Nispeten daha serin bir güne merhaba diyoruz. Ertuğrul Usta menüye dahil ettiği içli köfteyi hazırlıyor. Bunu gören misafirlerimiz fırsatı kaçırmayıp hemen siparişlerini veriyor. Onları uğurladıktan sonra bir fırsatını bulup patika yoldan yukarı yaylaya çıkıyorum. Elimdeki kovaları ne bulursam doldurup gelmek var kafamda. Esas amacım suyun durumuna bakmak. Havuza giren su miktarındaki azalmanın sebebini arıyorum. Yolda yürürken bir çıtırtı sesi geliyor kulağıma. Otların arasında bir kaplumbağa beni görünce kafasını bağasına gizliyor. Çıkması onun için hayli zor olan bir tümseğin altında kalmış. Yolun kenarına alıyor sabırla kafasını çıkarmasını bekledikten sonra fotoğrafını çekiyorum.
Yayla girişindeki ağaçtan armutları toplarken kararsız kalıyorum bir süre. Biraz daha olgunlaşınca daha güzel olacak sanki. Bu sefer de kuşlar benden önce davranacak. Yarım kova kadar armut topluyorum. Biraz ilerleyince ikinci armut ağacı çıkıyor karşıma. Bu farklı bir cins. Ağaçta kalan tek tük armut tam kıvamına ermiş, kalanların yarısını kuşlar yemiş. Hemen onun yanındaki ağaç Bey Armudu dediklerinden. Olabildiğince irileşmiş meyveler. Hepsini toplayacak kadar kova yok yanımda. Birkaç gün sonra çıkıp toplamalı. Havuz başına doğru ilerliyorum. Havuzun kenarındaki kayısı ağacı coşmuş. Bütün dallar meyvelerin ağırlığıyla aşağı sarkmış. Bir çoğu da havuzun içine düşmüş, zayi olmuş. Dalları kendime doğru çekip kısa sürede kovaları dolduruyorum. Nefis bir tadı var bunların. Kayısı ağacının yanındaki elma ağacına bakmıyorum bile. Her taraf elma nasıl olsa. Havuza akan kaynaklardan biri kapanmış. Borular yerinden çıkmış. Kaynağın ağzı çamur yığını. Büyük bir iş çıkartacak bana. Şimdi kimi bulsam da yaptırsam diye kara kara düşünüyorum. Salih'i arıyorum, telefonu cevap vermiyor. İşlerinin en yoğun olduğu dönem zira. Burada arayana geri dönme gibi bir adet yok.
Elimdeki kovalar tepeleme armut ve kayısı dolu. Birkaç tane de numunelik elma atıyorum kovaya. Yaylanın yol çıkışı tarafında iki ağacın erikleri olgunlaşmış olmalı. Nasıl bir erik bu bilmiyorum. Öyle gösterişli görünmüyorlar ama bir lezzetleri var ki böylesini görmedim. Eşime tattırmak için bir iki avuç dolusu koparıyorum dalından.
Dönüşümde eşim sürpriz yapıyor, enfes bir kek hazırlamış. Selma Hanım güzel bir yorgunluk kahvesi yapıyor. Tam kıvamında esen rüzgar yaprakları hışırdatıyor. Oturduğum koltukta ellerimi geriye uzatıp derin derin nefes alıyorum. Sakin bir gün geçiriyoruz. Zaman zaman özlemini çektiğim bir şey bu. Belki de ilk kez gözlerimi kapatıp tatlı bir şekerleme yapma imkanım oluyor. Daha önce ne zaman buna niyetlensem arkadaşlar birinin geldiğini haber verirler. Her kim olursa gelen hemen kendimi toparlar, Tanrı misafiri olarak değerlendiririm. Ekipte bir hareketlilik başlar zevkle masalar hazırlanır. Zamanın su gibi aktığı anlar başlar. Yeni misafirlerimizden sıkça duymaya alıştığımız "Daha önce bizim arkadaşlar gelmiş, onların tavsiyesi üzerine geldik." cümlesi heyecanlandırır bizi.
Servis saati geçince dönüyoruz evlerimize. Uzun zamandır işler gece yarılarına kadar uzayınca vakitlice dönüşümüz büyük bir lüks oluyor bize. Evde koltuğuma oturur oturmaz telefonum çalıyor. Kayıtlı olmayan bir numara. Saat 22.45. Telefondaki ses soruyor. "Açık mısınız?" Cevap veriyorum, "Hayır efendim servisimiz saat 22.00 de sona eriyor." Beyefendi için servisin olmaması önemli değil. Israrla soruyor bir kez daha. "Açık değil mi yani?" Yukarıda olsaydık ne cevap verirdim acaba. "Açığız ama servisimiz kapalı."