KATEGORİLER

18 Temmuz 2017 Salı

DÖRDÜ BİR YERDE

14/07/2017 Cuma, Tire

Şehir yine yanıyor... Derler ki, geçen kış sert geçtiği için çekiyoruz bu kavurucu sıcakları. Ya bu gelecek kışın sertliğine delalet ise (!)

Nihayet bugün biraz rahatız. Sıradan hafta arası bir gün. Belki de geçen cumanın yoğunluğuna aldanıp havaya girdiğimiz için bize öyle geliyor. Bugünden aklımda kalan iki şey var. Birincisi Venüs'ün Fifi'yle oynamaktan bıkıp tavuklara musallat olması. Zavallı tavuğu bizimkinin ağzından alıyoruz. Kara kız çok korkmuş. Neyse ki hayati tehlikesi yok. İkincisi Ankara'dan gelen misafirlerimiz. Ödemiş'te işyerleri varmış. Artık bu tarafa her geldiklerinde bize uğramadan dönmüyorlar. Bu şekilde vazgeçilmez olmak gururumuzu okşuyor. Şefimiz onlara gösterişli bir et tabağı hazırlıyor, hemen basıyorum deklanşöre...




 15/07/2017 Cumartesi, Tire

Bugün sözde demokrasi tutkunları, demokrasinin ne olduğunu bilmeyenler, faşizmi demokrasi sananlar, aldananlar, aldatılanlar meydanlarda. Büyük bir akıl tutulması devasa gösterilere dönüşüyor. Toplumdaki ayrışma gözümü korkutuyor. Fırsatım olursa bugüne özel bir yazı yazmak isterim. Geçen haftanın kopyası gibi bir gün geçiriyoruz. Bugün yine bir evlilik teklifi var. Sevgilisine evlilik teklifinde bulunacak gençlerin ilk aklına gelen yer oluyor Taş Ev. Masa özenle süsleniyor, günün anlam ve önemine uygun müzikler çalınıyor. Delikanlı mum ışığında kız arkadaşına evliliğe gidecek ilk sözcükleri söylüyor. "Benimle evlenir misin?" 

 16/07/2017 Pazar, Tire

Tuhaf bir durum. Günlüğümü günü gününe yazmaya vakit ayıramıyorum. Oysa, yurt dışı tatiline gittiğim günlerde bile aynı günün akşamına yaşadıklarımı not ediyordum. Yazdıklarımı kontrol etmek için yayınlama tarihim birkaç gün sarksa bile ayrıntılar, etkilendiğim kişi ve olaylar canlılığını koruyabiliyordu. Bu aralar ne olduysa büyük zevk aldığım bu iş sekteye uğruyor. Hayır, bıkkınlık değil bu. Önce kitap okumaya ayırdığım vakti blog yazarlarının yazıları almaya başladı. Daha sonra facebook paylaşımları... O kadar ilgi çekici müzik ve haber paylaşımları var ki bağımlılık yaratıyor. Bu arada işlerin yoğunlaşması yazma işlerini sekteye uğratıyor.

Kahvaltı servisinin sadece pazar günlerine indirilmesi iyi oldu. Yaylaya çıkar çıkmaz hummalı bir çalışma başlıyor. Kızım Venüs'le haşır neşir oluyor. Kümesteki folluktan yumurtaları topluyorum. İlk zamanlar eşimin kimseye bırakmadığı zevkli bir iş bu. Birbiri ardına rezervasyon telefonları  gelmeye başlıyor. Hava çok sıcak. Hava sıcaklığının şehre göre en az on derece daha düşük olduğunu duyuyoruz misafirlerimizden. Sıcaktan bunalan soluğu Kaplan'da alıyor. Bulunduğumuz yer zirvede olduğu için tatlı bir esinti oluyor genel olarak. Kahvaltı servisinden sonra yemek misafirlerini ağırlıyoruz.

Sürpriz bir telefon geliyor çocukluk arkadaşımdan. Bir buçuk saat sonra yanımızda olacaklarını haber veriyor. Son geldiklerinde yeterince ilgilenemediğimiz için üzülmüştük. Kıymetli eşi, güzel kızları ve çocukluk yıllarından tanıdığım bir arkadaş ile birlikte yola çıkmışlar. Onlarla bir sürü ortak anımız var. Gelmelerine seviniyorum.

Bir baba oğul verandadaki masalardan birine oturuyor. Her gelen Taş Ev'i kafasında ölçüp biçiyor. Babanın bulduğu kusur verandada telefon şarj cihazını takacak prizin olmayışı. Ağaç ve fidan işleri yaptığı için Şubat ayında manzarayı kapatan yaşlı kestane ağaçlarının budanması gerektiğini söylüyor. Aceleleri hiç yok. İçkilerini içiyorlar, yemeklerini yiyorlar. Arada keyif çaylarını içip ilave siparişler veriyorlar. İlk kez geldikleri Taş Ev'i gezdiriyorum onlara. Yukarıda manzara eşsiz. İçkinin verdiği rahatlığın da payı var sözlerinde. Elini omzuma atıp döktürüyor. "Doğrunu söyleyeyim mi?" diyor gülerek. "Köye her geldiğimizde aşağıdaki lokantalardan birine giderdik. Bizim oğlan yine oraya gidelim dedi. Ben sizin levhalınızı gördüm. Buraya daha 1.250 metre olduğu yazılı. Bizim oğlana hadi çıkıp gidelim, beğenirsek kalırız, beğenmezsek küfrederek döneriz." Öyle ya o kadar yol boşuna gelinmemeli. Seçtiği kelimelerin biraz kaba olmasını yadırgamama rağmen söyleyiş tarzı hoşuma gidiyor. Aşağı indiğinde ben sormadan devam ediyor. "Gerçekten çok güzel bir yermiş. Bundan sonra geleceğimiz adres belli."

Arkadaşlarım geliyor, onları verandada ağırlıyor, özlem gideriyoruz. Bu kez birkaç laf edecek kadar zaman buluyoruz. Havaalanına yetişecekleri için erken ayrılıyorlar. Onların ayrılması ile birlikte tempomuz artıyor. Geç saatlere kadar ekip arkadaşlarımızla birlikte misafirlerimizi en iyi şekilde ağırlıyoruz.

17/07/2017 Pazartesi, Tire

Evet, bugün bunu yapmazsam olmayacak. Geçmiş günlerin dördünü de bir batında çıkarmam farz oldu. Ne iyi yaptık da tatil günümüzü pazartesiye aldık. Dünkü yorgunluğun üzerine çekilmezdi bugün. Tatil günümüzü hala salı bilenler var, her ne kadar sosyal medyada bu değişikliği duyurmuş olsak da. Ne yazık ki, bugün rezervasyon yaptırmak isteyenler, kapımıza kadar gelip geri dönenler oluyor.

Haftanın yorgunluğunu geç kalkarak atıyoruz. Öğlen saatinde geç kahvaltı için eşime tavsiye edilen bir kır bahçesine gidiyoruz Selçuk yolu üzerinde. Serpme kahvaltı veriyor burası da. Bizden başka bir çift kahvaltı ediyor arkamızdaki masada. Bahçe girişinde saç üzerinde otlu gözleme yapan bir köylü kadın ilişiyor gözümüze. Tavuklar civcivlerini peşine takmış masaların arasında dolaşıyor. Gençten biri masayı sildikten sonra siparişimizi alıyor. Kendi çıkardığımız kahvaltı ile önümüze gelenleri kıyaslıyoruz. Güzel bir kahvaltı servisi yapılıyor diyebilirim. Ben çayı sevmediğimden onun yerine ayran alıyorum. Kahvaltı ücreti bizimkiyle aynı. Kişi başı ikişer adet yaprak sarma ve sigara böreği, patates kızartması, gözleme ve ortaya sucuklu yumurta getiriliyor. Reçel çeşitleri küçük gofret kalıplarına konulmuş, basit ama parlak bir fikir. Bizim reçel çeşitlerimiz daha fazla ve göz alıcı. Bizdeki olan karadutlu lor ve pişi ile soslu biber kızartma yok. Yine de güzel bir kahvaltı ettiğimizi söyleyebiliriz.

Dönüşte çarşıda biraz alışveriş yapıyoruz. Muhasebeciye ve bankaya uğruyor, işlerimi hallediyorum. Toplu konut pazarından kasa kasa kurutmalık domates alıyoruz. Eve dönüp biraz istirahat ettikten sonra kasap alışverişimi yapıp yaylaya çıkıyorum. Bahçeye girer girmez hayvan dostlarımız karşılıyor. Venüs beni görünce sevinçten çıldırıyor. Tavukları besleyip yumurtalarını topluyorum. Aldıklarımı dolaplara yerleştirdikten sonra şehre dönüyorum. Bugün dinlenme günümüz ya, akşam yemeğini de meşhur kebapçı Hasan Usta'da yiyoruz. Salı pazarı kurulmaya başlamış bile. Yarın yüklü bir alışveriş yapmamız lazım.   

15 Temmuz 2017 Cumartesi

KİRAZ AĞACI ALTINDA HEM İŞ HEM SOHBET

13/07/2017 Perşembe, Tire

Şu bizim ekip arkadaşları iyice tembelliğe alıştırdı bizi. Öğlen sallana sallana geliyoruz. Geceleri geç döndüğümüz için bize hak veriyorlar. Onlara sonsuz güvenimiz var. Arada sakin geçen bir gün bile nefes almamıza yetiyor. Bugünün öyle bir gün olacağını tahmin ediyoruz. Ne de olsa cuma akşamı (!) Hani kutsal kitapta yazıyor ya, zinhar cuma akşamları yemeyin, içmeyin eve kapanın dua edin. Bu mudur ağır basan yoksa el alem ne der kaygısı mı? Ne olursa olsun biz de biraz dinlenmiş oluruz derken...

Yaylaya çıkar çıkmaz kalabalık bir aileyi karşılıyoruz. Ta Aydın'dan sadece bizim Taş Ev'i görmeye gelmişler yanlarındaki misafirleriyle birlikte. "Bizim damat gelmiş buraya, anlata anlata bitiremedi. Zeytinyağlılarınızın çok güzel olduğunundan bahsetti durdu." diyor emekli meslek lisesi öğretmeni beyefendi. Aman ne mutluluk... Yolu da tam çıkaramamışlar. Kaplan Köyündeki restoranlardan biri zaten kapalı. Diğerinin önüne geldikleri zaman "Yok burası değildi." demiş içlerinden biri. "Taş Ev'miş adı." 

Misafirlere sunulan mezeler çok takdir topluyor. Tabak tabak meze siparişleri veriyorlar. O kadar çok yiyorlar ki sıcaklara yer kalmıyor. Buna rağmen tatlılarımızın tadına bakmadan edemiyorlar. Dört değişik tatlı tabağı servis ediyoruz, tabaklar tertemiz geliyor geriye. Ayrılırlarken hediyelik ceviz almayı da ihmal etmiyorlar.

Hayır bugün o beklediğimiz sakin günlerden biri değil. Alışkanlıklar birer birer terk ediliyor. Gündüz saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar hiç yorulmadan koca bir gün geçiriyoruz. Zaman su gibi akıyor. Yorulmuyoruz, çünkü misafirlerimiz geliş saatlerini öyle güzel ayarlamışlar ki, hepsi bir anda gelmiyorlar. Hayır bazen öyle oluyor ki, anlaşmışlar gibi birine hoş geldiniz demeye fırsat bulamadan diğerleri geliyor. Bir de şunu gözledim: Ne zaman bilgisayarımın başına oturup bir şeyler yazmaya konsantre olsam, kapıdan Selma Hanım dışarıdan seslenir. "Osman Bey, misafir (!)"

Ekip boş durmuyor. Erik reçeli hazırlıkları tam gaz devam ediyor. Kiraz ağacının altında hem iş hem sohbet. Haber vermeden fotoğraflarını çekiyorum yukarıdan.

Aynı gün yazmayınca bu meret olmuyor işte. Tülbent telde kurumadan yazmak lazım ki, olaylar hislerinle yoğrulsun. Bugünün bir de özel konuğu var. Eşimin pek sevdiği kankasının kızı... Onu bugün davet etmesinin nedeni perşembe günlerinin diğer günlere göre daha sakin olması. Ayağı uğurlu geliyor teyzesine. Misafirlerle ağırlıklı olarak ben ilgileniyorum onları baş başa bırakmak için. Yine de zaman zaman dayanamayan eşim koşuyor yardımıma. Güzel kızımız çok beğeniyor Taş Ev'imizi, yemeklerimizi. Verandayı, manzarayı videoya çekip paylaşıyor. Harika bir iş çıkarıyor, "Bunu facebook reklamlarında kullanayım." diyorum.  


14 Temmuz 2017 Cuma

VERGİ KUTSAL MI?

12/07/2017 Çarşamba, Tire

Banka kartım yoğun kullanımdan ötürü parçalandı. Yenisini çıkartmak için yirmi gün oldu müracaat edeli. İlk aradığımda henüz şubeye gönderilmediği söylendi. Banka yetkilisini bugün yine aradım, önce müracaatımın olmadığını söyledi. "Nasıl olur, telefon kayıtlarına bakın, talebim üzerine yeni kartımın şubeye teslim edileceği bildirilmişti." dedim. Müracaat tarihinden on gün sonra şube yetkilisi ile görüştüğümü anlattım. Kart şubeye gelince mesajla bana bilgi verilecekti sözüm ona. Bir on gün daha geçmesine rağmen ne arandım ne de mesaj geldi.

Bir süre beklettikten sonra "Tamam, kartınız şubemize gelmiş." dedi yetkili. Nihayet yeni kartıma kavuştum. Yaylaya çıkıyoruz keyifle. Bir haftadır sıcaklar hız kesmiyor. Burası serin, tatlı bir rüzgar tenimizi okşuyor. Gündüzün erken saatlerinden itibaren gecenin geç saatlerine kadar misafir ağırlıyoruz.

Kavaklıdere Vergi Dairesinden arıyorlar. 2015 yılında kira gelir beyannamesinde yanlışlık yapılmış. Hem götürü şıkkı işaretlemişim, hem de gider göstermişim. İnternet üzerinden yeni beyanname doldurmam isteniyor. Bu yanlışlık pişmanlık cezasıyla birlikte pahalıya mal oluyor. Yüklü bir para çıkartıyorlar. Mecburen ödüyoruz. O kadar vergi kaçıran varken sehven yapılan bu yanlışlığın faturası bu olmamalı. Müfettişler ortaya çıkartmış hatayı. Görev aşklarına şapka çıkarıyorum, gözlerim doluyor. Vergi kutsaldır diye avutuyorlar milleti. Şimdi düşünüyorum, kutsallığı falan yok ödenen bu vergilerin. Hangi bombalar alınacak bu parayla. Kim bilir kimlerin canı yanacak, kimlerin anası ağlayacak, dış mihrakların çıkarlarına alet olan beceriksiz, korkak siyasetçilerin bıkmadan, usanmadan sürdükleri bu savaş oyununda.

Hem salonda, verandada hem de avludaki masalar dolup dolup boşalıyor. İlçenin üst düzey kamu yöneticilerinden biri geliyor. Oldukça genç görünüyor. Mekana ve yemeklere hayran kalıyor yanındaki arkadaşlarıyla birlikte. Diğerleri siliniyor aklımdan. Ha, bir de Tuçe vardı ailesiyle. Şu güzel konuşan kız. Hatırlamadınız mı hala? Hani her geldiğinde Trileçe tatlısını soran. Bu kez umduğunu bulamıyor ne yazık ki. Trileçemiz kalmamış...

Çarşambaları yoğun geçiyor. Cuma akşamı gelmeden ne koparırsak kar hesabı mı güdülüyor acaba? Bugün de o yoğun günlerden biri. Böyle günlerde misafirleri tanımak, onlarla sohbet etmek için zaman kalmıyor. Saatler su gibi akıyor, eve dönüyoruz. Aşırı yorgunluk gece bir şeyler yazmama engel. Televizyon kanallarının hepsinde algı operasyonu tam gaz.  Nasıl olmasın, bu oyuna ortak olmamanın bedeli bol sıfırlı vergi cezaları. Ama onların vergisi kutsal değil. Bu nedenle ödemek gelmiyor içlerinden. Onca para ödemek yerine hepsi kuzu kuzu uyuyorlar talimatlara. Yaşasın demokrasi şehitleri bayramı. Kutsal, şehit, gazi, rahmet, ibadet, din, iman yoksul halkın sözcükleri. Umman'ın beş yıldızlı otellerinin birinde viskisini yudumlayan şeyh geliyor gözümün önüne, üzerinde bembeyaz yere kadar uzayan entarisi, başında havalı kenarı siyah kordonlu başlığı. Hiç bir şey umurunda değil. Ne anası ağlıyor, ne evladını merak ediyor. Onun vergisi de kutsal değil. Din, iman hak getire. Kırsal bölgelere doğru uzanınca yıkık dökük camilerin içinde dua eden insanları hatırlıyorum. Yoksul oldukları görünüşlerinden belli. İki keçisi var en iyi durumda olanının. İşte onlar için önemli verginin kutsallığı, şehadet makamı. Bazıları cenneti bu dünyada yaşıyor, bazıları öbür dünyada hurilerin hayalini kuruyor.

Güçlü olan her daim kazanıyor. Ekranın bir köşesinde yeni 15 Temmuz amblemi ve Türk bayrağı birbiri ardına yayınlanıyor. Açık oturumlarda demokrasi tutkunu halkımızın Fetö'nün darbesini nasıl önlediği, ne kahramanlıklar yaptığı anlatılıyor. Toplu taşıma ücretsiz olacakmış. Mesajlar geliyor telefonuma, demokrasi bayramının şerefine o günkü konuşmalar beleşmiş. Cumhuriyet Bayramı out, Demokrasi Bayramı in. Ya rabbel alemin, halkıma doğru yolu göster artık.                                                                                

SALIMIZ SALLANMADI

11/07/2017 Salı, Tire

Tatil günümüz değil bugün. Her ne kadar facebook sayfamızda duyurmuş olsak da misafirlerimizin çoğunun kafasında kalan bugün kapalı olduğumuz. Bu nedenden ötürü sakin bir gün geçireceğimizi düşünüyoruz.

Sanırım bundan böyle en fazla yorulacağım gün olacak haftanın bugünü. Sabah bana göre erken, eşime göre geç kalktım. Salı pazarından alacağım çok şey var. Erken vakitlerde daha rahat park yeri bulmak mümkün. Eskiden hiç sevmediğim pazar alışverişinden zamanla zevk almaya başlıyorum. Pazar esnafı, köylü kadınlar beni tanıyorlar. Pazar yerinin dar sokaklarından güçlükle kendime yol bulmaya çalışırken beni gören satıcılar hararetle tezgahlarındaki yerli sebzelerden almamı istiyorlar.

Taşıyabilecek kadar yükümü tutup aldıklarımı arabaya bırakıyorum. Ellerim pazar torbalarıyla dolduğunda zaman zaman kalabalığın akışı kesiliyor. Yarım dakikayı bile bulmayan bu kısa beklemelere tahammülüm yok yaz sıcağında, ama elden ne gelir. İçimden kızıyorum, koca bebek arabalarını iki insanın zor yürüyebileceği dar pazar sokaklarına sokan kadınlara, iki tekerlekli pazar arabasını yolun ortasında bırakıp alışveriş yapanlara. Yarım saat önce kapıda selamlaştığı komşusunu pazarda görünce geyik muhabbetine başlayan hanım teyzelere de kızıyorum. Ya öyle bir pazar yeri yapacaksın; arabanın park yeri sorunu olmayacak, tezgahların arasında insanlar bebek arabası, pazar arabası ile dolaştığında bile tıkanmalar olmayacak yahut böyle daracık yollara bebek arabasıyla insanları sokmayacaksın arkadaş. Belediyenin yaptığı tek iş zabıtalarını gönderip tezgah kiralarını toplamak burada. Sanırım meşhur Salı Pazarında bu durumdan rahatsız olan benden başka biri yok. İnsanların duydukları bir takım rahatsızlara karşı kayıtsız kalmaları, zaman içinde bunları kabullenmeleri bir alışkanlık ya da kültür olarak çıkıyor karşımıza. İdareciler geniş park yeri ve düzenli tezgahlara sahip bir pazar yeri kurulursa o meşhur Salı Pazarı'nın büyüsünün kaçacağını mı sanıyorlar, kim bilir?

İşlerimi bitirince eşimi alıp yaylaya doğru yola çıktıktan sonra şefimiz arıyor. "Yanlış anlamayın, misafirlerimiz var, şimdi sıcaklarını vereceğiz, her şey yolunda. Sadece bilgi vermek için rahatsız ediyorum." Şu şefimiz kadar kibar şef yok. Gel gelelim şu "Yanlış anlamayın" sözünü çok sık kullanıyor. Bu durumda benim onu hep yanlış anladığım sonucu çıkıyor.  Şaka yollu takılıp "Ben seni hep yanlış mı anlıyorum?" diye soruyorum. Kısa süren bir sessizliğin ardından hafiften bir gülümseme beliriyor şefimizin yüzünde. Alışkanlık işte... 

Çok güzel bir gün geçiriyoruz bugün. Hayır, öyle çok yoğun bir gün geçirdiğimiz anlaşılmasın. Yoğunluk her zaman güzel olmuyor bazen. Nitelik değil nicelik olsun istiyorum. Güzelliği bazen sakinlikte, seçkin misafirlerimizle yapılan tatlı sohbetlerde, eski anılardan bahsetmekte ararım ben. Aylardır kapalı olduğumuz salı günü kimsenin kapımızı çalacağını beklemiyorduk aslında. Nasibi olan geldi yine. Tesadüfen çat kapı gelenler bizden öğrendiler eskiden salı günleri kapalı olduğumuzu. Tatil günümüzde değişiklik yapmasaydık kapıdan döneceklerdi. İki hanımefendi yalnız başına bazılarının dağın başı dedikleri yere geliyor, denizden gelen hafif esintinin eşliğinde lezzetli yemeklerini yiyor, içkilerini içiyorlar. Onların burada yakaladıkları huzur ortamını sağlayabiliyorsak doğru yoldayız.

Gece yine geç dönüyoruz eve. TV kanallarında destanlaştırılan bir film gösterime girmiş. 15 Temmuz algı operasyonu bütün medyayı ele geçirmiş. Falanca kişi tankın önüne geçmiş, tank da üzerinden geçmiş. Şehit diyorlar ona artık. Babasının ağzından duygusal cümleler yazılıyor ekranlarda. "Oğlum demokrasiyi çok severdi, onu korumak için canını verdi, sağ olsaydı yine aynısını yapardı. Çalışkan çocuktu, etrafında çok seveni vardı." Önceden belli köşelere titizlikle yerleştirilmiş kameralar oynanan tiyatroyu filme almışlar TV kanallarına emir komuta zincirinde yayınlatıyorlar. CNN'den bahsediyorum. Aydın Doğan'a aba altından sopayı gösterdiklerini bilmeyen yok. Falanca yeri böyle bastı darbeciler. Fonda savaş sahneleri. Aman Allah'ım bu algı operasyonuna dayanamıyorum artık. Sayın Cumhurbaşkanını demokrasi kahramanı yaptılar ya, bunların şeriatı getireceklerinden hiç kuşkum kalmadı artık.

12 Temmuz 2017 Çarşamba

PAZARTESİ SENDROMU

10/07/2017 Pazartesi, Tire

Bundan böyle artık pazartesi günleri istirahat günümüz. Henüz buna alışamadığımız için dün geceden hazırlanan alışveriş listesini kolaylamaya çalışıyoruz. Erken saatlerden itibaren rezervasyon yaptırmak isteyenlerin telefonlarına cevap veriyorum. Dün geç vakitlere kadar eve dönemediğimizden tatil günümüzün değiştiğini facebook, trip advisor, foursquare gibi sosyal sitelerde duyurmaya fırsat bulamadık.  Eşim kahvaltı etmeden duramaz. Yine bir an önce kahvaltıya oturmam için sesleniyor. Erken saatlerde kalkarak evde bir sürü iş yapmış. Bakıyorum ki artık dayanacak hali kalmamış, "Bugün değişik bir şey yapalım, kahvaltı önümüze gelsin." önerisinde bulunuyorum.

Bunaltan bir sıcak şehri kavuruyor. Dere Kahve'deki Asmaaltı Kafe'ye gitmeye karar veriyoruz.

Dışarıdan bakıldığında birkaç masadan ibaretmiş gibi görünen bahçeli evin kapısından içeri adımımızı atıyoruz. Ayşen Hanım bizi güler yüzle karşılıyor. Israrla üst kata çıkmamızı öneriyor. Alçak rıhtlı ahşap merdivenlerden çıkınca içimize ferahlık veren bir esinti karşılıyor bizi. Derenin kenarındaki yeşil bitki örtüsü gözlerimizi okşuyor. Zengin bir kahvaltı tepsisi geliyor önümüze. Sunulan çeşitlerin hepsi taze ve lezzetli. Sipariş ettiğimiz menemen tam istediğim gibi pişirilmiş. Keyifli kahvaltımızı yaptıktan sonra Ayşen Hanım'ın eşi Çağlayan Bey ile sohbet ediyoruz. 

Bugün tatil günümüz ama daha buna alışamadığımız belli. Sudan çıkmış balık gibiyiz. Yaylaya çıkmadan olmaz. Tavuklar yemlenecek, Venüs ve Fifi'ye yiyecek verilecek. İşin doğrusu Fifi'yi çok merak etmiyoruz. O bir şekilde başının çaresine bakar. Venüs daha küçük olduğu için onu görmeden içimiz rahat değil. Aldığımız malzemeleri arabadan indiriyoruz. Venüs şaşırtıcı derecede sakin görünüyor. Gece başına bir şey gelmiş olmasa bari. Yoksa bize darıldı mı? Tavukları besleyip yumurtaları topluyor eşim. Gündüzün ilk ışıklarında kümesin üzerindeki çatıya, çatıdan ceviz ağacının dallarına, oradan da yere inen kara kızlar, hava kararmaya başlarken kümeslerinin içinde tüneyip uyuklamaya başlıyor. Onları sansara, tilkiye kaptırmamak için akşam üzeri yeniden gelmemiz kümesi kapatmamız lazım.

Dönüşte biraz alışveriş yapıyoruz. Biraz dediysem yanımda alışverişi seven bir hanım olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Zaman su gibi akıyor. Uzak bir yere gitmeyi aklımızdan geçirirken eve gidip dinlenmek fikri ağır basıyor. Bir an önce tatil günümüzün değiştiğinden sosyal medyayı haberdar etmek lazım. Eve döner dönmez ilk işim bu oluyor. Telefon edip rezervasyon yaptırmak isteyen iki misafirimize daha bugün kapalı olduğumuzu söylüyorum.

Akşam ezanında yeniden yayla yollarındayım. Yaylada tek işim kümesin kapısını kapatmak. Venüs koşuyor yanıma. Öğlenki durgunluğundan eser yok. Bacaklarımın arasında dolanıyor, üzerime sıçrıyor. Bu durum sevindiriyor beni. Venüs'ün yaramazlıklarına alıştığımız için sakin durduğunda acaba hasta mı, ya da başka bir hayvanla mı boğuştu soruları kafamı kurcalıyor. Bahçeye girerken başkası açık zannetmesin diye demir kapıyı sürüp kapatıyorum. Kümesi doğru giderken bahçe kapısının önüne gelen bir aracın farları kamaştırıyor gözlerimi. Arabadan inen biri demir kapıyı iterek açıyor. Hemen o yöne doğru koşar adımlara ilerliyor, bugün için kapalı olduğumuzu söylüyorum. Onlar dönmek için manevra yaparken diğer bir araba süzülüyor açık kapıdan içeri. Açık olduğumuzdan emin bir şekilde Taş Ev'e yöneliyorlar. Özür dileyip bundan böyle pazartesi günleri kapalı olduğumuzu söylüyorum. Biraz bozuluyorlar sanki. Haksız da değiller. Arabanın arka koltuğunda oturanlar misafirleri olmalı. Hiç tereddüt etmeden o kadar yol tepmekle kalmamış bir de yanlarında misafirlerini getirmişler.

Eve dönüyor, eşime durumu anlatıyorum. Bizim daha bilmediğimiz kaç kişi kapıyı kapalı bulup geri dönmüştür acaba? Bugün kapımızı kapalı görüp geri dönen misafirlerimiz için üzülüyoruz. Pazartesi günlerini tatil günü olarak görmemiz biraz zaman alacak gibi. Bu değişikliğe bizim adapte olmamız, misafirlerimizin alışması gerekiyor. Bugünkü tatilden bir şey anlamadık. Pazartesi sendromunun bir değişik versiyonun yaşadık adeta.

11 Temmuz 2017 Salı

EĞLENCELİ BİR HAFTA SONU

08/07/2017 Cumartesi, Tire

Hafta sonu çabuk geldi. Cumartesi kahvaltı servisini kaldırmanın keyfini yaşıyoruz. Hava yine sıcak. Biraz alışveriş yaptıktan sonra yaylaya çıkıyoruz. Dünden itibaren bariz bir yoğunluk yaşanıyor. Bu nedenle günü gününe yazamıyorum. Misafirlerimizin bazıları "Bizi hatırlamadın galiba?" derken hafif bir gülümseme yansıyor yüzlerine. Demek bu işte her gelen misafiri hafızaya almak gerekiyor. Aslına bakarsanız gelen misafirlerin yanında körleşip sağırlaşmanın daha doğru bir davranış olduğunu düşünüyorum.

Bu nedenle gelen misafirlere ilişkin gördüklerim, duyduklarım hemen hafızamdan siliniyor. Uyanık geçinen garsonlar misafir masalarında yapılan mahrem sohbetleri sünger gibi çekmekle kalmaz, insanların giyim kuşamlarından mimiklerine kadar her şeyi akıllarının bir köşesinde muhafaza ederler. Sohbete konu olan ne varsa; geçmişte yaşadıklarından tutun da gelecek planlarına kadar ne varsa kazınır beyinlerine.

Dolayısıyla misafirlerin bir sonraki gelişlerinde hatırlanması onlar için hiçbir zaman sorun olmaz. Bir çırpıda şekillenir zihinlerinde mahrem ilişkiler. "Şu köşedeki masada oturan inşaat yapıyormuş, hani geçen geldiğinde şuradaki masaya oturmuştu. İşleri kötü gidiyormuş. Her geldiğinde mutlaka fellah köfte sipariş eder. Karısıyla kıskançlık yüzünden araları açılmış. Bu sefer yanında başka biri var." Bunun gibi onca bilginin beyinde buluşması unutmayı zorlaştırıyor olmalı. Ben bu tiplerin tam aksi bir yapıdayım. Benim için önemli olan rahatsız etmeden, rahatsız edilmeden, huzurlu bir ortamda lezzetli yemek yemeleri, keyifli sohbetler eşliğinde hoşça vakit geçirmeleri misafirlerimizin. İş olsun aşk olsun orada konuşulan hepsi özel. Masaları gezerken kimin ne konuştuğunu duymamaya çalışırım. Bazen ortamı samimi bulup aralarındaki tatlı çekişmelere hakem tayin ederler beni. "Abi, sizce ben kaç yaşında gösteriyorum?" Esprili bir cevap ortamı neşeye boğmaya yeter böyle durumlarda. "On sekiz (!)"

Yoğun geçen günün sonrası bende yazacak hal kalmayınca detaylar uçuyor aklımdan. Ödemiş'ten sadık misafirlerimiz bu kez yanlarında genç bir çift ile birlikte geliyorlar Taş Ev'e. Genç hanımefendi hamileliğin son aşamalarına gelmiş. Soğukları gösteriyorum. Amacım neyimiz var neyimiz yok sayıp, seçimi onlara bırakmak. Hanımefendi ağzımdan ne çıkarsa "Tamam, biraz da ondan alalım." diyor durmadan. Artık bir yerde susmam lazım. Çünkü ne var desem aynı yanıtı alıyorum. "Tamam biraz da ondan alalım." Bir sürü mezenin tadına bakıp yemeği yedikten sonra dondurmalı kestane tatlısı sipariş ediyor. Beş dakika geçmeden tabak bomboş. "Ya ben bunu çok sevdim, bir tabak daha almak istiyorum." Nihayet yanındaki eşi müdahale ediyor. "Bir daha geldiğimizde yersin artık." Genç kadın ısrarcı, "Ama o zamana kadar ben doğururum." Güzel duygularla ayrılıyor misafirlerimiz, bizi mutlu ederek.

09/07/2017 Pazar, Tire

Hazır elim değmişken dünkü maceralarımı da not düşeyim. Ramazan ayından bu yana beklemediğimiz yoğunlukta bir pazar günü. Oldukça erken çıkıyoruz yaylaya, rezervasyon yaptırılan masaların kahvaltı servislerini hazırlamak için. Ekip arkadaşlarına bir saat sonra gelmelerini söylemiştik. İçleri rahat etmiyor, beklediğimiz saatten on beş dakika önce yaylaya geliyorlar.

Güne tatsız başlıyoruz aslında. Dün rezervasyon yaptıran misafirlerimizden sonra gelen ilk masa rezervasyon yaptırmamış. Erken saatlerde yerimiz var nasıl olsa. Üç yetişkin için üç kişilik kahvaltı istiyorlar. Mutfağa siparişi iletiyorum. Üç kişilik kahvaltı tepsisi hazırlanıyor. Tam masaya götürecekken beyefendi, "Bizim kahvaltı iki kişilik olsun, fazla yemiyoruz, ziyan olmasın." Kızıyor muyum? Evet kızıyorum. Eşim emek vermiş tabakları kişi sayısında göre hazırlamış. Kızıyor mu? Kızıyor. Birbirimizi sakinleştirmeye çalışıyoruz. Serpme kahvaltı veren bu tür yerlerde ister yesin ister yemesin kişi sayısı üzerinden hesap alınır. Bizim buna yüzümüz tutmuyor. İki kişilik kahvaltı yeter diyorsun ama önüne servis açılıyor, ekmeğini yiyor, sınırsız çayını içiyorsun. İcabında biz biraz daha şundan istiyoruz diyor kahvaltıyı üç kişiliğe çıkarıyorsun, sonunda iki kişilik kahvaltı ücreti ödeyeceğini düşünüyorsun. Bu davranış biçimi biraz tuhaf geliyor bana. Hani israf olmasın, bize fazla gelir derken uyanıklık yapıyor olmasınlar? İnsanız ya, benim de damarım tutuyor. Son derece nazik bir şekilde "Peki efendim, nasıl isterseniz?" deyip servis açıyorum. İki servis tabağı, ikişer çatal bıçak, ikişer çay ve su bardağı... Başı örtülü hanımefendi duramıyor. Biraz şaşırmış halde "Bize bir servis daha açar mısınız?" diyerek ikaz ediyor. İşte bunu ben yapmam, yapamam. "Hanımefendi, siz önce üç kişilik kahvaltı istediniz, ona göre hazırlık yapıldı, daha sonra iki kişilik olsun diye değiştirdiniz. Ben de size iki kişilik kahvaltı servisi açıyorum." Cevap hazır, "İsraf olmasın diye." Zaten bu tepkiyi bekliyorum; "Hanımefendi, biz servis sayısına göre kahvaltı ücreti tahsil ediyoruz." Hanımefendi bakıyor ki uyanıklık bir yere kadar, "O zaman üç kişilik olsun." Beklediğim cevap bu. "Peki efendim, size bir servis daha açıyorum." Mutfağa gidip önce üç, sonra iki kişilik dediğim kahvaltı siparişini yeniden üç kişiliğe çevirince eşim "Oyun mu oynuyorsunuz?" diyerek tepki gösteriyor. Haksız değil elbette.

Misafirlerimiz önlerinde ne varsa silip süpürüyorlar. İsraf olmasın diye (!) Olaya biz nasıl bakardık diye konuşuyoruz aramızda. Daha önce kızım ve eşimle birlikte gittiğimiz bir yerde iki kişilik kahvaltı istemiştik. Kahvaltıdan ziyade sucuklu yumurta, menemen türü şeyleri kahvaltıya tercih ederim şahsen. Çay da içmem. Onun yerine soğuk bir meşrubat alırım. "Biz iki kişilik kahvaltı istiyoruz." dediğimizde garson "Kişi sayısı kadar ücret alırız." dediğinde tepki gösterip, bunun üzerine mekanı terk etmiştik. Eğer kabul edip iki kişilik servis açsalardı üçüncü kişiye kahvaltı servisi açılmasını istemeye utanırdık. Çünkü bunun adı literatürde israf değil uyanıklık olarak geçer.

Çay kahve misafirleri için de bir formül bulduğumuzu sanıyorduk ama bu kez karşımıza çetin bir ceviz çıkıyor. İki araba dolusu kalabalık bir aile grubu yer göstermemizi beklemeden verandaya yöneliyorlar. Davetsiz misafirler gözlerine kestirdikleri en güzel masaya yerleşiyor. Aynı masadan önceki misafirlerimiz yeni kalkmış bulunduklarından ötürü temizlik bile yapılmamış henüz. Menüyü uzatıyorum aile reislerine. "Menüye gerek yok, biz yemeğimizi yedik, sadece kahve içmek üzere geldik." Geçen haftadan tecrübelendik ya, "Beyefendi bu bölüm yemek misafirlerimiz için, arzu ederseniz sizi yan tarafa alalım." diyorum. Beyefendi ısrarcı. "Yok burası daha iyi." "Geleni bekletmek doğru olmaz." diyorum. O hala "Sen bize kahve getiriver hadi, gelen olursa kalkarız hemen." diyor. Bu ısrarcı tavır canımı sıkıyor, bir süre hareketsiz bekliyorum. Hiç oralı değiller. "Beyefendi prensiplerimizi değiştirmek istemiyoruz, bu bölüm sadece yemek misafirlerinin." Homurdanarak kalkıyorlar sonunda. Yanındakilerle birlikte, "Başka yer mi yok, hadi başka tarafa gidelim." Bu kadar düzeyli misafirleri kaçırdığım için bir üzülüyorum, bir üzülüyorum ki, sormayın gitsin. Ama haklarını vermek lazım. Ayakları uğurlu geliyor. Israrcı misafirlerimiz bahçe kapısından çıkar çıkmaz Ödemiş'ten yeni misafirler geliyor. Onların kalktığı aynı masaya oturuyorlar hemen. Yoğun bir gün yaşıyoruz. Güzel insanları ağırlıyoruz. İzmir'den çocuğu ile gelen bir çift kiraz ağacının altında güzel vakit geçiriyorlar. Misafirlerimiz mezelerden sıcak yemeklere, tatlılara kadar yedikleri her şeye methiyeler düzüyorlar. Böyle olunca gündüzün ufak tatsızlıkları unutuluyor. Bu yorgunluğun ardından yarın tatil yapacağımız için sevinçliyim. Bundan böyle daha fazla dinleneceğimizi düşünüp salı günleri yaptığımız tatili pazartesi günlerine kaydırmaya karar veriyoruz. Salı pazarı ve diğer alışverişler tatil günümüzü yok ediyordu çünkü. Bu değişikliğin beklediğimiz sonucu getireceğini umuyoruz.  

9 Temmuz 2017 Pazar

ÖZEL GÜNDE EVLİLİK TEKLİFİ

07/07/2017 Cuma, Tire

Günün tarihi, ilgimi çeken ilk şey oluyor bugün. Mesleki yaşantımda takıntı boyutuna varan bir adetiydi DSİ'nin. Veysel Eroğlu, Genel Müdürlüğe getirildikten sonra hem kulağa hoş gelmesi bakımından hem de akılda daha kolay kalması için böylesi tarihleri hiç kaçırmadı. Yedi, yedi, on yedi. Bakan olmayıp hala Genel Müdürlükte kalsaydı muhtemelen bugün yine on yedi tesisin açılışını birden yaptırmış olurdu. Her yere yetişemeyeceklerine göre içlerinden biri merkez olur diğerleri için ise toplanan kalabalığa dev ekranlardan naklen yayın yapılırdı. Bölge Müdürlükleri hummalı bir çalışmaya girişir her taraf parti bayrakları, balonlarla süslenirdi. Açılışı yapacak olan belliydi. Bazen kilometrelerce uzaktan sembolik bir butona basar, ya bir barajın kapakları kapatılıp su tutma işlemi başlar, ya bir regülatörün vanasından sulamaya su verilirdi.

Önceleri siyasete uzak nadide bir devlet kurumu olan DSİ, bu iktidarla birlikte, görev ve sorumluluğundaki hizmetlerin reklamına başlamıştı. Reklam ki ne reklam. Önce kendilerine yakın organizasyon şirketlerini işi yapan firma yetkililerine önerir, (öneriden ziyade üstü kapalı bir emirdi bu aslında) onlara bir yığın para ödettirirlerdi. Açılış merkezinde hazırlığın boyutları ve bütçesi çok daha fazlaydı. Muhtemelen Reis bütün tesislerin açılışını buradan yapardı. Özel yollar yapılır, helikopter pistleri hazırlanır, katılımcı sayısını arttırmak için otobüs ve minibüsler kiralanır, törene gelen şakşakçılara ücretsiz kumanya, su ikram edilirdi. Halkımız beleşe mezar bulsa girerdi nasıl olsa. Yapımcı şirket katılımın yüksek olması için kendini helak ederdi. Bu işi başarıyla tamamlayanın değil, siyasi partinin reklamıydı. Bölge Müdürlükleri yapımcı firma üzerinde baskı kurardı, her şey yolunda gitsin, her hangi bir aksaklık olmasın, yüksek katılım sağlansın diye. Törende olası bir aksaklık halinde ya da yeterli sayıda insan toplanmayınca bu durum başta Bölge Müdürlerine ve yüklenici firmaya fatura edilirdi. Her şey yolunda giderse en çok onların yüzü güler, üstlerinden büyük bir yük kalkmış olurdu. Bu büyük telaş için milyon liralara varan hazırlıkların sonucunda nemalanan sadece siyasi iktidardı. Bedava yollu muazzam bir reklam fırsatı yakalamış olurlardı. TV kanalları, yazılı basın, açılışı yapılan tesislerden bahseder, profesyonel kameralar tören kalabalığını olduğundan daha fazla göstermek için ellerinden geleni yapardı. Bir de madalyonun arka yüzü vardır ki halk tarafından pek bilinmez. Dev tesis dediklerinin çoğu ya on kapaklı regülatörün üç ay önce tamamlanan iki kapağı ya da her yıl sele kurban edilen bir taşkın koruma duvarından ibaretti.

Bir tarih eski anılarımı nasıl depreştirdi? Yine böyle dev tesis açılışlarından birinin merkezinde tanıtım filmi çeken ekibe yardımcı olmak maksadıyla hayatımda ilk kez helikoptere bindiğimi söyleyip konuyu kapatayım.

Öğleden sonra kuşlardan önce davranıp iki kova erik topladım. İri, kokulu ve güzel tadı olan bir çeşit, ancak cinsini bilmiyorum. Gündüz vakitleri sakin, akşamları oldukça hareketli geçmeye başladı. Bu akşam biraz serin. Misafirlerimizden bir kısmı veranda ve avluda oturup üzerine şal istiyor. Diğer bir kısmı salona çıkmayı tercih ediyor. Salonda ağırladığımız misafirlerden bir çift çok özel bir nedenle gelmişler Taş Ev'e. Genç beyefendi dün aramış, rezervasyon yaptırmıştı, arkadaşlarından aldığı tavsiye üzerine. Evlilik teklifinde bulunacak yanındaki güzel kız arkadaşına. Her şeyin kusursuz olmasını istiyor doğal olarak. Salonun en güzel masasını bu çifte rezerve ediyorum. Özenle süslenmiş masaya beyefendinin arzusu üzerine bir kırmızı gül bırakıyorum. Bu özel günlerinde bize fazla gelir dedikleri bir şişe kaliteli kırmızı şarabın son damlasına kadar hakkını veriyorlar. Bol bol fotoğraf çektirip bugünü ölümsüzleştiriyorlar.

Yaylanın temiz havasına kendini bırakan misafirler geç vakitlere kadar oturuyorlar. Alaçatı aydınlatmaları gece karanlığında muhteşem görünüyor. Saat 00.00'ı geçince müzik yayınını kesiyorum. Bu saatlerden sonra müzik değil istedikleri, yayla havasının tatlı sohbeti...