Her geçen gün yeni şeyler öğreniyor insan ve yazmak geliyor içinden. Günlüğümü aksatmadan tutuyorum. Yayınlamaya gelince bunu haftada bir yapmak daha kolayıma gelir oldu. Evet, biraz uzun oluyor ancak bu aralar böyle gitsin biraz.
Sosyal medya paylaşımlarını bir filtreden geçirmek imkanı olsa keşke... Zaman zaman öğretici, hoşuma giden paylaşımlar bir yana, ipe sapa gelmez pek çok paylaşım canımı sıkıyor. Mesela hoşlanacağım türden ama daha önce rastlamadığım güzel bir müzik, özgün bir tablo, veciz bir söz, belgesel niteliğindeki yazı ya da fotoğraflar ilgimi çekiyor. "Sayfamız kapanacak, çok şikayet var, bir yorum yap, bir like gönder." türündeki paylaşımlara sinir oluyorum. Whatsapp günümüzde en çok kullanılan iletişim araçlarından biri. Acil bir fotoğraf veya bir belge paylaşmak gerektiğinde hemen imdada yetişiyor. Ne yazık ki bunun da suyunu çıkarıyoruz. Telefonun PTT'ye yazdırılarak yakınların arandığı devirlerden bu yana çok değişti iletişim. Mektup tarihe karıştı çoktan. Artık telefonu da tarihin kara sayfalarına yollamak üzereyiz.
Salı pazarında alışveriş yapıyorum. Cep telefonumun sinyal sesini duyar duymaz elimdeki yükü en yakın tezgahın önüne bırakıyorum. Tahmin ettiğim üzere bir Whatsapp mesajı bu. Kızım geliyor aklıma. Hani önemli bir şey söyleyecektir de poliklinikte işi olduğundan zaman bulamıyordur. Yok, o değil bir yakınımmış mesaj gönderen. Tek kelimelik bir mesaj. "Amca", evet mesaj bu. Kapatıyorum telefonu, elime naylon pazar poşetlerini yükleniyorum yeniden. Bir sinyal sesi daha. Hava yağmurlu, bebek arabaları pek çıkmamış ortaya. Yine de elinde pazar arabasıyla yolu kapatıp her Allah'ın günü gördüğü komşusuyla geyik muhabbeti yapan kadınlar eksik değil. Onların arasından zorlukla geçmeye çabalarken en uygun yerde elimdekileri yere bırakıp yeniden çıkarıyorum telefonumu. Yine tek kelimelik bir mesaj. "Katarakt." La havle ve la kuvvete." Ya, telefonun suyu mu çıktı. Aç telefonu derdin neyse anlat. Ya da mesaj yazacaksan bulmaca çözdürür gibi kelime kelime yazma şunu. Üşenmeden cevap veriyorum. "Konturun kalmadıysa göndereyim ama oyun oynayacak vaktim yok." Birbiri ardına iki mesaj daha. "Tamam", "Pardon" İşim bitince telefon ediyorum zat-ı muhtereme. Cevap yok. Dönüş de yok. Belli ki, bozulmuş. Merak ediyorum. Kim katarakt? Anneme koyulan teşhis mi bu? Beni arayan yakınım o kadar yakın ki bana (!) eski telgraf yöntemi ile haberleşmeye çalışıyoruz. Her kelimesi ayrı para olan telgrafta bile. "Biz iyiyiz, stop." denilip merak içinde kalmazdı insan. Annemi arıyorum. İşin aslını ondan öğreniyorum. Meğerse katarakt ameliyatımı hangi doktora yaptırdığımı sormak istiyormuş teknoloji canavarı. Benden yanıt alamayınca ikinci adres feysbuk. "Ey cemaat, ey dostlar (!) bakın bana katarakt teşhisi konuldu. Doktor önerisi olan yazsın..." Haydi, bir sürü geçmiş olsun mesajları ve bir o kadar doktor ve hastane önerileri. Seç artık içlerinden bir tanesini.
Sosyal medya üzerine kitap yazılır. Babası hastanedeki yatağında yatarken çektiği fotoğrafı koyup dua bekleyenler mi ararsın, kahve köşelerinde zaman öldürürken kopyala yapıştır yöntemiyle hayırlı cumalar dileyeni mi? Bir yerde deprem olsa ilk haberi ne radyodan ne TV'den alıyoruz. Feysbuk mesajları birbiri ardına sıralanıyor artık. "Fena sallandık (!)" Depremi beklemeye sabredemeyen mesajlar geliyor bazen. Pembe ya da mavi renkli mesaj panosunda yazılar beliriyor. "Köpekler havlamaya başladı, deprem mi olacak?"
Ya sevdiği insan karşısında dururken cümle alemi haberdar eden sahte aşıklara ne demeli? "Aşkitom, seni çok seviyorum." Bu duygularımı senin bilmene gerek yok cümle alem böyle bilsin yeter dercesine. Feysbuk bu garip durumlara çanak tutmuyor değil hani. Sabah sabah telefonun ekranında "Bugün güneşli bir gün, neler hissediyorsun arkadaşlarınla paylaş." sözcükleri karşılıyor bizi. Kim nerede yemek yiyor, nereye yolculuk yapıyor, kimlerle birlikte hepsini biliyoruz Maşallah. Canımız sıkılır, "Stresli hissederiz." Hemen cevaplar yağar. "Hayrola canım, canını sıkan bir şey mi var?" Ya da "Mutlu hissederiz bazen." Onu da paylaşırız. "Allah mutluluğunuzu arttırsın."
Bu işin sonu nereye varacak merak ediyorum. Yakında bir yakınınız, tuvalette sıkıntılı hissettiğini bildirebilir size. Eminim yalnız değilsiniz. Arkadaş, eş dosttan cevaplar yağar bu mesajınıza. "Yapacağımız bir şey varsa..."
şu sosyal medya üzerine yazdığım son yazıda içimi dökmüştüm. böyle bire bir yaşamak daha da sinir bozucu olmalı :(
YanıtlaSilEvet, belki sizin yazınızdan da etkilenmiş oldum:)
YanıtlaSilSosyal medya, dipsiz kuyu. Paylaşımlar, nitelik olarak çok farklı. Filtrelemek keşke mümkün olsaydı :)
YanıtlaSilAh keşke:)
SilTek şey sosyal medyanın esiri olmamak; bilakis sosyal medyayı esir almak.
YanıtlaSilİster istemez toplum olarak esir alınmış durumdayız maalesef. Sosyal medyayı esir alanlar ise bugünün emperyalist güçleri. Eskiden Melike Demirağ'ın bir şarkısı vardı. TV'lerle, renkli menkli sinamaskopla uyutayım sizi, ninni yavrum ninni. Şimdi bunların yerini toplumda akıl bırakmayan akıllı telefonlar ve bunlarla vakit öldüren bir güruh aldı.
SilKesinlikle
Silhaa haaaa o fotodaki muabbet gerçek miiii süper süper :)
YanıtlaSilGerçekten de öte, daha neler var neler:))
Sil