KATEGORİLER

27 Eylül 2017 Çarşamba

UNUTULMAYACAK BİR PAZAR GÜNÜ

24/09/2017 Pazar, Tire

Sabaha karşı ayak ucuma doğru kaymışım yataktan. Sırt üstü yatarken dizimi büküp ayağımın topuk ucundan destek alarak var gücümle kendimi hızla yukarı çeker çekmez alnımın sağ tarafı taş duvarla buluşuyor. "Ahh" diye bir ses çıkarıyorum yarı uyur vaziyette. Sabah gözlerimi açar açmaz alnımdaki ağrıyı hissediyorum. Elimle dokunuyorum. Küçük bir baloncuk oluştuğunu fark ediyorum. 

Komşu hatırına üye olduğu partinin delege seçimleri için oy kullanacak eşim. İki liste yarışıyor. Her iki taraftan mutlak surette oy kullanması için baskı yapılıyor. Bugün bir de kahvaltı servisimiz olduğu için iki ayağımız bir pabuca giriyor. Saat dokuzda başlayacak oy verme işlemi on beş dakika gecikiyor. Daha sandık işlemleri bile saatinde tamamlanamıyor ise bu kadrolarla partinin durumu belli ki çok zor. Elemanları alıp dönüyoruz yaylaya.

Geçen haftanın aksine kahvaltı sakin geçiyor. Kahvaltı misafirleriyle yakından ilgilenecek zamanı buluyoruz. Emine Hanım'ın kendi açtığı yufkalarla yaptığı gözlemeler enfes. Bugüne kadar yediğim en güzel gözleme diyebilirim. İçine değişik otlar koyuyor. Gözlemeye katmer diyor buradakiler. Kahvaltı saati bittikten sonra açlıktan çıkmış gibi saldırıyorum katmer tabağına. 

Sakinliğin gelecek fırtınanın habercisi olduğunu nereden bilebilirdim? Fırsat bu fırsat takip ettiğim blog dostlarımın yazılarını okuyorum. Bazen bir karikatür, bazen bir resim ya da müzik mutlu ediyor beni. Özellikle gezi yazıları, kitap yorumları ya da öyküler, hayattan gerçek kesitler. Genç bir hanımın yeni doğan bebeğiyle birlikte kabaran annelik duyguları ne güzel dökülmüş yazılara.

On kişilik bir rezervasyonumuz var. Akşama düğünleri olacak damat adayı aramıştı. "Tam olarak geleceğimiz saat belli değil." demişti genç adam. Nereden bilsin ki? Gelinin kuaförü, süslenmesi ne kadar zaman alacak. Erken gelmeleri için dua ediyorum. Dualarımı kainatın sahibi görmezden gelmiş olmalı. Akşama  bir de doğum günü için masa süslemesi var. Ama biz beklemeye devam ediyoruz.

Yabancı ülkedeki ünlü restoranların web sitelerini incelerken en geç bir gün önceden rezervasyon yaptırmaları gerektiği, bildirilen saatten itibaren dört kişiye kadar iki saat, daha fazla sayıda gelenler için iki buçuk saat süre verdiklerini görmüştüm. Şimdi bazılarının aklından geçenleri duyar gibiyim. "Onlar kim, sen kim?" Ne olursa olsun, yeni işletmeye açılan bir müessese için rezervasyon çok daha önemli. Sadece o değil elbette. Verilen saate ve bildirilen kişi sayısına da uyulmalı. Ha, sonradan kişi sayısında değişiklik mi oldu? Açarsın telefonu bildirirsin. Öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki... Hanımefendi erkenden arıyor, yedi kişilik rezervasyon yaptırıyor. En güzel masayı ayırıp servisleri açıyoruz. Hatta ızgaraya attığımız kömürü bile ona göre ayarlıyoruz. Bakıyoruz, ne gelen var ne arayan? Dilek Hanım diye kaydetmişim telefonuma. Arıyorum, hani bir mani mi çıktı acaba diye. Telefon çalıyor cevap veren yok.

Neyse, eşimi kızdırmış olsalar da benim için şenlikli, macera dolu bir gün oluyor. Saat dört sularında üç kişilik bir aile geliyor. Onları en iyi şekilde ağırlıyoruz. Düğün misafirlerinden olduklarını söylüyorlar. On kişilik rezervasyon yaptırılmıştı. Bu haliyle hoşuma gidiyor, çünkü geriye kalır yedi kişi. Tam bir buçuk saat sonra gelin arabasıyla geliyor misafirlerimiz. Bahçe bir anda arabalarla doluyor. "Masanızı yukarıda, salonda hazırladık efendim." Damadı görünce daha önce ağırladığımız misafirlerimizden biri olduğunu fark ediyorum. Kulağıma eğilip kimseden hesap almamamı bütün hesabı kendisinin ödeyeceğini söylüyor. Emin olmak için soruyorum. "Daha önceden gelip yemeklerini yiyen üç kişi de dahil mi buna?" "Evet, onlar da dahil."

Yedi kişi gelecek diye beklerken dakika başı araba geliyor. Beklediğimiz sayının en az iki katına ulaşıyor kalabalık. On kişilik hazırladığımız masaya bir biri ardına masalar ilave ediliyor. Siparişleri almaya başlıyoruz. Gelin hanım deseniz, o da tanıdık. Daha önce bir firmanın tanıtım fotoğraflarını çekmek için bizim mekanı kullanmıştı. Son derece rahat tavırlarıyla ortama neşe katıyor. Damat biraz durgun, biraz şaşkın. "On kişilik rezervasyon yaptırmıştınız." diyecek oluyorum. "Ne yapayım, duyan takıldı peşimize geldi." diyor. Misafirler salonu dolduruyor. Gelin ve damat Taş Ev'in dekorunda fotoğraf çektirmeye başlıyorlar. Arkadaşlarının bir kısmı salonda, bir kısmı aşağıda avluda. Gelin hanımdan geliyor ilk sipariş. "Üç tabak skordaki (!)" Şov başlıyor. Hepsi bir biri ardına sipariş yağdırıyor. "Bana Arnavut ciğeri, yanında bira." "Bana da bira." "Bize deniz börülcesi." "Biz fellah köfte istiyoruz. " "Biralarımızı hemen alabilir miyiz?." "Bana da bira getirir misiniz?" "Biz ayran istiyoruz."... "Sıcak siparişlerini alayım." "Karışık ızgara köfte de ne var?" "Benimki ondan olsun" "Benim ki de." "Biz de ondan istiyoruz." "Tamam, karışık köfte dokuz porsiyon oldu." "Bana ızgara köfte." "Ben de." "Bize iki porsiyon Tire şiş köfte." "Hemen gelebilir mi? Çok açız." Gelin hanım masanın bir ucundan sesleniyor. "Ben gelinim, pirzola yiyeceğim." "Bir Arnavut ciğeri daha alalım."....

Mutfak telaş içinde ama işin içinde iş var. Rezervasyonsuz gelen bir aile bahçeye oturmuşlar. "Biz önce birer çay içelim, daha sonra yemekleri söyleriz." Bir sürü çocuk, Venüs ve Fifi ile arkadaşlık ediyor. Arabayla ikinci aile geliyor ilk gelenlerin arkadaşı. Bir masa daha ekliyoruz. Erkekler bira söylüyorlar teker teker. Birayı götürüyoruz. Yanındaki ancak uyanıyor. "Ben de bir bira alayım." İkinciye götürüyoruz. Onun karşısındaki beyefendi "Ben de bir tane lütfen." Üçüncü arabada gelince bir masa daha ekliyoruz. Hanımefendiler boş durur mu? "Biz dört çay daha alalım." Çocuklar peşim sıra geliyorlar. "Ben ice tea istiyorum, şeftali olsun." "Patates kızartması var mı?" O telaş içinde yapıp götürüyoruz. Daha tabağı masaya koyar koymaz "Ya, size zahmet olacak, bir tane daha alabilir miyiz?" İkinci gider, üçüncüyü isterler, üçüncü gider dördüncüyü. Teker teker. "Sıcakları söyleyecektik." "Tavuk şiş hemen gelsin."

Meze tepsisiyle yukarı çıkıyorum. "Biz bunu istemedik." İstemediniz tabii, isteyenler aşağıda bahçede sohbet ediyorlar. Sıcaklar geliyor. Yeni gelenler olmuş, onlar yeni sıcak siparişlerini veriyor. Birasını bitiren yenisini istiyor. Allah var, damat halden anlıyor. Elimde sipariş edilip sahiplenilmeyen iki tabak köfte kalıyor. Gelin hanım, getir getir, ben yerim." Diğer tabağı da diğer masa alıyor elimden. Sularını, ekmeklerini götürüyorum. Bahçedeki gruba ekmek dayanmıyor. Teker teker sipariş ettikleri mezelerin yanında sepet sepet ekmek gidiyor.

Dışarıdan sipariş edilen tavuk şiş ve patates kızartmasını götürüyorum. Kısa bir süre sonra üç masanın üç beyi kalkıp geliyor yanıma. "Bizim sıcaklar iptal, yediklerimizi ödeyelim kalkalım." "Sıcaklar çıktı şimdi getirecektik." "Yok, yok iptal edelim, bir buçuk saattir bekliyoruz." "Peki."diyorum ama denilecek çok laf var aslında." A be kardeşim o kadar açsanız, niye hemen vermediniz siparişinizi de çayı, kahveyi önceden içip keyif yaptınız. Rezervasyonsuz geldiğiniz halde yukarıdaki rezervasyon yaptıran gruba daha iyi hizmet etme imkanımızı engellediniz. Zaten teker teker sipariş ettiğiniz çay ve kahveyi içerken bir saatten fazla sohbet ettiniz, mezelerle karnınızı doyurdunuz. Ne zaman ki düğün yemeğinin misafirlerine sıcaklar çıkacak, teker teker verdiğiniz sıcak siparişlerinizi beş dakikada masanızda olsun istiyorsunuz. Üç masa ayrı ayrı hesap ödemeye başlıyor. Kuvere itiraz ediyorlar. Servisleriniz açıldı, çoluk çocuk, çaylar kahveler içildi, şişe şişe su servisleriniz yapıldı, sepet sepet ekmek tükettiniz. Sizden sadece kuver alsam yeridir. Biri "Bizim beş tane de çayımız vardı." "Çay ve kahveye ücret almıyoruz, onlar ikramımız." diyorum. Tatsızlık çıkmadan bu sıra dışı misafirlerimizi uğurlarken içime bir ferahlık çöküyor.

Düğün misafirleri de apar topar kalkıyorlar. Gelin hanım bizi de davet ediyor düğüne nazik bir şekilde. Damat bey hesabı ödüyor. Onları uğurlarken yeni misafirlerimiz geliyor. Eşime kabul etmeyelim bak ne ekmeğimiz kaldı ne domatesimiz. "Koş şehirden al, yetiştir hemen." İki grup masaların tabakları masadan kaldırılacak, masalar temizlenecek. Yardımcı hanımlar masaları toplamaya başlamışlar bir yandan.

Arabaya atladığım gibi fırlıyorum. Daha saat akşamın sekizi olmamış. Fırın çoktan kapatmış. Başka bir yerden ekşi mayalı ekmek bulduğuma seviniyorum. Her zaman alışveriş yaptığım manav açıktır İnşallah. Pazar günleri her yer kapalı oluyor burada. Şansım varmış, domatesleri de oradan alıyorum. Dönüş yolunda başımdan kaynar sular dökülüyor. Aklıma dün rezervasyon yaptırılan bir masa süslemesi geliyor. Zaman kavramını unutup içimden bir ohh çekiyorum. Gelmediklerine seviniyorum. Yoksa ne zaman fırsat bulup da masa süsleyecektim bu hengamede. Yaylaya dönüyorum. Misafirler yemeklerine başlamışlar. Gelenlere eşim ekmeğimizin kalmadığını söylediği halde bunu önemsememişler. Yanlarına gidip ekmeğin geldiğini söylüyorum. "Biz zaten ekmek yemiyoruz." diyorlar.

Yeni gelenler oluyor. Aman iyi ki gidip ekmeği domatesi almışım. Genç bir çift giriyor içeri. Baloya gider gibi özenerek giyinmişler. "Bizim rezervasyonumuz vardı." Allah'ım, yer yarılsın içine gireyim. Vitrinin önünde eşim güzel mezelerini tanıtıyor. Ben ne yapacağımı kara kara düşünüyorum. Tam yukarı çıkmak için merdiven basamağına ayaklarını atarlarken beyefendiyi dışarı çağırıyorum. "Bakın size kötü bir haberim var. Binlerce kez özür diliyorum. Biliyorum bu affedilecek gibi değil. Ben sizin masayı süsleme işini unuttum. İsterseniz size en kaliteli şarabımızı ikram edeyim bu hatamdan dolayı. Ama isterseniz ben masanızı hazırlarken siz verandada birer çayımızı için." Genç beyefendinin yüzünün şekli değişiyor bir anda. Ne büyük hayal kırıklığı. Arkadaşının doğum günü için bir sürpriz yapmak istemiş. Kendimi onun yerine koyuyorum. Şimdi kafa göz dinlemeden üzerime yürüse sesim çıkmayacak. O kadar büyük bir olgunlukla karşılıyor ki beni. "Çok bekler miyiz?" "Hayır, siz çayınızı içene kadar masanız hazır olur." "Peki." diyor.

Hemen malzemeleri alıp manzaraya hakim en güzel masayı hazırlıyorum. Bu işi artık gözüm kapalı yapar hale geldim. Beş dakika sonra nazik bir şekilde verandaya, yanlarına gidiyorum. "Beyefendi, masanız hazır efendim, isterseniz üst salona alalım sizi." Yukarı çıkarken, "Biz şarap istiyoruz ama şişe olmasın, birer kadeh yeter." En kaliteli şarabımızı açıp kocaman kırmızı şarap kadehlerine boşaltıyorum. Kadehler büyük olduğu için şişenin dibinde iki parmak kadar şarap kalıyor. O da benim nasibim diyorum içimden. Özel olarak ilgileniyorum onlarla, kabahatim büyük zira. Mezelerin yanı sıra sıcakları söylüyorlar. Hanımefendinin önündeki şarap kadehinden sadece birkaç yudum aldığını anlıyorum. Beyefendi ise dokunmamış gibi. Kısaca bilgi veriyorum Taş Ev hakkında, ilk kez gelenlere yaptığım gibi. Hayvancılıkla uğraşıyormuş köyün birinde. Her şeye rağmen memnun ayrılıyorlar. Hesabı pek çok şehirlinin yapmadığı gibi masaya istiyorlar. "Şarap, söz verdiğim üzere ikramımız." diyorum. " Beyefendinin cevabı beni şok ediyor. "Biz zaten içmek için değil, dekor olsun diye istemiştik." O kalitede bir şarap bu hallere mi düşecekti? Dili olsa eminin o da bir şeyler söyleyecek. Neyse, onları gayet güzel bir şekilde ağırlıyoruz. Önemli olan da bu zaten.

Misafirlerimizi uğurladıktan sonra yığınla bulaşığın yıkanıp toparlanması saat 24.00'ü buluyor. İlk kez elemanları bu kadar geç bırakıyorum. Dönüşte eşimle "Önceden bir çay içelim, yemekleri daha sonra söyleriz." diyen grubun yanlış yer seçtiklerini konuşuyoruz. Onlar Derekahve'de çaylarını içip Orta Park'ta fast food atıştırsalar daha iyi ederlermiş. Diyorum ya, burası "Slow Food" restoranı, keyif yapmak için gelinecek bir yer, her yediğinin tadına varacaksın, hakkını vereceksin. Nasıl olsa muhteşem manzara ve tertemiz yayla havası ikramımız... 

24 Eylül 2017 Pazar

DOĞUM GÜNÜ

23/09/2017 Cumartesi, Tire

Alışveriş biraz uzayınca ilk defa personeli bekletiyorum. Bu arada gelen telefonlara cevap vermemin payı da var bu gecikmede elbette. Büyük bankalardan birinin müdürü arıyor. Misafirleri varmış, kahvaltı için gelmek istiyorlarmış. Pazar günleri dışında kahvaltı servisimizin olmadığını söylüyorum. Hayal kırıklığı içinde "Tüh." diyor. Geri çevirsem olmayacak. Eşime haber verdikten sonra kabul ediyorum. Size özel bir kahvaltı verelim madem ki o kadar hazırlamışsınız kendinizi. Saat on iki gibi geleceklerini söylüyor beyefendi. Rezervasyon olunca işimiz kolaylaşıyor. Her şey yeni hazırlanıyor çünkü. Okması, pişisi, böreği, gözlemesi, kurabiyesi, soslu biberi, kara dutlu lor tatlısı, söğüş domatesi, salatalığı, balı, reçel çeşitleri, kara kızların tazecik yumurtaları...

Öğleden sonra bir çift geliyor. Onlar da merak etmişler Taş Ev'i. Artık Taş Ev emin adımlarla müze olma yolunda (') Orta yaşlı çiftin eğitimli oldukları her hallerinden belli. Uzun uzun vitrindeki mezeleri inceliyor, bilgi alıyorlar. Hiç niyetleri yok iken Taş Ev'in büyüsüne takılıp yemek yemeye karar veriyorlar. E, burada biraz da benim ikna gücümün payı var elbette. Şarapları sergilediğimiz rafta takılıyorlar. En kaliteli şaraplarımızdan Sarafin Merlot ve Shiraz arasında kararsız kalıyorlar. Hanımefendi eşine danışıyor ve sonunda tercihleri Merlot oluyor. Sohbet sırasında hanımefendinin meslektaşım olduğu çıkıyor ortaya. İller Bankasından emekli olmuş. Elektrik mühendisi eşi sonradan açılıyor. Meğer ODTÜ'de aynı yıllar okumuşuz. "Şarap harika" diyor hanımefendi. Zevkli saatler geçirdikleri her hallerinden belli.

Ceviz hasadından sonra kuru dallar ve yapraklarla kaplandı bahçe. Fırsat bulursam şöyle bir temizlik yaparım diye geçiriyorum aklımdan. Olmuyor. Temizlik bir tarafa, personelle hep birlikte yemek bile yiyemiyoruz. Telefonum çalıyor arayan genç bir damat adayı. Yarın öğleden sonra arkadaşlarıyla yemek için rezervasyon yapıyor. Gelin de gelecekmiş anlaşılan. "Saat dört ila yedi arası geliriz." diyor. Çok uzun bir saat dilimi. Gelinin saçı, başı ne kadar sürer tahmin edemiyor haklı olarak. "Zaten," diyor. "Saat sekiz buçukta nikahımız var." "Kaç kişi geleceksiniz?" diye soruyorum. On kişi olduklarını söylüyor. Yarına iki mutlu gün. Daha önce arayan genç bir beyefendi kız arkadaşının doğum günü için sürpriz yapmak istediğini söylemiş, masa süslemesi istemişti. Neyse ki saatleri çakışmıyor.

Akşam saatlerinde ardı arkasına rezervasyonsuz misafirlerimiz geliyor. Bu kez mutlu anımız, evlilik yıl dönümü.  Masayı erken hazırladığım için içim rahat. Uzun zamandır pek rağbet görmeyen şarap bugünün gözde içkisi. Genç çift tercihi bana bırakınca onlara da Sarafin Cabarnet Savignon açıyorum bir şişe. 

Yoğunluk paniğe yol açmıyor. Herkes işini biliyor. Gelen misafirlerin hepsi memnun ayrılıyor. Ne yazık ki bazılarını uğurlamaya fırsatım olmuyor. Günün favori mezesi her zaman olduğu gibi yine Fellah Köfte. Bir isteyen ikinci tabağı istiyor. Sıcaklarda ise bonfile günün en rağbet gören ana yemeği oluyor. 

Misafirlerimizden biri usulca yanıma gelip "Burası çok saygın bir yer oluyor." diyor. İşte duymak istediğim en güzel cümle bu. 

Hava serin. Misafirlerimizi salonda ağırlıyoruz. Bazıları üzerine şal istiyor. Personeli evlerine biraz geç bırakıyorum. Yarın kahvaltı servisinin hazırlıklarına geceden başlıyor eşim. 

Dönüşte Venüs'ü biraz serbest bırakmak istiyorum. Çılgın gibi üzerime sıçrıyor. Misafirlerimizden birinin aynı cins köpeği ne kadar uslu. Arabada dönmelerini beklerken gıkı çıkmamış. Üç yaşında olduğunu öğrendiğim köpeğin bizim sekiz aylık Venüs'ün yarısı kadar irilikte olması şaşırtıcı. 

23 Eylül 2017 Cumartesi

CEVİZLERİ HAZIRLAMAK GEREK

22/09/2017 Cuma, Tire

Hava birden serinledi. Tipik bir sonbahar günü. Kendimi bildim bileli hayalini kurduğum bir yaşam. Rutin işlerimi yapıyorum sabahleyin, benim için erken sayılabilecek bir saatte. Önce kara kızların yiyeceklerini götürüyorum kümese. Bazıları ceviz ağacının dalları üzerinden kümesin dışına çıkmış. Dışarıdakiler elimde kovayı görünce peşime takılıyor. Hepsi beni bekliyor çığlık çığlığa. Bu bağırışları açlıktan mı sevinçten mi anlamak imkansız. Fifi bana eşlik ederken sırasının gelmesini bekliyor. Venüs kulübesinin yanında uzanmış yatıyor. Biraz yem atıyorum tavuklara güzel yumurtlasınlar diye. Sesleri kesiliyor. Suları bitmiş, dönüp su getiriyorum. Suyun başına üşüşüyorlar. Venüs ve Fifi'nin mamalarını verip sularını tazeliyorum.

Rüzgar şiddetleniyor. Henüz yapraklarını dökmeyen ağaçlar esen rüzgarın sesine kulak verip dans ediyorlar. Yağmur yağacak gibi kaplıyor gökyüzünü bulutlar. Sonra birden güneş yüzünü gösterip ortalığı aydınlatıyor. Mutfak ekibinin yaptığı zerde çok hoşuma gidiyor. Tepsileri güneşe çıkarmam gerek biraz kıvamını bulsun diye. Ama ben bu şekliyle daha çok sevdim. Zaten güneş de yok doğru dürüst. Hava durumuna bakıyorum. Bir hafta daha yağış görünmüyor. Cevizler kurur o zamana kadar. Dün yağmurdan korkup üzerini örttüğüm cevizleri kuruması için tekrar seriyorum.

Sakin zamanlarda hanımlar boş durmuyor, ceviz kırıp ayıklıyorlar. Akşam misafirlerimize kendilerini özlettiklerini söylüyorum. "İki kere geldik, kapıdan döndük, demir kapı kapalıydı." diyorlar. Pazartesi günü olmalı. Birinin pazartesi günü olabileceğini ama geçen hafta perşembe günü geldiklerini söylüyorlar. Bir yanlışlık olmalı, perşembe günleri açık olduğumuzu söylüyor, yine de gelmeden önce aramalarını salık veriyorum.

22 Eylül 2017 Cuma

MÜBAREK

21/09/2017 Perşembe, Tire

Hava kararsız. Bir açıyor, bir kapatıyor. Zaman zaman kuvvetlenen rüzgar ağaçların yapraklarını döküyor. Geçen sene bugünlerde şömine sobamız gelmişti. Artık yavaş yavaş salona taşınacağız.

Günün ilk misafirleri tam bir yıl önce, yeni açıldığımız günlerde gelmişler buraya. Ufak çocukları eline fırçayı almış yere dökülen yaprakları süpürmeye çalışıyor. 

Öğlen yemeğine elemanlar tarhana çorbası getirmişler, kase kase içiyorlar. Şu tarhana çorbasını hemen donup üstü pıhtılaştığından dolayı sevmiyorum. Bahçenin alt tarafındaki ağaçlardan dökülen cevizleri topluyorum. Neredeyse iki sepet dolusu ceviz topluyorum. Elemanlar boş kaldıkça yeşil kabuklarını bıçakla çıkarıyorlar.

Çalışan hanımlardan biri telaş içinde sesleniyor. "Yağmur atıştırmaya başladı (!)" Olanca hızımızla terasa koşuyoruz. Bir ihtimal güneşi kaçırmayız diye toplu konut pazarından aldığım domateslerin serildiği tezgahları içeri sokuyoruz. Kuruması için geniş bir brandaya serdiğimiz cevizleri toparlayıp üzerini örtüyorum. Tamam artık istediği kadar yağsın dediğim anda bulutlar dağılıyor, yağmur başlamadan kesiliyor. Ne olur ne olmaz diye gece boyu domatesleri içeride tutuyoruz.

Akşam askerlik arkadaşım bağlı bulunduğu meslek odasının başkanını getiriyor Taş Ev'e. Hava rüzgarlı ve serince. Salonu tercih ediyorlar. Az sonra yakışıklı oğlu da katılıyor onlara. Çeşit çeşit meze söylüyorlar. Akılları söylemediklerinde takılı kalınca, onlardan da bir ordövr tabağı hazırlamamızı rica ediyorlar.

Son zamanlarda birçok kişiden mesajlar alıyorum. "Cumanız mübarek olsun." Bunu yazanların çoğu yakinen tanımadığım kişiler. Mübarek kelimesinin iyi bir mana içerdiğini düşünseler de sözcük anlamını tam olarak bildiklerini sanmıyorum. Ben de "hayırlı" kelimesi ile eş anlamlı bir kelime olarak düşünürdüm. Kısa bir araştırmadan sonra pek çok anlama geldiğini öğrenmemin yanı sıra ağırlıklı olarak iki şekilde kullanıldığını tespit ettim. "Mübarek" kelimesi sıfat olarak kullanılırsa "kutsal" anlamına geliyormuş. Diğer kullanım, "Cumanız mübarek olsun." cümlesinde olduğu gibi. Bu da hayırlı, bereketli olsun demekmiş. "Cumanız bereketli olsun." daha anlaşılır geliyor kulağa. Bir de bu dileğin karşılığı var. "Amin, ecmain." Allah bu dileğini, duanı hepimiz için kabul etsin anlamında. Artık yeni nesil mübarekler ve ecmainlerle büyüyor. Manalarını bilmiş olsalar biraz içime su serpilecek. Yine de "Cumanız bereketli olsun." dileğine "Cümlemizin." şeklinde verilen cevap bizim yaştakiler için biraz daha anlaşılır. Cuma günü yapılan dua ve günahlar iki katı işlem görüyormuş. Kitapta var mı? Yok. Kim dedi? Birileri. Ben daha güzel bir şey söyleyeyim. Her günümüz bereketli olsun. Karşılığı mı? "Amin" olabilir mesela. Ya da "İnşallah" daha mı yakışır? Ne olursa olsun şans yakanızı bırakmasın. 

NİHAYET

20/09/2017 Çarşamba, Tire

Güzel bir tatil günümüzün ardından yeni bir haftaya başlıyoruz. Aslına bakılırsa beklentim daha yüksekti bu günden. Tamam, kahvaltı güzeldi. Bir ara alışveriş için şehre indim. Akşama eşime mükellef bir sofra hazırlamaktı niyetim. "Canım bir şey yemek istemiyor." Mide koruyucu almayı unuttuğu için reflü başlamış. Ama yine de sağ olsun eşlik etti bana. Fotoğraf koymayı ayıp olur diye reddetti. (18/09/2017)

Cevizleri soymak için konuştuğumuz vatandaş yine gelmedi ama o gelecek diye erken kalkmam işe yaradı. Büyük pazardan rahat rahat alışverişimi yaptım. Bunaltıcı bir sıcak var şehirde. Kalaycının karısı sözünde durmuş istediğim acı biberleri hazırlamış. Kurutulmak üzere bir çuval dolusu biber daha aldım. Uzun süredir yağmur düşmüyor bu toprağa. Hadi bir şansımızı deneyelim diye bir posta daha kurutmalık domates almıştım dün. Akşam yine bir evlilik yıl dönümü kutlaması var. Erken rezervasyon yaptıran beyefendi masanın özel olarak düzenlenmesini talep ediyor. Şu masa düzenleme olayı bayağı tuttu. Sevdiklerine güzel bir jest oluyor insanların. Özel gün kutlamaları bizim işimiz. Elim de alıştı bu işe. Yine de bir işi son dakikaya bırakmamalı. Geçenlerde oğluyla bizi ziyaret eden komşu ilçelerden birinin Kültür ve Turizm Müdürü, söz verdiği üzere belediye başkanını alıp geliyor. Tam da özel masanın düzenlemesiyle ilgileneceğim sırada. Başkan Taş Ev'den çok etkileniyor. Bahçede oturmayı tercih ediyorlar. İçecek ve soğuk servisinden sonra fırlıyorum salona. Süsleme bitip masaya servis açar açmaz misafirimiz geliyor. Onları kapıda karşılıyorum. Konuklarımız güzel bir gece geçiriyorlar, mezelere hayran kalıyorlar. (19/09/2017)

Bu sabah gelecekler ,artık kesin söz verdiler. Yine saat sabah yedi olmadan ayaktayım. Saat söz verdikleri saat sekiz oluyor ne gelen var ne de telefonu açan. Cevizleri soyduracak başka birini bulmak lazım. Bunlarla olmayacak. Beklemediğim Erdal çıkageliyor. Demir kapıyı açıyorum. Birkaç ağaç ceviz kalmıştı silkelenecek. Aklımdan çıkmış işte. Hemen işe koyuluyor. Taş Ev'in önü, bahçe yeşil kabuklu cevizle doluyor. Arabama zarar vermesin diye iyice geriye park ediyorum.

Taze cevizin tadı bir başka. Üstelik kestane gibi dikeni de yok. Birkaç tane soyunca ellerime kına yakmış gibi doluyorum. Venüs kulübesinin yanına düşen cevizlerle oynuyor. Bazılarını ağzında geveliyor. Elemanları almak üzere şehre iniyorum. Bugün epey hazırlık var yine. Gündüz saatlerinde gelen misafirlerimiz kıtalar arası. Bu son ayda ağırladığımız Avustralya'da yaşayan ikinci aile. Menüyü veriyorum. Beyefendi menüyü kapatıp veriyor. "Seçimi size bırakıyorum, Avustralya'da sizi hatırlatacak en güzel yemeklerinizden biri olsun."

Gani Usta'yı arıyorum. "Benim makinem elektrikli, cevizleri buraya getirsek. Benim oğlan yarın sabah saat sekizde traktörle gelir almaya." Anlaşıyoruz.

Öğlenden sonra bir ses duyuyorum. Gelen Güme'li. Eşim, "Ayıp olur ama şimdi geri çevirme, bak o kadar yoldan gelmişler." Ama onlar sözlerinde durmayınca ben de başkasına söz verdim. O da bana güvenerek yarın sabah alacağı işleri geri çevirdi belki. Zor durumda kalacağım. Eşim, "Hemen ara durumu anlat." diyor. Arıyor, anlatıyorum. Gani Usta olgunlukla karşılıyor. "Zaten çok işim vardı, senin hatırını kıramadım." deyince rahatlıyorum. Ceviz soyma işi de böylelikle aradan çıkmış oluyor.

Akşam misafirlerinin rezervasyonları başlıyor. Ödemiş'ten çıkmışlar yola. Üç dört gün önce geldiklerini söyleyerek kendilerini hatırlatmaya çalışıyor telefondaki beyefendi. "Acelemiz var fazla kalmayayacğız, hatta menünüzü biliyoruz sıcakları hemen söyleyelim." Salonun en güzel masasında olunca insan, zamanın ne önemi var. Masa mezelerle donatılıyor. Keyifli bir gece geçiren misafirlerimiz Taş Ev'in manzarası karşısında acele etmeyi bırakıyorlar.

21 Eylül 2017 Perşembe

BİR PAZAR KLASİĞİ

17/09/2017 Pazar, Tire

Dün gecenin geç vakitleri... Şu bizim kara kızlarda ya da Venüs'te biraz akıl olsa (!) Canhıraş koşturuyorum peşlerinden. Fifi bana yardım etmek istiyor. Tavuk Venüs'ün ağzında, ben Venüs'ün peşinde, Fifi bırak yapma diye yalvarıyor havlamalarıyla. Bırakıyor ağzından beni görünce. Tavuk şaşkın, Fifi önünü kesiyor Venüs'e gitmesin diye, onu yakalamaya çalışırken kaçıyor. Zor bela yakalıyor, kümesin içine atıyorum. Ne yazık ki boğazından yaralı. Bu kaçıncı?

Venüs'ü çağırıyorum. Beni görünce kirişi kırıyor. Elimdeki bir naylon parçasıyla kandırıyorum. Geliyor. Yakaladığım gibi bağlıyorum onu ağaca. Kümesten ağaçlara, oradan bahçeye atlayıp özgürlüğe kavuştuğunu zanneden garibim kara kızlar Venüs'ün kurbanı olduklarının farkında değiller. Venüs'ün tasmasını ne kadar daraltırsak daraltalım bir yolunu bulup sıyırıyor kafasını canı isteyince. 

Sabah biraz gecikiyorum. Yolda kağnı gibi giden araçlarla karşılaşmayışım bir şans. Bu  sayede hem alışverişimi yapıyorum hem de elemanları zamanında alıyorum. Kahvaltı için hiç rezervasyon yok. Saat 11.00'e doğru bir biri ardına yapılan rezervasyonlar karşısında zor anlar yaşıyoruz. Rezervasyon dediğin en azından birkaç saat önce yapılır. "Beş dakika sonra oradayız." şeklinde yapılan rezervasyon sayılır mı? "Kaç kişisiniz?" diye soruyorum. "Sekiz büyük üç çocuk." Dakika geçmeden bir başkası. Masalar hazırlanıyor. Bir sürü reçel çeşidi, peynirler, gözlemeler, pişiler ve niceleri. Hepsi anında hazırlanıyor. Rezervasyonsuz gelenleri saymıyorum bile. Kimi yumurtasını rafadan ister, kimi yağda. Biri ayran hem de kendi yaptığımızdan olacak. "İki de menemen olsun." Ocaklar dolu, pişiler taze taze pişiyor. Misafir sabırsız. Suyumuz bitti, ekmek getir, çay götür. harala gürele bir koşuşturmaca. Yine de tatlı bir telaş. Reçellerin tadına bakanlar kavanozuyla satın alıyorlar. Hepsi gerçek organik. Ne koruyucu ne renklendirici. Güneş altında demlenmiş, doğal. 

Masaların bütün eksiklikleri giderilmiş. Siparişlerin hepsi tamam. Herkes halinden memnun, teşekkür üstüne teşekkür. Küçük Ulvi ile şakalaşıyoruz. Fifi ortalarda dolaşıyor, misafirlerin sevgilisi. Venüs bağlı. Tatlı bir yorgunluk, alınan bir derin nefes. Ankara'dan gelen misafirler. Ne kadar zarif, ne kadar yardımcılar. Neredeyse bulaşıklara girecekler önlerini kesmesem. Tuhaf bir yer oldu bu Taş Ev. Takdir ediyorlarmış beni. Ben de kendimi takdir ediyorum. Zira her bir misafirin yüzünden okunuyor mutluluğu. Yaşasın, hedefe ulaşıldı.

Beklediğimizin çok üzerinde bir yoğunluk. Eşime tamam artık bundan sonra kahvaltı misafiri gelmez, şu gözlemelerin, böreklerin, pişilerin tadına bakalım biz de. "Daha yarım saat var, ya gelen olursa?" 

Gün boyunca boş durmuyoruz. Akşam geç vakte kalan bir çift salonda manzarayı seyrediyor. Yemekleri, içkileri çoktan bitmiş. Manzaradan mı yoksa içtiklerinden mi sarhoş belli değil. Elemanları götürme saatim çoktan geçmiş. Kim bırakabilir ki böyle serinliği, böyle manzarayı? Şehir kavrulmuş bugün yine. 

Nihayet son misafirlerimizi de uğurluyoruz çay keyiflerinden sonra. Şehre elemanları götürdükten sonra beni ne dinlendirebilir? Elbette Amelie müzikleri. O piyano ve akordiyon tınıları arasında kendimi buluyorum. Yarın bugünden de güzel olacak. Çünkü tatil günümüz, eşimle birlikte... 

18 Eylül 2017 Pazartesi

YİNE AMELIE

18/09/2017 Pazartesi, Tire

Zaman zaman kesmiyor bu gece yazmalarım. Dinlediğim müzik mi dürtüyor beni? Ne zaman Yann Tiersen dinlersem bir hoş oluyorum. La Valse d'Amelie... Ekşi sözlükte bir vatandaş ruh halini şöyle açıklıyor: "Her şeyi bırakıp kırlarda koşmak, anıra anıra ağlamak, durmadan konuşmak, döne döne dans etmek, sevdiceğinin boynuna sarılmak istiyor insan bu şarkıyı dinleyince." 

Döne döne dans edeceksin, evet, hem de tek başına, açacaksın kollarını, vereceksin kendini akıcı ritme. Bu müzikte tanrısal bir dokunuş olmalı. Piyanonun tuşları üzerinde dans eden narin parmaklar... Uykum var, kopamıyorum. Haram olsun bu uyku bana. Bırakıp gidemiyorum işte yine...

Yazmaya niyetim olduğunda sakinlik isterdim gecenin bir yarısında, hatta sabahın ilk ışıklarına yakın, sessizlik... Vazgeçtim bu huyumdan. Açacağım müziğin sesini sonuna kadar, Amelie'nin vals ezgileri sarhoş edecek beni.