Taha Akkurt, Edischar, İrem Can, DeepTone' tan sonra moderatörlüğü devralan Zeynep/ Kayıp Fısıltı Ağaç Ev Sohbetleri'nin bu haftaki konusu için Sessiz Gemi arkadaşımızı seçmiş, o da kendi blogunda konuya ilişkin gayet hoş bir yazı hazırlamış.
Evet, gayet güzel gidiyor, bu hafta 41. si Ağaç Ev Sohbetlerinin yani AES' in. Kısaltma da iyi yakıştı değil mi? Hemen AES'41'in konusunu verelim o zaman.
1. Kendi çektiğin ilk fotoğrafı hatırlıyor musun? Neyi fotoğraflamıştın? 3. Bunun için bir fotoğraf makinası mı kullandın, bir telefon mu? Çektiğin o fotoğrafı ve o anı anlatır mısın?
Fotoğraf konusunda ahkâm kesecek belki de en son kişi benim sanırım. Seneler, seneler önceye gidiyorum. Şimdi durumlar nasıl bilemem ama Doğu'nun Paris'i olarak anılan G.Antep'in bir başka özelliği daha vardı eskiden. Türkiye'ye kaçak yollardan giren elektronik eşyanın çoğunu bu şehrimizin sınırları dahilinde bulabilirdiniz. Gizli saklı yapılan bir şey değildi bu aslında. Bakanı, milletvekili, valisi herkes bilirdi G.Antep'in bir kaçakçılık cenneti olduğunu.
Görevi gereği bir süre Gaziantep'te yaşayan bir yakınımızın ziyaretine giden anneannem dönerken Philips marka transistörlü bir radyo getirmişti bana. İkinci dönüşünde civciv sarısı çift hoparlörlü Sony marka bir teyp, son dönüşünde ise Lübitel 2 marka Rus yapımı bir fotoğraf makinası! Şimdi bana sorsalar, yaşamın boyunca aldığın en güzel hediye hangisi diye, ilk üçte bunları sayarım. Havamdan geçilmezdi. Günümüzdeki fotoğraf makinalarının yanında son derece iptidai kalan fotoğraf makinem, o zamanlar pek bir el üstünde tutulurdu. "Ruslar bu işi iyi yapıyorlar canım" denilen çağlarda, Japonlar ancak fotoğraf makinelerinde kullanılan Kodak ve Fuji markalarıyla film endüstrisine girebilmişlerdi.
Çok detaya girmeden size benim o ilk fotoğraf makinemi tanıtayım. Aslında detaya girmek istesem de bunu anlatacak teknik bilgim olmadığı gibi makinemin de anlatacak çok fazla teknik bir detayı yoktu zaten. Kendinden otomatik çekim özelliği dışında ultra manuel bir aletti, zat-ı şahaneleri.
Üstte bir kapak, tırnağına basılınca bohça gibi açılıyor. Kapaklardan birinin üzerine iliştirilmiş basit bir merceği kaldırdığınızda objektife yansıyan cismi biraz daha yakından görebiliyorsunuz. Ne işe yaradığını bugün sorsanız size anlatamam. Garip bir vizörü var ama gelin biz ona vizör demeyelim. Çünkü viźörden ziyade bir delik bırakmışlar adamlar, kadrajı çerçeveye almak için. Esas özelliği gerçek vizöre elli santim kadar yukarıdan bakılması. Boynunuza geçirdiğiniz bir kayış makineyi bel hizanızda tutmanızı sağlıyor. Bu bakımdan güvenli ayrıca, elinizden düşürme tehlikesi yok.
Makinenin arka yüzündeki kocaman kapağın altında film kartuşunun yuvası var. Tabii o zaman kullandığımız fotoğraf filmleri siyah beyaz. Doğru bir şekilde yerleştirmeniz lazım. Aksi takdirde benim yaptığım gibi filmi tersine yerleştirip on iki pozluk filmi yakarsınız. Evet, bir kartuşla on iki poz çekebilirdiniz ancak. Bu yüzden film parası, tab edilmesi, kağıda basılması derken bir sürü para. Yani öyle canınız istediğinde deklanşöre basamazsınız. Sonradan piyasaya çıkan 36 pozlu film kullanan makineleri gördüğümüz zaman çektiğimiz eziyeti daha iyi anlamıştık.
Diyelim ki, filmi usulünce yuvaya yerleştirdiniz. Sonra bir sarma düğmesi var onu çevirip uygun konumuna getirmeniz gerekirdi. Çift mercekli objektifin üzerinde açıklık, enstantane gibi ıvır zıvır şeyler vardı ama pek oralarını kurcalamazdım. Kritik nokta şuydu. Diyelim ki, çekmek istediğiniz cismi ya da manzarayı kadraja denk getirdiniz ve arkasından deklanşöre bastınız. Bir sonraki poz için o bahsettiğim sarma düğmesini yeniden çevirmeniz gerekirdi. Ha, ben uğraşmam bununla, basar giderim diyecek olursanız, sonradan çektiğiniz fotoğraf gelip ilkinin üstüne pişti olur. Dalgınlıkla az pişti yapmamıştım o zamanlar...
Elbette uzun yıllar geçti. Akıllı telefonları bırakın en basitinden cep telefonlarının, internetin esamesi okunmuyordu o zamanlar. Tabiatıyla ilk fotoğrafımı yukarıda sözünü ettiğim Lübitel 2 fotoğraf makinesiyle çekmiştim. İlk çektiğim fotoğrafı hatırlamam çok zor ama ilklerden birkaç tanesini dün gibi hatırlıyorum. Küçük kardeşimin başına bir siperlikli şapka geçirmiştim. Eski evimizin avlusunda onun kısa pantolonlu fotoğrafını çekerken yıllar sonrasını hayal ettiğimi hatırlıyorum. O yıllardan geriye doğru, fotoğrafı çektiğim o ana bakmak, acaba nasıl bir duygu yaşatacaktı bana? Aklımda kalan bir diğeri, mutfak penceresi önündeki çiçeklerin arasında, annemin dışarı baktığı esnada çektiğim fotoğraftı. O an yine aynı duyguları yaşamıştım. Yani her iki fotoğrafı çekerken kendimi yaşlandırıp o ana baktırmıştım. Doğal olarak gördüğüm düşündüğümden farklı olarak o andan başkası değildi.
Nerede şimdi o fotoğraflar? Annemin evindeki albümde belki... Belki de kız kardeşim aşırdı, bilemiyorum. O iki fotoğraf olmasa bile, onların siyah beyaz görüntüleri zihnime fena halde kazınmış durumda. Aklıma düşünce o enstantaneler capcanlı gelir gözümün önüne.
iki fotoğrafın üst üste çıkması mıı hahah komik oluyormuş dijital makinelerde yapıyorlar böyle şeyler acayip oluyo :D yaa iki fotoğraf anın da benimkine benziyor çok duygulu kii buu çok güzel anlatmışsın :)
YanıtlaSilEvet bazen güzel fotoğraflar da çıkabiliyordu tesadüfen. Mesela bir manzara resmi çektikten sonra onun üzerinde bir de yakınının resmini çekmişsin. Fakat genellikle detaylar karışıyor birbirine. Teşekkürler:)
SilG. Antep'in öyle olduğunu hiç duymamıştım. Fotoğraf makinesi de ilginç ve güzelmiş. Açıkçası elimde böyle eskiden kalma bir alet bulundurmak isterdim. Güzel yazı olmuş, teşekkürler katıldığınız için:)
YanıtlaSilG.Antep öyle bir yerdi evet. Elektronik eşya ihtiyacı olan gider oradan alır ya da bir yakınından rica ederdi. Ben teşekkür ederim:)
SilHey gidi hey eskilere gittim film doldur onu bastır ne çok uğtaştırıcı bir o kadar da keyifli işlerdi.
YanıtlaSilNostalji:)
Sillubitel efsane yaaa :) ilk fotoların şirinmiş ama :)
YanıtlaSilLübitel Rusça amatör demekmiş. Bizimki de öyle amatörce bir şeylerdi işte:)
Sil