Salı pazardan alışveriş yapmak üzere erken çıkıyorum yola. Dün Toplu Konut pazarından ihtiyacımızın büyük kısmını karşılamıştık zaten. Ağırlığı olan domates, patlıcan, soğanı, közlemek için kapya biberleri alınca büyük pazar işi rahatlıyor. Yeşillikler, pazı, kabak çiçeği, mantar, deniz börülcesi vs. bugüne kalıyor.
Aklım Venüs'te. Kızımı arıyorum, telefonu cevap vermiyor. Operasyonun iyi geçmesini umuyorum. Kafamda bir sürü yapılacak iş kovalamaca oynuyor. Arada telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Trip Advisor'dan harika bir yorumla birlikte beş yıldız daha almışız. Geçenlerde ziyaretimize gelen Türkolog hanımefendi blogumda yayınladığım günlük hakkında çok güzel şeyler yazmış. Bunun gibi işin erbabından güzel dönüşler mutlu ediyor beni. Eğer bu işi biraz olsun kıvırabiliyorsam eşimin bunda büyük payı olduğunu söylemem gerek.
Bugünkü yoğunluk hazırlık işlerinde. Çay ocağı hala yapılmadı. Bayram Ustaya telefon ediyorum. Gece işinin on birde bittiğini, geç olduğu için aramadığını söylüyor. Kuzu şişler, pirzolalar, bonfileler marine edilmek üzere özenle hazırlanıyor. Eşim köfte hamurunu yoğurmuş, mutfakta yardımcı hanımlar onlara şekil veriyorlar. Biberlerin közlenmesi lazım bir de. Bugün de yukarı yaylaya çıkmak için fırsatım olmayacak sanırım.
Telefonum çalıyor. Arayan Bayram Usta, "Bugün Salı Pazarı, dükkandan ayrılamam, sen çay ocağını buraya getir bir bakalım." diyor. Kazanın içindeki suyu boşalttıktan sonra ocağı arabaya yükleyip dükkana götürüyorum. Dükkan pazar yerinin kurulduğu sokakların arasında. Zor bela dükkana yanaşıyorum. Bagaj kapısını açıp bir türlü ısıtmayan kazanı aşağı indiriyorlar. "Bunun rezistans borusu patlamış." (!) diyor. "Kalitesinden dolayıdır." diye cevap veriyorum. İzmir'e telefon ediyor, birkaç fotoğraf çekip malzemecisine gönderiyor. Ocağı bırakıp yanından ayrılırken adeta yalvarıyorum. "Bak usta, pazar günü kahvaltıda misafirlerimize çay yetiştirmekte zorlandık, doğru düzgün, kaliteli malzeme kullan ve bir an önce teslim et şu ocağı."
İki beyefendi geliyor akşam saatlerinde. Biri havalı, diğeri sıcak. "Merak ettik Taş Ev'i, bir bakalım dedik." Havalı beyefendi İzmir Alsancak'tan geldiklerini söylüyor. Taş Ev'i gezdiriyor, onlara bilgi veriyorum. Merdivenlerden üst kattaki salona çıkıyoruz. Manzara ve Taş Ev'in mimarisi büyülüyor bu gizemli insanları. Gizemli diyorum çünkü, ne iş yaptıkları, ne amaçla geldikleri konulu sorularımı cevaplamaktan kaçınıyor havalı beyefendi. Yanındaki arkadaşından bazı ip uçları alıyorum. Turizm işiyle uğraşıyorlarmış. Vitrinin önünde mezelerimiz hakkında bilgi veriyoruz. Aristokrat görünümlü havalı beyefendi masalardan birine oturuyor. Kırmızı şarap, peynir ve iç ceviz getirmemi istiyor. Servis açarken masasına davet ediyor, benimle biraz sohbet etmek istediğini söylüyor. Tam da o sırada telefonum çalıyor. Pazar günü Bayındır'dan gelen misafirimiz az sonra yemeğe geleceklerini haber veriyor. Sohbete başlamadan hazırlık yapmak üzere beyefendilerden müsaade istiyorum. "Şömine sobayı yakmak mümkün mü?" diye soruyor havalı olan. Sobalık bir hava değil ama muhtemelen şömine atmosferini görsün istiyor. "Maalesef mümkün değil." diyorum.
Misafirimiz genç bir hanımla birlikte geliyorlar. İlk olarak şarap vitrininden Sarafin Cabarnet Savignon'u seçiyorlar. O artık mezelerimizi biliyor. İki kişinin yiyemeyeceği kadar sipariş veriyorlar. Masayı donatıyoruz. "Karnımız çok aç." derken üzerinde dumanı tüten nar gibi kızarmış ekmeğe yumuluyorlar." Diğer masada oturan havalı beyefendi, aklında kalan mezelerden biri olan "skordaki" sipariş ederken yeni mahsul cevizleri de görmek istediğini söylüyor. Bayındırlı misafirimiz o kadar meze ve şarabın yanında tereyağında yumurta hazırlamamızı rica ederken şaşırıyorum. Hemen arkasından devam ediyor. "Acele işimiz var, size zahmet olmazsa bir porsiyon bonfile, bir de Kaystros karışık ızgara alalım hemen."
Telefonuma bir WhatsApp mesajının uyarı sesi geliyor. Mesaj kızımdan. Venüs'ün operasyonu çok iyi geçmiş. Narkozun etkisi devam ediyormuş. Bir de fotoğrafını çekmiş göndermiş. E, annelik kolay değil.
Havalı beyefendi, şarabını bitirdikten sonra sohbet etmek için daha fazla bekleyemiyor. Çok sayıda kartvizitimizi alıp müsaade istiyor. Kapıda "Bizim kara kızların yumurtalarından da alalım otuz tane kadar." diyor. Sohbet bir sonraki ziyarete kalıyor.
El ayak çekilip elemanları evlerine bıraktıktan sonra biberleri közlüyorum. Eşimle birlikte soyuyoruz ve yarına hazırlıyoruz. Bir şey daha öğreniyoruz ki, kalifiye olmayan insana askerdeki erlere talimat verir gibi her şeyi söylemek gerek. Yoksa kendiliklerinden bir şey yapmak aklına gelmiyor bu insanların. "Otur, otur, kalk, kalk." Köz biberler ayıklanacak, ayıkla(!) Cevizler kırılacak, kır(!)