Saatine baktı, üçü geçiyordu. Özel Kalemine seslendi.
"La oğlum hele bi bak, Pens midir pense midir nerde kaldı bu herif öğren bakalım."
Kapıya kulağını dayamış Başkanın her an çağırmasına hazır bir pozisyonda bekleyen Cevat, kapıyı açıp esas duruşa geçti.
"Trafiğe takılmışlar, yarım saat kadar gecikme durumu olacakmış Sayın Başkan."
Eliyle tamam çık dışarı işareti yaparken sessiz kaldı. Cevat ürkek adımşlarla geri geri giderken eğilip Başkanı selamladı ve daha sonra dışarı çıktı, çekti kapıyı. Dışarıda bekleyen korumalara dönüp sağ elinin iç yüzünü ağzına götürdü,
"Aboov, başkan çok sinirli, aman dikkatli olalım." dedi.
Bütün gece gözüne uyku girmemişti. Müttefik Başkan'dan gelen mektuplar, tweetler canını sıkarken muhalefetin bozuk plak gibi tekrarladığı "yanlış dış politika" söylemlerinden gına gelmişti. Kendisi de biliyordu hata yaptığını. En büyük hatayı Müttefik Başkan'ı mütteffik olarak görmekle yapmıştı. Ekonomi ve dış politika konuları, SDG, AB, ABD, Rusya, Suriye ile yaşanan sorunların hepsinin birden kara bulutlar gibi üzerine çöktüğünü hissetti. Göğsü sıkıştı birden. Kendi kendine kızdı. Bırakmalıydı bu işleri artık. Başkan bile yapmıştı kendini. Bir de onun üzerine halife olacak değildi ya. Ama çocuklar geldi aklına. "Sonuna kadar dayanmalıyım, koltuğu bırakırsam çok gelirler üstüme. Hatta pkk destekçisi hdp ile anlaşıp yüce divana bile göndermeye kalkarlar" diye geçirdi aklından.
Yakın gözlüklerini taktı, on gün önce Müttefik Başkan'ın gönderdiği mektubun üzerine iliştirilen çeviriyi okudu. Bu ilk okuması da değildi. "Kafanı kullan olum, teröristbaşı ile bir araya gelip anlaş. Yoksa oyarım." diyordu, Müttefik Başkan. Adam oyar mı oyar diye düşündü. Papaz olayında göstermişti ne yapabileceğini. Zaten ekonomi damadın elinde yerlerde sürünüyor. Hani görevden almaya kalksam hanımla papaz olacağız. Kızımızın hatırı için diyor hanımefendi her seferinde. Geçinmek zorlaştı memlekette, ama ne yapalım, dişimizi sıkacağız biraz.
Bu düşüncelere dalmışken dışarıda bir hareketlenme oldu. Kapıyı nazikçe çalan Cevat, aralıktan kafasını uzattı.
"Geldiler Sayın Başkan, geldiler."
"İyi, gelsinler bakalım ne olacaksa olsun artık." dedi başkan.
Müttefik Başkan Yardımcısı asık suratını yüzüne maskeleyerek sert adımlarla maiyeti ile birlikte teşrif ettiler Başkan'ın makamına. Ancak içeri sadece başkanlar ve onların birer tercümanı dışında kimse alınmadı.
Kapalı kapılar arkasında nezaketen hal hatır sorulduktan sonra Başkan, Pens'e dönerek,
"Ey Pens, söyle bakalım senin başkanın kim oluyor da bana yakışıksız sözlerle hitap edebiliyor" diye sordu.
Müttefik Başkan Yardımcısı bu sorunun gündeme geleceğinden emindi.
"Sayın Başkan, o hitabı ateşi kesmezseniz dikkate alın lütfen, hem biliyorsunuz bizim Mr. President şaka yapmayı sever."
Başkanın yüzü kıpkırmızı kesildi.
"Kesmezsek ateşi ne olur. Teröristle aynı masaya oturup anlaşalım mı diyorsunuz yani"
"Hayır Sayın Başkan, farklı masalarda oturabilirsiniz tabi. Biliyorsunuz sizin terörist olarak tanımladığınız örgüt bizim stratejik müttefikimiz. Onları size yedirmeyiz."
Müttefik Başkan kesin talimat vermişti adamlarına demek. Taviz vermek yok. Başkan terlemeye başladı. Tercüman cebinden beyaz mendilini çıkarıp başkanın alnında biriken damlaları süpürdü. Derin bir nefes aldı.
"Ne diyorsunuz siz kardeşim, biz kime terörist dersek korumaya alıyorsunuz. Beni ve hükümetimi devirmeye çalışan Fetö'ye sahip çıktığınız yetmezmiş gibi bir de pkk uzantılarına kol kanat geriyorsunuz şimdi. Peki biz sizinle hem NATO üyesi bir ülkeyiz, hem stratejik ortak diyoruz birbirimize hem de sizin BOP'un eş başkanıyım. Eli kanlı bir terör örgütüne mi satıyorsunuz beni şimdi?"
Pens tercümanı aracılığıyla Başkan'a Türkçe sordu.
"Senin tercümana güvenebilir miyiz?"
Başkanın tercümanı soruya İngilizce olarak cevap verdi.
"Güvenebilirsiniz elbette, en az sizin tercümana bizim güvendiğimiz kadar."
"O zaman daha açık konuşabiliriz. Bakın Sayın Başkan, bizim President sizi gerçekten çok seviyor ve takdir ediyor. Biliyorsunuz İşid olayında bizi yalnız bıraktınız, biz de mecburen sizin terörist dediğiniz Kürtleri kullandık. Şimdi onları ortada bırakamayız. Onlar da ortada kalmaz zaten, ya Rusya'ya ya Esat ordusuna bilemedin İran'a hizmet eder. O zaman biz yiyemedik Putin gel sen ye olur. Şimdi birlikte öyle bir karar almalıyız ki win-win olmalı. Yani iki taraf da kazanmalı. Vatandaşlarımıza bu anlaşmayı bir zafer olarak anlatmalıyız. Tamam siz 32 km sınırdan içeri girmek istiyordunuz, buyrun girin. Biz size bu konuda gereken yardımı yaparız. Ancak siz de ateş-kes yapacaksınız. O zaman yaptırımlarımızdan da vazgeçeriz. Bu fırsatı değerlendirin."
Fena fikir gibi gelmemişti başkana bu teklif. Ancak terör örgütü ile ateş-kes yapılacağını nasıl anlatacaktı vatandaşlarına. Başını iki yana salladı.
"Yok, olmaz." dedi. "Biz büyük bir devletiz, teröristle ateş-kes yapamayız. Bu arada yaptırımlardan vazgeçme teklifiniz sevindirici."
"Sayın Başkan, kelimelere takılmayalım, biz ateş-kes deriz siz ateşi askıya aldık dersiniz. Yine iyisiniz iyisiniz, bak yine siz karlı çıktınız."
Asık suratlı Pens gülümsemeye çalışsa da beceremedi. Başkanın suskunluğundan faydalanıp atağa geçti.
"Tamam diyorsan bak hemen Mr. Başkanı arıyor haberi veriyorum. Adam bilgisayar başında tweet atmak için benden haber bekliyor."
"Peki, senin dediğin gibi olsun. Şu ekonomimiz iyi olsaydı kimseyi takmazdım ama iki ucu ne diyorsunuz siz Amerika'da bilmem, ha evet "shit'li değnek". He desem ekonomiyi ha desem ülkeyi riske sokacağım. Ben bu işin karını göremedim. Eskiden teröriste sınırımızdan komşuyduk şimdi otuz km sınır ötesinden. Hem de resmen anlaşmış olduk terörist dediklerimizle. Hadi çıkalım, grup toplantısında biraz süslerler, boyarlar iyi bir sonuç çıkarmış gibi oluruz. Benim seçim derdim yok ama sizin seçimler var yakında. O mektubu unutmadım, ama seçim kazandıran her şey mübahtır. Ben de one minute dedim aldım seçimi. Selam söyle dostum Mr. Başkan'a hele seçimler bitsin bunun acısını çıkartacağım ondan. Mr. Başkan Nevyorkluysa ben de Kasımpaşalıyım, altta kalmam hani."
Pens kapıdan çıkarken Mr. Başkana alelacele mesajını yazıyordu.
"Mr. Başkan her şey tam istediğiniz gibi. Haklıymışsınız, Sayın Başkan bizi fazla uğraştırmadı."
Henüz on dakika geçmişti ki, Amerikan başkanı mutlu haberi dünyaya duyuruyordu.