KATEGORİLER

11 Ekim 2017 Çarşamba

GEÇMİŞ OLSUN

10/10/2017 Salı, Tire

Salı pazardan alışveriş yapmak üzere erken çıkıyorum yola. Dün Toplu Konut pazarından ihtiyacımızın büyük kısmını karşılamıştık zaten. Ağırlığı olan domates, patlıcan, soğanı, közlemek için kapya biberleri alınca büyük pazar işi rahatlıyor. Yeşillikler, pazı, kabak çiçeği, mantar, deniz börülcesi vs. bugüne kalıyor. 

Aklım Venüs'te. Kızımı arıyorum, telefonu cevap vermiyor. Operasyonun iyi geçmesini umuyorum. Kafamda bir sürü yapılacak iş kovalamaca oynuyor. Arada telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Trip Advisor'dan harika bir yorumla birlikte beş yıldız daha almışız. Geçenlerde ziyaretimize gelen Türkolog hanımefendi blogumda yayınladığım günlük hakkında çok güzel şeyler yazmış. Bunun gibi işin erbabından güzel dönüşler mutlu ediyor beni. Eğer bu işi biraz olsun kıvırabiliyorsam eşimin bunda büyük payı olduğunu söylemem gerek. 

Bugünkü yoğunluk hazırlık işlerinde. Çay ocağı hala yapılmadı. Bayram Ustaya telefon ediyorum. Gece işinin on birde bittiğini, geç olduğu için aramadığını söylüyor. Kuzu şişler, pirzolalar, bonfileler marine edilmek üzere özenle hazırlanıyor. Eşim köfte hamurunu yoğurmuş, mutfakta yardımcı hanımlar onlara şekil veriyorlar. Biberlerin közlenmesi lazım bir de. Bugün de yukarı yaylaya çıkmak için fırsatım olmayacak sanırım.

Telefonum çalıyor. Arayan Bayram Usta, "Bugün Salı Pazarı, dükkandan ayrılamam, sen çay ocağını buraya getir bir bakalım." diyor. Kazanın içindeki suyu boşalttıktan sonra ocağı arabaya yükleyip dükkana götürüyorum. Dükkan pazar yerinin kurulduğu sokakların arasında. Zor bela dükkana yanaşıyorum. Bagaj kapısını açıp bir türlü ısıtmayan kazanı aşağı indiriyorlar. "Bunun rezistans borusu patlamış." (!) diyor. "Kalitesinden dolayıdır." diye cevap veriyorum. İzmir'e telefon ediyor, birkaç fotoğraf çekip malzemecisine gönderiyor. Ocağı bırakıp yanından ayrılırken adeta yalvarıyorum. "Bak usta, pazar günü kahvaltıda misafirlerimize çay yetiştirmekte zorlandık, doğru düzgün, kaliteli malzeme kullan ve bir an önce teslim et şu ocağı."  

İki beyefendi geliyor akşam saatlerinde. Biri havalı, diğeri sıcak. "Merak ettik Taş Ev'i, bir bakalım dedik." Havalı beyefendi İzmir Alsancak'tan geldiklerini söylüyor. Taş Ev'i gezdiriyor, onlara bilgi veriyorum. Merdivenlerden üst kattaki salona çıkıyoruz. Manzara ve Taş Ev'in mimarisi büyülüyor bu gizemli insanları. Gizemli diyorum çünkü, ne iş yaptıkları, ne amaçla geldikleri konulu sorularımı cevaplamaktan kaçınıyor havalı beyefendi. Yanındaki arkadaşından bazı ip uçları alıyorum. Turizm işiyle uğraşıyorlarmış. Vitrinin önünde mezelerimiz hakkında bilgi veriyoruz. Aristokrat görünümlü havalı beyefendi masalardan birine oturuyor. Kırmızı şarap, peynir ve iç ceviz getirmemi istiyor. Servis açarken masasına davet ediyor, benimle biraz sohbet etmek istediğini söylüyor. Tam da o sırada telefonum çalıyor. Pazar günü Bayındır'dan gelen misafirimiz az sonra yemeğe geleceklerini haber veriyor. Sohbete başlamadan hazırlık yapmak üzere beyefendilerden müsaade istiyorum. "Şömine sobayı yakmak mümkün mü?" diye soruyor havalı olan. Sobalık bir hava değil ama muhtemelen şömine atmosferini görsün istiyor. "Maalesef mümkün değil." diyorum. 

Misafirimiz genç bir hanımla birlikte geliyorlar. İlk olarak şarap vitrininden Sarafin Cabarnet Savignon'u seçiyorlar. O artık mezelerimizi biliyor. İki kişinin yiyemeyeceği kadar sipariş veriyorlar. Masayı donatıyoruz. "Karnımız çok aç." derken üzerinde dumanı tüten nar gibi kızarmış ekmeğe yumuluyorlar." Diğer masada oturan havalı beyefendi, aklında kalan mezelerden biri olan "skordaki" sipariş ederken yeni mahsul cevizleri de görmek istediğini söylüyor. Bayındırlı misafirimiz o kadar meze ve şarabın yanında tereyağında yumurta hazırlamamızı rica ederken şaşırıyorum. Hemen arkasından devam ediyor. "Acele işimiz var, size zahmet olmazsa bir porsiyon bonfile, bir de Kaystros karışık ızgara alalım hemen." 

Telefonuma bir WhatsApp mesajının uyarı sesi geliyor. Mesaj kızımdan. Venüs'ün operasyonu çok iyi geçmiş. Narkozun etkisi devam ediyormuş. Bir de fotoğrafını çekmiş göndermiş. E, annelik kolay değil.

Havalı beyefendi, şarabını bitirdikten sonra sohbet etmek için daha fazla bekleyemiyor. Çok sayıda kartvizitimizi alıp müsaade istiyor. Kapıda "Bizim kara kızların yumurtalarından da alalım otuz tane kadar." diyor. Sohbet bir sonraki ziyarete kalıyor. 

El ayak çekilip elemanları evlerine bıraktıktan sonra biberleri közlüyorum. Eşimle birlikte soyuyoruz ve yarına hazırlıyoruz. Bir şey daha öğreniyoruz ki, kalifiye olmayan insana askerdeki erlere talimat verir gibi her şeyi söylemek gerek. Yoksa kendiliklerinden bir şey yapmak aklına gelmiyor bu insanların. "Otur, otur, kalk, kalk." Köz biberler ayıklanacak, ayıkla(!) Cevizler kırılacak, kır(!)

VENÜS TATİLİ

09/10/2017 Pazartesi, İzmir

Allah insana kaldırabileceği kadar yük veriyor. Yoğun bir hafta sonundan sonra tatil iyi gelebilirdi belki. Gece eşim yorgun düşmüş, yatağında uzanmış, gözlerini açamıyor. Tek istediği bir an önce uyumak. Gece yarısı kızım bir taraftan, ben bir taraftan eşimi ikna etmeye çalışıyoruz. Kızım, "Anne gel ben de uyur, dinlenirsin. Bir an önce çıkalım hadi." diye yalvarıyor. Ben ise tuhaf bir şekilde hiç yorgun değilim. Kızıma destek veriyorum. İşin aslı Venüs'ü götürmek. Venüs bu, rahat duracak mı arabada? Yolda giderken kızımızın üzerine atlarsa yolda tehlikeli bir durum yaratır mı? 

Sonunda ikna oluyor eşim. Kızımın arabasıyla yola çıkacağız, ben arkada Venüs'le otururken eşim kızımın yanında önde oturacak. Kapıyı bacayı kilitleyip düşüyoruz yola. Arabayı şehirde bırakmam lazım. Kızım ile eşim önde ben arkada şehre iniyoruz. Hesapta ben arabayı bırakıp kızımın arabasıyla gideceğiz birlikte. Kaplan köyünden aiağı inerken virajlı yollarda Venüs'ü yol tutmuş, eşim "Bu şartlar altında kimse beni götüremez, ben eve gidiyorum ne yaparsanız yapın." diyerek isyan ediyor. Uzun bir ikna mücadelesinden sonra çift arabayla İzmir'e devam etmeyi kabul ediyor. 

Kızım Venüs ile önde, ben eşimle arkada Selçuk yolundan otobana doğru ilerliyoruz. Bu yolculuğun bizim için tek nedeni var. O da kızımızı yalnız bırakmamak. Önümüzde ilerlerken gittikçe hızını arttırıyor. Onun bu kadar sürat yapmasının nedenini sonradan öğreniyoruz. Venüs yoldan rahatsız olunca bir an önce eve kapağı atmakmış mesele. Neyse, kazasız belasız kızımın evine varıyoruz. Eşim hemen dinlenmeye çekiliyor. Ben Venüs'ü gecenin ilerleyen saatlerinde dolaştırmakla meşgul olurken kızım arabasını temizliyor.

Yatmamız saat sabaha karşı saat dördü buluyor. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra dönüş yoluna çıkıyoruz. Kızım veteriner hekimden randevu almış. Yarın sabah kısırlaştırma operasyonu yapılacak. Memlekete döndüğümüzde pazar ve kasap alışverişlerini yapıyoruz. Venüs bize değişik bir hafta sonu tatili (!) yaptırmış oluyor. 

ÇİTLEMBİK

08/10/2017 Pazar, Tire

Dünkü yoğunluğun ardından pazar gününe hazırlanıyoruz. Oldukça geç yatmama rağmen sabah erkenden kalkıyorum. Mezeler ve et ürünleri büyük ölçüde tükenmiş durumda. Eşim geceden başladığı hazırlığa devam ediyor.

Giriş kapısının önündeki çitlembik ağacının dalları meyvelerini zor taşıyor. İlkokula giderken okulun bahçesindeki ağaçlardan çitlembik toplayıp yediğim günleri getiriyor hatırıma. 

Çay ocağı sözde tamir edildikten sonra suyu kaynatmadı. Kahvaltı için önlem olarak evden semaveri getirmiştik. Kahvaltı saatinin bir an önce bitmesi için dua ediyoruz. Emine Hanım kolları sıvamış misafirler için katmer yufkalarını açıyor. Eşim yine döktürmüş. Katmer yetmezmiş gibi misafirlere sunulmak üzere iki çeşit kurabiye, börek ve pişi hazırlıyor. 

Öğleden sonra yine Ödemiş, Bayındır'dan geliyor misafirlerimiz. Bugün Tire'den gelen de çok. Bütün masalarla ayrı ayrı ilgileniyorum. Hava düne göre biraz daha güzel. Veranda ve salonda ağırlıyoruz misafirlerimizi. Onlardan biri beş yaşındaki kızlarını  da getirmişler. Adı Irmak. Kızımın adını taşıdığı için daha fazla ilgi gösteriyorum. 

Dünden rezervasyon yaptıran Bayındır'lı aile İzmir'den misafirleriyle birlikte gelmişler. Doğrudan üst kata çıkıp kendilerine ayrılan masaya oturuyorlar. Vitrine ve menüye bakmaksızın bütün mezelerden istediklerini söylüyorlar. İzmir'den gelen misafirler hem manzaraya hem mezelere hayran kalıyorlar. Bazı mezeleri tekrar tekrar sipariş ediyorlar. Sıcak bir ortam oluşuyor. "Keşke burada konaklama imkanı olsaydı." diyor hanımefendi. Haftaya çok daha kalabalık bir grupla geleceklerini söyleyip şimdiden rezervasyon yaptırıyorlar. 

Genellikle arkadaş ve dost tavsiyesi üzerine gelenler çoğunlukta. Çalıştığımız bir bankanın müşteri temsilcisi arıyor. Evlilik yıl dönümünü kutlamak üzere yarım saat sonra bir aile gelecekmiş. En güzel masalardan birini ayırıyorum. Güzel bir gece geçiriyorlar. Et yemekleri çok takdir topluyor. 

Ödemiş'ten bir partinin gençlik kolları başkanı eşiyle evlilik yıl dönümleri için rezervasyon yaptırıyorlar. Aynı partinin Tire gençlik kolları başkanı şiddetle tavsiye etmiş Taş Ev'i. Geldiklerinde onlarla koyu bir sohbete dalıyoruz. "Bundan sonra gideceğimiz başka bir yer yok." diyor beyefendi. Menderes Havzasındaki gençlik kolları buluşmasını burada yapmak istediklerini söylüyor.

Telefonum çalıyor. Artık bu saatten sonra kimseyi kabul edemem diye düşünürken, telefonun ucundaki beyefendi oldukça nazik bir şekilde Karşıyaka Alaybey'den aradığını söylüyor. Bir arkadaşının tavsiyesi üzerine 19 Kasım'a rezervasyon yaptırmak istiyor. Daha o tarihe çok uzun bir zaman olduğunu söylüyorum. İnternetten masa düzenlememize çok beğendiğini belirterek, paranın mühim olmadığını, sadece çok güzel bir masa istediğini söylüyor. O gün kız arkadaşının doğum günü olduğunu, kendisinin önceden mutlaka gelip nasıl bir düzenleme yapılabileceği konusunda konuşmak istediğini söylüyor.

Gecenin sürprizi kızımdan. Geç vakit arkadaşının düğününden ayrılıp bize doğru yola çıktığını söylüyor. Bu vakitte yola çıkmamasını söylüyoruz ama dinleyen kim? Sabaha karşı varıyor yaylaya. Onun kafasında Venüs'ü götürüp kısırlaştırma işi var. Kafasına koyduğunu yapıyor da. 

10 Ekim 2017 Salı

ÖDEMİŞ

07/10/2017, Cumartesi, Tire

Hava kapalı, rüzgar kuru yaprakları evin içine dolduruyor. Yağmur bulutları yükünü bırakmamakta direniyor. Personeli yaylaya getirdikten sonra ilk işim çay ocağının kazanını boşaltmak oluyor. Musluğundan sızan su bankoyu göle çevirmiş. Şehirden aldığım conta, musluk borusuna küçük geliyor. Bulduğum bir şambrel parçasını keserek deliğe uyduruyorum. İşe yarıyor. Tamircinin değiştirdiği rezistans etkili değil akşama kadar suyu kaynatmaya yetmez gibi.

Mangalda ateşi hazırladıktan hemen sonra dışarı çıktığımda bir düğün alayını andırırcasına insanların geldiğini görüyorum. Çok duymuşlar Taş Ev'in methini. Öyle gezip dolaşacak, sonra çay içip gitmek isteyecekler havasındalar. Günahlarını almışım. Minibüs tutup gelmişler. Yemek yemeye geldiklerini söyleyince rahatlıyorum. Genciyle yaşlısıyla takdir etmesini, oturup kalkmasını bilen bir minibüs insan. Yemeklere, keşkeğimize bayılıyorlar. Ben de onları zevkle ağırlıyorum. Dillerinden teşekkür sözcüğü eksik olmuyor. 

Ayakları uğurlu geliyor. Yeni misafirlerimiz Kiraz'dan. Beyefendi sık sık ziyaret eder bizi. Bu kez anne ve babasını getiriyor yanında. Baba eskilerin meşhur öğretmen liselerinden birini bitirmiş emekli bir öğretmen. Bol bol sohbet ediyoruz. Aynı dili konuşmamız sohbeti daha zevkli hale getiriyor. Anne ve babasına "Arkadaşlar" diye hitap etmesi aralarındaki sıcaklığı ortaya koyuyor. 

Ödemiş akıyor bugün Taş Ev'e. İzmir'den dün rezervasyon yaptıran bir grup yola çıktıklarını haber veriyor. Onlar da Ödemiş'ten Kemal Bey'in tavsiyesine uymuşlar. Israrla "Tanıyorsunuz Kemal Bey'i değil mi?" diye soruyorlar. Ayıp olmasın, hafıza kaybım su yüzüne çıkmasın diye "Evet, hatırladım şimdi." diyorum. 

Ödemiş'te yokmuş böyle güzel bir yer. Beş kilometre ötede yaşayan Tireliler yoldan şikayet ederken otuz beş kilometre uzaktan gelenler yolu dert etmiyor. Ödemiş'e bir şube mi açsak ne?

Oldukça yoğun geçen günümüzden sonra hem salon hem verandada hizmet veriyoruz. Rezervasyonsuz gelen genç bir çift yemeklerini yedikten sonra yanıma gelip kulağıma eğiliyor. "Arkadaşıma evlenme teklif edeceğim, konfeti patlatır mısınız?" "Siz gösterin bana ben hallederim." diyorum onca işin arasında." Ancak biri daha lazım, konfeti patlatırken fotoğrafımızı çekecek." "Ayarlarız." diyorum ama biraz beklemeleri gerektiğini söylüyorum. Eşim yardımcı oluyor bana ilk fırsatta. Beyefendi cebinden çıkardığı yüzüğü hanımefendinin parmağına takarken konfetiyi patlatmam için bana işaret ediyor. Paaat diye çıkan ses eşliğinde rengarenk kağıt parçaları genç çiftin başından aşağı dökülecek diye beklerken, bütün konfetiler fotoğraf çekmek üzere uygun poz arayan eşimin başına dökülüyor. 

Salondaki masalardan birinde yine genç bir çift evlilik yıl dönümlerini kutluyor. Diğer bir çift gelmiş verandadaki masalardan birine oturmuş sıralarını bekliyorlar sabırla. Onları fark ettiğimde belki de saat 22.00 yi geçmiş. Hemen servislerini açıyorum. Daha önce geldikleri için mezeleri tanıyorlar. Oturdukları yerden siparişlerini veriyorlar. "Fellah köftesi, haydari, domates kurusu, köz biber." Yağmur şiddetini arttırıyor. Avludaki sandalyelerin içleri su dolmasın diye onları aceleyle ters çeviriyorum. 

Elemanları evlerine bırakmaya giderken son masa oturmaya devam ediyor. Nereden geldiklerini soruyorum. Sormam gereksiz aslında. "Ödemiş'ten geliyoruz." diye cevaplıyorlar. Geç vakit ısıtmamı istedikleri üç beş parça bonfile soteyi mikrodalgada unutunca eşim yenisini hazırlamak zorunda kalıyor. Gecenin tek aksiliği de bu oluyor, yeniden menüye eklediğimiz trileçeyi tatlılarımız arasında saymayı unuttuğumu saymazsam eğer.

Zaman su gibi akıyor. Belki de son dört ayın en hareketli cumartesi gününü böylece tamamlamış oluyoruz. Misafirlerimizin hepsi Taş Ev'den memnun, biz de onlardan. 

7 Ekim 2017 Cumartesi

MAZİ

06/10/2017 Cuma, Tire

Hava kapalı, rüzgar sararmış yaprakları kapıdan içeri sürüklüyor. Erdal'ı almam lazım ama aklım tamire verdiğim çay ocağında. Şehre inip çarşı içindeki tamirci dükkanına gidiyorum. Küçük dükkanın içi ev aletlerinin parçalarıyla dolu, tamirciden çok hurdacıyı andırıyor. Kapı kapalı, usta henüz gelmemiş. Telefon ediyorum, en sonunda açıyor. Serviste olduğunu, bir saat sonra ocağı alabileceğimi söylüyor.

Elemanları almaya daha zaman var. Küçük pazardan alışveriş yapıyorum. Eşim aklına geldikçe arayıp yeni siparişler veriyor. Dün tamire bıraktığım ağaç bıçkı motorunu almaya gidiyorum. "Soğumasını bekliyorum." diyor dükkan sahibi. Benim bekleyecek zamanım yok oysa. Personeli ve Erdal'ı alıp yaylaya dönüyorum.

Bazı fotoğraflar gösteriyor eşim. Taş Ev ve dedesinin yaşamından kesitler. Hepsi siyah beyaz 65-70 yıllık fotoğraflar bunlar. Köyde, yaylada ve kayalıklarda çekilen şehirli fotoğraflar. Bir sundurmanın altında ahşap iki masa birleştirilmiş, iğne oyalarıyla kenarları çevrilmiş beyaz örtünün üzeri yiyecek ve içecekle dolu. Kalabalık bir erkek topluluğu. Yuvarlak yaka kazak giymiş biri hariç diğerlerinin hepsi kravatlı, tiril tiril. 

Diğer bir fotoğrafta kadınlı erkekli bir grup kayalıklarda poz vermiş. Açık renkli modaya uygun kısa kollu elbiselerin içinde saçları bakımlı mutlu kadınlar ve yanlarında mağrur bakışlı erkekler. Üzerlerindeki kılık kıyafete bakınca bu bir kır gezintisi değil de sanki baloya gidiyorlar. Yerlerde tek çöp yok, bahçeler bakımlı. 

Ama içlerinde beni en çok etkileyen, Taş Ev'in önündeki havuza ayaklarını uzatmış genç hanımların fotoğrafı. En azından altmış beş yıl öncesine ait bu fotoğrafta yer alan kişilerin çoğu hayatta değil şimdi. Türkiye'de ilk kez yılın öğretmeni seçilen eşimin akrabası, bugün 85 yaşında olan  Orhan Aksay'ın ablaları varmış grubun içinde. Havuz fıskiyesinin tablası bugün hala yerinde. Günümüzün cafcaflı mermer fıskiyelerinin yanında iptidai kalsa da Taş Ev'in en anlamlı parçalarından biri bu. Kalıba dökülmüş beton tabla ve altındaki kaidenin yıllar önceki fotoğrafını görünce dalıyorum bir an.

Gün boyu çay ocağı ile uğraşıyorum. Tamirci dükkanından ocağı almak üzere daracık sokağa giriyorum. Arkamda ve önümde bir sürü araç konvoy olmuş, beni bekliyor. Ocağın su haznesi tecrübe suyu ile dolu. Isıtmayı sağlayan rezistansı değiştirmiş sadece. "Kazanda delik yok, akıntı göremedim." diyor usta. Önümde arkamda biriken araçların yolu açmamı isteyen korna sesleri telaşlandırıyor. Bir rezistans değişimi için bayağı yüklü para istiyor usta. Kazıklandığımı bile bile itirazsız ödüyorum. Amacım bir an önce yolu açabilmek. Ocağın kapağını bile doğru dürüst kapatmadan birlikte yüklüyoruz arabaya. Diğer araçları teğet geçerek sokaktan çıkınca derin bir oh çekiyorum. İki sokak ileride tamirciye bıraktığım ağaç kesme motorunu da alır almaz Derekahve üzerinden yaylaya çıkıyorum.

Kazanın içinde biriken kireçleri çözücüyle çıkarıyoruz. Bahçede hortumu uzatıp defalarca içini yıkadıktan sonra kurulmaya hazır hale geliyor. İşin sonunda bu işin usta gerektirmediğini anlıyorum. Oysa ne kadar paniklemiştim başta. Acaba kazan mı delindi? Bu işten kim anlar ki şehirde? Basit bir ısıtıcı işte. Rezistans kireçlenince kırılmış ve suyu da bu nedenle kaçırıyormuş meğer. Bu basit işlem aslında çok önemli. Elektrik aksamına kaçan su kısa devre yaparsa yangın bile çıkartabilirdi. Nitekim sık sık sigortanın atması da bu yüzdenmiş.

Erdal kah odun kesiyor, kah onları evin arkasına taşıyor, yorulduğunda mola verip çayını içiyor. Akşam üzeri onu evine bırakırken hafiften yağmur çiselemeye başlıyor.

Cuma günü olmasına rağmen sakin bir gün. Bunu fırsat bilip çoktandır ziyaret edemediğim bloglarıma dönüyorum. Kimi dostlar güzel şiirler yazmış, kimi içinden geçenleri. Mesela değerli arkadaşım, Ayna Hikayesi (Aytül Örcün) "Mercedes Sosa" yı konu alan bir paylaşımda bulunmuş. Gerek hayranlık uyandıran hayat hikayesi, gerekse söylediği şarkıları ilgimi çekiyor bu sıra dışı kadının. İnsanın bilecek, öğrenecek daha ne çok şeyi varmış. Ata, ilk kez annesinden ayrılmış, ana sınıfına başlıyor. Annesinin duygularını okumak sanki yanı başındaymış hissini veriyor. 

6 Ekim 2017 Cuma

PAKİZE

05/10/2017 Perşembe, Tire

Erken kalkıyorum sabah. Minicik bir yavru kuş, havuzun kenarında debeleniyor. Avucuma alıyorum, ayağının birinde problem var. Kırılmış mı acaba? Belki ilk uçuş denemesinde yere çakılmıştır. Pakize koyuyorum adını. Soğuktan üşümesin diye içeri alıp eşime gösteriyorum. "Bak sana Pakize'yi getirdim." Nereye koyacağımızı bilemiyoruz. Eşim üşümesin diye kağıt peçeteleri yorgan yapıyor, üzerini örtüyor. Çırpınırken bir daha düşecek diye korkuyoruz.  Çay tabağına biraz su koyup biraz da susam kırıntıları bırakıyorum önüne.

Eşimle sabah sohbetini yapıyoruz o hazırlık yaparken. Çok geçmeden Erdal arıyor, kendisini almamı istiyor. Daha personel servisine çok zaman var. Bu benim iki kez şehre inip dönmem demek. İnmişken kasap alışverişimi yapıyorum. 

Erdal işe koyuluyor hemen. Evin arkasındaki kütükleri şömine sobaya sığacak büyüklükte kesip istifliyor. Tek tük açılmaya başlayan kestaneleri de iki arkadaşı ile birlikte silkmeye karar vermiş. 

Tavukları besliyor, yumurtalarını topluyorum. Fifi ve Venüs'e mamalarını koyup sularını tazeliyorum. Elemanları almak üzere yeniden iniyorum şehre. 

Döndükten hemen sonra iki gün önce aynı saatlerde gelen misafirlerimiz teşrif ediyor. Damak tadının ne kadar önemli olduğunu anlıyorum bu gelişlerinde. Mantarlı bonfile sotede eşim Aşkın Şefi aratmıyor. Bir önceki aşçının kaybettirdiklerini yeniden kazanmak güzel. Nefis bir sote çıkarıyoruz. Alkol almak niyetinde değillerken birbirlerinin yüzüne bakıyor, daha sonra "Sen bize bir 35'lik getir." diyor en kabadayısı. Çay ocağı bir türlü ısınmak bilmiyor, sonunda su kaçırmaya başlayınca devre dışı bırakıyoruz. Bugün de bu aksilik. Çaydanlıkta hazırladığımız çayı ikram ediyoruz misafirlerimize. Bir kez daha memnun ayrılıyorlar. 

Eşime Pakize'yi soruyorum. "Canlandı, odada uçuyor." diyor. Çok seviniyorum. Bir süre sonra açık pencereden özgürlüğüne kavuşuyor. Akşam rezervasyonları yapılıyor. İzmir'den gelecek misafirlerinin biraz gecikebileceğinden söz ediyorlar. Bu demektir ki mesaiye kalacağız. Haberli olduktan sonra problem olmayacağını söylüyorum. 

Rezervasyon masasını hazırlıyoruz özenle. Hani misafirler geç kalırsa aç kalmasınlar diye mangalı canlı tutuyoruz. Söylenilen saati tam kırk beş dakika geçmesine rağmen gelen olmuyor. Diğer misafirlere onlar için ayırdığımız en güzel masayı veremiyoruz. Sonunda telefon etmeye karar veriyorum. Telefondaki ses gayet rahat, "Bölge Müdürümüz geldiği için yemeği iptal ettik." "Peki" diyorum, "Gelemeyeceğinizi söylemeniz gerekmez miydi?" Bunun gerektiğini belki ben bu soruyu sorduktan sonra düşünen beyefendi, "Bu konuda haklısınız." diyor. Hangi konuda haksız olduğumu düşünmeye başlıyorum. 

Kaderde mesai yapmak varmış bugün. Kapanış saatimize yakın çat kapı misafir geliyor. Uzak yoldan gelen misafirleri geri çevirmek olmaz. Onları elimizden geldiğince güzel ağırlamaya çalışıyoruz. Gecenin karanlığında bir baykuş günün bittiğini haber veriyor...

5 Ekim 2017 Perşembe

DOSTLARLA TAZE CEVİZ YİYORUZ

04/09/2017 Çarşamba, Tire

Bu aralar karasal iklim yaşıyoruz. Gece gündüz sıcaklık farkı arttı. Özellikle sabahın erken saatleri ayazın etkisiyle daha fazla üşütüyor. Ceviz ve kestane ağaçlarının arasından kümese doğru ağır ağır ilerlerken gözüm yerde, ağaçtan düşen son cevizleri arıyor. Çoğu üzerindeki yeşil kabuklarını atmış artık. Bazen yanı başıma, dökülen yaprakların arasına düşüyorlar. Başıma düşmediği için şanslı görüyorum kendimi. Gördüklerimi topluyorum. Fifi ve Venüs de seviyorlar taze ceviz yemeyi. Topladıklarımı Taş Ev'in önündeki kayısı ağacının gövdesinde kırıyorum. Taze olduklarından kolay kırılan cevizlerin içleri bütün olarak çıkıyor. Yarısını ağzıma atarken diğer yarısını ayaklarımın dibinde "Bana da ver." dercesine türlü oyunlar yapan Fifi ile Venüs arasında paylaştırıyorum. Fifi son derece kibar bir şekilde dişlerinin arasına alıyor payını. Venüs daha karşıdan üzerime sıçramaya çalışıyor.

Akşama doğru bulaşık makinesine bakmak üzere Fethi geliyor. Kaç kez aramıştım onu. İlkinde yarın, ikincisinde akşama, üçüncüsünde iki saat sonra gelirim demişti. Son kez aradığımda "Yarım saat sonra oradayım." dediğinde artık ona olan inancım iyice azalmıştı. Yarım saat değil beş saat geçtikten sonra geldi. Sorunun ayarlarla ilgili olduğunu düşünüyordum. Aşırı miktarda köpük yapıyor makine. Öyle ki, ikinci yıkamadan sonra köpükler dışarı taşıyor. Fethi, "Sorunun kaynağı parlatıcıdır." dediğinde inanmıyorum. Bugüne kadar bir şey yoktu, durup durduk yerde niye bu kadar köpük yapsın? Aynı deterjan, aynı parlatıcıyı kullanıyoruz başından beri. Ne değişiklik oldu ki? O mu, bu mu sebep derken yine kendim buluyorum sorunun kaynağını. Yeni aldığım deterjanı eskisi tam olarak bitene kadar değiştirmemiştim. Dibe çöken kalıntılar, makinenin fazla köpük yapmasının nedeniymiş. Yeni deterjanı kullanmaya başlayınca sorun kendiliğinden çözülüyor.

Yine güzel bir gece. İki güzel şeyden bahsedeceğim sadece. Genç çift evlilik yıl dönümleri için bizi seçmiş. Bu kez masa düzenlemesi falan yok. Hatta rezervasyon bile yapılmamış. Beyefendi ilk kez geldiği Taş Ev için arkadaşlarının tavsiyesine uymuş. "Masamıza bir de mum yakar mısınız?" diye soruyor. Yakmaz mıyım? Taş Ev'in tavsiyeye şayan bir yer olması gururlandırıyor bizi.

İkincisi güzellik Ödemişli misafirlerimizden. Sık sık gelir oldular. Bir sürü meze sipariş ediyorlar. Arkasından sıcakları söylüyorlar. Son derece kibar ve saygılılar. Yüzleri gülüyor sürekli. Uğurlarken mutlulukları yüzlerinden okunuyor. "Her şey çok güzeldi, çok teşekkür ederiz." diyorlar. Samimiyetlerine güvenerek, "Onu bırakın eleştirileriniz bizim için iltifat yerine geçer, lütfen beğenmediğiniz bir şey varsa söylemekten çekinmeyin. Biz de kendimize ona göre çeki düzen verelim." diyorum. "Eleştirilecek bir şey yok, gerçekten mezeleriniz, etleriniz mükemmel." diyorlar, güle oynaya ayrılıyorlar.