Kalçamı saran kalın, deri bir kayış oturmama engel
oluyordu. Bir gardiyan, makas ve elektrikli tıraş makinesi
kullanarak beni tıraş etti. Öksürüğüm kesilmek bilmiyordu. Memurun elindeki, keskin
bir bıçak olsaydı, beni dilimlere ayırabilirdi.
McKenzie içeri girdi ve teğmene baş selamı verdi. Bana dönüp,
“Sen yavaş öğreniyorsun, öyle değil mi Za-heater?”
diye sordu.
Beni B-Blok'a, geri getirdiklerinde, Sargent hala koridorun
karşısındaki hücrede kalıyordu. Ona bütün başımdan geçenleri anlattım.
“Senin yanıldığın konu ne biliyor musun, Inocente?” diye sordu. Biraz bekledikten
sonra cevabı kendisi verdi. “Sen, bu adamlar tarafından önemsenmeyi bekliyorsun.”
Yeni bir öksürük spazmına yakalandım. Sargent,
“Eğer bu gaz ciğerlerini hala terk etmemişse, hemşireyi çağır.”
dedi.
“Hayır, bu gazdan değil. Üşüttüm sadece, zaten
burada gerçek bir hemşire olduğunu da hiç sanmıyorum.”
Sargent, “Doğru, Inocente, ama kılık kıyafetleri olduğunu gösteriyor, sence bu yeterli değil mi?”
“Hayır, bugün için değil,” dedim ve tekrar kuru kuru
öksürmeye başladım.
Ölüm hücresinde kalmak bazen zaman algınızı
değiştirir. Eğer hayal dünyasında yaşıyorsanız, umutlu bir durumdaysanız ve adaletin gerçekleşeceğine olan inancınız hala devam ediyorsa, saatler daha
yavaş ilerler. Ama oyunda hile yapıldığının farkına vardığınız anda haftalar uçar
gider.
Eyalet mahkemesine temyiz başvurum sırasında, her
sabah bir gardiyanın, servis penceresinin kapağını kaldırıp,
“Hey Za-heater, haberi duydun mu? Davayı
kazanmışsın.” diyeceğini hayal ederek uyanıyordum. Hâkimlerin masumiyetimi ilan
etmeleri için acelem vardı, herhangi bir gün, özlemle beklediğim gün olabilirdi. Ancak o gün
hiç gelmedi. Haftalar geçti, günler benimle dalga geçercesine bütün monotonluğuyla birbiri ardına dizildi, ta ki Olvido kaybettiğimizi söylemek için ortaya çıkana dek. Haberi alınca birden başım dönmeye başladı.
Teksas Eyaleti, bir kadını idam edince koğuştaki bütün mahkûmlar, ölen sanki içimizden biriymiş gibi kararı protesto etti. Koğuşun en
zayıf adamı duştan kaçmaya çalışırken kafesin demir parmaklıkların arasına sıkıştı ve orada
kalp krizi geçirdi. Gardiyanlar onu çıkarmak için çılgınca mücadele ederken yaşamını
yitirdi. El Salvador çetesi mensubu bir yerliden İspanyolca öğrenen Taylandlı bir
mahkûm, ebeveynleri Meksika'da misyonerlik yapan bir Alman seri katile âşık
oldu ve komik İspanyolca şiveleriyle birbirlerine romantik sözler söyleyip beni
güldürdüler. Bir süre sonra, Üniteryen* bir papaz, dinlenme salonunda ikisinin nikâhını kıydı. Nikâhtan
bir hafta geçtikten sonra, aynı papaz, o iki mahkûm bir gün arayla idam edilirken
yanlarında hazır bulundu.
Günler böylece geçip gidiyordu. Haftada bir infaz,
radyoda idam edilen adamın bir hafta önce kayda alınmış sesinin hücrelerde çınlaması,
boşalan bir hücre daha...
Zamanın durması için dua ediyordum, durum ne kadar umutsuz
görünse de birinin eşimi öldürmediğimi anlayabilmesi için yeterince zamana ihtiyacım
vardı. Fakat Federal Mahkemenin aleyhime verdiği karardan sonra Eyalet Mahkemesinin de hemen aynı yönde karar vermesi, sanki bir gece içinde olup bitmişti. Avukatlarım
yanıma gelerek artık tek itiraz yolumun Yargıtay olduğunu söylediler. Hâkimlerin
benim durumumla pek ilgilenmediğini, çünkü onlar için davanın ilginç bir tarafı kalmadığını ve onları yasal bakımdan sıkıntıya sokacak bir durum yaratmadığını söylediler.
“Benim masum olmam onlar için yasal yönden bir
şey ifade etmiyor mu?” diye sordum.
Eski denizci Luther, "Hayır," dedi. "Bu durum trajik tabii ama çok ilginç değil."
Olvido, mahkemeye bir dilekçe ile başvurmamı
isteyerek, avukatlarımın sadece tek bir iddiada bulunmak suretiyle korkunç bir
hataya düştüklerini, bu nedenle yeni bir avukat talep etmemi tavsiye etti. Bunun bir
maraton koşusu olduğunu söyledi ve mahkeme kabul eder de bana yeni bir avukat verirse, her
şeye baştan başlayabileceğimi belirtti.
“Çoğu müvekkilinizle olan ilişkilerinizde, zamanın
sizin dostunuz olduğunu anlıyorum. Ama keşke bir de benim açımdan bakarak zamanın bana düşman
olduğunu anlasaydınız.” dedim.
Ayağa kalktım ve gardiyanı çağırdım. Gitmeye
hazırlandım. Olvido'ya,
“Sizi hiçbir şey için suçlamıyorum. Tam olarak benim
istediğim şeyi yaptınız. Kaba davrandığım için üzgünüm. Benim hayatta sizden başka hiç kimsem
yok.” dedim.
Yaz geldi. Kantinde bu yüzden plastik kanatlı vantilatörler satılmaya başladı. B-Blokta kalan bütün mahkumlar için birer tane aldım. O ana kadar hiç rüya görmemiştim ama garip rüyalar görmeye başlamıştım. Restoranda en büyük
korkumuz, hamam böceği ya da sıçan istilası idi. Sağlık yönetmeliğine aykırı
olmasına rağmen, mutfak ve kilerde devriye gezmesi için iki sokak kedisini beslemeye
başlamıştık. Hapishane rüyalarımda artık, nevresimin yarığından fırlayan bir sürü hamam böceğinin
vücudumu sarıp bir kürk gibi üzerimi kapladığını görüyordum.
1,699. Gün: Gardiyan Johnson yanıma gelip bir ziyaretçim olduğunu söyledi. Johnson, burada adımı doğru söyleyen tek
gardiyandı. Kimliğimi ilk gördüğünde, ismimin nasıl telaffuz edileceğini sormuştu. Doğrusunu söyleyene kadar benim yanımda defalarca tekrarladı. Kötülüğünü hiç
duymadım ve koğuşta kalan üç yüzden fazla idam mahkûmundan her
birinin adını ezbere biliyordu. Normal bir hayatım olsaydı ilk önce onunla konuşmak isterdim.
Gardiyan Johnson kapıma geldi, sonra beni kelepçeleyip
ziyaret salonuna götürmek için arkamı dönerek çömelmemi bekledi. Avukatım ve
ekibi dışında hiç kimse beni görmeye gelemiyordu, onlar bana sadece yazdılar. Kim
miydi onlar? Beni ziyaret etmek isteyen ama bunun için izin alamayan medya
mensupları, içeride kafayı sıyırmamam için bana destek veren idam cezası karşıtları
ve elbette mektuplarına cevap vermeyi ihmal ettiğim hayranlarım. Artık hiçbir şeyi umursamıyordum. Bu yüzden
Memur Johnson'a,
“Rica ederim beni yalnız bırak. Burada
kalacağım ve biraz kafamı dinleyeceğim.” dedim.
Memur Johnson, ısrar etti, “Lütfen ziyareti
reddetme, Mahkûm Zhettah. Gelen, senin avukatın.” dedi.
Hücremden çıkarken Sargent,
“Ona sevgilerimi yolladığımı söyle.” dedi.
Eğer başka herhangi biri yapsaydı ahlaksızlık
derdim ama Sargent bunu içtenlikle söylemişti.
*Üniteryen : Hıristiyanlıkta bir mezhep, baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesine inanmazken, Müslümanlar gibi sadece Tanrı'nın birliğine ve İsa'nın da onun peygamberi olduğuna inanıyor bu mezhep.
(Devam edecek)