Kaplan Diary (Kaystros Tyrha) "gerçek bir yaşam"dan uyarladığı Çöl Çiçeği'nin Hikâyesi'ni bir bölümcük yazmama izin verdi, teşekkür ediyorum. Başka bir yazanın kaleminden çıkan ara bölüm olduğu için ben de bu öyküye "4,5" dedim. Umarım hoşunuza gider. Bu arada şaşırdım, hiç bu şarkıyla başlamamış kendisi! Halbuki bu hikâyenin bendeki müziği tam bu! Sting ve tabii asıl: Cheb Mami..!
Denize Bakan Ev (Mrs. DBE)'den,
Kış kurak geçmişti. Çöl Çiçeği rüzgârlara, kum fırtınalarına rağmen kuma bağlı kalmıştı kalmasına ama kış boyunca umutla beklediği halde tek bir damla yağmayan yağmurların yokluğunda da iyice güçsüzleşmişti. Cılızlaşmış kökleriyle, derinlerde saklandığını, yeterince inanır ve sabırla beklerse bir gün mutlaka ulaşacağını sandığı o ilk can suyuna bir türlü ulaşamamaktan da yorgundu. Gün boyunca griden sarıya dönüp duran gökyüzüne bakar, mevsimin dönmesini, önce leyleklerin sonra da sıra sıra deniz kırlangıçlarının, sığırcıkların, turnaların ve yelkovan kuşlarının çölü yeniden aşarak yeniden Kuzey'e göçmesini beklerdi. Mart ile birlikte, gökyüzü önce açık, sonra günden güne koyu bir maviye dönmeye başlar, kuş kümeleri gökleri şenlendirirdi. Tüm bunları yıllar içinde, yanında akarken bir yandan da kulağına hikâyeler fısıldayan can suyundan öğrenmişti, Çöl Çiçeği. Ve şimdi çok korkuyordu, tüm kuşların da can suyu gibi göçüp gittiğinden ve bir daha dönmeyeceğinden korkuyordu. Sanki kuşlar geri gelirse, can suyunun da geri döneceğine dair bir işaret alacağına inanıyordu içten içe ama kimselere söyleyemiyordu..
Bir gün, kuma gömülü, kumu sıkı sıkı tutan köklerine ılık ılık bir şeylerin dokunduğunu hissetti Çöl Çiçeği. Kıpırdayamadı. Nefes bile almadı. Olabilir miydi bu? Bu tatlı koku, bu serinlik, bu sanki tüm evrenden ona doğru akan yaşam sevinci? Çöl Çiçeği'nin ufacık kalbi, hiç çarpmadığı kadar hızlı çarpıyordu. Sanki köklerine dokunan o serinliği ötelemek ister gibi, hiç kıpırdamadan duruyordu. Sanki köklerini biraz kıpırdatsa, biraz uzatmaya, ne olduğunu anlamaya kalksa... Bir düşten uyanacaktı. Hayır, kıpırdayamazdı. Dönmüş olabilir miydi can suyu?
Can suyu köklerine dokunuyordu; serindi kumlar, yumuşak gevşeklik yerini serin ve güçlü bir kuşatılmışlık hissine bırakıyordu. Bu hissi biliyordu. Bu hisse doğmuştu zaten, bu histen başkasını aramamıştı bunca zaman.. Dönmüştü işte. Kuşlardan bile önce. Baharlardan bile önce.. Köklerini gevşetip kana kana içmek aklından bile geçmedi. Usulca, korkuyla, ancak dokunabildiği kadarını emdi kumlardan. Suyun kaynağına ulaşmak aklına bile gelmediği gibi, çekindi de. Ya kökleri suyun akışına zarar verirse, ya önüne istemeden bir set çekerse? Hayır hayır bu sefer yapmayacaktı aynı hatayı. Suyun kuralıyla oynayacaktı bu sefer. O ne derse öyle olacaktı. İster gelsin köklerini usulca okşasın, ister yanından aksın gitsin, onu kurumaya bıraksın. Onsuz olmuyordu, ölecekse de bu sefer onun yüzünden ölmeye kararlıydı. Tamamen teslim olmuştu suyun kaderine, akışındaki asiliğe. Kabullenmişti.
Yalancı baharlar gibi.. Geldi geçti su. Yanından dolaştı, şakalaşır gibi köklerine hafifçe dokundu. "Çok güller gördüm geçtiğim yollarda" diye fısıldadı kulağına, "sen sadece biriydin" bile dedi. Öldürmeyecek kadar verdi kendinden ama tek bir damla fazlasını değil. Kendini bir lütuf olarak gören su, oynadı Çöl Gülü'nün zarif ve cılız kökleriyle, biraz umut verdi ve sonra... Aktı, gitti....
Çöl Gülü kendine geldiğinde, anlayamadı ilk başta ne olduğunu. Canlanmıştı, yüzüne renk gelmişti, kökleri güçlenmiş, kuma yapışmıştı. Sanki önündeki kızgın yaza hazırlamıştı su onu. "Daha bitmedi sana biçtiğim hikâye" demişti sanki. "Daha zamanı var, daha öğreneceklerin var, daha yaşayacakların var.... Bir dahaki görüşmemize dek, seni hayatta tutacak gücü verdim işte, daha ne bekliyorsun? Daha can katacağım çok çiçek var, geçeceğim vadiler, ulaşacağım denizler var, seninle uğraşamam küçük kız" demişti sanki. Abi'lenmişti, dayı'lanmıştı.
Çöl Çiçeği ilkin "o da benden vaz geçemiyor da ondan.." diye düşünüp umutlandı. "Bana dönmesinin nedeni, özlemesi!" dedi. Masmavi gökyüzüne bakıp gülümsedi. Fakat zaman geçtikçe, içinde durduramadığı bir ses "benimle oynuyor.. Tok bir kedinin kilerde bulduğu cılız bir fareyle oynaması gibi oynuyor" diye fısıldamaya başladı. Öfkeyle, "ne öldürüyor, ne yaşatıyor!" dedi. "Önüme sadaka atar gibi, damla damla su akıtıyor köklerime, "haydi mutlu ol, gülümse de, benden bilmesinler mutsuzluğunu" diyor. O beni sevmiyor, sadece vicdanını temizlemeye çalışıyor!". Kalbi yine çarpmaya başladı ama bu sefer aşkla değil, başka bir duyguydu bu, bilmediği, yabancısı olduğu bir duygu... Acıtan, kanatan ama sevgi kadar güçlü bir duyguydu..
Ve sonra......
:) Bakalım ne yapacak bizim çöl çiçeği, değişimin gücünü içinde bulabilecek mi? Yoksa yerinde kalmaya ve göklerden medet ummaya devam mı edecek? Bakalım Kaystros nasıl çizecek hikayenin kaderini? Heyecanla bekliyoruz..
(*) Çöl Çiçeği hayatının baharında, içinde fırtınalar kopan, ne istediğini bilen, içi dışı bir, duygusal bir karakter. Yaşadıklarını, duygularını, ümitlerini, hayâl kırıklıklarını içtenlikle anlatıyor bana. Ben de ona hoşuna giden öyküleri okuyorum blog sayfalarından. Hemen her sabah DBE yazmış mı bugün diye soruyor heyecan içinde. Evet, yazmış deyince gözleri başka ışıldıyor. Kahvelerimizi yapıyorum, oku bana hemen diyor. Sen güzel okuyorsun diyor, sen okuyunca ben daha çok duygulanıyorum. Her satır onu sırtlayıp başka bir aleme götürüyor sanki. Gözleri doluyor. Sevgili DBE hoş bir sürpriz yaptı. Çöl Çiçeği'nin bir sonraki bölümünü yazmak istediğini söyledi. Bu bir onurdu benim için. Çöl Çiçeği de heyecanlandı, sevindi bu habere. Hadi bak dedi maillerine, belki yollamıştır. Yok, henüz yazmamış deyince astı suratını. Beş dakika geçti. Hadi bak yine dedi. Baktım, gülümsememden anladı. Oku, hadi okusana dedi sabırsızla. DBE bir not yazmıştı yazısının başına, benim için. Çöl Çiçeğini üzecekse yazdıklarım, sil, at görmesin diye. Buna fırsatım olmadan yanımda bitti. Okumaktan başka şansım yoktu. Yazının her satırında kendini aradı. Buldu da. Yine bir hüzün kapladı içini. Can suyu köklerine değmiş, içini ferahlatmıştı, doğru. Ama yeter miydi bu kadarı hayata dönmeye, çiçek vermeye? DBE suya güven olmaz diyordu. Hem hayat verir, hem can alır. Bir anda gel gitlerin içinde kayboldu. Kedi uzaktan el salladı. Biliyorum dedi, bu gel gitler en zoru. Ben dedim ki, bekle, sabırlı ol, o su sana dönecek. Yeter ki onsuz yapamayacağını hissettirme! 28 Nisan 2020, bak bu tarih çok önemli!