Yataktan kalkışımız sıkıntılı. Eşimin uzun zamandır şikayet etmediği bel ağrıları, benim akşamları muhtemelen oturma bozukluğundan ötürü sırt ağrılarım ile birlikte yeni güne merhaba diyoruz. Kapıyı açıp tertemiz yayla havasını ciğerlerime dolduruyorum. Fifi uzaklardan koşarak yanıma geliyor. Uzun yıllar göremediği bir dostuna yeniden kavuşmuş gibi üzerime sıçrıyor. Venüs karşıdan bizi izliyor. Kara kızların bir kısmı bir yolunu bulup ağaçların üzerinden kümesin dışına çıkmışlar. Venüs'ü bırakmak istesem de onlara zarar vermesin diye bağlı kalmasını yeğliyorum. Akşam el ayak çekilince Venüs'ün özgür saatleri başlıyor.
Arabanın durumu malum. Uzaklara gitmeyi, gönlümüzce bir değişiklik yapmayı düşünsem de içimdeki ses buna mani oluyor. Güzel bir kahvaltı hazırlıyorum. Eşim tiryakisi olduğu çayı kendisi hazırlıyor. Tavukları besliyor, yumurtalarını topluyorum bu arada. Ağaçların altı hala dökülen cevizlerle dolu. Bir kısmını toplayıp Taş Ev'in önündeki kayısı ağacının kalınca bir dalı üzerinde kırıyor ve kabuklarını soyuyorum. İç cevizlerin bir kısmını ağzıma atarken yanımdan ayrılmayan Fifi kendi payını bekliyor. Kırdığım cevizleri Venüs, Fifi ve ben adil bir şekilde paylaşıyoruz. Fifi uzattığım cevizi önce kokluyor, yiyebileceğine kanaat getirdikten sonra kibar bir şekilde dişlerinin ucuyla ağzına alıp uzaklaşıyor. Venüs hiç öyle değil. Kendisine verilen ne varsa sorgusuz sualsiz havada kapıyor. O kocaman ağzıyla havaya attığım cevizi yakalayıp mideye indirmesi aynı anda oluyor.
Kahvaltı sonrası Erdal arıyor. Kestane toplamaya gelmişler, kapıyı açmamızı istiyor. Onları bırakıp eşimle şehre iniyoruz. Arabamı ilk kez normal hızda kullanıyorum. Kulağım motorun sesinde, ağır ağır Kaplan yokuşundan aşağı süzülürken karşımda virajı hızla dönen beyaz bir otomobil yolu ortalayıp yanımdan teğet geçiyor. Delik deşik yolları tamir edecek yerde yolun sağına soluna kedi gözlü fiberglas km çubukları diken Büyük Şehir Belediyesine kızıyorum. Çünkü o dar yolu daha da daralttıkları, kaçacak yer bırakmadıkları için pek çok yerde kaza riski yaratıyor bu çubuklar.
Biraz alışveriş, birkaç dost ziyaretinden sonra yemeğimizi yiyor ve Taş Ev'imize dönüyoruz. Arabada hiç bir sorun çıkmaması içten içten sevindiriyor beni. Döner dönmez Venüs'ü serbest bırakıyor, dostlarımızın karınlarını doyuruyorum. Sen misin Venüs'ü serbest bırakan. Bir kaç saat sonra dışarı çıktığımda gözlerime inanamıyorum. Kızımın ona aldığı yatağı parçalamış, içinden çıkan pamuğa benzeyen elyaf parçalarını bütün bahçeye dağıtmış. Ağzında bir tutam elyaf karşımda poz veriyor. Gülmeye başlıyorum. Bizim Venüs sakallı bir ihtiyara dönmüş!
07/11/2017 Salı, Tire
Geçen haftanın aksine işlerim rast gidiyor. Pazar yerine yakın bir park yeri bulabildiğim için güne şanslı başlıyorum. Aslında evden erken çıkmamın rolü büyük bunda. Öğlene doğru gelen telefonun ucundaki ses kahvaltı servisimiz olup olmadığını soruyor. Hafta içi kahvaltı vermediğimiz gibi bugün hazırlık yapmamız gerektiği için işlerimiz yoğun. Kibarca durumu anlatıyorum telefondaki beyefendiye. Eşim bir yandan, Emine Hanım diğer yandan üzerime geliyorlar. "Kabul etseydin, her şeyimiz hazır zaten." Yeniden beni arayan telefonu çeviriyorum. "Eğer dönüş yoluna çıkmadıysanız sizi geri çevirmeyelim bari." diyorum. Ödemiş'ten gelmişler, karınları da bayağı acıkmış. Beş dakika içinde gözlemesinden böreğine, kurabiyesinden pişisine kadar tam tekmil kahvaltı hazırlanması beni bile şaşırtıyor. Emniyet mensubu olduklarını öğrendiğim iki aile, çocuklarıyla birlikte hiç beklemedikleri ikramlar karşısında oldukça memnun kalıyorlar.
Rezervasyon işini kafaya takıyorum. Bir kampanya başlatsam mesela. Bir gün önceden rezervasyon yaptıran misafirlerimize hesapta indirim yapsam nasıl olur? Böylece hem biz rahatlarız hem de bu yolu seçen misafirlerimiz daha az öder.
Dün fotoğrafını çekmeyi unuttuğum salep çiçeğinin hava karardıktan sonra yanına gidiyorum. Taç yapraklarını kapatıp uykuya dalmış. Kupkuru toprağın içinden bu kadar güzel ve narin çiçekler nasıl hayat bulur? Baktıkça insana umut aşılıyor.
08/11/2017 Çarşamba, Tire
Aklımda salep çiçeği. Uyanır uyanmaz yanına gidiyorum. Gözlerime inanamıyorum. Dün gece uykuya dalıp bütün cazibesini yitiren çiçek sabahın ilk ışıklarıyla serpilmiş yanında bir çiçek daha doğurmuş.
Eşime soruyorum. "Bugün ne tür müzik çalalım?" Aldığım cevap şaşırtıcı değil. "Roman havası." "Tamam." diyorum. "Ama kulağınız kapıda olsun, biri gelirse Taş Ev'in karizması sıfıra düşer." Spotify'dan bir roman albümü buluyorum. Romanların o kendine özgü neşeli ezgileri ve matrak sözleri ile neşemiz yerine geliyor. Parça sözlerinin büyük bir kısmı kaynanaları hicvediyor. Ne çekmiş bu romanlar kaynanalarından.
Dün pazardan aldığım kapya biberlerin közlenmesi bugüne kalmıştı. Hemen işe koyuluyoruz. Hava şömineyi yakacak kadar soğuk mu karar veremiyorum. Kah sıcaklanıyor üzerimden ceketi atıyorum, kah üşüyüp ceketimi yeniden üzerime alıyorum. Dün yapılan rezervasyon akşamın hareketli geçeceğini gösteriyor.
Saat 6.00 deyince hava kararmaya başlıyor artık. Kümesi kapattıktan sonra ışıkları yakıyorum. Ne olur ne olmaz misafirlerimiz üşümesin diye önceden hazırladığım şömine sobayı tutuşturuyorum. Elimizde bolca bulunan ceviz kabukları çıra yerine geçiyor. Hemen kestane odunlarını tutuşturuyorlar. Isınmaya ihtiyaç bulunmasa da yanan şömine görsel olarak ilave bir katkı sağlıyor.
Hava kararmaya başladıktan sonra grubun öncüleri geliyor. Arkadaşlarının doğum günü için masaları süslemek istediklerini söylüyorlar. Konuklar henüz gelmeden masalara servisler açılmış durumda. Yine bir doğum günü, özel bir gün kutlaması. Boşuna demiyorum. "Mutto"muz neydi? "En özel anlarınızda." Masalar, camlar, duvarlar süslenirken orta yaşlı bir çift geliyor. Onların da evlilik yıl dönümleri olduğunu öğreniyorum.
Rezervasyon masaları yeni gelenlerle birlikte uç uca ekleniyor. Şehrin tanınmış simalarından bir dost. Didim'den misafirlerini getirmiş. Hafta arası hiç beklemediğimiz bir yoğunluk.
Doğum günü pastaları kesiliyor. Konfetiler patlatılıyor. Emine Hanım yine korkuyor. Kocaman bir pasta. Salondaki diğer masalara ve bize ikram ediliyor. Misafirlerimizi teker teker uğurluyoruz. Temizlik, bulaşık derken saatler ilerliyor. Hafta arasını sürpriz bir şekilde hafta sonu gibi yaşıyoruz.
Personel servisinden döner dönmez Venüs'ü serbest bırakıyorum. Onlar da payına düşenlerden kendilerine güzel bir ziyafet çekiyorlar. Hava ısınmış gibi sanki. Yoksa bana mı öyle geliyor?
09/11/2017 Perşembe, Tire
Bugün yine günlerden Irmak. Kızımın doğum günü. Ne yazık ki bir arada değiliz. İzmir uzak bir yer değil. Lakin meslek aşkı onunla bir arada olmamıza izin vermedi. Tezini verdi, şimdi 15 Kasım'daki sınavına hazırlanıyor. Telefonu sessizde, harıl harıl çalışıyor. Sokak gürültüsü eksik değil. Devam eden inşaatın sesleri, sokak satıcılarının bağrışları, yanı başındaki caminin ezan seslerine karışıyor.
Yüreğim onunla atıyor bugün. Nereye baksam o geliyor aklıma. Sabahın erken saatlerinde arıyor, yaş gününü kutluyorum. O sınavı anlatıyor. O kadar çok konu, ezberlenecek bir dolu Latince kelime. Ocak ayında zorunlu hizmete gidecek nasipse. Dualarımız onunla. İnşallah sınavını verir ve güzel bir yer çıkar şansına.
Fazla söze gerek yok. O benim canım. Her şeyim, kızım. İyi ki doğdun, iyi ki varsın. Seni çok seviyorum. Sınavdan sonra en yakın zamanda kutlarız doğum gününü...
10/11/2017 Cuma, Tire
Bugün de özel bir gün. Atamızın arkasında ona aşık bir sürü insanı bırakarak yaşama veda ettiği gün. 79 yıl önce bugün Türkiye Cumhuriyeti kurucusunu kaybetti. Onun fikirleri, devrimleri ve ulus bilinci, topluma uzun yıllar ışık tuttu ve tutmaya devam edecek. Bu yıl Gazi Mustafa Kemal Atatürk daha bir coşkulu kutlanıyor. Facebook'ta birçok paylaşım. Medya Atatürk'e methiyeler düzüyor. Sözcü gazetesinin manşeti en hoşuma giden. "Onun sayesinde biz varız." Ve devam ediyor, "Atatürk, Çanakkale'de
yanılmışım deseydi, şimdi yoktuk." O hiç yanılmadı ve ileriyi, bugünleri gördü. AKP dahil bütün siyasilerin Anıtkabir'e akın etmesi geç de olsa onun kıymetinin anlaşılması mı yoksa bazılarının söylediği gibi Meral Akşener'in geniş kitlelerden karşılık bulan Atatürk vurgusu mu? Zamanın Ankara valisinin sarf ettiği "Komünizm gelecekse, onu da biz getiririz." sözü geliyor aklıma. "Atatürk sevilecekse, onu da en çok biz severiz." demeye getiriyorlar. Yok anam, bacım yok. O kadar ucuz değil bu işler. Sizin Atatürk sevginiz Baykal'ın kara çarşaflılara CHP rozeti takmasına benzer. Bir hafta sonra çıkar gerçek yüzünüz.
Eşimle birlikte iniyoruz şehre. Onu kuaföre bırakıyor, küçük pazardan alışverişimi yapıyorum. Biraz geç dönüyoruz yaylaya. Kapıyı açar açmaz peşimizden bir araç giriyor bahçeye. Çok methetmişler Taş Ev'i, İzmir'den kalkmışlar gelmişler. Tavsiye edilen bir yer olmak mutlu ediyor bizi.
Bir süredir 24 Kasım Öğretmenler Günü rezervasyon talepleri gelmeye başlamıştı. Elini çabuk tutan kazandı. Öğleden sonra okullarını temsilen gelen iki genç öğretmen ile birlikte menü üzerinde anlaşıyoruz. Bundan sonra gelecek taleplere "Maalesef doluyuz." demek zorunda kalacağız.
Akşamın sürprizi, kızımın ani bir kararla gelmesi. Venüs'ün gözündeki kanlanma mı onu buraya getiren? İlaçlarını da almış yanına. Arabadan iner inmez sevgi gösterileriyle ilk olarak Fifi karşılıyor onu. Vakit geçirmeden Venüs'e koşuyor. Gözlerindeki yoğun kanlanma azalmış. Son olarak parçaladığı yatağının içinden çıkan elyaflardan mikrop kapmış olabilir. Hemen gözüne damlasını ve merhemini sürüyor. Kızıma güzel bir ordövr tabağı hazırlıyorum. Odasına çekilip çalışmaya başlıyor zaman kaybetmeden.
11/11/2017 Cumartesi, Tire
Kızımın getirdiği damla ve merhem Venüs'ün gözüne iyi geldi. Gözündeki kanlanma büyük ölçüde azaldı. Akçam yemeğine üç masa rezervasyon yaptırıyor.
Kızım uzmanlık sınavına hazırlanıyor. Ara sıra kafayı dağıtmak için Venüs'le şakalaşıyor. Hava kararmaya başlarken ilk gelenler rezervasyon yaptırmadan gelen misafirlerimiz. İşler yoğunlaşınca misafirlerimizi tanıma, onlarla rahat rahat sohbet etme imkanı kalmıyor. Gece geç vakitlere kadar koşturunca günlük yazılarım aksıyor. Bir sürü gelen oluyor ama her birini hatırlamak çok zor.
12/11/2017 Pazar, Tire
Pazar kahvaltısını kaldırmıştık güya. Geleni geri çevirmeyelim diye eşimin ısrarı üzerine yeniden başladık kahvaltı servisine. Elemanları alıp geri döndüğümde kapalı bahçe kapısının önünde bir aracın beklediğini görüyorum. İzmir'den gelmişler kahvaltı için. Kapıyı açıp buyur ediyorum misafirleri.
Rezervasyon yaptıranların dört katı kadar misafir çat kapı geliyor. Hava çok güzel olduğu için teras kapısı açık. Kahvaltısını tamamlayan kahvelerini terasta güneşlenerek içiyorlar. Tek şansımız kahvaltı misafirleriyle yemek misafirlerinin çakışmaması oluyor. Kahvaltı servisi sona erdikten sonra bizler de bir şeyler çöplenme fırsatı buluyoruz. Gözlemesi, pişisi derken fazla bir şey de kalmadığından olanlarla idare ediyoruz.
Son üç ayın en yoğun pazarını yaşıyoruz bugün. Bir iki tabak kırmamı saymazsak her şey düzgün gidiyor. Ama bizi en memnun eden husus misafirlerimizden birinin tuvaletlerin temizliğine övgüler yağdırması oluyor. Bu kadar övgüyü hak eden Emine Hanım'dan başkası değil. Bunu karşılıksız bırakmıyor onu primle ödüllendiriyorum.
Merak edip Taş Ev'i gezip görmeye gelenler de oluyor. Eğer müsait zamanım varsa onları zevkle gezdiriyor, bilgilendiriyorum. Dürüst olmak gerekirse başım kalabalık olduğunda işin zevki kalmıyor. Böyle durumlarda kapıdaki levhayı "restaurant" yerine "müze" olarak değiştirip bir giriş ve rehberlik ücreti koysak daha mı karlı olur bu iş diye bizimkilere takılıyorum. Gelenler "Ne güzel yapmışsınız burayı? Bir kartınızı alalım, en yakın zamanda geleceğiz." deyip ayrılıyorlar. "Bir de konaklama olsa ne kadar güzel olur." diyenler artıyor gün geçtikçe. Hatta İzmir'den arayıp "Konaklama hizmetiniz var mı?" diye soruyor bazıları.
Her pazar olduğu gibi bu pazar da gece geç vakte kalan olmuyor ama Emine Hanım ve ablasının bulaşıkları yıkayıp mutfağı toparlaması uzun sürüyor. Bir de üzerine çay keyfi yaptıkları için geç vakitlere kadar kalıyoruz. İşler bittikten sonra gece kahvaltısı yaparken elemanlarla yapılan sohbet eğlenceli olmaya başlıyor. Ben ise bir an önce servisi tamamlayıp günlüğümü yazmak istiyorum.
13/11/2017 Pazartesi, Tire
Dünkü yorgunluğun üzerine sabah geç kalkıyoruz. Hava kapalı ve ara sıra ince ince yağmur çiseliyor. Gece boyunca konularını tekrarlayan kızım sınav günü yaklaştıkça geriliyor. Onu rahatlatmaya çalışıyorum. Hiçbir şey yok aklımda, tek soru bile cevaplayamayacağım dediği sınavlarda en yüksek notu aldığı geçmişteki günlerini hatırlatıyorum. Beni duymuyor bile. Sanırım ona en güzel morali Venüs veriyor. Güneş biraz yüzünü gösterince ikisi birlikte yürüyüşe çıkıyorlar.
Elimizde kalan mezelerden Venüs ve Fifi'nin en çok sevdiği Arnavut ciğeri. İlk defa Fifi o ufak cüssesine aldırmaksızın Venüs'ü yanına yaklaştırmıyor. Şehre inip bir pizzacıda karnımızı doyuruyoruz. Ben daha önce denemediğim "calzone" sipariş ediyorum, acılı olanından. İçinde sadece sucuk olması gereken kapalı pizzanın içi salam ve şerit sosislerle geliyor. Siparişimin bu olmadığını söylüyorum, değiştiriyorlar. Garsonla fırının başındaki ustanın tartışmaları geliyor kulağımıza. Geri gönderdiğimin hamuru daha güzel iken yeni geleni pek başarılı bulmuyorum.
Biraz alışveriş yaptıktan sonra kızımızı uğurluyoruz İzmir'e. Yağmur bastırıyor. Yaylaya döndüğümüzde yağmurun yanı sıra fırtına çıkıyor. Bilgisayarımın başında otururken terastaki sandalyelerin şiddetli rüzgarın etkisiyle bir o yana bir bu yana sürüklendiğini duyuyorum. Eşim oğlumla konuşuyor. Oğlum yılbaşında program yaparsak yanımıza gelmeyeceğini söylüyor. "O zaman kapatır, biz Ankara'ya gideriz." diyorum.
Kızımı arıyorum. Sağ salim İzmir'e varmış olması rahatlatıyor. Eşim TV'de dizisi "Kırgın Çiçekler" in başında. Birazdan "Kim bir milyon ister?" başlayacak. O zamana kadar bu yazım bitmeli.
14/11/2017 Salı, Tire
Pazar alışverişini tamamladıktan sonra yaylaya dönüyorum. Köyün girişinde Emine Hanım'la zeytinliği geziyoruz. Gözlerim onunki kadar keskin değil. Bu sene yok senesi olmasına rağmen en az geçen seneki kadar zeytin yüklü ağaçlar. Umutsuz girdiğim bahçeden mutlu bir şekilde ayrılıyoruz.
Eşim her şeyin hazır olmasını istiyor. Büyük hazırlık var bugün. Sevgili kızımın sınavı için hazırlık yapmamız gerekiyor. Jüri üyelerine kahvaltı masası hazırlamak adettenmiş. Taş Ev zaten bu işin uzmanı artık. Catering servisi bizden. Tabaklar, çatallar, bardaklar itina ile paketlenip kutulara yerleştiriliyor. Aman unuttuğumuz bir şey kalmasın.
Akşam erken çıkma telaşındayız. Diğer yandan mekan kapanmaz. Nitekim misafirlerimiz arasında ağırlamaktan en fazla onur duyduğum bir aile İzmir'den gelen konuklarını bizde ağırlamayı tercih ediyor.
Misafirlerimizi geç vakit ağırladıktan sonra İzmir'e, kızımın evine varışımız saat 01.30'u buluyor. Park yerinin büyük problem yaşattığı bir sokak. Tek araçlık yer yok, arabalar yolun sağında ve solunda birbiri arkasına sıralanmış. Tek çare cama telefon numaramızı bırakıp garajın önüne park etmek. Ne var ki orayı da kapmışlar. Hemen onun arkasına zor bela yanaşıyorum. Saatlerimiz sabah saat 06.00'ya kuruluyor.
15/11/2017 Çarşamba, İzmir
Alarm çalmadan yirmi dakika önce eşim uyandırıyor. Kızımla birlikte iki araç çıkıyoruz yola. Sahil yolunda sabahın erken saatleri olmasına rağmen trafik yoğun. Kızım önde biz eşimle arkada araçların arasında şerit değiştire değiştire ilerliyoruz. Hızımız yol açıldığında oldukça fazla. Kırmızı ışıklardaki kaybettiğimiz zamana rağmen zamanında varıyoruz hastaneye. Sınav salonu fazla büyük değil. Malzemeleri taşıdıktan sonra paketler teker teker açılıyor. Altı kişilik masaya beyaz örtü seriliyor. Kahvaltılıklar, tabaklar, bardaklar yerleştiriliyor. Erken yola çıkmamızın ne kadar isabetli olduğunu anlıyorum şimdi. Çay semaverinin düğmesi eşimin elinde kalıyor. Ne yapacağız şimdi? Hemen elime bir bıçak alıp açma kapama düğmesinin altındaki çubuğu çeviriyorum. İşe yarıyor.
Her şey hazır hale gelince kızıma başarılar dileyip Bornova Vergi Dairesine gitmek üzere ayrılıyorum. Uzmanlık harcının yatırılması gerekiyor. Kızımın akşam uçağına yetişebilmesi için yaptığımız iş bölümünün gereği bu. Kızım "Ya sınavdan geçemezsem?" deyip telefonunu beklememi, daha sonra harcı yatırmamı istiyor. Vergi Dairesine yatan paranın geri alınmasının mümkün olmadığını bildiğim kadar kızımın sınavı geçeceğinden de eminim. "Hı, tamam, öyle yaparım." diyorum kızıma.
Sabah trafiği yoğun. Navigasyon yardımı ile hiç bilmediğim Vergi Dairesini bulmam zor olmuyor. Sıra numarası alıp beklemeye başlıyorum. Sıram gelince ödemeyi yapıp makbuzu alıyor, hemen hastaneye doğru yola koyuluyorum. Yolda kızım arıyor. Sesi heyecanlı geliyor. "Baba, harcı yatırabilirsin." "Yatırdım bile, az sonra yanındayım." Kızımı uzmanlık sınavını geçip artık uzman doktor olması sebebiyle kutluyorum.
Ne yazık ki sınav sonunda hocaları ve jüri üyeleriyle çekilen fotoğraf karelerine girmekte geç kalıyorum. Hastaneye döner dönmez masaların toplanması, yeniden paketlenip kolilere yerleştirilmesi zaman alıyor. Taş Ev'e geç dönüyoruz. Mangal sönmüş, yeniden ateşi yakmak zaman ister. Aksilik bu ya böyle zamanlarda misafir eksik olmaz.
Akşam olmadan başlıyor yoğunluk. Bonfile kalmamış, kuzu şiş kalmamış. Telaşla nasıl atlamışız bunları? Mangalda ateş yok. Gelen misafirlerimiz Allah'tan anlayışlı insanlar. Bekliyorlar mangalın yanmasını. "Çoluk çocuk sincapları seyrettik çok güzel vakit geçirdik." diyorlar.