Sahra Çalısı uzun süredir Çöl Çiçeği'ni dinliyor, onun içinde bulunduğu durumdan bir an önce çıkıp eski neşeli günlerine dönmesi için büyük çaba sarf ediyordu. O, ayrılığın nasıl bir şey olduğunu en iyi bilenlerden biriydi. Çölün acımasız kum fırtınalarına kendini bırakmış, yuvarlanarak savrulduğu uzak diyarlarda yağmurunu beklemişti. Önce Çöl Çiçeği'ne dönüp seninki aşk olamaz demişti. Kabul etmemişti bunu Çöl Çiçeği. Hayır demişti, ben suyuma, suyum bana aşık.
Sahra Çalısının aşk tarifine uymuyordu bu ilişki...
1. Çünkü onun bildiği aşk karşılıklı bir tutku değildi. Aşk sadece bir tarafın yakasına yapışır, onu şekilden şekle sokardı.
Suyun kendisine yaptığı güzel şeyleri anlattı Çöl Çiçeği, anlatırken gözleri buğulandı. Peşinde çok koşmuştu Çöl Çiçeği'nin. Çöl Çiçeği kaçarken o kovalıyordu mütemadiyen. Tuhaf bir şekilde Çöl Çiçeği kıpır kıpır yerinde duramazken, su sakin, için için akıyordu yatağında. Aklı karışmıştı Sahra Çalısının, hemen inanmazdı söylenene, söyleyene inansa bile. Çelişkiler aradı sözlerinde Çöl Çiçeği'nin. Ne olmuştu da, birden çekmişti kollarını su, sevdiğinden. Geçmiş ne söylerse söylesin, gelinen bu duruma bakılırsa, Çöl Çiçeği inanmak istemese de suyun aşkının sona erdiğini anlamak zor değildi. Aşk, platonik olanlar dışında sonsuza kadar sürecek bir duygu değildi.
2. Çünkü onun bildiği aşk karşılıksız sevgiydi. Karşısındakini olduğu gibi kabul edip, sonsuz bir tutkuyla bağlanmaktı. Onun her şey, kendisinin hiç olmasıydı. Kendisi ne kadar acı çekerse çeksin, onun mutlu olmasının ona yetmesiydi.
Sahra Çalısı çölün suyunu tanımıyor, onun dengesiz tavırlarını anlayamıyordu. Fakat Çöl Çiçeği'ni gayet iyi çözümlemişti. Çöl Çiçeği suyuna aşık görünüyordu, çünkü onu seviyordu, onsuzluk canını acıtıyordu, onun her haline tutkundu. Buraya kadar tamamdı. Fakat bir konuya yatmıyordu aklı. Evet, sahiplenmişti suyunu Çöl Çiçeği, kıskanıyordu başkalarından. Onun başkasıyla mutlu olma olasılığı aklını kaçırmasına yetebilirdi. Sahra Çalısının aşk kriterlerine uymayan bir durumdu bu. Belki de o aşklarında hep terk eden olmuş, terk edilmişliğin acılarını öğrenememişti. Bu muydu sorun? Suyun özgürce akmasına izin vermemesi miydi bu ayrılığın sebebi. Peşinden çok koşması mıydı? Neydi bunun tedavisi, çaresiz kalmıştı çölün bilge çalısı.
Çöl sıcakları iyice kendini hissettirmeye başlamıştı. Sahra Çalısını dinlememiş, burnunun dikine gitmiş, kendini zapt edememiş yine aramıştı suyunu Çöl Çiçeği. Suyun ona dönmesini beklemişti sonra sabaha kadar, uyumamıştı. Gözleri şişmiş, umudunu kaybetmiş bir haldeydi. Kendisini defalarca ikaz etmişti Sahra Çalısı: "Arama, bırak o arasın seni. Küçültme kendini. Unutma ki kaçan kovalanır, bir kere olsun kovalanan ol."
Dinlememişti yine, bir kez daha tutamamıştı kendini. Sahra Çalısı kızamamıştı ona. Kolay değildi elbette. Tam da suyun yatağını değiştirdiğine, arkasını döndüğüne kendisini inandırmaya başladığı anda, dönüp geri geliyordu su. Yeni bir sayfanın açılmasına karar verip birlikte yol almaya niyetlendikleri anda ise uzaklaşıyordu Çöl Çiçeği'nden. Umut ışığı deniz feneri gibi defalarca yanıp sönüyor, Çöl Çiçeği bir umutlanıp coşuyor, dans ediyor, bir umutsuzluğa kapılıp kedere gömülüyordu. Bu zorluğa ne kadar dayanabilirdi ruhu, bedeni. O yüzden arayan o olmuştu, kararsız bulutları bir nebze olsun dağıtmak için. Aradığıyla kalmıştı. Su yine "Sana bir iki gün içinde dönerim." demiş, aramamıştı bir daha. Dönse bir türlü dönmese bir türlüydü. Sahra Çölü, "Bırak bu sudan hayır gelmez sana artık." derken, suyun defalarca Çöl Çiçeği'ne neden geri döndüğünü ve sonra yeniden neden bir kez daha onu terk ettiğini anlayamıyordu.