Kararsız bir hava... Bir bakıyorsunuz yağmur çiseliyor, derken güneş bulutların arasından yüzünü gösteriyor, hemen arkasından gök gürültüsü, çakan şimşekler eşliğinde bardaktan boşanırcasına yağmur başlıyor. Teras sert esen rüzgarların savurduğu çiçeklerle dolmuş. Havaların ısınması ile birlikte dış mekanlar daha çok tercih ediliyor.
Şehre inip alışveriş yapmaya karar veriyorum. Tam yola çıkarken işletmecilik yapan bir misafirimiz geliyor yemeğe. Genelde durgun geçer bu saatler. Sohbet ediyoruz. Personelden yana dertli birçok işletmeci gibi. Yirmi yaşından küçük personel çalıştırmamaya karar verdiğini söylüyor. Bunun sebebi ellerinden düşmeyen telefonlar. Oysa, yaşla alakası yok bu alışkanlığın. Çağımızın bağımlılık yaratan son teknolojik illeti... Önce TV'ler eleştiriliyordu. TRT'nin ilk yayınlarını siyah beyaz izlemeye başladığımız zamanlardı. Derslerimizden kalmayalım diye ebeveynlerimiz TV leri özel dolap kabinlerine sokar sürmeli kapağını kilitlerdi. Bir süre sonra aileler arasında yapılan dost ziyaretleri kısa hal hatır sormaktan öteye gitmeden sona ererdi. İnsanlar hipnotize olmuşçasına karşılarındaki kutuya bakarlar, kendilerine ikram edilen çayı bile gözlerini ekrandan ayırmadan alırlardı. Şimdi TV'lerin yerini alan akıllı telefonlar herkesin elinde. Onlar sadece bir haberleşme aracı değil. Oyunlar oynanıyor, sohbetler ediliyor, paylaşımlarda bulunuluyor, başkalarının paylaşımlarına yorum yetiştiriliyor. Bizim millet kadar bu aletleri kullanan başka millet yok. Sohbetimizin konusu da bu zaten. Garson, telefonu bırakmıyor elinden, mesai saatlerinde. İşletme sahibi sürekli ikaz ediyor. Bazı çalışanların ellerine yapışan telefonlardan ayrılmaları mümkün görünmüyor. "Biz onsuz yapamayız." diyorlar. Kapının önünde buluyorlar kendilerini elbette.
Düşünüyorum da... Hırsızlık sadece para çalmak değil. Bazen çalıştığın yerin zamanını çalmak da aynı zamanda. İşini bir yana bırakıp telefonla oyun oynamak ya da sohbet etmek kabul edilecek bir davranış değil.
Misafirimizi uğurladıktan sonra iniyorum şehre. İlk uğradığım yer banka. ATM den alkol satış belgesini yenilemek için ATM'den yatırdığım paranın fişini düşürmüşüm. Banka yetkilisi bana hangi gün yatırdın, hangi ATM'yi kullandın, saat kaçtı gibi ahiret sualleri soruyor. Sadece kullandığım ATM yi hatırlıyorum. Biraz uğraşıp sonuca ulaşıyor yetkili. Verdiği makbuzu alıp bankadan çıkıyorum. Yarının alışveriş yükünü biraz olsun hafifletmeye çalışıyorum.
Öğleden sonra cumartesi ve pazar günlerinin rezervasyon teyitleri geliyor. Pazar günü organizasyonunu düzenleyen dostumun benden bir ricası var. Şehir hakkında tarihi ve kültürel bir konuşma yapmam isteniyor. Memnuniyetle kabul ediyorum. Şimdiye kadar yaptığım konuşmaların çoğu uzmanlık dalım olan barajlarla ilgiliydi. Bu kez konum farklı olacak. Bu hafta sonu zorlu geçeceğe benzer.
Bu gece Regaip Kandili. İnsanlar kandil gecelerinde pek dışarı çıkmıyorlarmış burada. Dini gecelerde, cuma akşamı dedikleri perşembe günü akşamlarında içkili lokantalara pek rağbet olmazmış. Mahalle baskısı da var elbette. Beklediğimiz oluyor. Biraz erken kapatıp çıkıyoruz. Yolda telefonum çalıyor. Karşıdan mahalle baskısının işlemediği kibar bir beyefendinin sesi geliyor. "Açık mısınız? Yola çıktık, geliyoruz." Kandil münasebetiyle erken kapattığımızı söylüyoruz, özür dileyerek.
Şehre inip alışveriş yapmaya karar veriyorum. Tam yola çıkarken işletmecilik yapan bir misafirimiz geliyor yemeğe. Genelde durgun geçer bu saatler. Sohbet ediyoruz. Personelden yana dertli birçok işletmeci gibi. Yirmi yaşından küçük personel çalıştırmamaya karar verdiğini söylüyor. Bunun sebebi ellerinden düşmeyen telefonlar. Oysa, yaşla alakası yok bu alışkanlığın. Çağımızın bağımlılık yaratan son teknolojik illeti... Önce TV'ler eleştiriliyordu. TRT'nin ilk yayınlarını siyah beyaz izlemeye başladığımız zamanlardı. Derslerimizden kalmayalım diye ebeveynlerimiz TV leri özel dolap kabinlerine sokar sürmeli kapağını kilitlerdi. Bir süre sonra aileler arasında yapılan dost ziyaretleri kısa hal hatır sormaktan öteye gitmeden sona ererdi. İnsanlar hipnotize olmuşçasına karşılarındaki kutuya bakarlar, kendilerine ikram edilen çayı bile gözlerini ekrandan ayırmadan alırlardı. Şimdi TV'lerin yerini alan akıllı telefonlar herkesin elinde. Onlar sadece bir haberleşme aracı değil. Oyunlar oynanıyor, sohbetler ediliyor, paylaşımlarda bulunuluyor, başkalarının paylaşımlarına yorum yetiştiriliyor. Bizim millet kadar bu aletleri kullanan başka millet yok. Sohbetimizin konusu da bu zaten. Garson, telefonu bırakmıyor elinden, mesai saatlerinde. İşletme sahibi sürekli ikaz ediyor. Bazı çalışanların ellerine yapışan telefonlardan ayrılmaları mümkün görünmüyor. "Biz onsuz yapamayız." diyorlar. Kapının önünde buluyorlar kendilerini elbette.
Düşünüyorum da... Hırsızlık sadece para çalmak değil. Bazen çalıştığın yerin zamanını çalmak da aynı zamanda. İşini bir yana bırakıp telefonla oyun oynamak ya da sohbet etmek kabul edilecek bir davranış değil.
Misafirimizi uğurladıktan sonra iniyorum şehre. İlk uğradığım yer banka. ATM den alkol satış belgesini yenilemek için ATM'den yatırdığım paranın fişini düşürmüşüm. Banka yetkilisi bana hangi gün yatırdın, hangi ATM'yi kullandın, saat kaçtı gibi ahiret sualleri soruyor. Sadece kullandığım ATM yi hatırlıyorum. Biraz uğraşıp sonuca ulaşıyor yetkili. Verdiği makbuzu alıp bankadan çıkıyorum. Yarının alışveriş yükünü biraz olsun hafifletmeye çalışıyorum.
Öğleden sonra cumartesi ve pazar günlerinin rezervasyon teyitleri geliyor. Pazar günü organizasyonunu düzenleyen dostumun benden bir ricası var. Şehir hakkında tarihi ve kültürel bir konuşma yapmam isteniyor. Memnuniyetle kabul ediyorum. Şimdiye kadar yaptığım konuşmaların çoğu uzmanlık dalım olan barajlarla ilgiliydi. Bu kez konum farklı olacak. Bu hafta sonu zorlu geçeceğe benzer.
Bu gece Regaip Kandili. İnsanlar kandil gecelerinde pek dışarı çıkmıyorlarmış burada. Dini gecelerde, cuma akşamı dedikleri perşembe günü akşamlarında içkili lokantalara pek rağbet olmazmış. Mahalle baskısı da var elbette. Beklediğimiz oluyor. Biraz erken kapatıp çıkıyoruz. Yolda telefonum çalıyor. Karşıdan mahalle baskısının işlemediği kibar bir beyefendinin sesi geliyor. "Açık mısınız? Yola çıktık, geliyoruz." Kandil münasebetiyle erken kapattığımızı söylüyoruz, özür dileyerek.
Sadece gençler mi, kendi arkadaşlarıma sitem ettiğimi biliyorum, aylardan sonra görüşmüşüm ellerindeki telefondan başlarını kaldıramıyorlar :(
YanıtlaSilÇağımızın yeni hastalığı. Hiçbir şeyi dozunda bırakamıyoruz maalesef.
SilZaman en büyük değer; onu hakkıyla ve yerinde kullanmak boynumuzun borcu. Bir iş yerinde masa başınad oturan sekreterin önündeki bilgisayardan kendi özel işlerini izin almadan yapması ahlaken ve hatta hukuken yanlıştır. İnternet üzerinden sosyal medya hesaplarını yönetmek ve arkadaşlarıyla online irtibat içinde olmak doğru değildir. Bu duruma işverenin şiddetle karşı çıkacaktır. Bir işci yövmiyesini ya ad maaş aldığı yerde işinden başka hiç bir şey düşünmemelidir. Bir söför seyir halinde iken direksiyonunu bırakamaz. Bırakırsa başına ne gibi felaketler geleceğini peşinen bilir.
YanıtlaSil.....
Akıllı telefonlarımız olabilir. Fakat işe başladığımız zaman gerekirse telefonumuzu kapatmalıyız. Çok acil durumlarda işletmenin telefonundan irtibat kurmak ad mümkündür. Kafası ve dikati başka yerde olan bir çalışandan hayır gelmez. Çünkü işinin hakkını veremez. İş verenin bu durumu çalışanlarına deklare etmesi gerekir.
.....
Bir çalışan ekmek yediği yere ihanet etmemeli ve buna da işveren asla izin vermemeli.
Yazdıklarınız doğru ama çok az sayıda insan var öyle düşünen...
SilMetroda, yolda, her yerde. Dün metroda baktım da... Kitap okuyanlar da var tek tük; ama elinde telefon olan sayısız kişi var. Öyle ki yolda siz yana çekilmeseniz üstünüze üstünüze geliyorlar :(
YanıtlaSilHer şeyin suyunu çıkarmakta bir numarayız:)
Sil