Sabaha karşı ayak ucuma doğru kaymışım yataktan. Sırt üstü yatarken dizimi büküp ayağımın topuk ucundan destek alarak var gücümle kendimi hızla yukarı çeker çekmez alnımın sağ tarafı taş duvarla buluşuyor. "Ahh" diye bir ses çıkarıyorum yarı uyur vaziyette. Sabah gözlerimi açar açmaz alnımdaki ağrıyı hissediyorum. Elimle dokunuyorum. Küçük bir baloncuk oluştuğunu fark ediyorum.
Komşu hatırına üye olduğu partinin delege seçimleri için oy kullanacak eşim. İki liste yarışıyor. Her iki taraftan mutlak surette oy kullanması için baskı yapılıyor. Bugün bir de kahvaltı servisimiz olduğu için iki ayağımız bir pabuca giriyor. Saat dokuzda başlayacak oy verme işlemi on beş dakika gecikiyor. Daha sandık işlemleri bile saatinde tamamlanamıyor ise bu kadrolarla partinin durumu belli ki çok zor. Elemanları alıp dönüyoruz yaylaya.
Geçen haftanın aksine kahvaltı sakin geçiyor. Kahvaltı misafirleriyle yakından ilgilenecek zamanı buluyoruz. Emine Hanım'ın kendi açtığı yufkalarla yaptığı gözlemeler enfes. Bugüne kadar yediğim en güzel gözleme diyebilirim. İçine değişik otlar koyuyor. Gözlemeye katmer diyor buradakiler. Kahvaltı saati bittikten sonra açlıktan çıkmış gibi saldırıyorum katmer tabağına.
Sakinliğin gelecek fırtınanın habercisi olduğunu nereden bilebilirdim? Fırsat bu fırsat takip ettiğim blog dostlarımın yazılarını okuyorum. Bazen bir karikatür, bazen bir resim ya da müzik mutlu ediyor beni. Özellikle gezi yazıları, kitap yorumları ya da öyküler, hayattan gerçek kesitler. Genç bir hanımın yeni doğan bebeğiyle birlikte kabaran annelik duyguları ne güzel dökülmüş yazılara.
On kişilik bir rezervasyonumuz var. Akşama düğünleri olacak damat adayı aramıştı. "Tam olarak geleceğimiz saat belli değil." demişti genç adam. Nereden bilsin ki? Gelinin kuaförü, süslenmesi ne kadar zaman alacak. Erken gelmeleri için dua ediyorum. Dualarımı kainatın sahibi görmezden gelmiş olmalı. Akşama bir de doğum günü için masa süslemesi var. Ama biz beklemeye devam ediyoruz.
Yabancı ülkedeki ünlü restoranların web sitelerini incelerken en geç bir gün önceden rezervasyon yaptırmaları gerektiği, bildirilen saatten itibaren dört kişiye kadar iki saat, daha fazla sayıda gelenler için iki buçuk saat süre verdiklerini görmüştüm. Şimdi bazılarının aklından geçenleri duyar gibiyim. "Onlar kim, sen kim?" Ne olursa olsun, yeni işletmeye açılan bir müessese için rezervasyon çok daha önemli. Sadece o değil elbette. Verilen saate ve bildirilen kişi sayısına da uyulmalı. Ha, sonradan kişi sayısında değişiklik mi oldu? Açarsın telefonu bildirirsin. Öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki... Hanımefendi erkenden arıyor, yedi kişilik rezervasyon yaptırıyor. En güzel masayı ayırıp servisleri açıyoruz. Hatta ızgaraya attığımız kömürü bile ona göre ayarlıyoruz. Bakıyoruz, ne gelen var ne arayan? Dilek Hanım diye kaydetmişim telefonuma. Arıyorum, hani bir mani mi çıktı acaba diye. Telefon çalıyor cevap veren yok.
Neyse, eşimi kızdırmış olsalar da benim için şenlikli, macera dolu bir gün oluyor. Saat dört sularında üç kişilik bir aile geliyor. Onları en iyi şekilde ağırlıyoruz. Düğün misafirlerinden olduklarını söylüyorlar. On kişilik rezervasyon yaptırılmıştı. Bu haliyle hoşuma gidiyor, çünkü geriye kalır yedi kişi. Tam bir buçuk saat sonra gelin arabasıyla geliyor misafirlerimiz. Bahçe bir anda arabalarla doluyor. "Masanızı yukarıda, salonda hazırladık efendim." Damadı görünce daha önce ağırladığımız misafirlerimizden biri olduğunu fark ediyorum. Kulağıma eğilip kimseden hesap almamamı bütün hesabı kendisinin ödeyeceğini söylüyor. Emin olmak için soruyorum. "Daha önceden gelip yemeklerini yiyen üç kişi de dahil mi buna?" "Evet, onlar da dahil."
Yedi kişi gelecek diye beklerken dakika başı araba geliyor. Beklediğimiz sayının en az iki katına ulaşıyor kalabalık. On kişilik hazırladığımız masaya bir biri ardına masalar ilave ediliyor. Siparişleri almaya başlıyoruz. Gelin hanım deseniz, o da tanıdık. Daha önce bir firmanın tanıtım fotoğraflarını çekmek için bizim mekanı kullanmıştı. Son derece rahat tavırlarıyla ortama neşe katıyor. Damat biraz durgun, biraz şaşkın. "On kişilik rezervasyon yaptırmıştınız." diyecek oluyorum. "Ne yapayım, duyan takıldı peşimize geldi." diyor. Misafirler salonu dolduruyor. Gelin ve damat Taş Ev'in dekorunda fotoğraf çektirmeye başlıyorlar. Arkadaşlarının bir kısmı salonda, bir kısmı aşağıda avluda. Gelin hanımdan geliyor ilk sipariş. "Üç tabak skordaki (!)" Şov başlıyor. Hepsi bir biri ardına sipariş yağdırıyor. "Bana Arnavut ciğeri, yanında bira." "Bana da bira." "Bize deniz börülcesi." "Biz fellah köfte istiyoruz. " "Biralarımızı hemen alabilir miyiz?." "Bana da bira getirir misiniz?" "Biz ayran istiyoruz."... "Sıcak siparişlerini alayım." "Karışık ızgara köfte de ne var?" "Benimki ondan olsun" "Benim ki de." "Biz de ondan istiyoruz." "Tamam, karışık köfte dokuz porsiyon oldu." "Bana ızgara köfte." "Ben de." "Bize iki porsiyon Tire şiş köfte." "Hemen gelebilir mi? Çok açız." Gelin hanım masanın bir ucundan sesleniyor. "Ben gelinim, pirzola yiyeceğim." "Bir Arnavut ciğeri daha alalım."....
Mutfak telaş içinde ama işin içinde iş var. Rezervasyonsuz gelen bir aile bahçeye oturmuşlar. "Biz önce birer çay içelim, daha sonra yemekleri söyleriz." Bir sürü çocuk, Venüs ve Fifi ile arkadaşlık ediyor. Arabayla ikinci aile geliyor ilk gelenlerin arkadaşı. Bir masa daha ekliyoruz. Erkekler bira söylüyorlar teker teker. Birayı götürüyoruz. Yanındaki ancak uyanıyor. "Ben de bir bira alayım." İkinciye götürüyoruz. Onun karşısındaki beyefendi "Ben de bir tane lütfen." Üçüncü arabada gelince bir masa daha ekliyoruz. Hanımefendiler boş durur mu? "Biz dört çay daha alalım." Çocuklar peşim sıra geliyorlar. "Ben ice tea istiyorum, şeftali olsun." "Patates kızartması var mı?" O telaş içinde yapıp götürüyoruz. Daha tabağı masaya koyar koymaz "Ya, size zahmet olacak, bir tane daha alabilir miyiz?" İkinci gider, üçüncüyü isterler, üçüncü gider dördüncüyü. Teker teker. "Sıcakları söyleyecektik." "Tavuk şiş hemen gelsin."
Meze tepsisiyle yukarı çıkıyorum. "Biz bunu istemedik." İstemediniz tabii, isteyenler aşağıda bahçede sohbet ediyorlar. Sıcaklar geliyor. Yeni gelenler olmuş, onlar yeni sıcak siparişlerini veriyor. Birasını bitiren yenisini istiyor. Allah var, damat halden anlıyor. Elimde sipariş edilip sahiplenilmeyen iki tabak köfte kalıyor. Gelin hanım, getir getir, ben yerim." Diğer tabağı da diğer masa alıyor elimden. Sularını, ekmeklerini götürüyorum. Bahçedeki gruba ekmek dayanmıyor. Teker teker sipariş ettikleri mezelerin yanında sepet sepet ekmek gidiyor.
Dışarıdan sipariş edilen tavuk şiş ve patates kızartmasını götürüyorum. Kısa bir süre sonra üç masanın üç beyi kalkıp geliyor yanıma. "Bizim sıcaklar iptal, yediklerimizi ödeyelim kalkalım." "Sıcaklar çıktı şimdi getirecektik." "Yok, yok iptal edelim, bir buçuk saattir bekliyoruz." "Peki."diyorum ama denilecek çok laf var aslında." A be kardeşim o kadar açsanız, niye hemen vermediniz siparişinizi de çayı, kahveyi önceden içip keyif yaptınız. Rezervasyonsuz geldiğiniz halde yukarıdaki rezervasyon yaptıran gruba daha iyi hizmet etme imkanımızı engellediniz. Zaten teker teker sipariş ettiğiniz çay ve kahveyi içerken bir saatten fazla sohbet ettiniz, mezelerle karnınızı doyurdunuz. Ne zaman ki düğün yemeğinin misafirlerine sıcaklar çıkacak, teker teker verdiğiniz sıcak siparişlerinizi beş dakikada masanızda olsun istiyorsunuz. Üç masa ayrı ayrı hesap ödemeye başlıyor. Kuvere itiraz ediyorlar. Servisleriniz açıldı, çoluk çocuk, çaylar kahveler içildi, şişe şişe su servisleriniz yapıldı, sepet sepet ekmek tükettiniz. Sizden sadece kuver alsam yeridir. Biri "Bizim beş tane de çayımız vardı." "Çay ve kahveye ücret almıyoruz, onlar ikramımız." diyorum. Tatsızlık çıkmadan bu sıra dışı misafirlerimizi uğurlarken içime bir ferahlık çöküyor.
Düğün misafirleri de apar topar kalkıyorlar. Gelin hanım bizi de davet ediyor düğüne nazik bir şekilde. Damat bey hesabı ödüyor. Onları uğurlarken yeni misafirlerimiz geliyor. Eşime kabul etmeyelim bak ne ekmeğimiz kaldı ne domatesimiz. "Koş şehirden al, yetiştir hemen." İki grup masaların tabakları masadan kaldırılacak, masalar temizlenecek. Yardımcı hanımlar masaları toplamaya başlamışlar bir yandan.
Arabaya atladığım gibi fırlıyorum. Daha saat akşamın sekizi olmamış. Fırın çoktan kapatmış. Başka bir yerden ekşi mayalı ekmek bulduğuma seviniyorum. Her zaman alışveriş yaptığım manav açıktır İnşallah. Pazar günleri her yer kapalı oluyor burada. Şansım varmış, domatesleri de oradan alıyorum. Dönüş yolunda başımdan kaynar sular dökülüyor. Aklıma dün rezervasyon yaptırılan bir masa süslemesi geliyor. Zaman kavramını unutup içimden bir ohh çekiyorum. Gelmediklerine seviniyorum. Yoksa ne zaman fırsat bulup da masa süsleyecektim bu hengamede. Yaylaya dönüyorum. Misafirler yemeklerine başlamışlar. Gelenlere eşim ekmeğimizin kalmadığını söylediği halde bunu önemsememişler. Yanlarına gidip ekmeğin geldiğini söylüyorum. "Biz zaten ekmek yemiyoruz." diyorlar.
Yeni gelenler oluyor. Aman iyi ki gidip ekmeği domatesi almışım. Genç bir çift giriyor içeri. Baloya gider gibi özenerek giyinmişler. "Bizim rezervasyonumuz vardı." Allah'ım, yer yarılsın içine gireyim. Vitrinin önünde eşim güzel mezelerini tanıtıyor. Ben ne yapacağımı kara kara düşünüyorum. Tam yukarı çıkmak için merdiven basamağına ayaklarını atarlarken beyefendiyi dışarı çağırıyorum. "Bakın size kötü bir haberim var. Binlerce kez özür diliyorum. Biliyorum bu affedilecek gibi değil. Ben sizin masayı süsleme işini unuttum. İsterseniz size en kaliteli şarabımızı ikram edeyim bu hatamdan dolayı. Ama isterseniz ben masanızı hazırlarken siz verandada birer çayımızı için." Genç beyefendinin yüzünün şekli değişiyor bir anda. Ne büyük hayal kırıklığı. Arkadaşının doğum günü için bir sürpriz yapmak istemiş. Kendimi onun yerine koyuyorum. Şimdi kafa göz dinlemeden üzerime yürüse sesim çıkmayacak. O kadar büyük bir olgunlukla karşılıyor ki beni. "Çok bekler miyiz?" "Hayır, siz çayınızı içene kadar masanız hazır olur." "Peki." diyor.
Hemen malzemeleri alıp manzaraya hakim en güzel masayı hazırlıyorum. Bu işi artık gözüm kapalı yapar hale geldim. Beş dakika sonra nazik bir şekilde verandaya, yanlarına gidiyorum. "Beyefendi, masanız hazır efendim, isterseniz üst salona alalım sizi." Yukarı çıkarken, "Biz şarap istiyoruz ama şişe olmasın, birer kadeh yeter." En kaliteli şarabımızı açıp kocaman kırmızı şarap kadehlerine boşaltıyorum. Kadehler büyük olduğu için şişenin dibinde iki parmak kadar şarap kalıyor. O da benim nasibim diyorum içimden. Özel olarak ilgileniyorum onlarla, kabahatim büyük zira. Mezelerin yanı sıra sıcakları söylüyorlar. Hanımefendinin önündeki şarap kadehinden sadece birkaç yudum aldığını anlıyorum. Beyefendi ise dokunmamış gibi. Kısaca bilgi veriyorum Taş Ev hakkında, ilk kez gelenlere yaptığım gibi. Hayvancılıkla uğraşıyormuş köyün birinde. Her şeye rağmen memnun ayrılıyorlar. Hesabı pek çok şehirlinin yapmadığı gibi masaya istiyorlar. "Şarap, söz verdiğim üzere ikramımız." diyorum. " Beyefendinin cevabı beni şok ediyor. "Biz zaten içmek için değil, dekor olsun diye istemiştik." O kalitede bir şarap bu hallere mi düşecekti? Dili olsa eminin o da bir şeyler söyleyecek. Neyse, onları gayet güzel bir şekilde ağırlıyoruz. Önemli olan da bu zaten.
Misafirlerimizi uğurladıktan sonra yığınla bulaşığın yıkanıp toparlanması saat 24.00'ü buluyor. İlk kez elemanları bu kadar geç bırakıyorum. Dönüşte eşimle "Önceden bir çay içelim, yemekleri daha sonra söyleriz." diyen grubun yanlış yer seçtiklerini konuşuyoruz. Onlar Derekahve'de çaylarını içip Orta Park'ta fast food atıştırsalar daha iyi ederlermiş. Diyorum ya, burası "Slow Food" restoranı, keyif yapmak için gelinecek bir yer, her yediğinin tadına varacaksın, hakkını vereceksin. Nasıl olsa muhteşem manzara ve tertemiz yayla havası ikramımız...