Hava kapalı, rüzgar kuru yaprakları evin içine dolduruyor. Yağmur bulutları yükünü bırakmamakta direniyor. Personeli yaylaya getirdikten sonra ilk işim çay ocağının kazanını boşaltmak oluyor. Musluğundan sızan su bankoyu göle çevirmiş. Şehirden aldığım conta, musluk borusuna küçük geliyor. Bulduğum bir şambrel parçasını keserek deliğe uyduruyorum. İşe yarıyor. Tamircinin değiştirdiği rezistans etkili değil akşama kadar suyu kaynatmaya yetmez gibi.
Mangalda ateşi hazırladıktan hemen sonra dışarı çıktığımda bir düğün alayını andırırcasına insanların geldiğini görüyorum. Çok duymuşlar Taş Ev'in methini. Öyle gezip dolaşacak, sonra çay içip gitmek isteyecekler havasındalar. Günahlarını almışım. Minibüs tutup gelmişler. Yemek yemeye geldiklerini söyleyince rahatlıyorum. Genciyle yaşlısıyla takdir etmesini, oturup kalkmasını bilen bir minibüs insan. Yemeklere, keşkeğimize bayılıyorlar. Ben de onları zevkle ağırlıyorum. Dillerinden teşekkür sözcüğü eksik olmuyor.
Ayakları uğurlu geliyor. Yeni misafirlerimiz Kiraz'dan. Beyefendi sık sık ziyaret eder bizi. Bu kez anne ve babasını getiriyor yanında. Baba eskilerin meşhur öğretmen liselerinden birini bitirmiş emekli bir öğretmen. Bol bol sohbet ediyoruz. Aynı dili konuşmamız sohbeti daha zevkli hale getiriyor. Anne ve babasına "Arkadaşlar" diye hitap etmesi aralarındaki sıcaklığı ortaya koyuyor.
Ödemiş akıyor bugün Taş Ev'e. İzmir'den dün rezervasyon yaptıran bir grup yola çıktıklarını haber veriyor. Onlar da Ödemiş'ten Kemal Bey'in tavsiyesine uymuşlar. Israrla "Tanıyorsunuz Kemal Bey'i değil mi?" diye soruyorlar. Ayıp olmasın, hafıza kaybım su yüzüne çıkmasın diye "Evet, hatırladım şimdi." diyorum.
Ödemiş'te yokmuş böyle güzel bir yer. Beş kilometre ötede yaşayan Tireliler yoldan şikayet ederken otuz beş kilometre uzaktan gelenler yolu dert etmiyor. Ödemiş'e bir şube mi açsak ne?
Oldukça yoğun geçen günümüzden sonra hem salon hem verandada hizmet veriyoruz. Rezervasyonsuz gelen genç bir çift yemeklerini yedikten sonra yanıma gelip kulağıma eğiliyor. "Arkadaşıma evlenme teklif edeceğim, konfeti patlatır mısınız?" "Siz gösterin bana ben hallederim." diyorum onca işin arasında." Ancak biri daha lazım, konfeti patlatırken fotoğrafımızı çekecek." "Ayarlarız." diyorum ama biraz beklemeleri gerektiğini söylüyorum. Eşim yardımcı oluyor bana ilk fırsatta. Beyefendi cebinden çıkardığı yüzüğü hanımefendinin parmağına takarken konfetiyi patlatmam için bana işaret ediyor. Paaat diye çıkan ses eşliğinde rengarenk kağıt parçaları genç çiftin başından aşağı dökülecek diye beklerken, bütün konfetiler fotoğraf çekmek üzere uygun poz arayan eşimin başına dökülüyor.
Salondaki masalardan birinde yine genç bir çift evlilik yıl dönümlerini kutluyor. Diğer bir çift gelmiş verandadaki masalardan birine oturmuş sıralarını bekliyorlar sabırla. Onları fark ettiğimde belki de saat 22.00 yi geçmiş. Hemen servislerini açıyorum. Daha önce geldikleri için mezeleri tanıyorlar. Oturdukları yerden siparişlerini veriyorlar. "Fellah köftesi, haydari, domates kurusu, köz biber." Yağmur şiddetini arttırıyor. Avludaki sandalyelerin içleri su dolmasın diye onları aceleyle ters çeviriyorum.
Elemanları evlerine bırakmaya giderken son masa oturmaya devam ediyor. Nereden geldiklerini soruyorum. Sormam gereksiz aslında. "Ödemiş'ten geliyoruz." diye cevaplıyorlar. Geç vakit ısıtmamı istedikleri üç beş parça bonfile soteyi mikrodalgada unutunca eşim yenisini hazırlamak zorunda kalıyor. Gecenin tek aksiliği de bu oluyor, yeniden menüye eklediğimiz trileçeyi tatlılarımız arasında saymayı unuttuğumu saymazsam eğer.
Zaman su gibi akıyor. Belki de son dört ayın en hareketli cumartesi gününü böylece tamamlamış oluyoruz. Misafirlerimizin hepsi Taş Ev'den memnun, biz de onlardan.
Artık cumartesi pazarlar böyle geçecek demektir.
YanıtlaSilEvet, yorucu ama keyifli:)
YanıtlaSil