KATEGORİLER

21 Temmuz 2017 Cuma

TAKALAR GEÇİYOR ALLI YEŞİLLİ

20/07/2017 Perşembe, Tire

Tarih beni tam 43 yıl öncesine götürüyor. Bülent Ecevit'in mavi gömlekli gençlik hali geliyor gözlerimin önüne. "Takalar geçiyor allı yeşilli." şiiri... Türkçeye verdiği önem geliyor aklıma ve kibarlığı, zarafeti... Dilinden düşürmediği "Eşim Rahşan" sözcükleri ile eşine olan saygısını unutamıyorum.  20 Temmuz deyince "Karaoğlan" geliyor aklıma. Ve 43 yıldır çözülemeyen Kıbrıs sorunu. Ambargoların ardından dünyada hiçbir ülkenin tanımadığı garip bir devlet (!) Yıllar süren politik başarısızlıklar... 

Gündüz misafirlerimiz merak etmiş, arkadaşlarının tavsiyesi üzerine Ödemiş'ten gelmişler Taş Ev'i görmeye. Bizimkisi ilk keşif diyorlar, en yakın zamanda tekrar ziyaret edeceklerini söylüyorlar. Hava yine sıcak. Hafiften bir rüzgar ilaç gibi geliyor. 

Yukarı yaylada tıkanan kaynağı açmak üzere Mehmet geliyor motosikletiyle. Yukarı yaylaya çıkıyoruz birlikte patika yoldan. Göz alıcı kırmızı renge bürünmüş bir elma ağacının yanından geçiyoruz. Pınarın ağzına kadar yürüyoruz.

Akşama doğru baba dostu bir yakınımızın oğlu geliyor çok uzaklardan. Salonun camlarını katlayınca doyumsuz manzaraya güzel bir esinti eşlik ediyor. Ağustos böceklerinin çenesinin yorulduğu saatler.

Geç vakitlerde dönüyoruz evlerimize. Koltuğuma kuruluyorum. Saat 01.30 suları. Önce hafiften bir sarsılıyoruz. Gözlerimi sallanmaya başlayan avizeye dikiyorum. Şimdi biter deyip sükunetimi korumaya çalışırken daha şiddetli geliyor dalgalar. Saniyeler bir biri ardına tükenirken içinde bulunduğumuz betonarme bina salıncak gibi sallanmaya başlıyor. Oda kapısından tak tak diye sesler geliyor. Büyük bir deprem olmalı. Kim bilir merkezi neresi? Liseye giderken İzmir'de meydana gelen depremden sonra bu kadar uzun süren başka bir deprem yaşamadım. Yaklaşık yirmi saniye süren yer sarsıntısının sona ermesini bekliyoruz çaresizlik içinde. Uyumak üzere olan eşimin uykusu kaçıyor. Dışarı kaçmak gibi bir telaş içinde değiliz. Nihayet bitiyor. Avize hala salınımını sürdürüyor. Kandilli Rasathanesinin anlık deprem kayıtları web sitesine girmeye çalışıyorum. Aşırı yüklenmeden olsa gerek, sayfa açılmıyor. Facebook'taki meraklı teyzelerden almaya çalışıyorum haberi. Bir sayfa açılıyor önümde deprem olduğunu haber veren. "Depremmm." Biliyoruz, deprem de merkezi nerede? Yorumlar yapılıyor face'te, sorular soruluyor. "Nerede olmuş?" Nihayet Bodrum'da olduğuna dair ilk haberi alıyorum. Bodrum bize çok uzak. Burada bu kadar çok sallandıysak, orada taş taş üstünde kalmamıştır. TV'yi açıyoruz. Alt yazıda Gökova Körfezinde 6,3 büyüklüğünde deprem olduğunu yazıyor. Yetkililerle röportajlar yapılıyor. İlk haberlere göre can kaybı olmadığını öğrenince rahatlıyoruz. Uykum ağır basıyor, yastığa kafamı koyar koymaz derin bir uykuya dalıyorum. Varsa yaşanacak günümüz yaşarız elbet. 

20 Temmuz 2017 Perşembe

TOSBAĞA

19/07/2017 Çarşamba, Tire

Nispeten daha serin bir güne merhaba diyoruz. Ertuğrul Usta menüye dahil ettiği içli köfteyi hazırlıyor. Bunu gören misafirlerimiz fırsatı kaçırmayıp hemen siparişlerini veriyor. Onları uğurladıktan sonra bir fırsatını bulup patika yoldan yukarı yaylaya çıkıyorum. Elimdeki kovaları ne bulursam doldurup gelmek var kafamda. Esas amacım suyun durumuna bakmak. Havuza giren su miktarındaki azalmanın sebebini arıyorum. Yolda yürürken bir çıtırtı sesi geliyor kulağıma. Otların arasında bir kaplumbağa beni görünce kafasını bağasına gizliyor. Çıkması onun için hayli zor olan bir tümseğin altında kalmış. Yolun kenarına alıyor sabırla kafasını çıkarmasını bekledikten sonra fotoğrafını çekiyorum.

Yayla girişindeki ağaçtan armutları toplarken kararsız kalıyorum bir süre. Biraz daha olgunlaşınca daha güzel olacak sanki. Bu sefer de kuşlar benden önce davranacak. Yarım kova kadar armut topluyorum. Biraz ilerleyince ikinci armut ağacı çıkıyor karşıma. Bu farklı bir cins. Ağaçta kalan tek tük armut tam kıvamına ermiş, kalanların yarısını kuşlar yemiş. Hemen onun yanındaki ağaç Bey Armudu dediklerinden. Olabildiğince irileşmiş meyveler. Hepsini toplayacak kadar kova yok yanımda. Birkaç gün sonra çıkıp toplamalı. Havuz başına doğru ilerliyorum. Havuzun kenarındaki kayısı ağacı coşmuş. Bütün dallar meyvelerin ağırlığıyla aşağı sarkmış. Bir çoğu da havuzun içine düşmüş, zayi olmuş. Dalları kendime doğru çekip kısa sürede kovaları dolduruyorum. Nefis bir tadı var bunların. Kayısı ağacının yanındaki elma ağacına bakmıyorum bile. Her taraf elma nasıl olsa. Havuza akan kaynaklardan biri kapanmış. Borular yerinden çıkmış. Kaynağın ağzı çamur yığını. Büyük bir iş çıkartacak bana. Şimdi kimi bulsam da yaptırsam diye kara kara düşünüyorum. Salih'i arıyorum, telefonu cevap vermiyor. İşlerinin en yoğun olduğu dönem zira. Burada arayana geri dönme gibi bir adet yok. 

Elimdeki kovalar tepeleme armut ve kayısı dolu. Birkaç tane de numunelik elma atıyorum kovaya. Yaylanın yol çıkışı tarafında iki ağacın erikleri olgunlaşmış olmalı. Nasıl bir erik bu bilmiyorum. Öyle gösterişli görünmüyorlar ama bir lezzetleri var ki böylesini görmedim. Eşime tattırmak için bir iki avuç dolusu koparıyorum dalından. 

Dönüşümde eşim sürpriz yapıyor, enfes bir kek hazırlamış. Selma Hanım güzel bir yorgunluk kahvesi yapıyor. Tam kıvamında esen rüzgar yaprakları hışırdatıyor. Oturduğum koltukta ellerimi geriye uzatıp derin derin nefes alıyorum. Sakin bir gün geçiriyoruz. Zaman zaman özlemini çektiğim bir şey bu. Belki de ilk kez gözlerimi kapatıp tatlı bir şekerleme yapma imkanım oluyor. Daha önce ne zaman buna niyetlensem arkadaşlar birinin geldiğini haber verirler. Her kim olursa gelen hemen kendimi toparlar, Tanrı misafiri olarak değerlendiririm. Ekipte bir hareketlilik başlar zevkle masalar hazırlanır. Zamanın su gibi aktığı anlar başlar. Yeni misafirlerimizden sıkça duymaya alıştığımız "Daha önce bizim arkadaşlar gelmiş, onların tavsiyesi üzerine geldik." cümlesi heyecanlandırır bizi. 

Servis saati geçince dönüyoruz evlerimize. Uzun zamandır işler gece yarılarına kadar uzayınca vakitlice dönüşümüz büyük bir lüks oluyor bize. Evde koltuğuma oturur oturmaz telefonum çalıyor. Kayıtlı olmayan bir numara. Saat 22.45. Telefondaki ses soruyor. "Açık mısınız?" Cevap veriyorum, "Hayır efendim servisimiz saat 22.00 de sona eriyor." Beyefendi için servisin olmaması önemli değil. Israrla soruyor bir kez daha. "Açık değil mi yani?" Yukarıda olsaydık ne cevap verirdim acaba. "Açığız ama servisimiz kapalı."

19 Temmuz 2017 Çarşamba

DOMATESLERİMİZ KURUYOR

18/07/2017 Salı, Tire

Salı Pazarından alışveriş yapacağım için biraz erken çıkıyorum evden. Dünden kasap alışverişini yaptığım iyi oldu. Bu sayede pazar işi de fazla uzamıyor. Yaylaya çıkar çıkmaz dünden aldığımız domatesleri dilim dilim kesip terastaki kurutma selelerine diziyoruz. İstanbul'u sel bastı haberleri biraz tedirgin ediyor. Güneş zaman zaman bulutların arasına gizlenip tekrar yüzünü gösteriyor. Zaman zaman sert esen rüzgar havada bulut bulabilse toplayıp yağmura çevirecek. Meteoroloji raporlarında yağış beklentisi yok. Fırsat bulabilirsem yukarı yaylaya çıkarak biraz armut, erik ve elma toplamayı düşünüyorum. 

Yaylaya varır varmaz Kuşadası'ndan İstanbullu bir çift geliyor. Hayatlarında ilk Tire şiş köfteyi Taş Ev'de deniyorlar. Hanımefendinin hoşuna gidiyor bu yeni lezzet ancak beyefendi biraz yağlı buluyor. Yağ dediği mis gibi tereyağı. Bana göre de şiş köfteyi adam eden bu yağ. Yemeklerini yedikten sonra Biraz sohbet ediyoruz. Ankara'da aynı yıllarda üniversite okumuşuz. O zamanlar yeni açılan Hacettepe Üniversitesinin Beytepe kampusunda okumuşlar. Halen İstanbul'da turizm sektöründe çalışan çift kartımızı alıyor. Bizden Tire'de gezilecek görülecek yerleri soruyorlar. Sonradan olma bir Tire'li olarak gururla Tire müzesini gezmelerini öneriyorum. Hanımefendiye müze deyince aklına muhtemelen görmekten bıktığı taş heykeller, eski paralar geldiği için burun kıvırıyor. Düşündüğü gibi olmadığını, Tire'nin sosyal yaşantısını konu alan güzel bir etnografya müzesi olduğunu anlatıyorum. 

Onları uğurladıktan sonra domatesleri serme işine devam ediyorum. Oldukça yorucu bir iş ama güzel sonuç elde ediliyor. Sabırla kesilip üzerine kaya tuzu serpildikten sonra kızgın güneşin altında kurumaya bırakılan domateslerden harika bir meze çıkıyor ortaya. Önceden söyleseler inanmazdım, tam on yedi kilo armut domatesten bir kilo kadar domates kurusu kalıyor. Yani ağırlığının neredeyse yüzde doksan beşi buharlaşıyor.

Eskiden beri yazılarımı okuyanlara Elektrikçi Ali desem hatırlayacaklardır. Bu akşam sürpriz yaparak ailesiyle birlikte misafirimiz oluyor ve şeytanın bacağını kırıyor. Oğlunu, gelinini ve torununu da yanına alan eski tedarikçimin keyfi yerinde. Yemeklerini yedikten sonra çok kişiden duymaya alıştığım şeyler geçiyor aklından. Hafif çakırkeyif haliyle "Şurada bungalow türünden bir de konaklama olsaydı..." demeden alamıyor kendini.

Esprili konuşmalarıyla aramızda sıcak bir dostluk oluşmasını sağlayan gençler katılıyor aramıza. Her zamanki masalarına geçiyorlar verandada. Uzaktan kumandalı kamera çekimi yapan bir "drone" getirmişler yanlarında. Ne anlama geliyormuş bu "drone" merak ediyorum. "Erkek arı" imiş Türkçe karşılığı. Havanın kararmaya başlaması, kayıt için kullanılacağını söyledikleri anlamadığım bir parçayı yanlarında getirmemeleri sebebiyle uçuramıyorlar drone'larını.

Ödemiş'ten gelen misafirlerimizin tamamı bizden memnun kalınca reklamımızı yapıyor. Bu sayede Tire'den sonra en fazla misafirimiz Ödemiş'ten geliyor. Yine güzel kıyafetleriyle üç çift ağırlıyoruz kiraz ağacının altındaki masada. Dışarıda oturmak kendi tercihleri. Bir saat kadar sonra üzerlerinize verdiğimiz şallar yetersiz kalınca yukarıdaki salona taşınıyorlar.

18 Temmuz 2017 Salı

DÖRDÜ BİR YERDE

14/07/2017 Cuma, Tire

Şehir yine yanıyor... Derler ki, geçen kış sert geçtiği için çekiyoruz bu kavurucu sıcakları. Ya bu gelecek kışın sertliğine delalet ise (!)

Nihayet bugün biraz rahatız. Sıradan hafta arası bir gün. Belki de geçen cumanın yoğunluğuna aldanıp havaya girdiğimiz için bize öyle geliyor. Bugünden aklımda kalan iki şey var. Birincisi Venüs'ün Fifi'yle oynamaktan bıkıp tavuklara musallat olması. Zavallı tavuğu bizimkinin ağzından alıyoruz. Kara kız çok korkmuş. Neyse ki hayati tehlikesi yok. İkincisi Ankara'dan gelen misafirlerimiz. Ödemiş'te işyerleri varmış. Artık bu tarafa her geldiklerinde bize uğramadan dönmüyorlar. Bu şekilde vazgeçilmez olmak gururumuzu okşuyor. Şefimiz onlara gösterişli bir et tabağı hazırlıyor, hemen basıyorum deklanşöre...




 15/07/2017 Cumartesi, Tire

Bugün sözde demokrasi tutkunları, demokrasinin ne olduğunu bilmeyenler, faşizmi demokrasi sananlar, aldananlar, aldatılanlar meydanlarda. Büyük bir akıl tutulması devasa gösterilere dönüşüyor. Toplumdaki ayrışma gözümü korkutuyor. Fırsatım olursa bugüne özel bir yazı yazmak isterim. Geçen haftanın kopyası gibi bir gün geçiriyoruz. Bugün yine bir evlilik teklifi var. Sevgilisine evlilik teklifinde bulunacak gençlerin ilk aklına gelen yer oluyor Taş Ev. Masa özenle süsleniyor, günün anlam ve önemine uygun müzikler çalınıyor. Delikanlı mum ışığında kız arkadaşına evliliğe gidecek ilk sözcükleri söylüyor. "Benimle evlenir misin?" 

 16/07/2017 Pazar, Tire

Tuhaf bir durum. Günlüğümü günü gününe yazmaya vakit ayıramıyorum. Oysa, yurt dışı tatiline gittiğim günlerde bile aynı günün akşamına yaşadıklarımı not ediyordum. Yazdıklarımı kontrol etmek için yayınlama tarihim birkaç gün sarksa bile ayrıntılar, etkilendiğim kişi ve olaylar canlılığını koruyabiliyordu. Bu aralar ne olduysa büyük zevk aldığım bu iş sekteye uğruyor. Hayır, bıkkınlık değil bu. Önce kitap okumaya ayırdığım vakti blog yazarlarının yazıları almaya başladı. Daha sonra facebook paylaşımları... O kadar ilgi çekici müzik ve haber paylaşımları var ki bağımlılık yaratıyor. Bu arada işlerin yoğunlaşması yazma işlerini sekteye uğratıyor.

Kahvaltı servisinin sadece pazar günlerine indirilmesi iyi oldu. Yaylaya çıkar çıkmaz hummalı bir çalışma başlıyor. Kızım Venüs'le haşır neşir oluyor. Kümesteki folluktan yumurtaları topluyorum. İlk zamanlar eşimin kimseye bırakmadığı zevkli bir iş bu. Birbiri ardına rezervasyon telefonları  gelmeye başlıyor. Hava çok sıcak. Hava sıcaklığının şehre göre en az on derece daha düşük olduğunu duyuyoruz misafirlerimizden. Sıcaktan bunalan soluğu Kaplan'da alıyor. Bulunduğumuz yer zirvede olduğu için tatlı bir esinti oluyor genel olarak. Kahvaltı servisinden sonra yemek misafirlerini ağırlıyoruz.

Sürpriz bir telefon geliyor çocukluk arkadaşımdan. Bir buçuk saat sonra yanımızda olacaklarını haber veriyor. Son geldiklerinde yeterince ilgilenemediğimiz için üzülmüştük. Kıymetli eşi, güzel kızları ve çocukluk yıllarından tanıdığım bir arkadaş ile birlikte yola çıkmışlar. Onlarla bir sürü ortak anımız var. Gelmelerine seviniyorum.

Bir baba oğul verandadaki masalardan birine oturuyor. Her gelen Taş Ev'i kafasında ölçüp biçiyor. Babanın bulduğu kusur verandada telefon şarj cihazını takacak prizin olmayışı. Ağaç ve fidan işleri yaptığı için Şubat ayında manzarayı kapatan yaşlı kestane ağaçlarının budanması gerektiğini söylüyor. Aceleleri hiç yok. İçkilerini içiyorlar, yemeklerini yiyorlar. Arada keyif çaylarını içip ilave siparişler veriyorlar. İlk kez geldikleri Taş Ev'i gezdiriyorum onlara. Yukarıda manzara eşsiz. İçkinin verdiği rahatlığın da payı var sözlerinde. Elini omzuma atıp döktürüyor. "Doğrunu söyleyeyim mi?" diyor gülerek. "Köye her geldiğimizde aşağıdaki lokantalardan birine giderdik. Bizim oğlan yine oraya gidelim dedi. Ben sizin levhalınızı gördüm. Buraya daha 1.250 metre olduğu yazılı. Bizim oğlana hadi çıkıp gidelim, beğenirsek kalırız, beğenmezsek küfrederek döneriz." Öyle ya o kadar yol boşuna gelinmemeli. Seçtiği kelimelerin biraz kaba olmasını yadırgamama rağmen söyleyiş tarzı hoşuma gidiyor. Aşağı indiğinde ben sormadan devam ediyor. "Gerçekten çok güzel bir yermiş. Bundan sonra geleceğimiz adres belli."

Arkadaşlarım geliyor, onları verandada ağırlıyor, özlem gideriyoruz. Bu kez birkaç laf edecek kadar zaman buluyoruz. Havaalanına yetişecekleri için erken ayrılıyorlar. Onların ayrılması ile birlikte tempomuz artıyor. Geç saatlere kadar ekip arkadaşlarımızla birlikte misafirlerimizi en iyi şekilde ağırlıyoruz.

17/07/2017 Pazartesi, Tire

Evet, bugün bunu yapmazsam olmayacak. Geçmiş günlerin dördünü de bir batında çıkarmam farz oldu. Ne iyi yaptık da tatil günümüzü pazartesiye aldık. Dünkü yorgunluğun üzerine çekilmezdi bugün. Tatil günümüzü hala salı bilenler var, her ne kadar sosyal medyada bu değişikliği duyurmuş olsak da. Ne yazık ki, bugün rezervasyon yaptırmak isteyenler, kapımıza kadar gelip geri dönenler oluyor.

Haftanın yorgunluğunu geç kalkarak atıyoruz. Öğlen saatinde geç kahvaltı için eşime tavsiye edilen bir kır bahçesine gidiyoruz Selçuk yolu üzerinde. Serpme kahvaltı veriyor burası da. Bizden başka bir çift kahvaltı ediyor arkamızdaki masada. Bahçe girişinde saç üzerinde otlu gözleme yapan bir köylü kadın ilişiyor gözümüze. Tavuklar civcivlerini peşine takmış masaların arasında dolaşıyor. Gençten biri masayı sildikten sonra siparişimizi alıyor. Kendi çıkardığımız kahvaltı ile önümüze gelenleri kıyaslıyoruz. Güzel bir kahvaltı servisi yapılıyor diyebilirim. Ben çayı sevmediğimden onun yerine ayran alıyorum. Kahvaltı ücreti bizimkiyle aynı. Kişi başı ikişer adet yaprak sarma ve sigara böreği, patates kızartması, gözleme ve ortaya sucuklu yumurta getiriliyor. Reçel çeşitleri küçük gofret kalıplarına konulmuş, basit ama parlak bir fikir. Bizim reçel çeşitlerimiz daha fazla ve göz alıcı. Bizdeki olan karadutlu lor ve pişi ile soslu biber kızartma yok. Yine de güzel bir kahvaltı ettiğimizi söyleyebiliriz.

Dönüşte çarşıda biraz alışveriş yapıyoruz. Muhasebeciye ve bankaya uğruyor, işlerimi hallediyorum. Toplu konut pazarından kasa kasa kurutmalık domates alıyoruz. Eve dönüp biraz istirahat ettikten sonra kasap alışverişimi yapıp yaylaya çıkıyorum. Bahçeye girer girmez hayvan dostlarımız karşılıyor. Venüs beni görünce sevinçten çıldırıyor. Tavukları besleyip yumurtalarını topluyorum. Aldıklarımı dolaplara yerleştirdikten sonra şehre dönüyorum. Bugün dinlenme günümüz ya, akşam yemeğini de meşhur kebapçı Hasan Usta'da yiyoruz. Salı pazarı kurulmaya başlamış bile. Yarın yüklü bir alışveriş yapmamız lazım.   

15 Temmuz 2017 Cumartesi

KİRAZ AĞACI ALTINDA HEM İŞ HEM SOHBET

13/07/2017 Perşembe, Tire

Şu bizim ekip arkadaşları iyice tembelliğe alıştırdı bizi. Öğlen sallana sallana geliyoruz. Geceleri geç döndüğümüz için bize hak veriyorlar. Onlara sonsuz güvenimiz var. Arada sakin geçen bir gün bile nefes almamıza yetiyor. Bugünün öyle bir gün olacağını tahmin ediyoruz. Ne de olsa cuma akşamı (!) Hani kutsal kitapta yazıyor ya, zinhar cuma akşamları yemeyin, içmeyin eve kapanın dua edin. Bu mudur ağır basan yoksa el alem ne der kaygısı mı? Ne olursa olsun biz de biraz dinlenmiş oluruz derken...

Yaylaya çıkar çıkmaz kalabalık bir aileyi karşılıyoruz. Ta Aydın'dan sadece bizim Taş Ev'i görmeye gelmişler yanlarındaki misafirleriyle birlikte. "Bizim damat gelmiş buraya, anlata anlata bitiremedi. Zeytinyağlılarınızın çok güzel olduğunundan bahsetti durdu." diyor emekli meslek lisesi öğretmeni beyefendi. Aman ne mutluluk... Yolu da tam çıkaramamışlar. Kaplan Köyündeki restoranlardan biri zaten kapalı. Diğerinin önüne geldikleri zaman "Yok burası değildi." demiş içlerinden biri. "Taş Ev'miş adı." 

Misafirlere sunulan mezeler çok takdir topluyor. Tabak tabak meze siparişleri veriyorlar. O kadar çok yiyorlar ki sıcaklara yer kalmıyor. Buna rağmen tatlılarımızın tadına bakmadan edemiyorlar. Dört değişik tatlı tabağı servis ediyoruz, tabaklar tertemiz geliyor geriye. Ayrılırlarken hediyelik ceviz almayı da ihmal etmiyorlar.

Hayır bugün o beklediğimiz sakin günlerden biri değil. Alışkanlıklar birer birer terk ediliyor. Gündüz saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar hiç yorulmadan koca bir gün geçiriyoruz. Zaman su gibi akıyor. Yorulmuyoruz, çünkü misafirlerimiz geliş saatlerini öyle güzel ayarlamışlar ki, hepsi bir anda gelmiyorlar. Hayır bazen öyle oluyor ki, anlaşmışlar gibi birine hoş geldiniz demeye fırsat bulamadan diğerleri geliyor. Bir de şunu gözledim: Ne zaman bilgisayarımın başına oturup bir şeyler yazmaya konsantre olsam, kapıdan Selma Hanım dışarıdan seslenir. "Osman Bey, misafir (!)"

Ekip boş durmuyor. Erik reçeli hazırlıkları tam gaz devam ediyor. Kiraz ağacının altında hem iş hem sohbet. Haber vermeden fotoğraflarını çekiyorum yukarıdan.

Aynı gün yazmayınca bu meret olmuyor işte. Tülbent telde kurumadan yazmak lazım ki, olaylar hislerinle yoğrulsun. Bugünün bir de özel konuğu var. Eşimin pek sevdiği kankasının kızı... Onu bugün davet etmesinin nedeni perşembe günlerinin diğer günlere göre daha sakin olması. Ayağı uğurlu geliyor teyzesine. Misafirlerle ağırlıklı olarak ben ilgileniyorum onları baş başa bırakmak için. Yine de zaman zaman dayanamayan eşim koşuyor yardımıma. Güzel kızımız çok beğeniyor Taş Ev'imizi, yemeklerimizi. Verandayı, manzarayı videoya çekip paylaşıyor. Harika bir iş çıkarıyor, "Bunu facebook reklamlarında kullanayım." diyorum.  


14 Temmuz 2017 Cuma

VERGİ KUTSAL MI?

12/07/2017 Çarşamba, Tire

Banka kartım yoğun kullanımdan ötürü parçalandı. Yenisini çıkartmak için yirmi gün oldu müracaat edeli. İlk aradığımda henüz şubeye gönderilmediği söylendi. Banka yetkilisini bugün yine aradım, önce müracaatımın olmadığını söyledi. "Nasıl olur, telefon kayıtlarına bakın, talebim üzerine yeni kartımın şubeye teslim edileceği bildirilmişti." dedim. Müracaat tarihinden on gün sonra şube yetkilisi ile görüştüğümü anlattım. Kart şubeye gelince mesajla bana bilgi verilecekti sözüm ona. Bir on gün daha geçmesine rağmen ne arandım ne de mesaj geldi.

Bir süre beklettikten sonra "Tamam, kartınız şubemize gelmiş." dedi yetkili. Nihayet yeni kartıma kavuştum. Yaylaya çıkıyoruz keyifle. Bir haftadır sıcaklar hız kesmiyor. Burası serin, tatlı bir rüzgar tenimizi okşuyor. Gündüzün erken saatlerinden itibaren gecenin geç saatlerine kadar misafir ağırlıyoruz.

Kavaklıdere Vergi Dairesinden arıyorlar. 2015 yılında kira gelir beyannamesinde yanlışlık yapılmış. Hem götürü şıkkı işaretlemişim, hem de gider göstermişim. İnternet üzerinden yeni beyanname doldurmam isteniyor. Bu yanlışlık pişmanlık cezasıyla birlikte pahalıya mal oluyor. Yüklü bir para çıkartıyorlar. Mecburen ödüyoruz. O kadar vergi kaçıran varken sehven yapılan bu yanlışlığın faturası bu olmamalı. Müfettişler ortaya çıkartmış hatayı. Görev aşklarına şapka çıkarıyorum, gözlerim doluyor. Vergi kutsaldır diye avutuyorlar milleti. Şimdi düşünüyorum, kutsallığı falan yok ödenen bu vergilerin. Hangi bombalar alınacak bu parayla. Kim bilir kimlerin canı yanacak, kimlerin anası ağlayacak, dış mihrakların çıkarlarına alet olan beceriksiz, korkak siyasetçilerin bıkmadan, usanmadan sürdükleri bu savaş oyununda.

Hem salonda, verandada hem de avludaki masalar dolup dolup boşalıyor. İlçenin üst düzey kamu yöneticilerinden biri geliyor. Oldukça genç görünüyor. Mekana ve yemeklere hayran kalıyor yanındaki arkadaşlarıyla birlikte. Diğerleri siliniyor aklımdan. Ha, bir de Tuçe vardı ailesiyle. Şu güzel konuşan kız. Hatırlamadınız mı hala? Hani her geldiğinde Trileçe tatlısını soran. Bu kez umduğunu bulamıyor ne yazık ki. Trileçemiz kalmamış...

Çarşambaları yoğun geçiyor. Cuma akşamı gelmeden ne koparırsak kar hesabı mı güdülüyor acaba? Bugün de o yoğun günlerden biri. Böyle günlerde misafirleri tanımak, onlarla sohbet etmek için zaman kalmıyor. Saatler su gibi akıyor, eve dönüyoruz. Aşırı yorgunluk gece bir şeyler yazmama engel. Televizyon kanallarının hepsinde algı operasyonu tam gaz.  Nasıl olmasın, bu oyuna ortak olmamanın bedeli bol sıfırlı vergi cezaları. Ama onların vergisi kutsal değil. Bu nedenle ödemek gelmiyor içlerinden. Onca para ödemek yerine hepsi kuzu kuzu uyuyorlar talimatlara. Yaşasın demokrasi şehitleri bayramı. Kutsal, şehit, gazi, rahmet, ibadet, din, iman yoksul halkın sözcükleri. Umman'ın beş yıldızlı otellerinin birinde viskisini yudumlayan şeyh geliyor gözümün önüne, üzerinde bembeyaz yere kadar uzayan entarisi, başında havalı kenarı siyah kordonlu başlığı. Hiç bir şey umurunda değil. Ne anası ağlıyor, ne evladını merak ediyor. Onun vergisi de kutsal değil. Din, iman hak getire. Kırsal bölgelere doğru uzanınca yıkık dökük camilerin içinde dua eden insanları hatırlıyorum. Yoksul oldukları görünüşlerinden belli. İki keçisi var en iyi durumda olanının. İşte onlar için önemli verginin kutsallığı, şehadet makamı. Bazıları cenneti bu dünyada yaşıyor, bazıları öbür dünyada hurilerin hayalini kuruyor.

Güçlü olan her daim kazanıyor. Ekranın bir köşesinde yeni 15 Temmuz amblemi ve Türk bayrağı birbiri ardına yayınlanıyor. Açık oturumlarda demokrasi tutkunu halkımızın Fetö'nün darbesini nasıl önlediği, ne kahramanlıklar yaptığı anlatılıyor. Toplu taşıma ücretsiz olacakmış. Mesajlar geliyor telefonuma, demokrasi bayramının şerefine o günkü konuşmalar beleşmiş. Cumhuriyet Bayramı out, Demokrasi Bayramı in. Ya rabbel alemin, halkıma doğru yolu göster artık.                                                                                

SALIMIZ SALLANMADI

11/07/2017 Salı, Tire

Tatil günümüz değil bugün. Her ne kadar facebook sayfamızda duyurmuş olsak da misafirlerimizin çoğunun kafasında kalan bugün kapalı olduğumuz. Bu nedenden ötürü sakin bir gün geçireceğimizi düşünüyoruz.

Sanırım bundan böyle en fazla yorulacağım gün olacak haftanın bugünü. Sabah bana göre erken, eşime göre geç kalktım. Salı pazarından alacağım çok şey var. Erken vakitlerde daha rahat park yeri bulmak mümkün. Eskiden hiç sevmediğim pazar alışverişinden zamanla zevk almaya başlıyorum. Pazar esnafı, köylü kadınlar beni tanıyorlar. Pazar yerinin dar sokaklarından güçlükle kendime yol bulmaya çalışırken beni gören satıcılar hararetle tezgahlarındaki yerli sebzelerden almamı istiyorlar.

Taşıyabilecek kadar yükümü tutup aldıklarımı arabaya bırakıyorum. Ellerim pazar torbalarıyla dolduğunda zaman zaman kalabalığın akışı kesiliyor. Yarım dakikayı bile bulmayan bu kısa beklemelere tahammülüm yok yaz sıcağında, ama elden ne gelir. İçimden kızıyorum, koca bebek arabalarını iki insanın zor yürüyebileceği dar pazar sokaklarına sokan kadınlara, iki tekerlekli pazar arabasını yolun ortasında bırakıp alışveriş yapanlara. Yarım saat önce kapıda selamlaştığı komşusunu pazarda görünce geyik muhabbetine başlayan hanım teyzelere de kızıyorum. Ya öyle bir pazar yeri yapacaksın; arabanın park yeri sorunu olmayacak, tezgahların arasında insanlar bebek arabası, pazar arabası ile dolaştığında bile tıkanmalar olmayacak yahut böyle daracık yollara bebek arabasıyla insanları sokmayacaksın arkadaş. Belediyenin yaptığı tek iş zabıtalarını gönderip tezgah kiralarını toplamak burada. Sanırım meşhur Salı Pazarında bu durumdan rahatsız olan benden başka biri yok. İnsanların duydukları bir takım rahatsızlara karşı kayıtsız kalmaları, zaman içinde bunları kabullenmeleri bir alışkanlık ya da kültür olarak çıkıyor karşımıza. İdareciler geniş park yeri ve düzenli tezgahlara sahip bir pazar yeri kurulursa o meşhur Salı Pazarı'nın büyüsünün kaçacağını mı sanıyorlar, kim bilir?

İşlerimi bitirince eşimi alıp yaylaya doğru yola çıktıktan sonra şefimiz arıyor. "Yanlış anlamayın, misafirlerimiz var, şimdi sıcaklarını vereceğiz, her şey yolunda. Sadece bilgi vermek için rahatsız ediyorum." Şu şefimiz kadar kibar şef yok. Gel gelelim şu "Yanlış anlamayın" sözünü çok sık kullanıyor. Bu durumda benim onu hep yanlış anladığım sonucu çıkıyor.  Şaka yollu takılıp "Ben seni hep yanlış mı anlıyorum?" diye soruyorum. Kısa süren bir sessizliğin ardından hafiften bir gülümseme beliriyor şefimizin yüzünde. Alışkanlık işte... 

Çok güzel bir gün geçiriyoruz bugün. Hayır, öyle çok yoğun bir gün geçirdiğimiz anlaşılmasın. Yoğunluk her zaman güzel olmuyor bazen. Nitelik değil nicelik olsun istiyorum. Güzelliği bazen sakinlikte, seçkin misafirlerimizle yapılan tatlı sohbetlerde, eski anılardan bahsetmekte ararım ben. Aylardır kapalı olduğumuz salı günü kimsenin kapımızı çalacağını beklemiyorduk aslında. Nasibi olan geldi yine. Tesadüfen çat kapı gelenler bizden öğrendiler eskiden salı günleri kapalı olduğumuzu. Tatil günümüzde değişiklik yapmasaydık kapıdan döneceklerdi. İki hanımefendi yalnız başına bazılarının dağın başı dedikleri yere geliyor, denizden gelen hafif esintinin eşliğinde lezzetli yemeklerini yiyor, içkilerini içiyorlar. Onların burada yakaladıkları huzur ortamını sağlayabiliyorsak doğru yoldayız.

Gece yine geç dönüyoruz eve. TV kanallarında destanlaştırılan bir film gösterime girmiş. 15 Temmuz algı operasyonu bütün medyayı ele geçirmiş. Falanca kişi tankın önüne geçmiş, tank da üzerinden geçmiş. Şehit diyorlar ona artık. Babasının ağzından duygusal cümleler yazılıyor ekranlarda. "Oğlum demokrasiyi çok severdi, onu korumak için canını verdi, sağ olsaydı yine aynısını yapardı. Çalışkan çocuktu, etrafında çok seveni vardı." Önceden belli köşelere titizlikle yerleştirilmiş kameralar oynanan tiyatroyu filme almışlar TV kanallarına emir komuta zincirinde yayınlatıyorlar. CNN'den bahsediyorum. Aydın Doğan'a aba altından sopayı gösterdiklerini bilmeyen yok. Falanca yeri böyle bastı darbeciler. Fonda savaş sahneleri. Aman Allah'ım bu algı operasyonuna dayanamıyorum artık. Sayın Cumhurbaşkanını demokrasi kahramanı yaptılar ya, bunların şeriatı getireceklerinden hiç kuşkum kalmadı artık.