KATEGORİLER

13 Ekim 2017 Cuma

TANITIM FİLMİ

12/10/2017 Perşembe, Tire



Güneşli bir güne merhaba diyoruz. Servise çıkmadan önce mangalı hazırlıyorum. Yaylaya döndükten kısa bir süre iki araç bahçeye giriyor. Misafirlerimizin kırk beş dakika önce gelmeleri sıkıntıya sokmuyor bizi. Sadece masalara servis açmayı düşünüyordum onlar gelene kadar.


Misafirlerimiz orta ve ileri yaşta hanımefendilerden oluşuyor. Taş Ev'e ilk kez gelenler hayranlıklarını gizlemiyorlar. "Anee, ne güzel olmuş burası yavrum, Allah gönendirsin." Yaşlı olanlar eşimin dedesi Tayyar Bey'i tanıyorlar. Samimi bir ortam oluşuyor. Siparişler alınınca mutfakta hummalı bir hazırlık başlıyor. Yemeklerini yerlerken bol bol sohbet ediyorlar. Terası açmamın mümkün olup olmadığını soruyor içlerinden biri. Hemen kapıyı açıyorum. Güneş yakıcılığını kaybedince aranılır olmaya başlıyor. Hep beraber terasa geçiyorlar. Oturma gruplarını henüz terasa almadığımızdan dolayı terasta sadece bir masa var. Dışarı yeteri kadar sandalye çıkarıyorum. Çay keyfini orada yapıyorlar.

İçlerinden en büyüğü merdivenlerden aşağı inip yanıma geliyor. "Ellerinize sağlık, bizleri çok güzel ağırladınız. Her şeyiniz çok güzel olmuş" derken hesabın tamamını kendisinin ödeyeceğini söylüyor. Gün sahibi değil bu hanım teyze. "İçimden öyle geldi." diyor sessizce. Uzun zamandır böylesine güzel bir gün geçirmediğini düşünüyorum. Eşim "Teyzem, bu sana ağır gelir, bırak herkes kendi yediğini ödesin." dese de kararlı bir şekilde "Yok, ben ödeyeceğim, ama anlarlarsa kabul etmezler." Hesabı çıkarıyorum. Üşenmeden çantasını almak üzere üst kata çıkıyor. Bir ihtiyaçları olup olmadığını öğrenmek için salona çıktığımda teyzem isteğinin kabul edilmediğini söylüyor. Grubu oluşturan saygıdeğer hanımefendilere de bu yakışırdı zaten. Biri, ikisi değil tamamı hem yemeklerden hem hizmetten son derece memnun kaldıklarını ve bunu herkese anlatacaklarını söylüyorlar. Bu kadar değer bilmenin bir karşılığı olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer söz vermemişlerse araçları çağırmamalarını, ne zaman arzu ederlerse onları kendi aracımla şehre bırakmayı teklif ediyorum. Aracın birini çağırmıyorlar. Acil işi olanlardan ilk grubu şehre bırakıyorum. "Servisiniz varsa bilelim. Falanca restoran araç gönderip hesaba ekliyor." diyor biri, yolda sohbet ederken. "Eğer müsait olursam sizi her zaman getirip götürürüm." diye cevap veriyorum. Arabadan inerken yine soruyorlar "Borcumuz ne evladım?" "Borcunuz falan yok, bu sizin bize verdiğiniz hoşnutluğun karşılığı." diyorum. Döndüğümde kalan misafirler bahçede eşimle birlikte koyu bir sohbete dalmışlar. Giderken onar onar kara kızların yumurtalarından satın alıyorlar. Sonuncu misafire yumurta kalmıyor. "Bir kümese bakayım belki birkaç tane bulabilirim." diyor, koşar adımlarla kara kızların yanına yürüyorum. Folluktaki beş yumurtayı alıp geliyorum. Elimizde kendi ihtiyacımız için bile yumurta kalmıyor. Bizim kara kızların çok çalışması lazım. Venüs dönene kadar koca bahçede rahat rahat gezebilirler.

Akşama doğru sıklıkla gelen bir misafirimiz arıyor. Misafirliği de aşmış, birbirimize ismimizle hitap ettiğimiz, dostluk mertebesine ulaşmış bir ilişkimiz var Berkan Beyle. Boğazına oldukça düşkün. Uzun zamandır görünmemesini önceki aşçımıza borçlu olduğumuzu düşünüyordum. "Kızım ve bir arkadaşımla birlikte yola çıktık geliyoruz." Üniversite mezunu olduğunu da sanmıyorum. Kendisi Ödemiş'in esnaflarından. Ekonomik durumunun oldukça iyi olduğu belli. Bu beyefendinin oturduğu masada yüksek hesap ödemesi umurumda değil. Ama o kibarlığı, nezaketi yok mu? Cüssesine inat o kadar naif bir insan. Hal hatır sorar, yediklerini çok beğendiğini söyler, elinize sağlık der. Bir şeye ihtiyacı olduğunda, "Size çok zahmet verdik ama bize bir iki dilim daha ekmek verebilir misiniz?" Ne demek? Böyle insanlara canımı veririm. İşte, hizmette zevkten doruğa ulaştığım anlar bunlar. Kızı ile aralarındaki ilişki görülmeye değer. Babası gibi o da boğazına düşkün. Yediği her şeye bayılıyor.

Açıldığımız günden bu yana bizi yalnız bırakmayan hanımefendi ve arkadaşını ağırlıyoruz. Hava serin ama yaylanın temiz havasını solumak istiyorlar verandada. Hanımefendi mutfağımızı bizler kadar tanıyorlar artık. Ona menü vermeye bile gerek yok. Sevdikleri mezelerin yanında keyifle içkilerini yudumluyorlar. Bir de serzenişte bulunuyor hanımefendi, "Tanıtım filminde ben niye yokum?" Yerden göğe haklı. Utanıyoruz.

Ajanstan tanıtım filmimizi getiriyorlar. Eşimle bir an önce görmek için sabırsızlanıyoruz. Zira yoğun bir günümüz. Aynı anda olmasa da ayrı ayrı izliyoruz. Eşimin bir gülümsemesini yakalamışlar. Filme damgasını vurmuş o görüntü...

CAM SİLME

11/10/2017 Çarşamba, Tire

İnsanoğlu çok enteresan. Sabah fırçasıyla başlıyoruz güne. Kaybedeceğimiz ne var ki. Nasıl olsa her işe bulaştık bir kere. Sadece biraz daha fazla yoruluruz bir süreliğine, kervan yürür bir şekilde. İlk zamanlarımızı hatırlıyorum. Hiç bir özelliği olmayan çalışanlarımız yanımızdan ayrılırsa ne olur halimiz diye onların ne kaprislerini çekmiştik. Diğer bir husus da şu ki; Aynı işi birden fazla kişiye vermemek, ortaya konuşmamak lazım. İki kadın, camları silmekten kaçıyor. Birinin yükseklik korkusu, diğerinin kolesterolü. Yükseklik korkusu neyse de, kolesterolün cam silmeyle ne alakası var? Fırça etkisini gösteriyor. Camlar pırıl pırıl temizleniyor.

Yukarı yaylaya çıkıyorum, ceviz toplamaya. Sukutuhayal. (Yazılışı saçma gelse de TDK'da doğrusu buymuş.) En azından bir çuval çıkar dediğim ağaçlarda bir tane yok. Çuvalım boş dönüyorum. Akşama doğru Bayram Usta telefon ediyor. Çay ocağını almaya gidiyorum. Bu kez oldu gibi. 

Konuşması son derece saygılı ve kibar bir hanımefendi telefonla arıyor. Yarın öğlen yemeğine on hanım arkadaşını getirmek için rezervasyon yaptırmak istediğini söylüyor. Büyük bir olasılıkla bir gün buluşması bu. Uzun zamandır hanımların gün toplantıları olmuyordu. Bunun birinci sebebi restoranda çekirdek yemelerini kabul etmeyişim. Doğrusu da bu zaten. 

Tanıtım filmi çeken arkadaşlar geliyor. Son bir kaç poz daha almak istiyorlar. Bu kez Ankara'dan gelen misafirlerimizi ağırlıyoruz. Bayındırda bir kamu kuruluşunun başındaki beyefendinin yanında getirdiği misafirler müfettiş.

İki çocuklu sıcak bir aile konuğumuz oluyor. İlayda kocaman bir genç kız olmuş. Geçen geldiklerinde henüz iki aylık olan kardeşi Mete büyümüş, artık mama sandalyesine oturuyor. Belli ki bugün onlar için de özel bir gün. En güzel mezelerimizden ve ızgara et çeşitlerinden sipariş ediyorlar. İlayda'nın karnı çok acıkmış, onun için özel çocuk menüsü önceden hazırlanıyor.

Akşam misafirlerimiz erken kalkıyor. Elemanları bıraktıktan sonra yaylaya dönüyoruz eşimle. Uzun zamandır fırsat bulup izleyemediğim "Kim milyoner olmak ister." programını izliyoruz.

11 Ekim 2017 Çarşamba

GEÇMİŞ OLSUN

10/10/2017 Salı, Tire

Salı pazardan alışveriş yapmak üzere erken çıkıyorum yola. Dün Toplu Konut pazarından ihtiyacımızın büyük kısmını karşılamıştık zaten. Ağırlığı olan domates, patlıcan, soğanı, közlemek için kapya biberleri alınca büyük pazar işi rahatlıyor. Yeşillikler, pazı, kabak çiçeği, mantar, deniz börülcesi vs. bugüne kalıyor. 

Aklım Venüs'te. Kızımı arıyorum, telefonu cevap vermiyor. Operasyonun iyi geçmesini umuyorum. Kafamda bir sürü yapılacak iş kovalamaca oynuyor. Arada telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Trip Advisor'dan harika bir yorumla birlikte beş yıldız daha almışız. Geçenlerde ziyaretimize gelen Türkolog hanımefendi blogumda yayınladığım günlük hakkında çok güzel şeyler yazmış. Bunun gibi işin erbabından güzel dönüşler mutlu ediyor beni. Eğer bu işi biraz olsun kıvırabiliyorsam eşimin bunda büyük payı olduğunu söylemem gerek. 

Bugünkü yoğunluk hazırlık işlerinde. Çay ocağı hala yapılmadı. Bayram Ustaya telefon ediyorum. Gece işinin on birde bittiğini, geç olduğu için aramadığını söylüyor. Kuzu şişler, pirzolalar, bonfileler marine edilmek üzere özenle hazırlanıyor. Eşim köfte hamurunu yoğurmuş, mutfakta yardımcı hanımlar onlara şekil veriyorlar. Biberlerin közlenmesi lazım bir de. Bugün de yukarı yaylaya çıkmak için fırsatım olmayacak sanırım.

Telefonum çalıyor. Arayan Bayram Usta, "Bugün Salı Pazarı, dükkandan ayrılamam, sen çay ocağını buraya getir bir bakalım." diyor. Kazanın içindeki suyu boşalttıktan sonra ocağı arabaya yükleyip dükkana götürüyorum. Dükkan pazar yerinin kurulduğu sokakların arasında. Zor bela dükkana yanaşıyorum. Bagaj kapısını açıp bir türlü ısıtmayan kazanı aşağı indiriyorlar. "Bunun rezistans borusu patlamış." (!) diyor. "Kalitesinden dolayıdır." diye cevap veriyorum. İzmir'e telefon ediyor, birkaç fotoğraf çekip malzemecisine gönderiyor. Ocağı bırakıp yanından ayrılırken adeta yalvarıyorum. "Bak usta, pazar günü kahvaltıda misafirlerimize çay yetiştirmekte zorlandık, doğru düzgün, kaliteli malzeme kullan ve bir an önce teslim et şu ocağı."  

İki beyefendi geliyor akşam saatlerinde. Biri havalı, diğeri sıcak. "Merak ettik Taş Ev'i, bir bakalım dedik." Havalı beyefendi İzmir Alsancak'tan geldiklerini söylüyor. Taş Ev'i gezdiriyor, onlara bilgi veriyorum. Merdivenlerden üst kattaki salona çıkıyoruz. Manzara ve Taş Ev'in mimarisi büyülüyor bu gizemli insanları. Gizemli diyorum çünkü, ne iş yaptıkları, ne amaçla geldikleri konulu sorularımı cevaplamaktan kaçınıyor havalı beyefendi. Yanındaki arkadaşından bazı ip uçları alıyorum. Turizm işiyle uğraşıyorlarmış. Vitrinin önünde mezelerimiz hakkında bilgi veriyoruz. Aristokrat görünümlü havalı beyefendi masalardan birine oturuyor. Kırmızı şarap, peynir ve iç ceviz getirmemi istiyor. Servis açarken masasına davet ediyor, benimle biraz sohbet etmek istediğini söylüyor. Tam da o sırada telefonum çalıyor. Pazar günü Bayındır'dan gelen misafirimiz az sonra yemeğe geleceklerini haber veriyor. Sohbete başlamadan hazırlık yapmak üzere beyefendilerden müsaade istiyorum. "Şömine sobayı yakmak mümkün mü?" diye soruyor havalı olan. Sobalık bir hava değil ama muhtemelen şömine atmosferini görsün istiyor. "Maalesef mümkün değil." diyorum. 

Misafirimiz genç bir hanımla birlikte geliyorlar. İlk olarak şarap vitrininden Sarafin Cabarnet Savignon'u seçiyorlar. O artık mezelerimizi biliyor. İki kişinin yiyemeyeceği kadar sipariş veriyorlar. Masayı donatıyoruz. "Karnımız çok aç." derken üzerinde dumanı tüten nar gibi kızarmış ekmeğe yumuluyorlar." Diğer masada oturan havalı beyefendi, aklında kalan mezelerden biri olan "skordaki" sipariş ederken yeni mahsul cevizleri de görmek istediğini söylüyor. Bayındırlı misafirimiz o kadar meze ve şarabın yanında tereyağında yumurta hazırlamamızı rica ederken şaşırıyorum. Hemen arkasından devam ediyor. "Acele işimiz var, size zahmet olmazsa bir porsiyon bonfile, bir de Kaystros karışık ızgara alalım hemen." 

Telefonuma bir WhatsApp mesajının uyarı sesi geliyor. Mesaj kızımdan. Venüs'ün operasyonu çok iyi geçmiş. Narkozun etkisi devam ediyormuş. Bir de fotoğrafını çekmiş göndermiş. E, annelik kolay değil.

Havalı beyefendi, şarabını bitirdikten sonra sohbet etmek için daha fazla bekleyemiyor. Çok sayıda kartvizitimizi alıp müsaade istiyor. Kapıda "Bizim kara kızların yumurtalarından da alalım otuz tane kadar." diyor. Sohbet bir sonraki ziyarete kalıyor. 

El ayak çekilip elemanları evlerine bıraktıktan sonra biberleri közlüyorum. Eşimle birlikte soyuyoruz ve yarına hazırlıyoruz. Bir şey daha öğreniyoruz ki, kalifiye olmayan insana askerdeki erlere talimat verir gibi her şeyi söylemek gerek. Yoksa kendiliklerinden bir şey yapmak aklına gelmiyor bu insanların. "Otur, otur, kalk, kalk." Köz biberler ayıklanacak, ayıkla(!) Cevizler kırılacak, kır(!)

VENÜS TATİLİ

09/10/2017 Pazartesi, İzmir

Allah insana kaldırabileceği kadar yük veriyor. Yoğun bir hafta sonundan sonra tatil iyi gelebilirdi belki. Gece eşim yorgun düşmüş, yatağında uzanmış, gözlerini açamıyor. Tek istediği bir an önce uyumak. Gece yarısı kızım bir taraftan, ben bir taraftan eşimi ikna etmeye çalışıyoruz. Kızım, "Anne gel ben de uyur, dinlenirsin. Bir an önce çıkalım hadi." diye yalvarıyor. Ben ise tuhaf bir şekilde hiç yorgun değilim. Kızıma destek veriyorum. İşin aslı Venüs'ü götürmek. Venüs bu, rahat duracak mı arabada? Yolda giderken kızımızın üzerine atlarsa yolda tehlikeli bir durum yaratır mı? 

Sonunda ikna oluyor eşim. Kızımın arabasıyla yola çıkacağız, ben arkada Venüs'le otururken eşim kızımın yanında önde oturacak. Kapıyı bacayı kilitleyip düşüyoruz yola. Arabayı şehirde bırakmam lazım. Kızım ile eşim önde ben arkada şehre iniyoruz. Hesapta ben arabayı bırakıp kızımın arabasıyla gideceğiz birlikte. Kaplan köyünden aiağı inerken virajlı yollarda Venüs'ü yol tutmuş, eşim "Bu şartlar altında kimse beni götüremez, ben eve gidiyorum ne yaparsanız yapın." diyerek isyan ediyor. Uzun bir ikna mücadelesinden sonra çift arabayla İzmir'e devam etmeyi kabul ediyor. 

Kızım Venüs ile önde, ben eşimle arkada Selçuk yolundan otobana doğru ilerliyoruz. Bu yolculuğun bizim için tek nedeni var. O da kızımızı yalnız bırakmamak. Önümüzde ilerlerken gittikçe hızını arttırıyor. Onun bu kadar sürat yapmasının nedenini sonradan öğreniyoruz. Venüs yoldan rahatsız olunca bir an önce eve kapağı atmakmış mesele. Neyse, kazasız belasız kızımın evine varıyoruz. Eşim hemen dinlenmeye çekiliyor. Ben Venüs'ü gecenin ilerleyen saatlerinde dolaştırmakla meşgul olurken kızım arabasını temizliyor.

Yatmamız saat sabaha karşı saat dördü buluyor. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra dönüş yoluna çıkıyoruz. Kızım veteriner hekimden randevu almış. Yarın sabah kısırlaştırma operasyonu yapılacak. Memlekete döndüğümüzde pazar ve kasap alışverişlerini yapıyoruz. Venüs bize değişik bir hafta sonu tatili (!) yaptırmış oluyor. 

ÇİTLEMBİK

08/10/2017 Pazar, Tire

Dünkü yoğunluğun ardından pazar gününe hazırlanıyoruz. Oldukça geç yatmama rağmen sabah erkenden kalkıyorum. Mezeler ve et ürünleri büyük ölçüde tükenmiş durumda. Eşim geceden başladığı hazırlığa devam ediyor.

Giriş kapısının önündeki çitlembik ağacının dalları meyvelerini zor taşıyor. İlkokula giderken okulun bahçesindeki ağaçlardan çitlembik toplayıp yediğim günleri getiriyor hatırıma. 

Çay ocağı sözde tamir edildikten sonra suyu kaynatmadı. Kahvaltı için önlem olarak evden semaveri getirmiştik. Kahvaltı saatinin bir an önce bitmesi için dua ediyoruz. Emine Hanım kolları sıvamış misafirler için katmer yufkalarını açıyor. Eşim yine döktürmüş. Katmer yetmezmiş gibi misafirlere sunulmak üzere iki çeşit kurabiye, börek ve pişi hazırlıyor. 

Öğleden sonra yine Ödemiş, Bayındır'dan geliyor misafirlerimiz. Bugün Tire'den gelen de çok. Bütün masalarla ayrı ayrı ilgileniyorum. Hava düne göre biraz daha güzel. Veranda ve salonda ağırlıyoruz misafirlerimizi. Onlardan biri beş yaşındaki kızlarını  da getirmişler. Adı Irmak. Kızımın adını taşıdığı için daha fazla ilgi gösteriyorum. 

Dünden rezervasyon yaptıran Bayındır'lı aile İzmir'den misafirleriyle birlikte gelmişler. Doğrudan üst kata çıkıp kendilerine ayrılan masaya oturuyorlar. Vitrine ve menüye bakmaksızın bütün mezelerden istediklerini söylüyorlar. İzmir'den gelen misafirler hem manzaraya hem mezelere hayran kalıyorlar. Bazı mezeleri tekrar tekrar sipariş ediyorlar. Sıcak bir ortam oluşuyor. "Keşke burada konaklama imkanı olsaydı." diyor hanımefendi. Haftaya çok daha kalabalık bir grupla geleceklerini söyleyip şimdiden rezervasyon yaptırıyorlar. 

Genellikle arkadaş ve dost tavsiyesi üzerine gelenler çoğunlukta. Çalıştığımız bir bankanın müşteri temsilcisi arıyor. Evlilik yıl dönümünü kutlamak üzere yarım saat sonra bir aile gelecekmiş. En güzel masalardan birini ayırıyorum. Güzel bir gece geçiriyorlar. Et yemekleri çok takdir topluyor. 

Ödemiş'ten bir partinin gençlik kolları başkanı eşiyle evlilik yıl dönümleri için rezervasyon yaptırıyorlar. Aynı partinin Tire gençlik kolları başkanı şiddetle tavsiye etmiş Taş Ev'i. Geldiklerinde onlarla koyu bir sohbete dalıyoruz. "Bundan sonra gideceğimiz başka bir yer yok." diyor beyefendi. Menderes Havzasındaki gençlik kolları buluşmasını burada yapmak istediklerini söylüyor.

Telefonum çalıyor. Artık bu saatten sonra kimseyi kabul edemem diye düşünürken, telefonun ucundaki beyefendi oldukça nazik bir şekilde Karşıyaka Alaybey'den aradığını söylüyor. Bir arkadaşının tavsiyesi üzerine 19 Kasım'a rezervasyon yaptırmak istiyor. Daha o tarihe çok uzun bir zaman olduğunu söylüyorum. İnternetten masa düzenlememize çok beğendiğini belirterek, paranın mühim olmadığını, sadece çok güzel bir masa istediğini söylüyor. O gün kız arkadaşının doğum günü olduğunu, kendisinin önceden mutlaka gelip nasıl bir düzenleme yapılabileceği konusunda konuşmak istediğini söylüyor.

Gecenin sürprizi kızımdan. Geç vakit arkadaşının düğününden ayrılıp bize doğru yola çıktığını söylüyor. Bu vakitte yola çıkmamasını söylüyoruz ama dinleyen kim? Sabaha karşı varıyor yaylaya. Onun kafasında Venüs'ü götürüp kısırlaştırma işi var. Kafasına koyduğunu yapıyor da. 

10 Ekim 2017 Salı

ÖDEMİŞ

07/10/2017, Cumartesi, Tire

Hava kapalı, rüzgar kuru yaprakları evin içine dolduruyor. Yağmur bulutları yükünü bırakmamakta direniyor. Personeli yaylaya getirdikten sonra ilk işim çay ocağının kazanını boşaltmak oluyor. Musluğundan sızan su bankoyu göle çevirmiş. Şehirden aldığım conta, musluk borusuna küçük geliyor. Bulduğum bir şambrel parçasını keserek deliğe uyduruyorum. İşe yarıyor. Tamircinin değiştirdiği rezistans etkili değil akşama kadar suyu kaynatmaya yetmez gibi.

Mangalda ateşi hazırladıktan hemen sonra dışarı çıktığımda bir düğün alayını andırırcasına insanların geldiğini görüyorum. Çok duymuşlar Taş Ev'in methini. Öyle gezip dolaşacak, sonra çay içip gitmek isteyecekler havasındalar. Günahlarını almışım. Minibüs tutup gelmişler. Yemek yemeye geldiklerini söyleyince rahatlıyorum. Genciyle yaşlısıyla takdir etmesini, oturup kalkmasını bilen bir minibüs insan. Yemeklere, keşkeğimize bayılıyorlar. Ben de onları zevkle ağırlıyorum. Dillerinden teşekkür sözcüğü eksik olmuyor. 

Ayakları uğurlu geliyor. Yeni misafirlerimiz Kiraz'dan. Beyefendi sık sık ziyaret eder bizi. Bu kez anne ve babasını getiriyor yanında. Baba eskilerin meşhur öğretmen liselerinden birini bitirmiş emekli bir öğretmen. Bol bol sohbet ediyoruz. Aynı dili konuşmamız sohbeti daha zevkli hale getiriyor. Anne ve babasına "Arkadaşlar" diye hitap etmesi aralarındaki sıcaklığı ortaya koyuyor. 

Ödemiş akıyor bugün Taş Ev'e. İzmir'den dün rezervasyon yaptıran bir grup yola çıktıklarını haber veriyor. Onlar da Ödemiş'ten Kemal Bey'in tavsiyesine uymuşlar. Israrla "Tanıyorsunuz Kemal Bey'i değil mi?" diye soruyorlar. Ayıp olmasın, hafıza kaybım su yüzüne çıkmasın diye "Evet, hatırladım şimdi." diyorum. 

Ödemiş'te yokmuş böyle güzel bir yer. Beş kilometre ötede yaşayan Tireliler yoldan şikayet ederken otuz beş kilometre uzaktan gelenler yolu dert etmiyor. Ödemiş'e bir şube mi açsak ne?

Oldukça yoğun geçen günümüzden sonra hem salon hem verandada hizmet veriyoruz. Rezervasyonsuz gelen genç bir çift yemeklerini yedikten sonra yanıma gelip kulağıma eğiliyor. "Arkadaşıma evlenme teklif edeceğim, konfeti patlatır mısınız?" "Siz gösterin bana ben hallederim." diyorum onca işin arasında." Ancak biri daha lazım, konfeti patlatırken fotoğrafımızı çekecek." "Ayarlarız." diyorum ama biraz beklemeleri gerektiğini söylüyorum. Eşim yardımcı oluyor bana ilk fırsatta. Beyefendi cebinden çıkardığı yüzüğü hanımefendinin parmağına takarken konfetiyi patlatmam için bana işaret ediyor. Paaat diye çıkan ses eşliğinde rengarenk kağıt parçaları genç çiftin başından aşağı dökülecek diye beklerken, bütün konfetiler fotoğraf çekmek üzere uygun poz arayan eşimin başına dökülüyor. 

Salondaki masalardan birinde yine genç bir çift evlilik yıl dönümlerini kutluyor. Diğer bir çift gelmiş verandadaki masalardan birine oturmuş sıralarını bekliyorlar sabırla. Onları fark ettiğimde belki de saat 22.00 yi geçmiş. Hemen servislerini açıyorum. Daha önce geldikleri için mezeleri tanıyorlar. Oturdukları yerden siparişlerini veriyorlar. "Fellah köftesi, haydari, domates kurusu, köz biber." Yağmur şiddetini arttırıyor. Avludaki sandalyelerin içleri su dolmasın diye onları aceleyle ters çeviriyorum. 

Elemanları evlerine bırakmaya giderken son masa oturmaya devam ediyor. Nereden geldiklerini soruyorum. Sormam gereksiz aslında. "Ödemiş'ten geliyoruz." diye cevaplıyorlar. Geç vakit ısıtmamı istedikleri üç beş parça bonfile soteyi mikrodalgada unutunca eşim yenisini hazırlamak zorunda kalıyor. Gecenin tek aksiliği de bu oluyor, yeniden menüye eklediğimiz trileçeyi tatlılarımız arasında saymayı unuttuğumu saymazsam eğer.

Zaman su gibi akıyor. Belki de son dört ayın en hareketli cumartesi gününü böylece tamamlamış oluyoruz. Misafirlerimizin hepsi Taş Ev'den memnun, biz de onlardan. 

7 Ekim 2017 Cumartesi

MAZİ

06/10/2017 Cuma, Tire

Hava kapalı, rüzgar sararmış yaprakları kapıdan içeri sürüklüyor. Erdal'ı almam lazım ama aklım tamire verdiğim çay ocağında. Şehre inip çarşı içindeki tamirci dükkanına gidiyorum. Küçük dükkanın içi ev aletlerinin parçalarıyla dolu, tamirciden çok hurdacıyı andırıyor. Kapı kapalı, usta henüz gelmemiş. Telefon ediyorum, en sonunda açıyor. Serviste olduğunu, bir saat sonra ocağı alabileceğimi söylüyor.

Elemanları almaya daha zaman var. Küçük pazardan alışveriş yapıyorum. Eşim aklına geldikçe arayıp yeni siparişler veriyor. Dün tamire bıraktığım ağaç bıçkı motorunu almaya gidiyorum. "Soğumasını bekliyorum." diyor dükkan sahibi. Benim bekleyecek zamanım yok oysa. Personeli ve Erdal'ı alıp yaylaya dönüyorum.

Bazı fotoğraflar gösteriyor eşim. Taş Ev ve dedesinin yaşamından kesitler. Hepsi siyah beyaz 65-70 yıllık fotoğraflar bunlar. Köyde, yaylada ve kayalıklarda çekilen şehirli fotoğraflar. Bir sundurmanın altında ahşap iki masa birleştirilmiş, iğne oyalarıyla kenarları çevrilmiş beyaz örtünün üzeri yiyecek ve içecekle dolu. Kalabalık bir erkek topluluğu. Yuvarlak yaka kazak giymiş biri hariç diğerlerinin hepsi kravatlı, tiril tiril. 

Diğer bir fotoğrafta kadınlı erkekli bir grup kayalıklarda poz vermiş. Açık renkli modaya uygun kısa kollu elbiselerin içinde saçları bakımlı mutlu kadınlar ve yanlarında mağrur bakışlı erkekler. Üzerlerindeki kılık kıyafete bakınca bu bir kır gezintisi değil de sanki baloya gidiyorlar. Yerlerde tek çöp yok, bahçeler bakımlı. 

Ama içlerinde beni en çok etkileyen, Taş Ev'in önündeki havuza ayaklarını uzatmış genç hanımların fotoğrafı. En azından altmış beş yıl öncesine ait bu fotoğrafta yer alan kişilerin çoğu hayatta değil şimdi. Türkiye'de ilk kez yılın öğretmeni seçilen eşimin akrabası, bugün 85 yaşında olan  Orhan Aksay'ın ablaları varmış grubun içinde. Havuz fıskiyesinin tablası bugün hala yerinde. Günümüzün cafcaflı mermer fıskiyelerinin yanında iptidai kalsa da Taş Ev'in en anlamlı parçalarından biri bu. Kalıba dökülmüş beton tabla ve altındaki kaidenin yıllar önceki fotoğrafını görünce dalıyorum bir an.

Gün boyu çay ocağı ile uğraşıyorum. Tamirci dükkanından ocağı almak üzere daracık sokağa giriyorum. Arkamda ve önümde bir sürü araç konvoy olmuş, beni bekliyor. Ocağın su haznesi tecrübe suyu ile dolu. Isıtmayı sağlayan rezistansı değiştirmiş sadece. "Kazanda delik yok, akıntı göremedim." diyor usta. Önümde arkamda biriken araçların yolu açmamı isteyen korna sesleri telaşlandırıyor. Bir rezistans değişimi için bayağı yüklü para istiyor usta. Kazıklandığımı bile bile itirazsız ödüyorum. Amacım bir an önce yolu açabilmek. Ocağın kapağını bile doğru dürüst kapatmadan birlikte yüklüyoruz arabaya. Diğer araçları teğet geçerek sokaktan çıkınca derin bir oh çekiyorum. İki sokak ileride tamirciye bıraktığım ağaç kesme motorunu da alır almaz Derekahve üzerinden yaylaya çıkıyorum.

Kazanın içinde biriken kireçleri çözücüyle çıkarıyoruz. Bahçede hortumu uzatıp defalarca içini yıkadıktan sonra kurulmaya hazır hale geliyor. İşin sonunda bu işin usta gerektirmediğini anlıyorum. Oysa ne kadar paniklemiştim başta. Acaba kazan mı delindi? Bu işten kim anlar ki şehirde? Basit bir ısıtıcı işte. Rezistans kireçlenince kırılmış ve suyu da bu nedenle kaçırıyormuş meğer. Bu basit işlem aslında çok önemli. Elektrik aksamına kaçan su kısa devre yaparsa yangın bile çıkartabilirdi. Nitekim sık sık sigortanın atması da bu yüzdenmiş.

Erdal kah odun kesiyor, kah onları evin arkasına taşıyor, yorulduğunda mola verip çayını içiyor. Akşam üzeri onu evine bırakırken hafiften yağmur çiselemeye başlıyor.

Cuma günü olmasına rağmen sakin bir gün. Bunu fırsat bilip çoktandır ziyaret edemediğim bloglarıma dönüyorum. Kimi dostlar güzel şiirler yazmış, kimi içinden geçenleri. Mesela değerli arkadaşım, Ayna Hikayesi (Aytül Örcün) "Mercedes Sosa" yı konu alan bir paylaşımda bulunmuş. Gerek hayranlık uyandıran hayat hikayesi, gerekse söylediği şarkıları ilgimi çekiyor bu sıra dışı kadının. İnsanın bilecek, öğrenecek daha ne çok şeyi varmış. Ata, ilk kez annesinden ayrılmış, ana sınıfına başlıyor. Annesinin duygularını okumak sanki yanı başındaymış hissini veriyor.