor, pazara çıkmadan onları alıyorum. Pazar alışverişi çok uzun sürüyor. Sağ kolumdaki ağrı da cabası. Şansıma pazara yakın alışveriş merkezinin kapalı otoparkında arabama bir yer buluyorum. Telefonum şarj etmiyor. Soketinde bir problem olmalı. İlk işim telefonu tamire bırakmak. Daha önceki görüştüğüm tamirci "Üç saat kalması lazım." demişti. Telefonun soketine pislik birikince temassızlık sorunu oluyor. İlk kez temizlettiğim yere götürüyorum telefonu. Bir iki dakikada ince uçlu bir pens yardımıyla biriken tozları çıkarıyor soketin içinden. Ücret almak istemiyor yine. Zorla bir kaç kuruş veriyorum. Oysa ilk sorduğum kişi aynı iş için otuz lira, soket arızalı ise seksen liranızı alırım demişti. Telefon sorunum böylelikle çözümlenmiş oluyor.
Sebzesinden meyvesine, kömüründen etine kadar bir sürü alışveriş yapıyorum. Telefonum bir biri ardına çalıyor.
"Bugün ve her salı günü kapalıyız efendim."
"Kahvaltı servisimiz sadece hafta sonları, efendim."
"Balık servisiniz var mı? Deniz ürünleri bulunmuyor öyle mi?"
"Yarın öğlen yemeği için mi efendim? Kaç kişi? On beş mi? Saat kaç gibi gelirsiniz?"
Eşimi arıyorum, "Yarın öğlen yemeğine grup var yine." Salonu temizleyip yarına hazırlamalıyım. Yaylaya çıkıyorum. Fifi Taş Ev'in yanında sevinçle karşılıyor beni. Ayaklarıma başını koyuyor, "Ben karnımı doyurmanı değil, beni sevmeni istiyorum." dercesine. Acıkmıştır diye biraz ekmek ufalıyorum kabına.
Mutfaktaki dolaplara erzakı yerleştiriyorum. Eşim arıyor, yukarıdan şunu getir, bunu getir diye. Unutmadan istediklerini arabaya yerleştiriyorum her seferinde. Salonu süpürüyor, siliyorum. Ağrıyan sağ kolumla zor oluyor biraz. Masaları siliyorum ardından. Bu temizlik çok önemli. Yerden köfte parçaları, kürdanlar, çöp şişler gözün zor göreceği yerlere saklanıyor genelde. Masaların ayakları bozulmasın diye tek başıma kaldırıp yer değiştiriyorum. Nihayet işlerim bitiyor. Avluya çıkıp derin derin yayla havasını soluyorum. Bahçedeki Napolyon kirazlar, şeftali ağaçları pembe beyaz renkleriyle hoş bir görüntü sunuyor. Yerler de epey yeşillendi. Artık bir an önce gidip biriken yazılarımı yazmanın vakti geldi. Çıkarken bahçeden elemanların topladığı sarmaşık demetini alıyorum. Akşama balık yerine sarmaşık yemeği yiyoruz. Balık kadar keyif alıyorum, işlerim bitti nasıl olsa...
Bugün dediğim gibi sıra dışı yoğunluk yaşıyoruz. Misafirlerin bazılarının hesabını alıp uğurlarken yenileri geliyor. İşin doğrusu bahçe kapısından girdikleri andan itibaren misafir araçlarına park yeri göstermeye, ayrılırken emniyetle yerlerinden çıkmaları için onlara yardımcı olmaya çalışırken bazen yetişemediklerim oluyor. Mutfaktan servise çıkarken bir anda kapıdan içeri giriyor misafirler. Hemen onları karşılıyor, salona doğru yol gösteriyorum. Gelenlerden bazıları Aşkın Şefi iyi tanıyorlar. Ben başka işle meşgul olduğum zamanlarda, soğuk siparişlerini doğrudan ona söylüyorlar. Şef onlara önerilerini sunuyor.
Akşamın son misafirleri bu kez rezervasyonsuz gelen ve bizi defalarca onurlandıran bir aile. Eşimle sarılıp kucaklaşıyorlar. Dışarıdan misafirleri var yanlarında. Oldukça geç vakitlere kadar kalıyorlar. Yarın sabahın erken saatlerinde rezerve grup kahvaltısını düşünüyorum kara kara. Erken gelmek lazım biraz daha. Kaba temizlik misafirler ayrıldıktan sonra yapılsa da ince temizlik sabaha kalıyor.
01/04/2017, Cumartesi. İzmir'den gelen bir kadın grubunu ağırlıyoruz. Böyle hemcins gruplar bana hala tuhaf geliyor. Bazıları eşlerini kaybetmiş, bazıları eşlerinden ayrılmış, kabul. Ancak hepsi mi yalnız bu hanımların emin değilim. Kahvaltıya hazırlıklıyız. Gelenler hem doğaya, hem mekana hem de kahvaltıda sunulan lezzet çeşitlerine hayranlıklarını gizlemiyorlar. Uzunca bir süre misafir ettiğimiz grup, kahvaltıdan sonra terasta güneşlenirken keyifli sohbetlerine çay ve kahve ikramları eşlik ediyor. Bugün dışarıdan iki üç eleman desteğiyle daha rahat gibiyim. Üstelik kızım da Venüs'ü alıp gelmiş. Venüs gelenlerin yeni gözdesi. Fifi ile başta yadırgıyorlar birbirlerini. Birkaç saat sonra dost oluyorlar. Arada malzeme eksilince hesap işlerini kızıma bırakıp şehre gidip geliyorum. Öğleden sonraki hareketlilik nedeniyle ekmek azalıyor. Fırıncı hanım, "Demiştim ben, bu ekmez yetmez size, bugün çok iş olur sizin orada" diyor, samimi bir şekilde gülümseyerek.
Akşam kimler geldi, kimler geçti. İlk kez gelenler, yanlarında misafirlerini getirenler, devamlı konuk ettiklerimiz... Salon, veranda, avlu ve teras. Dört ayrı mekanda hizmet veriyoruz. Bir ara şömine sobayı tutuşturuyorum. Geceye doğru serinleyen havayı kırıyor.
Gün boyunca yeni rezervasyonlar ve muhtelif iş görüşmeleri oluyor. Torbalı'dan öğretmen olduğunu söyleyen bir hanımefendi arıyor. Samimi geçen sohbetimizde eşine sürpriz bir yemek vermek istediğini, yanlarında çocuklarını getirmelerine müsaade edilip edilmediğini soruyor. Geçen hafta Seferihisar'da porsiyonu 65-70 liraya yedikleri et ızgarasından sonra özür dileyerek fiyat soruyor. Özellikle eşimden pasta hazırlamasını istiyor. Eşimin zevkle hazırlayacağından eminim.
02/04/2017, Pazar. Kahvaltıyla başlıyoruz güne. Bir garson takviyesi daha almıştık aslında. Bizim şefi arayıp hastalandığını, bu sebeple gelemeyeceğini söylemiş son anda. Sağı solu arıyorum, herkes çalışacak bir yer bulmuş. Bugün Lion Club başkanlarını ağırlıyoruz. Zorlu bir gün. Yeni bir tecrübe, hem de ne tecrübe. Salonda yemek öncesi toplantı yapacaklar. U tipi masa düzenine geçiyoruz. Masaları düzenlemek epey zamanımızı alıyor. Salonda başkanın oturduğu kenar boyunca sandalyeler tek taraflı konulunca elli kişilik salon kırk bir kişiye ancak yetiyor.
Başkanla sürekli görüşme halindeyiz. Beklenenden önce geliyorlar. Şehirden onları karşılayacağıma söz vermiştim. Alışveriş için bir saat kadar önce aşağı inerken bir anda beynimde şimşekler çakıyor. Dün minibüsçüleri arayacaktım. Nasıl atladım bunu? Eyvah, ki ne eyvah. Hemen telefonu tuşluyorum. Minibüsçü dün telefon etmeyince vaz geçtiğimi düşünmüş haklı olarak. "Ben şimdi Aydın'dayım, bir bakayım birilerini bulabilirsem." deyince bende heyecan zirve yapıyor. En kötü ihtimalle gider minibüs durağından iki minibüs çeviririm istedikleri paraya bakmadan. Ama ya bulamazsam? Düşünmek bile istemiyorum. Minibüsçüyü arıyorum, bir tanesinin yola çıktığını söylüyor. Arabamın yakıt ışığı yanıyor. Bir de yolda kalır mıyım endişesiyle akaryakıt istasyonunda depoyu dolduruyorum. Başkan arıyor, "Biz geldik turist otobüslerinin park ettiği yerdeyiz." Aklım minibüslerde, "Geliyorum, beş dakika sonra yanınızdayım." diyorum. Tekrar minibüsçüyü arıyorum. İkincisini de ayarladığını, yola çıktığını söylüyor ama dün aramayıp onu çok zora soktuğumu söylüyor. Başkan arıyor, "Biz çarşıya doğru ilerliyoruz, biraz dolaşıp otobüslere dönmek istiyoruz." Grubu karşılıyorum, ellerini sıkarken başkan beni arkadaşlarına tanıtıyor. Birlikte yürümeye başlıyoruz. İlk karşımıza çıkan "Karambol" sahası. Tarihi karambol oyunu ile ilgili bilgiler levhada yazılı. Çocuklar oyun oynuyor. Her zaman boş olur burası oysa. Tahtakale'ye doğru ilerliyoruz.Meşhur şiş köftecilerin çığırtkanları kalabalık turist grubunu görünce aç kalmış martılar gibi cıyak cıyak bağırıyor. Hiç de hoş bir görüntü değil bu. Bir tanesi beni rehber zannediyor. Lokantasına davet ediyor. "Kaplan Taş Ev'in misafirleri." deyince geri çekiliyor Pazar günü olduğu için esnaf dükkanları kapalı. O canlı hayat yok bugün.
Döndüğümde iki büyük minibüsü görünce derin bir oh çekiyorum. Lion'lara kılavuzluk ederek yola çıkıyorum. Başkan benim arabama biniyor. Kalabalık grup bahçeye yayılıyor. Birbiri ardına fotoğraf çekiliyor, kadınlı erkekli grup güneşin ve doğanın tadını çıkarıyor. Grubun bütün üyelerinin teker teker bir kez daha ellerini sıkıp "Hoş geldiniz" diyorum.
Masalarına geçiyor misafirler. Toplantı başlıyor. Mutfakta hazırlık tamamlanmış görünüyor. Kırktan fazla ordövr tabağı tezgahta güzel bir görüntü veriyor. Toplantı olmasaydı masalara taşınmış olacaktı. Neyse ki mutfağa konulan bir masa sayesinde sorun çözülmüş. Salatalar da hazır. Toplantı bittikten sonra tabaklar yukarı çıkarılıyor. Bize her hafta sonu gelen öğrenci kızımız çok başarılı. Sıcak ve içecek siparişlerini almaya başlıyorum. Başkan beş dakika müsaade istiyor. Sonradan aklına gelen birkaç sözü daha var topluluğa. O konuşurken bekliyorum. Konuşma uzadıkça zaman daralıyor. Ayrı ayrı siparişlerin alınması, sonradan yapılan değişiklikler yeni bir tecrübe kazandırıyor. Eşim yardıma koşuyor. O da siparişleri almaya başlıyor. Bu iş en sevdiği işlerden biri. Edindiğim en büyük tecrübe, gruplar için menüden başka bir çözümün olmaması gerektiği. Kırk kişiden sipariş alınması, kırk masaya ayrı ayrı bakmakla aynı. Sadece o da değil elbette. Özellikle alkollü içki siparişleri başımı ağrıtıyor. Yetmişlik söyleyip bir kaç arkadaş bölüştükten sonra ayrı ayrı hesap ödenmesi sorun oluyor. Eşimin ayrı sipariş alması, sabırsız davranıp diğer elemanlardan istekte bulunanlar kontrolü kaybetmeme sebep oluyor. Sadece bu mu? Verandada, avluda hatta terasta grup harici misafirler var. İçlerinden bazıları dışarıdan misafirlerini getireceğini söyleyip dünden rezervasyon yaptırmış. Neyse ki eşim onlarla özel olarak ilgileniyor. İsim isim siparişler adisyonlara geçiyor. Aynı anda elliye yakın adisyonun içinden nasıl çıkılır? Yemeklerden sonra tatlı sipariş edilmeye başlanıyor. Ödemeye sıra gelince ani bir karar verip Aslanlara güveniyorum diyerek adisyonu bir tarafa bırakıyor, beyana esas hesapları alıyorum. Herkes önümde kuyruk olmuş sırasının gelmesini bekliyor.
"Ben Tire şiş köfte, patlıcan ezme yedim, bir de ellilik rakıyı dört kişi içtik. Ordövr tabağı, salata, keşkek herkes için standart sanırım." Pos cihazını yukarı aldım. Bazıları nakit bazıları kredi kartı veriyor.
"Bir de minibüs için kişi başı beş TL alıyoruz başkanla anlaşmamız gereği."
"Biz iki kahve, üç çay söylemiştik."
"Çay ve kahveler ikramımız efendim, afiyet olsun."
Hesabını ödeyen bahçeye çıkıp yürüyüş yapıyor, sohbet ediyor, fotoğraf çekiliyor. Elemanlar güzel çalışıyor. Gelmeyen elemanın eksikliği hissedilmiyor fazla. Gecikmeler olmuyor değil. Fakat butik tarzda çalışan hangi işletme olursa olsun, elli kişi aynı anda gelip ayrı ayrı sipariş alırsa zorlanır. Sürpriz bir şekilde hemen herkes şiş köfte istiyor. Tire'nin meşhuru ama bana göre ızgara köfte ondan daha güzel. Israrla şiş köfte istiyorlar. Şiş köfte tükendikten sonra bazı misafirler köfte çeşitlerinden sipariş veriyor. Akşama doğru köfte çeşitlerini yok satıyoruz. Bütün tatlılar tükeniyor. Akşam oluyor hız kesmeden devam ediyoruz. Köftemiz kalmadı ama diğer ızgara çeşitlerimiz mevcut. Kapanışa yarım saat var. Bir telefon geliyor, şehirdeki bir kurumun müdürü tenezzül edip kendisi aramak yerine elemanına aratıyor. Babası kayınpederimin yakın dostuymuş bir zamanlar. Daha önce yine bir grup arkadaşıyla geleceklerinden söz etmiş, hatta gününü bile söylemiş, daha sonra haber vermeyerek inceliğini göstermişti. O günden beri özellikle eşim çok kızgın ona. Eşimi aşağı gönderdikten sonra bir an önce kapatmak istediğim bir anda gelen bu telefon, açıkçası pek hoşuma gitmiyor. Kabul etmemek doğrusu böylelerini. Mekana saygısızlık olmasın diye kabul etmek zorunda kalıyorum. Yine gelmiyor. Umurumda değil zaten. Fakat dalga geçer gibi geliyoruz deyip, gelmemek, ya da gelemeyeceğini haber vermemek bahse konu müdüre yakışan bir davranış oluyor (!)
03/04/2017 Pazartesi. Artık bugün sakin olacağını tahmin ediyorum. Yarın tatil günümüz olduğu için fazla ekmek almaya gerek yok. Dün gece masaları normal oturma düzenine göre tanzim edip temizlik işlerini tamamladığımız için güne rahat başlıyoruz. Bodrum'dan yola çıkıp Kuşadası üzerinden İstanbul'a doğru geze geze yolculuk yapan bir çiftin yolu Taş Ev'e düşüyor erken saatlerde. Mutfaktaki yardımcı hanımefendi oğlunun okulunda işi olduğu için sabahtan izinli. Biraz sonra taksi tutup gelecek. Taş Ev'e bayılıyor misafirlerimiz. Terasta yemeyi tercih ediyorlar öğlen yemeklerini. Uzunca sohbet ediyoruz bir yandan hizmet ederken. Bolca kartvizitimizi alıyorlar. Son derece mutlu bir şekilde uğurluyorum onları.
Bugün yalnızım serviste. Akşam rezervasyonları hazırlıklı olmamızı gerektiriyor. Eşim telefonunu yukarıda bırakmış. Hem onu bırakırım hem de fazladan bir kaç ekmek alırım diye geç kalmadan şehre iniyorum. Döndüğümde terasta iki genç oturuyor. Aşkın Şef gereken ilgiyi göstermiş. Beyefendi Orta Anadolu'nun bir şehrinde öğretim üyeliği yapan bir doçent. Eşi ise avukat. Onlarla da sıcak bir sohbete dalıyoruz. Tire'ye yerleşmeyi düşünüyorlarmış. O da benim gibi hanım köylü olmaya aday bir genç.
Akşama bir doğum günü rezervasyonumuz var. Beni telefonla arayan hanımefendi eşine sürpriz yapacağını söyleyerek bir de pasta hazırlamamızı rica ediyor. Geç vakit haber verdiklerinden eşim pastayı yetiştiremez. Aşağı indiğimde pastaneden hazır bir pasta alıyorum. Hava henüz kararmadan önce sürpriz misafirimizle bahçe kapısında karşılaşıyoruz. Benim en çok önem verdiğim misafirlerin başında geliyor. Meslektaşım olan bu beyefendinin, iş adamı arkadaşları arabalarıyla peşi sıra geliyorlar. Onlara her zaman oturdukları köşe masayı gösteriyorum. Aslında terasta oturup güneşin batışını izlemek niyetleri. Biraz geç kaldıkları için güneş az önce gözden kaybolmuş. Servisi dışarı taşırken havanın serinlediğini görüp fikir değiştiriyorlar. Servislerini içeri alıyorum.
Doğum günü misafirlerimizden en küçüğü iki aylık bir bebek. Uslu uslu beşiğinde uyuyor. Bu misafirlerimiz ilk kez bizi şereflendiriyorlar. Miniğin ablası akıllı bir kız. Ona "Hoş geldiniz hanımefendi." diyorum. Annesinin ikaz etmesiyle cevap veriyor. "Hoş bulduk." Mutlu bir aile. Siparişleri alıyorum. Küçük hanım her çocuk gibi parmak patatesi seviyor. Yanlarındaki masaya iki genç geliyor. Fazla soğuk ve sıcak siparişlerini veriyorlar içkilerinin yanında. İş adamlarının masasına daha fazla ilgi göstermem gerek. Bu arada Aşkın Şef benim sıkıştığım yerde servise çıkıyor. Keşkeği gençlere o götürüyor. Bir müddet sonra gençlerin yanına gidip sıcak siparişlerini almak istiyorum. Daha önce aldığım sipariş nasıl olduysa çıkmış aklımdan. Özür dileyerek yeniden not alıyorum. Olgunlukla karşılıyorlar. Hemen Şefe bildiriyorum bir an önce hazırlanması için.
İş adamları yemeklerini bitirdikten sonra kahvelerini götürürken şirinlik olsun diye yanında nane likörü ikram ediyorum. Kendimi affettirmek için gençlere de aynısından sunuyorum. Şakalaşıyoruz, affettiklerinden emin olmam beni rahatlatıyor.
Gençler yemeklerini yedikten sonra hesap öderlerken doğum günü pastasını süsleyen Şef, yukarı çıkıp çat patları yanan süslü pastayı ikram ediyor aileye. Yukarıdan alkış sesleri geliyor. Pasta büyük gelince, diğer misafirlere de ikram edelim diyorlar. Benim onur konuğum kalkıp bebeğe sevgi gösterisinde bulunurken kendilerine yapılan pasta jesti için teşekkür ediyor. Masalar arasında güzel bir kaynaşma olması ve sıcak bir atmosferin doğması benim çok hoşuma gidiyor.
Doğum günü ailesini son derece mutlu bir şekilde uğurluyoruz. Küçük hanıma soruyorum. "En çok hangi yemeği sevdin?" Ben patates diyeceğini beklerken o, "Hepsini." cevabıyla beni şaşırtıyor.
Gecenin son misafirleri gece yarısına kadar sohbete devam ediyorlar.
04/04/2017 Salı. Artık günlüğüme dönebilirim. Uzunca bir yazı olacak bugün. Sadece o işim olsa keşke. Sabah eşimle karar veremiyoruz bir türlü. Erkenden pazar alışverişini yapıp İzmir'e mi gitsek? Yine işi düşünüyoruz. Son aldığımız endüstriyel bulaşık makinesi özellikle bardaklarda su izi bırakıyor. Daha öncekinden çok memnun kalmıştık. Bir ara etiketinin fotoğrafını çekmiştim. Eşim internet alışverişini çok seviyor. Gerçekten de tanınmış alışveriş sitelerinde mal teslimindeki sürat beni hayrete düşürüyor. Yeni bir mutfak robotu siparişinden sonra aynı markanın sitesinden 30 kiloluk bir bulaşık deterjanı sipariş ediyorum. İnternet bankası üzerinden EFT yapıyorum ücretini. Telefonla görüştüğüm Levent beye bilgi veriyor, e-posta ile fatura bilgilerini ulaştırıyorum.
Eşim pasta, tatlı işleri için acil siparişler veriyor, pazara çıkmadan onları alıyorum. Pazar alışverişi çok uzun sürüyor. Sağ kolumdaki ağrı da cabası. Şansıma pazara yakın alışveriş merkezinin kapalı otoparkında arabama bir yer buluyorum. Telefonum şarj etmiyor. Soketinde bir problem olmalı. İlk işim telefonu tamire bırakmak. Daha önceki görüştüğüm tamirci "Üç saat kalması lazım." demişti. Telefonun soketine pislik birikince temassızlık sorunu oluyor. İlk kez temizlettiğim yere götürüyorum telefonu. Bir iki dakikada ince uçlu bir pens yardımıyla biriken tozları çıkarıyor soketin içinden. Ücret almak istemiyor yine. Zorla bir kaç kuruş veriyorum. Oysa ilk sorduğum kişi aynı iş için otuz lira, soket arızalı ise seksen liranızı alırım demişti. Telefon sorunum böylelikle çözümlenmiş oluyor.
Sebzesinden meyvesine, kömüründen etine kadar bir sürü alışveriş yapıyorum. Telefonum bir biri ardına çalıyor.
"Bugün ve her salı günü kapalıyız efendim."
"Kahvaltı servisimiz sadece hafta sonları, efendim."
"Balık servisiniz var mı? Deniz ürünleri bulunmuyor öyle mi?"
"Yarın öğlen yemeği için mi efendim? Kaç kişi? On beş mi? Saat kaç gibi gelirsiniz?"
Eşimi arıyorum, "Yarın öğlen yemeğine grup var yine." Salonu temizleyip yarına hazırlamalıyım. Yaylaya çıkıyorum. Fifi Taş Ev'in yanında sevinçle karşılıyor beni. Ayaklarıma başını koyuyor, "Ben karnımı doyurmanı değil, beni sevmeni istiyorum." dercesine. Acıkmıştır diye biraz ekmek ufalıyorum kabına.
Mutfaktaki dolaplara erzakı yerleştiriyorum. Eşim arıyor, yukarıdan şunu getir, bunu getir diye. Unutmadan istediklerini arabaya yerleştiriyorum her seferinde. Salonu süpürüyor, siliyorum. Ağrıyan sağ kolumla zor oluyor biraz. Masaları siliyorum ardından. Bu temizlik çok önemli. Yerden köfte parçaları, kürdanlar, çöp şişler gözün zor göreceği yerlere saklanıyor genelde. Masaların ayakları bozulmasın diye tek başıma kaldırıp yer değiştiriyorum. Nihayet işlerim bitiyor. Avluya çıkıp derin derin yayla havasını soluyorum. Bahçedeki Napolyon kirazlar, şeftali ağaçları pembe beyaz renkleriyle hoş bir görüntü sunuyor. Yerler de epey yeşillendi. Artık bir an önce gidip biriken yazılarımı yazmanın vakti geldi. Çıkarken bahçeden elemanların topladığı sarmaşık demetini alıyorum. Akşama balık yerine sarmaşık yemeği yiyoruz. Balık kadar keyif alıyorum, işlerim bitti nasıl olsa...